Şampiy10
Magazin
Gündem

Herkes kendi ameliyle Allah’ın huzuruna gider

SORU: “Namazın tümünden ve namaz esnasında okuduğum ayetler ve surelerden hasıl olan sevabı geçmişlerimizin ruhuna hediye eyledim sen kabul, vasıl ve haberdar eyle yarabbi” şeklinde bir duanın şirk namazını andırır bir husus içerip içermediği konusundaki bilgi yetersizliğime cevap arıyorum.

CEVAP: Nedir bu halkımızdaki ölü tutkusu! Herkes kendi ameliyle Allah’a gider. Dinde Kur’ân okuma kişinin kendisi içindir, yaptığı dua kendisi içindir. Allah’tan dileği, isteğidir. Eğer ölülere dua edeceksen Allah’tan onlara acımasını, onları bağışlamasını dilersin. Böyle yapmak Peygamberimizin sünnetidir. Ama okuduğun duadan, Kur’ân’dan, ibadetlerden hasıl olan sevabı ölülere bağışlamanın ne anlamı var? Senin için hasıl olan sevabı başkasının ruhuna gönderme yetkisini nereden alıyorsun? Hangi hadise dayanıyorsun, hangi ayet böyle söylüyor? Kur’ân’a göre: “İnsana kendi çalışmasından, eyleminden başka bir şey yoktur”, “Herkes yaptığıyla beraberdir, eyleminin tutsağıdır.” Zaman içinde Kur’ân dinine bidatlar soktular. Ben bu tür uygulamaların İslâm’da, Kur’ân dininde olmadığını söylüyorum. Bu tıpkı anayasa kitabını, kanun kitabını ölülerin ruhuna bağışlamak için okumaya benzer. Ölü ne yapacak kanunu? Ona yasa lazım değil ki! Yasa dirilere gerekli. Kur’ân ölülere okunmak için değil, dirilerin uygulaması için gelmiştir. Siz madem öyle yapıyorsunuz bari kıldığınız tüm namazları da ölülerin ruhuna bağışlamak için kılın. Fakat bilin ki Peygamber ve sahabileri böyle yapmadı.

“Secdede yapmamız gereken dualar nelerdir?”

SORU: Namaz kılarken secde anında “sübhane rabiyelala”nın dışında başka dualar da edilebilir mi? (Muzaffer Tunç)

CEVAP: Evet, istediğin kadar kamuya yönelik dualar, Kur’ân duaları ve benzeri dualar yapılabilir. En makbul dua secde halinde ve secde aralarında, rükûdan doğrulurken yapılan dualardır. Ama falanın ruhuna, filanın ruhuna dua bağışlama yoktur. Bunun bilinmesi gerekir.

Yazının devamı...

Anne baba hakkı, Tanrı hakkı kadar kutsaldır

SORU: Psikolojik rahatsızlığımdan ötürü anneme ve babama karşı bazen çok kı-rıcı oluyorum. Bunun vebali büyük müdür? Rahatsızlığım mazeret olabilir mi?

CEVAP: Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a itaatin hemen altında anne babaya itaat gelir. Ana babaya isyan büyük günahtır. Aklın başında ise kendi kendini telkin et. Canının sıkıldığı zaman dışarı çık, biraz hava al. Ama anne babanı kırma. Büyük günaha girmiş olursun. İşte Kur’ân’ın emri: “ Rabbin, yalnız kendisine tapmanızı ve anaya babaya, iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi yahut her ikisi, senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşır(ihtiyarlık zamanlarında senin yanında kalırlar)sa sakın onlara ‘Öf’ deme, onları azarlama. Onlara güzel söz söyle. Onlara acımadan dolayı, küçülme kanadını indir, (onlara karşı alçak gönüllü ol) ve ‘Ey (her varlığı terbiye edip yetiştiren) Rabbim. Bunlar, beni küçükken nasıl (acıyıp) yetiştirdilerse sen de bunlara (öyle) acı’ de” (İsra: 23). “Biz insana ana babasına iyilik etmeyi tavsiye ettik. Eğer onlar seni, (gerçekliği) hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa (bu hususta) onlara itaat etme. Ama dünya işlerinde onlara güzel davran. Dönüşünüz banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber veririm” (Ankebut: 85/8).

Ebeveyne itaat gerekir

Bu ayette de Allah’ın, insana ana babasına iyilik etmeyi ancak kendisini kanıtsız olarak Allah’a ortak koşmaya zorladıkları takdirde bu konuda onlara uymamasını öğütlediği vurgulanmaktadır. Ebeveyne itaat gerekir. Fakat ebeveynin emirleri, Allah’ın buyruklarına ters düşerse bu konuda onlara itaat gerekmez. Çünkü Yaratana isyan olacak işlerde yaratılmışlara itaat edilmez. Yaratanın hakkı, ana ba-banın hakkından üstündür. Şirk, Allah’ın nimetlerine nankörlüktür. Yüce Allah, müşrik anne babası insanı Allah’a ortak koşmaya sevk etmek istedikleri takdirde onlara itaat etmemesini fakat müşrik de olsalar dünya işlerinde anne babasıyla iyi geçinmesini, ahiret işlerinde ise Peygamber’in ve müminlerin yoluna uymasını emrediyor. Lokman ve Ahkaf surelerinde ebeveyne iyilik tavsiyesinden sonra annenin insana olan fedakârlıkları sayılmaktadır. Bu da annenin evladına olan son derece şefkat ve sevgisini gösterir.

Yazının devamı...

Sabır, acıları tatlı yapar

SORU: 23 yaşında üniversite öğrencisi bir kızım. Son birkaç senedir sürekli kötü olaylar yaşıyorum. Hiçbir işim rast gitmiyor. Dünya hayatının bir sınav olduğunu biliyorum. Karşıma her zaman iyi olayların çıkmasını beklemiyorum. Yaşadığım her kötü olaydan ders çıkartmam gerektiğini, bunların ahiret hayatıma katacaklarını düşünüp Allah’a teslim olmaya çalışıyorum. Ancak 2 senedir her şey o kadar üst üste geliyor. Dayanamıyorum, ölmeyi bile düşündüğüm anlar oluyor. İsyankâr bir kul olmak istemiyorum. Başıma gelen her şey için tevekkül etmeyi ve ona katlanmayı beceremiyorum. Acaba inancımda bir eksiklik mi var? Ne yapmalıyım? Başıma gelen kötü olaylar karşısında nasıl yıkılmadan durabilirim? (Rüya Yener)

CEVAP: Hz. Ali, oğlu vefat eden bir zata taziyeye gitmiş ve ona demiş ki: “Sabredersen geçen geçmiştir, karşılığında sevap alırsın. Ama sabretmez de sızlanırsan yine geçen geçmiştir, onu geri getiremezsin, ayrıca günah alırsın.” Şimdi nasıl geçerse geçsin bu ömür bir gün tükenecek. Kader çizgisi de ana hatlarıyla bellidir. Olaylara sabrettikçe olgunlaşırsın. En zor olayları peygamberler, komutanlar yaşamışlardır. Sabrettikleri için ebedi nam bırakmışlardır. Siz de sabredin, namazınızı huzurla kılın. Yunus gibi ne olursa olsun, Hak’tan ne gelirse gelsin hoş karşılayın. “Lütfun da hoş kahrında hoş” diyecek bir durumu gelirseniz yaşamak kolaylaşır. Yoksa zaten bir gün bu hayat bitecek. Bugün doğan, en fazla 80-90 yıl sonra yok olur. Allah size sabır versin, her şey gönlünüzce olsun.

Çorap üzerine mesh

SORU: Bacaklarımda dolaşım bozukluğu var. Doktor önerisiyle varis çorabı giyiyorum. Danıştığım din adamları çorabın üzerinden aldığım abdestin geçersiz olduğunu söylediler. Sağlığım ve yaptığım ibadetin eksikliği arasında kaldım. Ne yapmalıyım? (Müfide Beşli)

CEVAP: Yüz ve kollar yıkama, başla ayaklar mesh organıdır. Kur’ân, bunların mesh edilmesini emreder. Mesh organlarının üstünde giysi varsa onun üzerine de mesh edilebilir. Yani eşarp, baş örtüsü, türban çoraplar üzerine mesh edilebilir. Mesh ıslak elin, organa veya organ üzerinde bulunan giysiye sürülmesidir. Sizin abdestiniz geçerlidir. Kabul edecek olan da o sorduğunuz kişiler değil, Allah’tır. İşi bilenlere sorun. Çünkü Kur’ân, “Bilmiyorsanız, zikir ehline yani derinlemesine kitap bilgisine sahip olanlara sorun” (Nahl: 43-44, Enbiya: 7) buyurmaktadır.

Yazının devamı...

İntihar eden kişi büyük günah işlemiş sayılır

SORU: Bir yakınım intihar etti. Nedenini kimse bilmiyor. Böyle bir şey yapacak insan değildi. “Herkes yapar o yapmaz” diyorduk. Hâlâ inanamıyorum. İmanlı ve dürüst biriydi. Hiç kimseyi kırmadan, karıncayı dahi incitmeden yaşadı. Herkes tarafından sevilen, saygı duyulan bir kişiliğe sahipti. Ben buna şahidim. Tabii ki biz onu böyle tanırdık ama iç dünyasını Allah bilir, biz bilemeyiz. Bu kişi cehennemlik midir? Kur’ân’da böyle bir hüküm var mı? Aile olarak bunu çok düşünüyoruz. İslâm ve Kur’an bu konuda tek hüküm müdür? Yani şartlar ne olursa olsun, ne kadar iyilik yaparsa yapsın bu yakınımızın akibeti yine de cehennem midir? Sonsuza kadar orada mı kalacak? Ben Allah’ın adaletine inanan bir insanım. Son sözü de Cenabı Hak söyler, bizler iman ederiz. Bu konuda bizi aydınlatır mısınız? (Ahmet Ergün)

Hükmü Allah verecektir

CEVAP: Kişi intihar etmişse günah işlemiştir. Ha başkasını öldürmüş, ha kendi canına kıymış, ikisi de büyük günah. Ama hiç kimse hakkında “Bu mutlaka cehennemliktir” diyecek durumda değiliz. Allah dilerse en günahkâr insanı da affeder. İsra Suresi’nde “Rabbiniz sizi daha iyi bilir. Dilerse size acır, sizi bağışlar. Dilerse size azap eder” buyurulmaktadır. En büyük günah şirktir. Allah’a ortak koşmaktır. Allah, kendisine ortak koşanı bağışlamayacağını, bunun dışında dilediği kimseyi (günahı ne kadar ağır olursa olsun) bağışlayacağını buyurmaktadır. (Nisa Suresi).

İntihar eden bu inançlı insanın durumunu takdir bizim işimiz değil. Onun hükmünü Allah verecektir. İntihar etmekle cezayı hak etmiştir ama Allah dilerse bağışlar. Ayrıca Kur’ân’da ebedi tabiri bizim anladığımız şekilde sonsuzca demek değildir. Çok uzun süre, kısa ömürlü bize göre sonsuz gibi gelen uzun süre demektir. Yoksa sonsuzca azap etmek Allah’ın şanına yakışmaz. Çünkü azabın amacı ıslahtır. Sonsuzca azabın ıslah yönü yoktur. Bir baba çocuğuna sonsuzca ceza vermezken merhametlilerin en merhametlisi Allah, kullarına sonsuzca azap eder mi? Yunus ne güzel buyurmuş:

Haşe lillah senden iy Rabbül-enam

Sen temaşa kılasun ben hoş yanam.

Yazının devamı...

Allah Elçisi’ne salat ve selam getirmek farzdır

SORU: Ahzap Suresi 56. ayetinde, “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler, siz de ona salat edin, selam edin” buyurulmuştur. Buradaki salat kelimesi ne anlama geliyor? (Uğur Kaya)

CEVAP: Salat; dua, acımak, korumak anlamlarına gelir. Allah’ın ve meleklerin Peygambere salatı, ona acımaları ve onu esirgemeleri anlamındadır. Namazla ilgisi yoktur. Biz de Peygamberimize salat ederiz. Ona namaz kılarız anlamında değil, ona rahmet dileriz, onu selamlarız anlamındadır. Ahzab Suresi 56’ncı ayette Peygamber’in, Allah katındaki yüce şanı, değeri an-latılıyor. Allah’ın ve meleklerinin ona salat ettikleri bildiriliyor, müminlere de ona salat ve selam etmeleri emrediliyor. Allah’ın Peygamber’e salatı; ona rahmet etmesi, onu melekler yanında övmesi, meleklerin salatı; ona dua ve istiğfar etmeleri, onu desteklemeleridir. Allah’ın rahmet ettiği, huzurundakilere övdüğü bir zata elbette saygı göstermek, onu incitmekten sakınmak ve ona salat ve selam getirmek (yani Allah’tan rahmet ve esenlik dilemek) gerekir. Bu ayetin hükmüne göre Allah’ın Elçisi’ne ömürde bir kez olsun salat ve selam getirmek farzdır.

Bazı âlimlere göre onun ismi her anıldıkça salat ve selam getirmek gerekir. Bazılarına göre de sadece bir kere salat ve selam getirmek yeterlidir. Kanaatime göre en uygun görüş, onun adının anıldığı mecliste sadece bir kere salat ve selam getirmenin yeterli olduğudur. İfrata gerek yoktur. Ben ashabın, ikide birde ona salat getirdiklerini sanmıyorum. Buna göre yazılacak dini kitaplarda da onun adı her geçtikte (s.a.v.) koymak veya bunu açıkça yazmak zorunlu değildir. Her bölümde onun adının geçtiği ilk yerde salat ve selam işareti koymak yeterlidir.

Önceki ayette Peygamberin, Allah ve melekleri katındaki yüce mevkii belirtildikten sonra 57-58’inci ayetlerde de Allah’ı ve Elçisi’ni incitenlerin, dünyada da ahirette de lanetlenecekleri ve onur kırıcı bir azaba çarpılacakları, masum insanları yapmadıkları günahlarla suçlayarak incitenlerin, iftira ve açık bir vebal altına girdikleri vurgulanmaktadır. Bu ayetlerin, surenin 36-40’ıncı ayetlerinde işaret edilen Zeynep konusu ile ilgili olduğu anlaşılıyor. Peygamber’in evlenmesini dedikodu yapan, Peygamber’e yakın müminler aleyhinde yakışıksız sözler söyleyip yaymak suretiyle ortalığı karıştırmaya çalışan münafık, hasta yürekli insanların davranışını sergilemektedir. Allah’ın Elçisi’ni incitmek, Allah’ı incitmek demektir.

Yazının devamı...

Kur’ân’da Allah’ın Hz. Musa’ya hitap ettiği anlatılır

SORU: Siz yazılarınızda genelde Kur’ân-ı Kerîm’den örnekler verirdiniz. Ancak geçtiğimiz günlerde bir yazınızda verdiğiniz hadis örneğine gerçekten şaşırdım. Her zaman “Hadisler Kur’ân-ı Kerîm’e uyumlu olacak” dersiniz. Ama bu hadiste Allah’ın kuluyla konuştuğu vurgulanıyor. Böyle bir şey söz konusu olabilir mi? Yüce rabbimiz sadece Hz. Musa ile konuşmuştur. Yanlış mı biliyorum? (Sibel Diyadin)

CEVAP: Hiç şaşırmayın çünkü o hadis doğrudur. Hz. İsa da benzeri bir örneği vermiştir. Bu söz, mota mot Allah’ın huzurunda böyle konuşma, soru cevap olacak anlamını taşımaz. Bu, soyut olayları somutlaştırarak anlatım tarzıdır. Buna mecaz denilir. Hadisin asıl mesajı, Allah’ın mazlum, yoksul, perişan kullarının yanında olacağıdır. Soyutu kavramakta güçlük çekenler kolayca kavrayabilsinler diye bu mesaj böyle filmleştirilerek anlatılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın, Hz. Musa’ya hitap ettiği anlatılır ama ondan başka bir kimseye hitap etmediği, başka biriyle konuşmadığı söylenmez. Tam tersine Allah’ın, ilk halife yaptığı Adem’e, “Şu varlıkların isimlerini bana haber ver” dediği anlatılır (Bakara: 31).

Bazı ayetlerde Allah’ın göğe, yere konuştuğu da belirtilir. Göğe yere hitap eden Allah, dilediği insana da hitap eder. Ancak mutasavvıflara göre Allah’ın hitabını duyan insan, bu varlığıyla O’nu duyamaz. Bu varlık bilincini yitirir, o zaman Allah’ın sözünü duyabilir ama bunun farkında olmaz. Çünkü onu duyan da onda tecelli eden Hakk’ın kendisidir. O anda bireyin varlığı, Hakk’ın varlığında yok olmuş, insan fena fillah makamına ermiş, hitap eden de hitap edilen de Hakk’ın kendisi olmuştur. İşte o makamda kişi Hallac-ı Mansur gibi “Enel-Hakk: Ben Hakk’ım” diyebilmiştir.

Süt kardeşliği hakkında

SORU: Anneannem, annemi dünyaya getirdikten sonra bırakıp gitmiş. Anneannemin erkek kardeşinin oğlu, benim anneannemi emmiş yani bu durumda annemle annemin dayısının oğlu süt kardeş oluyor. Annemin süt kardeşinin kızıyla evlenebilir miyim? Evlenemezsem sakıncaları nelerdir? Evlenebilmem için bir çözüm yolu var mı? (Murat Meşedalı)

CEVAP: Süt dayının kızıyla evlenebilirsin. Kim evlenemezsin diyor bilemem. Yoksa işin içinde anlatmadığın bir şey mi var? Eğer yazdığın gibiyse evlenmende bir sakınca yok.

Yazının devamı...

İlahi adalet saptırılamaz

SORU: Kur’ân’a göre dirilme gününde insanlardan yalnızca Allah’ın izin verdikleri konuşacak ve doğruyu söyleyecek. Ama Mücadele Suresi’nin 18’inci ayetinde, “Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün, dünyada size yemin ettikleri gibi O’na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanacaklardır. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar” buyurulmaktadır. Orada Allah’ı kandıramayacaklarının aşikârlığı gün gibi belli olmayacak mı? (Kays Mutlu)

CEVAP: Birinci durum, müşriklerin vaktiyle tanrı diye taptıkları meleklerin veya peygamberlerin, liderlerin, Allah’ın huzurunda kendilerine şefaat edecekleri inancına cevaptır. Ayette yüce divanda herkesin mahkemenin yargıcı olan Allah’a saygılı olduğu, O’nun izin verdiğinden başkasının konuşmaya cesaret edemeyeceği, O’nun konuşmasına izin verdiği kimselerin konuşacağı, onların da suçluyu suçsuz göstermeyip sadece doğruyu söyleyecekleri, muhakeme edilen kişilerin hareketlerinin kendi anlattıkları din kurallarına uyup uymadığını doğru olarak söyleyecekleri, suçluyu kurtarma girişiminde bulunmayacakları anlatılmaktadır. Yani kısaca bu ve benzeri ayetler, peygamberlerin veya meleklerin şefaat edip birçok günahkârı kurtaracakları inancının boş ve batıl olduğunu anlatma amaçlıdır.

İkinci durum da suçluların kendilerini kurtarmak için şaşkınlık içinde ne söyleyeceklerini bilemeyeceklerini, kendilerini kurtarmak için dünyada iyi işler yaptıklarını söyleyeceklerini belirtir. Bu, suçluluk psikolojisini yansıtmaktadır. Anlatılan safha, sıradan bir hal değil, mahkeme safhasıdır. Dünyada suçlular yalan söylerler. Ama ahirette yalan söylemeye kalkanların kendi organları, derileri kendilerinin aleyhine tanıklık edip gerçeği söyler. Bu tür ayetlerde de ilahi mahkemenin asla yanıltılamayacağı, ilahi adaletin saptırılamayacağı anlatılmaktadır. Ayrıca bu anlatımlar, o mahkemenin dakikliğini canlandırma amacını taşır. Kur’ân manevi olayları somutlaştırarak anlatır. Yoksa Allah’ın huzurundaki konuşma, beşeri konuşma şeklinde olmaktan münezzehtir.

Bir de suçlarını inkâr edip doğru yaptıklarını söyleyenler, aslında kendi zanlarını dile getirmektedirler. Çünkü onlara göre yaptıkları doğrudur. Bu kadar inançsız, ateist var, onlara yanlış yolda olduklarını söylesen kabul ederler mi? Hayır, onlara göre en doğru yolda olanlar, en güzel düşünenler kendileridir. Dindarlar ise hayale göre hareket eden ilkel insanlardır. Onlar dünyada böyle düşünüyorlardı. İşte onlar, ilahi mahkemede de ruhlarını saran bu düşünceleri yansıtırlar. Bunun da gerçekte soyutu somutlaştırma biçiminde bir anlatım olduğunu unutmamak gerekir.


Yazının devamı...

Secdede Allah’tan başkası anılmaz

SORU: Bir okurunuza verdiğiniz cevaptan yola çıkarak, “Mezarlık ziyaretlerinde okuduğumuz duaları ölülerimizin ruhuna hediye etmemiz yanlış” sonucuna varabilir miyiz? (Hayri Paçalı)

CEVAP: Okurum, “Ben secdede falanın filanın ruhuna dua ediyorum, liderleri anıyorum, şunları yapıyorum, bunları yapıyorum...” diye yazmıştı. Bunu secdede yapıyor. Secde namazın en doruk noktasıdır. Secdede Allah’tan başkası anılır mı? Peygamberimizin böyle bir şey yapmadı. Şirk her tarafa sızmış. Hz. Peygamber hiç kimsenin ruhuna Kur’ân okumadı. Yalnız kabristanı ziyaret ederken onlara selam verir ve af ve mağfiretleri için dua ederdi. Kur’ân okuyan, kendisi için okur. Ardından ölmüşlerin bağışlanması için de dua eder. Okunan Kur’ân’ın falanın ruhuna, filanın ruhuna bağışlanması hiçbir sağlam kanıta dayanmaz. Peygamber döneminden sonra başlayan bu uygulama, sonunda Kur’ân’ı mezarlık kitabı haline getirdi. Artık Kur’ân ölülerin ruhlarına üflemek, bağışlamak için okunur oldu.

Camilerde tanık oluyoruz. İmam efendi 41 Yasin, 15 hatim, bilmem kaç İhlas’ın sevabını sanki bir torbaya doldurmuş, birer birer sayıp ölülerin ruhlarına bağışlıyor. Toptan da değil, ayrı ayrı ölüleri sayıyor: “Hasan efendi, Osman efendi, Mevlid efendi, Kerim ağa, Yusuf ağa, falan hanımın ruhlarına bağışladık hediye ettik...” Sanki bu isimleri söylemese hâşâ Allah bilmez kimler için okunduğunu? Bununla da yetinmediler bu ruha bağışlama işini namazın tam içine, en önemli noktası olan secdeye kadar getirdiler. Bu bidatlardan ötürü tevhit Peygamberinin ruhaniyyetinden özür diliyoruz. Başka yapacağımız bir şey yok.

Bu münasebetle anımsadığım bir fıkrayı okurlarımla paylaşmak isterim: Çocukluğumda, Elazığ’da tanıdığım Ferhat Efendi isimli çok sevdiğim bir amca vardı. Geceleri saat 02.00’den sonra sabahlara kadar hep ibadet eder, gündüzleri tek atlı arabasıyla evinin nafakasını temine çalışırdı. Ramazan ayında hali vakti yerinde olanlar, cami imamlarına veya hafızlara Kur’ân okuturlar. Her gün hoca eve gider, bir cüz Kur’ân okur, ev halkı da Mushaf’tan takip eder veya dinler. Şimdi mahalle olan, o zaman Elazığ’a bağlı 20 dakika mesafedeki Kesrik Köyü’nün imamı, yolda rastladığı Ferhat amcaya sorar: “Ferhat evinde cüz okutuyor musun?” Ferhat amca: “Hayır hoca efendi, okutamıyorum.” Hoca, şaka yollu şu ağır sözü söyler: “Müslüman değilsin ki okutasın?” Amca lafın altında kalır mı? Hemen cevabı yapıştırır: “Affedersin hoca efendi, ben bu memleketin garibiyim. Bilmiyorum bunun kilosunu kaça satıyorsunuz, bilsem ben de birkaç kilo alırım.” Neye uğradığını bilemeyen hoca savuşup gider.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.