Şampiy10
Magazin
Gündem

Çoğunluğun uygulamasına yer verdim

SORU: 7 Eylül tarihindeki yazınızda yer alan sehiv secdesiyle “Yeni İslâm İlmihali” adlı eserinizdeki sehiv secdesi tarifi bana farklı gibi geldi. Beni bu konuda beni aydınlatır mısınız? (Nurettin Polat)

CEVAP: Temelde farklı bir şey yoktur. “Yeni İslâm İlmihali”ni yıllar önce, Türkiye’de hakim olan Hanefi mezhebini esas alarak yazmış, diğer mezheplerin görüşlerine yer vermemiştim. Ama aradan yıllar geçti, bazı konuların gerçeğine doğrudan Kur’ân ve hadiste ulaştım. Onun için sözünü ettiğiniz yazımda, İslâm dünyasının çoğunluğundaki uygulamaya yer verdim. Evet Hanefi Mezhebi’ne göre sehiv secdesi selamdan sonra yapılır ama diğer mezheplerin görüşleri secdenin selamdan önce yapılacağı şeklindedir. İşte “Yeni İslâm İlmihali”nin yeni baskısı için yaptığım açıklama şöyledir:

Farzın tehirinden (geciktirilmesinden), vacibin terk veya tehirinden yapılması lazım gelen bir yanılma secdesidir. Namazın farzlarından birini yanılarak tehir etmek, vaciplerinden birinin yerini değiştirerek daha önce veya sonra yapmak veya terk etmek suretiyle yanılan kimse, namaz içinde bunu hatırlarsa namazını kılar, et-Tehiyyatü’den sonra imam ise yalnız sağ tarafına, yalnız ise her iki tarafına selam verir. “Allahu ekber” deyip iki secde daha yapar oturur. “et-Tehiyyatü, sallibarik” okur, selam verir.

Tahiyyat ve dualar okumak

Yanılma secdesinin, selamdan sonra yapılıp ardından tekrar tahiyyat ve dualar okunarak yeniden selam verme tarzı Hanefi Mezhebi’ne göredir. Şafiilere göre sehiv (yanılma) secdesi selamdan önce yapılır ve bu iki secdenin ardından tekrar teşehhüde (et-Tehiyyatü okumaya) gerek yoktur. Hemen selam verilip namazdan çıkılır. Malikilere göre de yanılan kimse Tahiyyat ve salavattan sonra selam vermeden iki secde yapar. Ardından sadece Tahiyyat okuyup selam verir.

Yani Malikilere göre de yanılma secdesi selamdan öncedir. Hanbelilere göre ise bu secde selamdan önce de sonra da yapılabilir. Şayet selamdan sonra yapılırsa secdenin ardından yeniden Tahiyyat okumak gerekir. Ama selamdan önce yapılırsa birinci Tahiyyat yeterlidir. Secdenin ardından yeniden Tahiyyat okumaya gerek yoktur (Bkz. El-Fıkh alal-mezahibil-erbaa, 1/451-452).

Yazının devamı...

“Böyle birine Müslüman diyebilir miyiz?”

SORU: Teyzemin oğlunu size kısaca şöyle tanımlayayım: Çok yalan söyler. İçki içer. Birkaç kız arkadaşı var ama onun amacı cinsel ilişki yani kızları kullanmak. Bazen birilerinin hakkını vermez veya parasını ödemez, böyle şeylere hiç değer vermez. Evli kadınlara dahi kötü gözle bakar. Ramazan’da oruç tutmaz, namaz kılmaz... Ben onun bu durumundan utanıyorum. Maalesef annesi babası da bazı şeylere destek veriyor. İyi bir Hıristiyan veya iyi bir Yahudi’yi bile ondan üstün görüyorum. Ona Müslüman gözüyle bakamıyorum. Sadece Allah’ı bir bilir, peygamberimize inanır, kitaplara inanır. Bu kişiye Müslüman gözüyle bakmamam yanlış bir davranış mı? Bunları size niye anlatıyorum biliyor musunuz? Çürkü bu kişi aileme de zarar veriyor. (E. G.)

CEVAP: Böyle insanlar öğüt verirsiniz, dinlemezse kendi haline bırakırsınız. Müslümanlık sadece “inandım” demekten ibaret değildir. Öylelerinin durumu İslâm bilincine ermemiş kaba bedevininin durumuna benzer. “Göçebe Araplar ’İnandık’ dediler. De ki: İnanmadınız fakat ’İslâm olduk’deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi” (Hucurat: 14). Ankebut Suresi’nin 2’nci ayetinde de insanların sadece sözle “inandık” demelerinin yeterli olmadığı, çeşitli olaylarla denenip imanda samimi olup olmadıklarının ortaya çıkarılacağı vurgulanmaktadır. Bu ve benzeri ayetler, imanlarının gereğini davranışlarıyla yerine getirmeden sadece dille “inandım” demenin yeterli olmadığını belirtmektedir. Gerçek Müslümanlık Kur’ân’a göre yaşamaktır. Ahirete kesin inanan yalan söylemez, zina etmez, haksızlık etmez. Size, Asr Suresi’ni okumanızı tavsiye ederim. Orada bütün insanların, ömürlerini ziyan ettikleri, boşa geçirdikleri, yalnız inanıp güzel işler yapanların, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin ömürlerini değerlendirdikleri vurgulanmaktadır. İman insanın ahlakına bir şeyler katmalı ki iman olsun. Yoksa kuru sözden ibaret kalır.

Oruçluyken avlanmak

SORU: Oruçluyken ava çıkmak orucu bozar mı? (Orhan Ozan)

CEVAP: Hayvan avlamak orucu bozmaz ama orucun sevabını giderir. Ancak bunu sırf kendi zevki için yapıyorsa büyük günah işlemiş olur. Öylesinin oruç tutmasına gerek. Orucun amacı nefsi ıslah, güzel ahlak, yaratıklara acımaktır. Acıma duygusunu kaybetmiş insanın orucuna Allah’ın ihtiyacı yoktur.

Yazının devamı...

“Fatiha’sız namaz olmaz”

SORU: Farz namazlarının kılınışında niyet edip imama uyuyor, ayakta durduğumuzda imamın “Allahu ekber” demesiyle namaza başlıyoruz. Subhaneke’yi okuduktan sonra (öğle, ikindide) imama uymamız durumunda bizim de Fatiha ve zamm-ı sureyi içimizden okumamız gerekir mi? (Nadir Dalkılınc)
CEVAP: Hanefi fıkıhçılarına göre imama uyan için açık ve gizli okunan namazlarda imamın okuması yeterlidir. Cemaat susar. Ama diğer üç mezhep imamlarına göre açık ve gizli okunan namazların hepsinde cemaatin de Fatiha okuması gerekir. Çünkü Peygamberimiz, Fatiha’sız namaz olmayacağını vurgulamıştır. Onun için imam Fatiha’yı bitirince biraz susar ki cemaat de kendi içinden okusun. Zaten öğle, ikindi namazlarında gizli okunduğundan, imamın okumasını dinleme sorunu yoktur. Herkes kendi içinden Fatiha okur ama sure okunması gerekmez. Benim kanaatime göre açık okunan akşam, yatsı ve sabah namazlarında imamın okuması yeterlidir. Ama gizli okunan öğle, ikindi namazlarında cemaatin de Fatiha okuması gerekir. Namazda susmak yerine elbette Fatiha okumak daha iyi ve sevaptır. Zamm-ı sure okumak tabiri yanlıştır. Zamm-ı surenin anlamı, Fatiha’ya sure eklemek demektir. Yoksa Kur’ân’da zamm-ı sure diye bir sure veya ayet yoktur. Ama kimse bu inceliği bilmiyor. Bazı imamlar da “zamm-ı sure okumak” diyor.

İMZA GÜNÜ

BUGÜN saat 14.30’dan itibaren Sultanahmet Kitap Fuarı’ndaki Yeni Ufuklar Standı’nda kitaplarımı imzalayacağım.
Süleyman Ateş

Yazının devamı...

Namazın temeli Allah’ı anmadır

SORU: Namaz kılma imkânım olmuyor. Abdest alıp kalbimden namaz dualarını geçirsem kabul olur mu? Namaz kılmayanın işi rast gitmez mi? (Bahadır Deniz)

CEVAP: Namaz kılma imkânınız yoksa abdest alıp oturun veya yatın. İçinizden namaz surelerini okuyun, Allah’ı anın. Bu da namazdır. Çünkü namazın temeli zikirdir (Allah’ı anma). Namaz kılmayanın işinin rast gitmeyeceğine inanılır. Sebebi şudur: Namaz kılan insanın içindeki Allah’a iman ve güven duygusu güçlenir. İşine bu güvenle başlayan da başarılı olur. Peygamberimiz, besmelesiz başlanan işin güdük kalacağını buyurmuştur. O iş görünürde iyi olsa da gerçekte bereketi olmaz. Fakat namaz, işin rast gitmesi veya dünya çıkarı sağlamak için değil, Allah rızası için kılınır. Menfaat gereği dine bağlanan, umduğu menfaati görmeyince dinden döner. Nitekim Kur’ân böyleleri hakkında şöyle buyurur: “İnsanlardan kimi de Allah’a bir kenardan ibadet eder. Eğer kendisine bir hayır gelirse onunla huzura kavuşur (sevinir), eğer başına bir kötülük gelirse yüz üstü döner (dini kötüleyerek ondan vazgeçer). O, dünyayı da ahireti de kaybetmiştir. İşte apaçık ziyan budur” (Hac: 11).

Bu ayette Hakk’a tam teslim olmayanların psikolojik durumları canlandırılmaktadır. İstikrarlı olmayan bu insanlar, bir uçta, kenardaymış gibi Allah’a taparlar. Eğer başlarına iyilik gelir, işleri rast gider, ellerine nimet geçerse sevinirler ama bir sıkıntı görünce dönerler. “Bu din doğru olsaydı, ibadetin bir yararı olsaydı bizim başımıza bu iş gelmezdi” deyip dinden dönerler. Böylece dünyayı da ahireti de kaybederler. Çünkü hayat baştan başa manevi sınavdır.

Hz. İsa’nın dediği üzere çıkar için Allah’a ibadet eden, ücret için çalışan ırgata benzer. Ama sırf Allah için O’na tapanlar, O’nun cemalini görme şerefine ererler. Burada Rabiye-i Adeviyye’nin sözünü yinelemekte yarar var: “Ya Rabbi eğer cehenneminden korktuğum için sana ibadet ediyorsam beni cehennemine at. Eğer cennetine girmek için sana ibadet ediyorsam beni cennetinden mahrum eyle. Ama eğer sırf senin rızana ermek için sana ibadet ediyorsam beni rızandan mahrum eyleme.”

Yazının devamı...

Çocuk eğitmek bir sanat işidir

BİR okurum şöyle diyor: “Annem çocuklarına eşit davranmıyor. Sürekli olarak üniversiteye giden küçük kardeşlerimi koruyor. Beni küçümsüyor. Ne yapsam anneme beğendiremiyorum. Hocam bu konuda anne ve babalara dinimizin mesajlarını hatırlatmanızı rica ediyorum.” Cevabım şudur: Çocuk eğitimi sanattır. Herkes çocuklar arasında ince ayarı bilemez. Annenizin sadece bir çocuğundan yana olması yanlış ama belki onu zayıf durumda gördüğü için koruma gereğini duyuyor. Yine de siz hoşgörülü olun, annenizi kırmayın. Çünkü böyle bir durum aile içinde huzursuzluğa yol açar. Sizin de bir kazancınız olmaz, tersine kaybınız olur. Zaman gelir, her şey yerlilerine oturur. Anne babalara da çocuklar arasında ayırım yapmamalarını, birini ötekilerin yanında belli edecek biçimde sevip koruyarak ötekilerin gönüllerini kırmamalarını tavsiye ederim. Adalet, eşitlik ve ölçülülük İslâm’ın gereğidir.

Sabah, akşam ve gece namazları farzdır

OKURUM Raşit Göçmen, farz namaz vakitleriyle ilgili ayetleri gözden geçirdiğini, fıkıh kitaplarında yazılanların Kur’ân’da yer almadığını belirterek açıklama yapmamı istiyor. Cevabım şudur: Namaz vakitleriyle ilgili ayrıntı bilgi için sizin de zikrettiğiniz ayetlere yaptığım tefsiri okumanız gerekir. Ayrıca bu meseleyi İslâm İlmihali’nde açıkladım. Sizin anlayışınız doğrudur. Sabah, akşam ve gece namazları farzdır. Öğle, ikindi namazlarını Peygamberimiz cemaatle kıldırdığı için bunlara da farz denmiştir. Ama farz tabirini Peygamberimiz kullanmadı. O sadece namaz kıldı. Tek başına kıldıklarına nafile veya sünnet dendi. Cemaatle kıldırdıklarına farz dendi. Kendisinden sonra meydana gelen bu bölümlemeler ve tasnifler fıkıhçıların işidir. “Soru ve Cevaplarla İslâm” adlı 6 ciltlik eserimi okumanızda da yarar var.

Fitre alması caiz değil

SORU: Oğlumun maddi durumu iyi değil. Baba olarak oğluma fitre veremeyeceğim için bir yakınıma versem , o da kendi fitresini ilave ederek oğluma gönderse uygun olur mu?

CEVAP: Din böyle oyunlardan uzaktır. Hem siz yakınınıza nasıl fitre veriyorsunuz? O kimse de kendi fitresini veriyor. Fitre alan kimse fakirdir. Fitre alacak derecede fakir olan nasıl kendisi de fitre verir? Eğer kendisi fitre veriyorsa zengin sayılır. Fitre alması caiz değildir.

Yazının devamı...

Kur’ân-ı Kerîm kafalara vurulan prangaları kırıyor

SORU: Bir sitede şu hadisi okudum: “Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir sözüm ulaştığı zaman kişinin (buna inanmayıp da) ‘Bizimle sizin aranızda Allah’ın kitabı vardır. Onda nelere helal denmişse onları helal biliriz. Nelere de haram denmişse onları haram addederiz’ diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Resulullah’ın haram kıldıkları da tıpkı Allah’ın haram ettikleri gibidir (Ebu Davud, Sünne, 6).” Peygamberlerin görevi Allah’ın emirlerini kullara tebliğ etmek değil mi? Bir peygamber bir şeyi nasıl kendisi haram kılabilir?

CEVAP: Kur’ân’a aykırı olan bu tür söz ve rivayetlerin, uydurma olduğu gayet açıktır. Kur’ân’a göre Allah’ın helal kıldığını haram yapmak günahtır. Yüce Allah, “Ey inananlar, Allah’ın size helal kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin, sınırı aşmayın. Çünkü Allah sınırı aşanları sevmez” (Maide: 88), “Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü ‘Şu helaldir, şu haramdır’ demeyin. Sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflah olmazlar” (Nahl: 116) buyurmuştur. Çeşitli insanlar, kendi kendilerine bazı şeyleri helal, bazılarını haram kılmışlardı. Bazı hayvanları erkeklere mahsus görüyor, kadınlara yasaklıyorlardı. Böylece çevrelerine hurafe ağları örüyorlar, hem kendilerine hem de etrafındakilere zulmediyorlardı. İşte Kur’ân, Allah’ın yasakladığı şeyler dışında bir şeyin haram olmadığını vurgulayarak kafalara vurulan prangaları kırıyor.

Ayetin ifadesi gayet açık

Kur’ân, Peygamber’in yemin ederek kendisine bir şeyi haram etmesini dahi kabul etmemiş, “Ey peygamber niçin Allah’ın sana helal kıldığı şeyi eşlerinin hatırı için haram kılıyorsun?” (Tahrim: 1) buyurmuştur. Bu ayet, açıkça Peygamber’in de helal olan bir şeyi haram kılma yetkisinin olmadığını vurguluyor. Ama Kur’ân’ı bir tarafa atanlar, Peygamber’in ağzına yakıştırdıkları birçok yalanla İslâm’ı güçleştirdiler, dini içinden çıkılmaz hale getirdiler. Allah’ın Elçisi, kendisine birtakım şeyler sormuş olanlara şöyle cevap vermiştir: “Helal, Allah’ın kitabında helal kıldığı şeyler; haram da Allah’ın kitabında haram kıldığı şeylerdir. Allah’ın kitabında bildirmediği şeyler affettiklerindendir. Kendinizi zorlamayınız” (Tirmizi, Libas: 6; İbn Mace, Afime: 60), “Müslümanların içinde, suçu en büyük olan, bir helalin haram kılınmasına sebep olandır” (Buhari, İtisam: 3; Müslim, Fedail: 132-133).

Yazının devamı...

Allah, kul hakkını bağışlamaz mı?

SORU: “Allah buyurdu ki benim karşıma kul hakkı hariç hangi suçla gelirseniz gelin mutlaka affederim ama kul hakkıyla gelmeyin onu affetmem.” Acaba bu ifade neye dayanarak söyleniyor? (Mehmet Ali Tatari)

CEVAP: Öyle bir ayet yok. Hatta tam o anlamda sağlam bir hadis de bilmiyorum. Tabii zayıf, orta sıhhatte bazı tergib ve terhib türü hadisler var. Korkutma ve yönlendirme amaçlı bu rivayetlerde katmalar çok olduğu gibi uydurmalar da çok. Ancak bu söz ayetin açık anlamına aykırı. Çünkü ayette, “innallahe yağfiruz-zunube cemia: Allah bütün günahları bağışlar” buyuruluyor. Kul hakkı, özel günah diye bir ayırım yapmıyor. Allah diledikten sonra bağışlamayacağı bir günah yoktur. Hatta bazı hadislerde Cenabı Hak, birinin hakkına tecavüz etmiş kişiyi bağışlamak isterse hakkına tecavüz edilen kişiye, bundan ötürü ahirette büyük ödül vererek hakkını bağışlatır, Allah da o hak tecavüzü yapmış olanı bağışlar denilmektedir. Kanaatime göre bunların hepsi kul hakkının önemini belirtmek için üretilmiştir. Allah bir şeyi yapmak isteyince hiç kimsenin onayını alma ihtiyacında değildir. Allah’ın bağışlamasına gerekçe aramak boştur, abesle iştigaldir.

Ebu Süfyan sahabi mi?

SORU: Çağrı filminde, Mekke şehrinin ileri geleni Ebusüfyan o kadar zulümden sonra Müslümanlığı seçiyor. (Filmin gerçek olduğunu kabul ederek bu soruyu soruyorum.) Acaba kendisi sahabi mi? (Cüneyt Íspir)

CEVAP: Hz. Peygamber’i görüp Müslüman olmuş her insan ashabdandır yani tekil olarak sahabidir (Peygamber’in arkadaşı, öğrencisi). Daha önce ne yapmış olursa olsun, İslâm olmakla beyaz bir sayfa açmıştır ve Allah onun önceki günahlarını silmiştir. Çünkü Peygamberimiz, “İslâm, daha önce yapılmış günahları siler” buyurmuştur. Bu Ebu Süfyan’a özgü bir şey değil, genel hükümdür. Ebu Süfyan da eğer içtenlikle Müslüman olmuşsa hataları bağışlanmış olur. Ama gösterişte Müslüman olmuşsa sonunu Allah bilir. Kimse hakkında kesin hüküm veremeyiz.

Sokrates’ten bir hikmet

Hanımı Sokrates’e, “Seni haksız yere idama mahkum ettiler” deyince Sokrates de ona “Ya haklı yere mi mahkum etselerdi?” diye karşılık vermiş.

Yazının devamı...

Bakara Suresi 187’nci ayet

SORU: 1- Sizin 1995 yılında yayınlanan “Kur’ân Tefsiri” adlı eserinizde Bakara Suresi 187’nci ayetin tefsirinde, Yüce Allah kadınlara yaklaşmanın tüm gece serbest edilmesi ve onlara acıyarak bu şartların hafifletilmesinden bahsetmişsiniz. Daha önce böyle bir ayet vardı da neshedildi mi? Ya da başka bilmediğimiz bir durum mu vardı? 2- Bir hadis kitabında Peygamberimizin içki içene kırbaç vurdurttuğunu ve Hz. Ömer’in de hilafeti zamanında içki içenleri kırbaçlattığı yazıyor. Hz. Ömer’in, içki içtiğinden ötürü cezalandırılmakta olan Nuayman’ı aşağılaması üzerine Hz. Peygamber’in, “Allah ve Resulü onu seviyor, o da Allah ve Resulünü seviyor” buyurduğu belirtilir. Bu durumda bazı Müslümanlar kırbaçlanıyor bazısı hoş mu görülüyor? (Ali Mert)

CEVAP: 1- Önceleri sadece akşam yemeğinin ardından uyumakla oruca başlanmış olacağı, arada uyanıp yemek yenilmeyeceği hadis rivayetlerinde geçer. Kur’ân’da böyle bir ayet yoktur. Kur’ân, Bakara 187’nci ayetiyle bu eski uygulamayı kaldırmış, tan yeri ağarıncaya kadar yiyip içmeyi ve cinsel ilişkiyi serbest bırakmıştır. Hac gibi oruç da eskiden beri Araplarda vardı. Demek ki o zamanın uygulaması, iftardan sonra uyku vaktine kadar her şey serbestti. Ama uyuduktan sonra oruca başlanmış sayılırdı. Peygamberimiz de bu eski geleneği sürdürmüş fakat Cenabı Allah Müslümanlara acıyıp uyuma şartını kaldırmış, şafak vaktine kadar yiyip içmeyi ve cinselliği serbest bırakmıştır.

2- Hz. Ömer’in Nuayman’a lanet okuduğu, onu aşağıladığı yanlıştır. Nuayman alkolik bir kişiydi. Birkaç kez içki içtiği için Peygamberimiz onu dövmüştür. Kur’ân’da içki içene kırbaç veya sopa cezası belirtilmez ama yönetici isterse caydırmak için böyle ceza uygular. Hz. Peygamber, caydırmak için içki içenlere dövme cezası uygulamıştır. Miktarını yönetici takdir eder. İçkici Nuayman’ı da dövmüş, olaya tanık olan bir kişi (Hz. Ömer değil, meçhul bir kişi), “Allah buna lanet etsin, içki yüzünden ne kadar çok Allah Resulü’nü rahatsız etti” deyince Peygamberimiz de “Kardeşine karşı şeytana yardımcı olma. O, Allah’ı ve Elçisi’ni seviyor. Allah ve Elçisi de onu seviyor” buyurmuştur. Hata ve günah insanı iman dairesinden çıkarmaz. Kişi gönülden inkâr etmedikçe mümindir. İnsanları hatalarından ötürü aşağılamak doğru değildir. Herkesin hesabı Allah huzurunda görülecektir. Kur’ân, Peygamber’e hitaben “Sen onların hesabından sorumlu değilsin, onlar da senin hesabından sorumlu değiller” buyurmaktadır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.