Şampiy10
Magazin
Gündem

İhlas yok, huzur yok, riya var

Avusturya’dan yazan Birol Kılıç, gerek İslâm’a gerekse onun tebliğcisi Peygamber Hz. Muhammed’e saldırıların nedenini soruyor. Kendisine cevabım şudur: Kur’ân’ın dini insan doğasına uygun dindir ama onun sadeliğini bozdular. İşte bu uydurmaları gerçek kabul edenler İslâm Peygamberine olmadık iftiraları atıp saldırdılar ve saldırıyorlar. Bizde bir zamanlar müftülük yapmış bir adam, sonra en azılı din düşmanı kesildi ve bu uydurmaları gerçekmiş gibi göstererek “Din Bu” diye dört ciltlik kitap yazdı. Ben buna bu savların ne kadar saçma, akıl, mantık ve gerçek dışı olduğunu kanıtlayan iki ciltlik “Gerçek Din Bu” adlı bir kitabı yazdım. Bu kitabım, asılsız savlara kanıp dinden sapan birçok gencimizi ve aydınımızı dine imana döndürdü. Ama asıl problem bize gayrimüslimlerden değil, hoca hatta profesör sıfatını taktığımız bazı insanlardan geliyor. Onlar bu saçmalıklara var güçleriyle sarılmışlar. Sermayeleri bu. Bunları savunarak ve gerçekleri açıklamaya çalışanlara saldırarak aslında kendi çıkarlarını korumaya çalışıyorlar. Nasıl olsa akılları devre dışıdır.

Cenaze namazları...

Her gün camide bazı imamlarımız yeni yeni bidatları uygulamaya sokuyor. Cenaze namazları tam bir tiyatro şovuna dönüşmüş. İhlas yok, huzur yok. Riya var, kendini gösterme var. Uydurma rivayetler hep Peygamber’in ağzına konuluyor. Bir de uzun konuşmalar ki dinleyene Allah sabır versin. Geçen gün bir cenaze namazında bulundum. Her zaman tanık olduğum şov, dinlediğim konuşma yinelendi. Söylenenlerden biri olsun, ayete veya Peygamberimizin gerçek mantalitesine uygun düşse! Ne gezer! Güya Peygamber diyesiymiş ki: “Cenazeye kırk kişi güzel tanıklık yaparsa onun günahları affolur.” O zaman adı İslâm ama gerçek din düşmanı birçok insan var ki 40 kişi değil, binlerce, on binlerce kişi bunlara güzel tanıklık yapıyor. Demek ki ömrü fıskle, yalan dolanla, edepsizlikle geçmiş insanlar doğru cennete öyle mi? Bu sözü Peygamber’in ağzına koyup anlatan insanda gerçekten din var mı? Dilerim bir gün İslâm bu tozlardan, bulaşıklardan arınır.

Yazının devamı...

Başkalarına zarar vermek haramdır (2)

* DÜNDEN DEVAM

Kur’ân’da domuz eti haram olduğu gibi akıtılmış kan da haramdır. Ancak haram olan, eti yemek veya kanı yemek-içmektir. Kanın, filtre yapımında kullanılmasının haram olduğu hükmü Kur’ân ’da yoktur. Çünkü o kan, kimyasal değişimle kan olmaktan çıkmış, başka bir maddeye dönüşmüştür. Nitekim birçok İslâm bilgini domuzun yağının boyacılıkta, kılının ayakkabı dikiminde kullanılabileceğini söylemiştir. Ayetlerde lahmul-hınzir’in (domuz eti) haram kılındığı belirtilmektedir. Bu ifadeye dayanan Zahiriyye mezhebi mensuplarından bir kısmı, domuzun sadece etinin haram olduğunu, iç yağının haram olmadığını söylemişlerdir. Fakat çoğunluğa göre iç yağı da ete dahildir, haramdır. Doğrusu da budur. Ancak domuzun kılı haram değildir. Domuz kılı, hirazede (deri dikimciliği, ayakkabıcılık) kullanılabilir. İbn Huveyzimendad’ın rivayetine göre domuz kılıyla hiraze yapılıp yapılmayacağını soran bir kişiye, Allah’ın Elçisi bir sakınca olmadığını söylemiştir. Peygamber döneminde hirazenin yapılması ve Peygamber sahabilerinden hiçbirinin buna itiraz etmemesi de domuz kılıyla deri dikmenin caiz olduğunu gösterir (Kurtubi, el-Camil Ahkamil-Kur’ân: 2/223).

Kurtubi’nin bu açıklamasına göre domuz kılıyla ayakkabı ve diğer deri eşya dikilebileceği gibi mücevherat dizilen ipler de yapılabilir. Hüküm böyleyken bazı kişilerin kendi görüşlerini din gibi göstermeye, Kur’ân’ın yasaklamadığı şeyi haram saymaya hakları yoktur. Yüce Allah, dinde hiçbir harec (zor hüküm) koymadığını vurgulamıştır. İslâm haramlar, yasaklar dini değil, kolaylık dini, insan doğasına en uygun dindir. Kur’ân buna fıtrat dini diyor ve insanların kendi düşünceleriyle haramlar koymamalarını vurguluyor. Ben sigaraya karşıyım. Mutlaka bırakılması gerekir ama bunu, dine artı haramlar sokarak değil, bilimsel yönden açıklamak gerekir. Çünkü kimyasal değişime uğramış, kan olma vasfını kaybetmiş şeyi haram saymak, hem dinin ruhuna aykırıdır hem de dine hiçbir fayda sağlamaz. Haram olan, domuzun etini, kanını yemektir. Kanın herhangi bir şey yapımında kullanılması değildir. Sigaranın filtresi yenilmez, içilmez. Filtreden mideye giden bir şey olduğunu sanmam. Filtre, sigaranın dumanını süzerek nikotinini emer, nispeten zararını azaltır. O halde zararı azaltan bir aleti haram saymak dinin ruhuna uygun değildir. İçen yine içecektir ama bu tür zorlaştırıcı fetvalar, birçok insanın dinden uzaklaşmasına sebep olacaktır. Onun için olaylar hakkında hüküm verirken daima dinin kolaylık prensibini göz önünde bulundurmak gerekir. Çünkü dinin tebliğcisi, “Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, korkutmayınız” buyurmuştur.

Yazının devamı...

Başkalarına zarar vermek haramdır (1)

SORU: Yazılarınızda Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça haram olarak belirtilen yiyecek ve içeceklerin dışındakiler helaldir diyorsunuz. Ancak bir yazınızda sigaranın haram da olduğunu belirtmiştiniz. Bu konuya açıklık getirir misiniz? (Levent Tanatay)

CEVAP: Ben hangi yazımda “sigara haramdır” demişim? Bunu hatırlamıyorum. Eğer demişsem yanlış değil, Kur’ân’a uygundur. Çünkü Kur’ân’da israfın haram, savurganların şeytanların kardeşleri olduğu vurgulanır. Yine Kur’ân’da, “Nefislerinizi öldürmeyiniz” ve “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” buyrukları vardır. Sigara israftır. Çünkü vücuda gerekli bir besin değildir, tersine zararlıdır. Sigara sadece içene değil, çevrede bulunanlara da zarar verir. Başkalarına zarar vermek haramdır. Çünkü bu başkasının yaşam hakkına saldırıdır. Sigara içmeyenlere, belki de içenden daha çok zarar verir. Sigaranın kansere sebep olduğu artık bilimsel olarak ispatlanmıştır. Bir doktor, kanserden veya herhangi bir hastalıktan şikâyet edip tedaviye gelene, “Eğer sigara içiyorsan ben seni tedavi etmem” diyerek reddettiğini yazmıştı.

Bütün bunları göz önünde bulundurunca sigaranın açıkça olmasa bile etkileri bakımından Kur’ân ile yasak olduğu anlaşılır. Her haram olanın da açıkça Kur’ân’da anılması gerekmez. Kur’ân’da üzümden yapılan hamr (şarap) haram kılınmıştır. Sebep, aklı alması, Allah’ın zikrine engel olmasıdır. Aynı şey öteki alkollü içkilerde de var olduğuna göre onlar da haramdır. Bunlar ismen Kur’ân’da anılmıyorsa da haram illetinde ortak olduklarından ötürü haramdır. Bugünlerde bir iddia ortaya atıldı. Avustralya’dan sözde bir bilim adamı sigara filtresinde domuz kanı bulunduğunu iddia etmiş. Televizyonlara ve basına konu çıktı.

Programlar yapılıyor, fetvacılar konuşuyor. Haramcılar kendi düşüncelerini Kur’ân hükmü gibi gösteriyor. Aslında medya kanalları için dava din değil, reytingtir. Reyting için her şey yapılır. Ama reyting için yapılan konuşmalar dini yozlaştırmaktan başka işe yaramaz. Çünkü egoizmin dorukta olduğu yerde din olmaz. Kur’ân’da dört tür et ürünü haramdır: Leş, kan ama damardaki veya doğrudan damardan alınan kan değil akıtılmış kan (dem-i mesfuh), domuz eti ve Allah’tan başka bir tanrı adına kesildiği için manen murdar olan hayvan eti. İşte haram olan bunlardır. Bunlar da normal zamanlarda haramdır ama zorunluluk durumlarında bunların yenilmesi mubah olur.
* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Önyargılı davranmayın

SORU: 10 gün devam eden “Hadisin önemi ve geçerlilik şartları” adlı yazı dizinizde belirttiğiniz gibi Hz. Peygamber hadis yazılmasını istememişse o zaman bazı büyük imamlar niçin hadisleri toplayıp yazma gereği duymuşlar? Onlar Peygamberimizin bu isteğini bilmiyorlar mıydı? (Cihat Yılmaz)

CEVAP: Hz. Peygamber eğer hadislerinin yani sözlerinin yazılmasını isteseydi Kur’ân’ı yazdırdığı gibi söylediği sözleri de yazdırırdı. Ama böyle yapmadı tam tersine “Benden Kur’ân’dan başka bir şey yazmayınız. Kim Kur’ân’dan başka bir şey yazmışsa onu silsin” buyurmuştur. İmamlar yazarlar tabii. Çünkü insanlar Peygamber hakkında söylenenleri, Peygamber’in anılarını öğrenmek istiyorlar. Bu bir meraktır. Hem hangi imamlar yazdı? Peygamber döneminin imamları değil. Ebubekir yazmadı, Ömer yazmadı, Osman yazmadı, Ali yazmadı. Tam tersine bunlar hadis yazılmasını yasakladılar. Hatta Hz. Ömer, Peygamber’in vasiyet yazdırma işine dahi karşı çıkmış, “Peygamber hastadır, bize Alah’ın kitabı yeter” demiştir. İşte sözleri ve hareketleri ümmet için kanıt olacak imamlar bunlardır. Onlardan sonra gelenlerin her yaptığı bize kanıt değil. İmamı Azam’ın dediği gibi: “Allah ve Peygamber bir şey buyurmuşsa başla göz üstüne. Sahabiler söylemişse onların sözlerini seçeriz, uygun olanı alırız. Ama daha sonraki nesiller söylemişse onlar da adam, biz de adamız.” Önyargıları bırakıp dikkatle bu konudaki yazılarımı ve Prof. Dr. Mehmet Hatiboğlu’nun “Hadis Tetkikleri” adlı eserini okumanızı tavsiye ederim.

Seferi durumda namaz

SORU: Seferi olduğumuz bir sırada namaz vakti giriyor. Ancak o sırada kılma durumu olmuyor. Eğer namaz vakti çıkmadan gideceğimiz yere ulaşırsak 4 rekât mı yoksa

2 rekât mı kılacağız? (Ahmet Dündar)

CEVAP: Seferiyken vakit girdiği halde namaz kılamayan, evine döndüğünde seferde kılamadığı namazları tam kılacaktır. Ama seferdeyken kıldığı namaz vakti içinde ikamet yerine gelirse kıldığı namaza ilave yapmaz yani ikiyi dörde tamamlamaz. Artık o namaz tam olarak eda edilmiştir. Mukimken herhangi bir vakit namazını kılmadan yola çıkan, o vakit içinde seferidir. Namazını kısa kılar. Zaten seferden eve dönünce yine tam kılar.

Yazının devamı...

Kur’ân inmeye başladığından itibaren yazıldı

SORU: Bir takvim sayfasında Kur’an-ı Kerîm’i Hz. Muaviye’nin yazdığı; Hz. Osman’ın, Hz. Muhammed’in iki kızıyla evlendiği belirtiliyordu. Bunlar gerçek mi? Muaviye’ye, hazret diye hitap etmek doğru mu? (Aytaç Mutlu)

CEVAP: O takvim sayfasını yazan bilgi fukarası biridir. Kur’ân’ı niçin Muaviye yazsın? Muaviye, Mekke’nin fethi gününde yani Peygamberliğin 21’inci yılında Müslüman oldu. Mekke’de yaşıyordu. Müslüman oluncaya kadar Kur’ân yazılmıyor muydu? Muaviye’nin vahiy katibi olduğu, onun taraftarlarınca uydurulmuş bir sıfattır. Gerçekte Kur’ân inmeye başladığından itibaren yazılmaya başlandı. Yazı bilen herkes yazardı. Ebubekir de, Ömer de, Osman da, Ali de ve 27 kadar sahabi vahyi yazar ve bunları saklarlardı. Bir nüsha da Peygamber’in evinde saklanırdı. Hz. Ebubekir zamanında dağınık parçalar halinde bulunan Kur’ân vahiyleri bir cilt halinde toplandı.

Bu işi yapan komisyonun başkanı Zeyd ibn Sabit idi. Bunlar arasında Muaviye yoktu. Hz. Osman zamanında Kur’ân, bu ana nüsha esas alınarak yeniden yazıldı. Bu ikinci komisyonun başkanı da yine Zeyd ibn Sabit’ti. Muaviye yine yoktu. Çünkü o zaman Şam’daydı. Hz. Osman, Peygamberimizin iki kızı Rukkaye ve Ümmü Gülsüm’le evlendi. Biri vefat edince ötekiyle evlendi. Bunun için Hz. Osman’a “Zünnureyn: İki nur sahibi” sıfatı verilmiştir. Muaviye geç de olsa Peygamberimizin sahabilerindendir. Hz. Ali’ye karşı çıkmakla hata etmiştir ama sahabi olması dolayısıyla ona hazret diyenler vardır. Hazret demek, gerçekte kişinin manevi derecesini artırmaz. Osmanlı döneminde dünyanın belli başlı krallarına da hazret diye hitap edilirdi. “Rus Çarı Alexander Hazretleri” gibi... Şimdi bu adama hazret sıfatı verildi diye Allah katında gerçekten yüce bir insan mıdır? Onu Allah bilir.



Hadis değil fıkıh kuralı

SORU: “Çoğu haram olanın azı da haramdır” sözü hadis mi? (Münir Ümit Uğurlu)

CEVAP: Kur’ân’da “çoğu haram olanın azı da haramdır” şeklinde bir hüküm yoktur. Öyle olsaydı İmamı Azam, Kur’ân’da ismen anılan hamr (şarap) dışındaki alkollü içkilerin sarhoş etmeyecek miktarının haram olmadığı hükmünü vermezdi. Ama şarabın bizzat kendisi Kur’ân’da rics (pislik) olarak nitelendirilmiştir. Onun azı da çoğu da haramdır. Kanaatime göre bu söz hadis şekline dönüştürülmüş bir fıkıh (din hukuku) kuralıdır.

Yazının devamı...

Sungurzade Hacı Abdülkadir Efendi (3)

* DÜNDEN DEVAM

Abdülkerim Efendi’nin zaman zaman hece ve irticalen şiir denemeleri de olmuştur. Çünkü sohbetlerde irticalen söylediği şiirlerden ötürü kendisine verilen ödüllerden söz edilir. Divan tarzındaki şiirlerinde “ZEKİ” mahlasını kullanmış olan Hacı Abdülkerim Efendi’nin heceyle yazdığı şiirlerinden bir örnek:

Sevgili halam kızı

Yaralı koydu bizi

Değdi bize galiba

Şu Fatma’nın kör gözü



Halam kızı Hayriye

Bindi gitti merkebe

Yalnız kaldım yine

Ben de gittim mektebe



Koyma sefer tasına

Çorba pilav tarhana

Başka yemek istemem

Doldur börek baklava



Cuma günü uğradım

Bebeklerin yanına

Gördüm kedi sarılmış

Bebeklerin canına


Sevgili halam kızı

Yaralı koydu bizi

Değdi bize galiba

Şu Fatma’nın kör gözü



Halam kızı Hayriye

Bindi gitti merkebe

Yalnız kaldım yine

Ben de gittim mektebe



Koyma sefer tasına

Çorba pilav tarhana

Başka yemek istemem

Doldur börek baklava



Cuma günü uğradım

Bebeklerin yanına

Gördüm kedi sarılmış

Bebeklerin canına

Abdülkerim Efendi, tarih düşürme alanında gerçekten başarılı bir şairdir. Büyük Beyzade Hacı Ali Efendi’nin ölümüne düşürdüğü tarih merhumun mezar taşına yazılıdır. Abdülkerim Efendi’nin, Ömer Hüdayi Baba’nın ölümüne düşürdüğü ve ünlü şeyhin kabir taşına yazılmış bulunan tarih manzumesi şöyledir:

Budur kabr-i müniri ol Cenab-ı Hazret-i Şeyh’in

Hakikat ilmine vakıf şehir pir Ömer Baba

Ziyaret kıl hulûs ile dilersen feyziyab olmak

Olur maksûduna nail eden bir Fatiha ihda

Edüp rahmetle yad anı ederse her kim istimdad

Ulaşur himmeti Şeyh’in muin olur ana Mevla

Diriğa halka-i zikrinden ayrılmış müridani

Firakıyla yanan diller ziyaretle olur itfa

Du destim ref edüp dedim Zeki tarih vefatina

Mukim-i cennet-i ulya ola ya Rab Ömer Baba.

Son dizedeki Arap harflerin sayısal toplamı 1321/1905 tarihine tekabül etmektedir.

Yazının devamı...

Sungurzade Hacı Abdülkadir Efendi (2)

* DÜNDEN DEVAM

Abdülkerim Efendi’nin Diyarbakır’da Mustafa Kemal Paşa ile sohbeti dikkat çekicidir. Bu görüşmeler sonucunda Hacı Abdülkerim Efendi’nin büyük sorumluluklar üstlendiği bilinmektedir. Onun ikbal devri 1920-1921 yıllarından sonra ters dönmüş, karşıtlarının teşvikiyle vali Abdülkadir tarafından vilayet merkezinde ve Kışla Caddesi üzerinde bulunan çok değerli iki büyük konağı, ölüm tehdidiyle kanunsuz olarak zorla elinden alınmıştır. Bu yüzden sağlığı ve morali bozulan Hacı Abdülkerim Efendi, genel meclis toplantılarının birinde yollar hakkında yaptığı uzun bir konuşmanın ardından, karşıtları tarafından şiddetle eleştirilince dayanamayıp görev başında hastalanmış ve Mart 1923’te 69 yaşında vefat etmiştir. Mezarı Harput’ta aile kabristanındadır. Abdülkerim Efendi, zekâsı ve ilme hevesiyle medresedeki arkadaşları arasında ön saflarda bulunurdu. Hacı Hayri Bey gibi bir şairin, medrese arkadaşı olması ve sırdaşı arkadaşı şair Mustafa Sabri Efendi’ye yakınlığı, edebiyata olan eğilimini tetiklemiş olmalıdır.

Dizelerdeki yakınlıklar

İkinci haccından sonra edebiyata eğilimi artan Abdülkerim Efendi, kendisinden yıllar önce yaşamış olan Çelebizade Asım Efendi’nin Medine-i Münevvere yolunda yazdığı bir mersiyeyi tahmis ettiği gibi Nedim’in “Sinede evvel ne muhrik arzular var idi” dizesiyle başlayan gazelini de tahmis etmiştir. Naci Onur’un dediği gibi her iki şairin yazdığı dizeler de âdeta bir canlı gibi nefes alıp vermekte veya seslenmektedir. Abdülkerim Efendi’nin dizeleri için “ahenk bakımından ses uyumlarıyla örülü bir şiir veya dize örgüsü” denilebilir. Konunun bütünlüğü ise pek güzel biçimde gerçekleştirilmiştir. Abdülkerim Efendi’nin “Lal mı oldun ey Zeku ya hangi derde dûşsun” dizesiyle Nedim’in mahlas beytindeki “Ey Nedim ey bülbül-i şeyda niçin hamûşsun” dizesinde, her iki şair de kendisine seslenip suskunluğunun sebebini sormaktadır. Aslında ikisi de suskunluğun sebebini bilmekte veya bildiği imajını vermektedir. Her iki dizede bir başka yakınlık da, “ey, ya” gibi ses uyumu elemanlarının yinelenmesi ve “niçin, hangi” soru edatlarının kullanılmasıdır.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Sungurzade Hacı Abdülkadir Efendi (1)

Bugün eski bir Harput şairini tanıtmak istiyorum. Ancak bu konuyu, merhum hocam Rahmi Bey’in oğlu Naci Onur’un araştırmasından yararlanarak hazırladığımı belirtir, Naci Bey’e teşekkürlerimi sunarım. Saygıdeğer dostum Prof. Dr. Kerim Sunguroğlu’nun dedesi olan şairimiz Hacı Abdülkerim Efendi’nin (1854-1923) soyu, Selçuklu hükümdarı Alpaslan’ın komutanlarından Saltuk Bey ailesinden Baysungur’a dayanır. Aileye soyadını veren Baysungur, Elazığ yakınındaki Pertek ilçesinin (o zamanlar sancak) yöneticisi olmuş ve yaklaşık 1598-1600 yıllarında ölmüştür. İşte bu soydan gelen tüccar Hacı Ahmet Efendi’nin oğlu Abdülkerim Efendi, 1854 yılında Harput’ta doğdu. İlk tahsilini mahalle mektebinde tamamladıktan sonra kaydolduğu Kâmil Paşa Medresesi’nde 8 yıl okuyabildi. Ünlü âlim Hacı Abdülhamit Efendi ile Farsça hocası Hafız Mahmud’dan ders aldı. Şair Hacı Hayri Bey, Hacı Raşid Efendi ve Mustafa Naci Efendi medrese arkadaşlarındandı. Babasının hastalığı üzerine ailesinin geçimini sağlamak amacıyla medreseyi bırakıp 1874’te henüz 20 yaşındayken memurluğu seçti. Harput’un ünlü bilginlerinden dayısı Pekmezzade Hafız Mustafa Efendi’nin kızı Nafia Hanım ile evlendi.

Belediye meclisi üyesi oldu

Memur olarak çeşitli yerleri dolaştıktan sonra 1884 yılında Elazığ Vilayet Matbaası’na müdür oldu. Daha sonra atıldığı ticaret hayatında yaptığı başarılı işler sonucu zengin olan Abdülkerim Efendi, 1888’de belediye meclisi üyesi oldu. 1902’de hacca giden Abdülkerim Efendi, Mekke’de beraberinde götürdüğü annesi Hacı Hamide Hanım’ı veba hastalığından kaybetti. 1907’de Maarif (Milli Eğitim) Komisyonu üyeliği yapıyordu. Çeşitli resmi kuruluşlarda yöneticiliğe getirilmesi, yönetimdeki becerisini ve bilgideki maharetini gösterir. 1913 yılında tekrar hacca gitti. Birinci Dünya Savaşı sıralarında Mustafa Kemal Paşa’nın 2. Ordu Komutanı’yken ordu merkeziyle yöre vilayetlerinin geçimini sağlamak amacıyla düzenlediği toplantıya Genel Meclis üyesi olarak, Elaziz Valisi Mithat Bey’in beraberliğinde 30 Nisan Pazartesi günü Diyarbakır’a gitti.
* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.