Şampiy10
Magazin
Gündem

Kabahat sadece alanda değil...

Sinan adıyla gönderdiği mektubunda, “Sayın Ateş, sizin yazılarınızı okudukça dine gerçekten Allah rızası adına hizmet edenlerle din bezirgânları arasındaki farkı çok daha iyi görebiliyorum. Bu yazıyı okuyan din adamları belki üzülecek ama ne yazık ki gerçek bu. Ben Türkiye’nin en batısındaki bir ilinden yazıyorum” diyen okurum, 5-6 yıldan beri camilerde makbuzsuz para taplandığını belirtiyor. Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın camilere gereğince bakmadığını, kış günlerinde camilerin buzhane gibi olduğunu, restore edilecek diye camilerin tarihi dokularının bozulduğunu, cami yaşatma derneklerinin kuruluş amaçlarına ters düşen işler yaptıklarını yazdıktan sonra şöyle devam ediyor: “İlimizdeki hocaların çok büyük kısmı hem ölüden hem diriden para almadan hizmet vermiyor. Bu yapılanlar dine hizmet midir? Zulmet midir? Çocuk doğar, ad koyma için hoca çağırılır. Çocuklara Kur’ân öğretmek için hoca tutulur. İmam nikâhı için hoca çağırılır. Ölüyü yıkamada, 7’sinde, 52’sinde, senesinde derken bir hoca devletin verdiği maaşın 10 katını bu yollarla kazanır. Bu paralar helal midir?”

CEVAP: Güzel de kardeşim bu halk da bilinçli olsun. Okusun, din nedir öğrensin. Kendini soydurtmasın. Adamlar vermeye hazır. Din tacirleri de almaya alışıyor. Kabahat sadece alanda değil, verende de var. Ben bu işlerin düzeleceğini sanmıyorum. Boş yere nefes tüketiyorum. Doğrusunu yazdığım için ne kadar hakaretler aldığımı bir bilseniz. Kimden? Maalesef geleneklere boğulmuş hurafeci insanlardan. Allah hakka yardımcı olsun. Bir hususu da belirtmem gerekir. Camilerin restorasyonu benim bildiğim kadarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait değil, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir. Konunun onlara iletilmesi gerekir.





Abdestinizi bozmaz

SORU: Çalıştığım şirkette abdest aldığım yerle mescidin arası uzak. Başı açık bir bayanım. Bu şekilde mescide gitmem abdestimi bozar mı? Erkek personelin mescide gidene kadar beni başı açık görmeleri caiz mi? (B. H.)

CEVAP: Abdesti sadece büyük ve küçük tuvalet bozar. Bunu iyi bilin. Yabancı erkeklere karşı başınızı açmak Kur’ân’ın buyruğuna aykırıdır ama bunun namazla, abdestle ilgisi yoktur. Kadının başını açması abdestini bozmaz. Siz namazınızı kılın, batıl düşüncelerle namazınızı boşlamayın. Şeytan sizi o tür düşüncelerle namazdan alıkoymak istiyor. Şeytanın sözüne uymayın. Fırsat bulursanız başınızı da örtersiniz. O ayrı bir konudur.

Yazının devamı...

Tek kesin yol Kur’ân yoludur

SORU: 1- Kıyamet günü herkesin birbirinden kaçacağı ve bir sorumlu arayacağı doğru mur? Herkes kendisinden mesul değil mi? 2- Bir hocamız artık müceddid gelmeyeceğini, Peygamberimizin bahsettiği kıyamet alametlerinden birçoğunun tamamlandığını dolayısıyla kıyametin yakın olduğunu söyledi. Doğru olabilir mi?

3- Ahir zamanda sünnete sımsıkı sarılırsak
100 şehit sevabı kazanır mıyız? (Cihat Yılmaz)

CEVAP: 1- Evet kıyamet anında herkesin birbirinden kaçacağı, dünyada olduğu gibi hiç kimsenin, en yakınını dahi kayırmayı düşünemeyeceği çünkü herkesin kendi canının kaygısına düşeceği Abese Suresi’nde şöyle canlandırılmaktadır: “34- İşte o gün kişi kaçar: kardeşinden, 35- Anasından, babasından, 36- Eşinden ve oğullarından. 37- O gün, onlardan her kişinin kendisine yeter derecede işi vardır. 38- Yüzler var ki o gün parıl parıl, 39- Güleç, sevinçli.

40- Yüzler de var ki o gün tozlanmış. 41- Onları karanlık bürümüş (öylesine üzgün, öylesine dertli). 42- İşte onlar kafirler, Hak’tan sapanlardır.”

2- Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin ansızın geleceği, onun geleceği zamanı hiç kimsenin bilmediği ve bilmeyeceği, Allah’ın o bilgiyi herkesten sakladığı vurgulanmaktadır. Ansızın gelecek olan kıyametin alameti de olmaz. Bu konudaki rivayetlerin hepsinin uydurma, yakıştırma olduğu kanaatindeyim. Her 100 yılda bir müceddid geleceği hakkındaki hadis rivayeti de sağlam değil, kuşkuludur. Çünkü Kur’ân’ın gaybı (geleceği) Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği ayetlerine aykırıdır. Müceddidin gelip gelmeyeceğini kimse bilemez. Bundan 1000 yıl önceki insanlar da kıyametin alametlerinin göründüğünü, pek yakında kıyametin kopacağını söylüyorlardı ama aradan 1000 yıl geçti, kopmadı. Elbette kıyamet kopacaktır ama zamanını Allah bilir.

3- İçinde bulundukları zamanda kendi inançlarına göre dinden sapmalar gören kişiler, insanları sünnete uymaya yönelten sözler uydurup Peygamber’in ağzına koymakta teredüt etmediler. İşte ahir zamanda sünnete uymanın 100 şehit sevabına denk olduğu şeklindeki söz de bunlardan biridir. Hz. Peygamber, insanları sadece Kur’ân’a yönlendirmiş, kendi sünnetini bir din kaynağı olarak göstermemiş, “Ben size Allah’ın kitabını bırakıyorum. Ona sarıldıkça sapmazsınız” buyurmuştur. Doğru rivayet budur. Kur’ân’a göre peygamberlikten sonra en yüksek rütbe şehitliktir. Çünkü şehit, Allah yolunda canını feda etmiştir. Şimdi sadece sünnete uymak nasıl olur da bir değil, 100 şehit sevabına denk olur? Kaldı ki rivayetler kesinlik ifade etmez, zan ifade eder. Tek kesin buyruk, kesin yol Kur’ân buyruğu ve Kur’ân yoludur.

Yazının devamı...

Amin kelimesinin anlamı nedir?

SORU: Bir iddiaya göre Amenofis isimli firavun, halkına dualarının sonunda kendi adının anılmasını emretmiş. Sonra bu âdet onların köleleri olan Yahudilere, onlardan Hıristiyanlara ve onlardan da Müslümanlara aktarılmış. Ben buna kesinlikle inanmıyorum. Amin kelimesinin semavi dinlerdeki benzerliğinin nedeni, bu kelimenin dini, tarihi ve etimolojik kökeni ve uygulanış süreciyle ilgili bilgi verir misiniz? (Ali Rıza Erşen)

CEVAP: Arabistan’da çıkan üç ilahi din Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık’tır. En eskisi Yahudiliktir. Bu üç dinin de atası Hz. İbrahim olduğu için bu dinlere İbrahimi dinler denilir. Arapça ile Yahudilerin konuştuğu İbranice, köken itibariyle kardeş dildir. Amin kelimesinin anlamı “Duamızı kabul buyur” demektir. Bu kelimenin etimolojisi hakkında üç görüş vardır: 1- Kelime köken itibariyle Arapça olup, emn veya yümn kökünden türemiştir. Emn güven, yümn uğur demektir. Yemin de yine uğur anlamında da kullanılan sağ taraf, sağ el demektir. İşte bu kökten yapılmış olan amin kelimesi, emin şeklinde abartı sıfatıyken zamanla dualardan sonra, duanın uğurlu, makbul olması anlamında bir sözcük olmuştur. 2- Kelime İbranice amenden Arapça’ya geçmiş ve Arap fonetiğine uydurularak amin şeklini almıştır. 3- Kelime eski Mısır’ın en büyük tanrısı olan amûn/amana isminden İbranice’ye geçmiş, oradan da Arapça’ya intikal etmiştir. Kitab-ı Mukaddes, İşaya (65/16)’da gerçek tanrı anlamında yer alan amûn, şimdiki çevirilerde “Gerçeğin Tanrısı” şeklindedir.

İbranice amen, Arapça amin gibi içinde kuşku bulunmayan güvenilir, inanılır tanrı anlamındadır. Grekler de Amon ismini, Zeus ile bir tuttukları en büyük tanrı anlamında kullanmışlardır. Fakat Kur’ân’da ve hadislerde amin kelimesi, tanrı anlamında hiç kullanılmaz. Bu bakımdan kelimenin, güvenilir anlamındaki emn veya yümn kökünden yapıldığı ve duaların sonunda “Duamız uğurlu, makbul olsun” anlamında kullanıldığı daha çok ağırlık kazanmaktadır. Yahudilik İbrahim’in torunu olan Yakup’un oğullarından Yahuda’ya nisbettir.

İşte bu soydan gelen Hz. Musa’nın getirdiği din, aslında Allah’ın birliği esasına dayalı İbrahim dinidir. Hz. Musa, kavmini firavunun esaretinden kurtarmıştır. Uzun süre Mısır’da kalan Yahudiler, Mısır dinine tabi olmadılar. Ataları Yakup ve İbrahim dinindeydiler. Bunlar arasında yetişen Musa, İsrailoğullarını Mısır esaretinden kurtarmak için mücadele vermiş ve bunu başarmıştır. Yahudileri ezen, erkek çocuklarını öldüren Firavun, sonunda Musa’yı takip ederken denizde boğulmuştur. Yahudilerin, can düşmanı olan Amenofis adlı firavunun ismini benimseyip her dualarının sonunda onu anmaları mantıklı mıdır? Amin kelimesinin Amenofis’ten geldiğini söylemek, Kastamonu kentimizin isminin “Kastın neyni Moni?”yeden geldiği şeklindeki efsaneyi çağrıştırır.

Yazının devamı...

Amerika’dan gelen bir takdir mektubu

Amerika’dan Aydın Canlı yazıyor: “Hocam, VATAN gazetesindeki yazılarınız ev ‘Kur’ân’da Peygamberler’ ile ‘İnsan ve İnsanüstü Varlıklar’ adlı eserleriniz mükemmel. Başka kitaplarınız var mı, bilmiyorum. Ama bu iki eserinizden sizin kişiliğinizi çözmek o kadar zor değil. İnsanlar okuduklarını anlasınlar diye eserlerinizde fazla Arapça kelime kullanmıyorsunuz. İşte siz bu kadar ince düşünüyorsunuz. Yani ‘Eser olsun da anlarsa kendine, anlamazsa bana ne?’ diyenlerden değilsiniz. Allah sizi bağışlasın. Biz sizden razıyız, Allah da sizden razı olsun. Kolay gelsin, Allah ömrünüzü uzatsın, sizi diri canlı bıraksın ki bize böyle muazzam eserler yazmaya devam edesiniz.”

CEVAP: Güzel sözleriniz ve dualarınız için çok teşekkür ederim. Allah duanızı kabul etsin. VATAN Gazetesi, daha önce de Milliyet, Hürriyet ve Radikal gazeteleri çeşitli kitaplarımı promosyon olarak yayınladılar. Ama benim eserlerim bunlardan ibaret değil. Şimdiye kadar yazdığım eserler 107’yi buldu. Tabii bunlar içinde 30 ciltlik “Kur’ân Ansiklopedisi”, 12 ciltlik “Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri” gibi eserlerim de var ki bunların ciltleri sayılırsa eser sayısı 150’yi geçer. Allah sağlık versin de yazalım. Elimden geldiğince, gücüm yettiğince yazıp güzel dinimiz İslâm’ı anlatmaya çalışayım. Sizler de desteğinizle benim yardımcımızsınız. Allah muvaffakiyet ihsan buyursun.

Sorumluluk sizde değil

SORU: Ben 35 yaşında 15 yıllık evliyim. Allah bağışlasın 14 yaşında bir kızım var. Aramızda kan uyuşmazlığı olduğu için eşim başka çocuk istemedi. Ben de 14 yıldan beri doğum kontrol hapı kullanıyorum. Ancak bu haplar sağlığıma zarar vermeye başladı ama başka şansım yok. Sonra öğrendim ki kordonlarımı bağlatabilirmişim. Bunun için yaşım tutuyormuş. Ama dinen caiz mi değil mi, bilmiyorum. O yüzden sizden yardım istiyorum. (A. G.)

CEVAP: İslâm’da, doğumu önleme çarelerine başvurmak caizdir. Kocanız çocuk istemiyorsa kendisi önlem alabilir. Ama siz de isterseniz geçici süre için kordonlarınızı bağlatabilirsiniz. Bu sizin seçiminize bağlıdır. Ayrıca kocanızın sizi mecbur bırakması da sizin için özürdür. Doğacak çocuğun risk taşıması da ayrı bir özür. Durumunuz sizi sorumluluktan kurtarır.

Yazının devamı...

İstihare yapma tavsiyesi

Bayan okurum D.Ö., yedi yıl önce kiminle evleneceğini görmek üzere rüyaya yattığını, Hz. Peygamber’in yanında bir gençle gelip kendisine üç defa “Bununla evleneceksin” dediğini ifade ediyor. Nişanlısının rüyasında gördüğü gence benzemediğini, bu yüzden karar veremediğini belirten okurum bu konudaki yorumumu istiyor. Cevabım şudur: Her zaman vurguladığım üzere ben rüya yorumcusu değilim. Öyle bir yeteneğim yok. Gördüğünüz zat, gerçekten Peygamber’in kitaplarda yazılan vasıflarına uyuyorsa Peygamberimiz olabilir. Yoksa pekâlâ herhangi bir ruhsal varlık da size öyle görünebilir. Ayrıca gördüğünüz Peygamberimizin kendisi ise yanında bulunan ve size “Bununla evleneceksin” dediği kişi kimdi acaba? Anladığım kadarıyla siz, nişanlınıza ilgi duymuyorsunuz. Sorunlarınız da bundan kaynaklanıyor olabilir. Gerçeği Allah bilir. Ben size sünnet olan istihare yapmayı tavsiye ederim. Bunun için 2 rekât namaz kılınır ve istihare duası okunur. Allah’tan istediğiniz şeyi kalbinize ilham etmesini dilersiniz. Kalbinize doğan ağırlıklı düşünce ne ise ona göre hareket edilir. Ancak bu işlem yedi kez yapılır ki bir yanılma olmasın. Allah hakkınızda hayırlısını versin.





Deniz ürünleri helaldir

SORU: Hıristiyanların marketlerinde satılan etlerin yenilmeyeceği, bazı dini çevrelerce vurgulanıyor. Gerekçe olarak da bu hayvanların kan akıtılarak öldürülmediği gösteriliyor. Kabuklu deniz hayvanlarının (midye, istakoz, karides gibi) yenilmesinin de mekruh olduğu aynı çevrelerce ileri sürülüyor. Bu söylenenler doğru olabilir mi? (Meltem Resim)

CEVAP: Hıristiyanların kestikleri Müslümanlara, Müslümanların yiyecekleri de onlara helaldir. Maide 5’inci ayete bakınız. Deniz ürünleri de kâmilen helaldir. Varsın onlar istedikleri gibi hüküm koysunlar. Allah’ın hükmü böyledir





Mezhep değiştirmek

SORU: Tabi olduğum mezhebin ibadet şeklini doğru bulmuyorum. Bu yüzden mezhebimi değiştirmek istiyorum. Eğer böyle bir şey mümkünse bunu nasıl yapabilirim?

CEVAP: Doğrusunu isterseniz mezhep hiç önemli değil. Önemli olan Kur’ân’ın emirlerini uygulamaktır. Siz Kur’ân ve sünnet hükümlerine göre yaşadıktan sonra hangi mezhepte olursanız olun, Hak yolundasınız. Mezheb din değil, yorumdur. Kur’ân’a göre yaşayan herkes, Hakk’ın rızasını kazanmış Müslümandır.

Yazının devamı...

Gönül gözü

Ahmet Kemal adlı okurum, rüyasında kendisine muska yapıldığı, kardeşinin birkaç kez “Perdeyi aç, perdeyi aç, perdeyi açmaya devam et” dediğini anlattıktan sonra, “Allah’a inancım büyük. Hurafelere inanmıyorum. Rüyamı kısaca yazmaya çalıştım. Bu konuda beni aydınlatır mısınız?” diyor.

CEVAP: Bana göre size gösterilen rüya hurafe değil, hakikattir. Size gönül gözü üstündeki perdeleri açmanız tavsiye ediliyor. İnsanın baş gözü yanında gönül gözü de vardır. O açılınca insana birçok gizemler, manevi bilgiler açılır, görünür. İşte Allah’a yönelerek, Allah sevgisiyle dolarak gönül gözünüzün üstündeki perdeleri açmanıza işaret edilmiştir. Bu güzel bir şey.

Yüce Allah kardeşiniz biçiminde görünen iki ruhani aracılığıyla size böyle bir mesaj vermiştir. Tabii bu iş, tasavvuf alanına girer. Bunun da uzmanları vardır ama öyle her kıyafet şeyhine gönül kaptırmak da doğru değildir. Çünkü tasavvuf şekil değil, ruhtur. Kıyafet değil, gönüldür. Şair Muharremi şöyle demiş: “Tasavvuf, dervişin üstünde çirkin dokumadan yapılmış yamalı hırkayla karşına çıkması değildir. O siyah, beyaz çizgilerle dokunmuş kıyafet içinde adam sanki alaca kargadır. Asıl tasavvuf, herkes gibi elbise giymek ve o elbise içinde kişinin Allah’tan korkar ve O’na saygı duyar olmasıdır” (Beyanu Ahvalis-sufiyye, vrk: 114 a).

İmamla birlikte kılınan namazda tehir cemi

SORU: Tek başına kılınan namazlarda takdim ceminden önce vakit namazı, sonra vakti gelmemiş olan namaz kılınıyor. Tehir ceminde ise önce vakti geçen namaz, sonra vakti gelen namaz kılınıyor. Cemaatle camide hoca önderliğinde kılınan namazlarda tehir cemi nasıl yapılmalıdır? (Ahmet Ferit Akpak)

CEVAP: Cemaatle kılınan namazda eğer hep birlikte cem yapılacaksa her iki cem de olabilir. Ama öğle vaktinde imama uyup ikindi namazını kendi başına cem etmek isteyen bunu kanaatime göre yapabilir. Bu takdim cemidir. Fakat kişi tehir cemi yapamaz. Yani ikindi vaktini imamla kılıp ardından öğle namazını kılması olmaz. Çünkü ikindi namazından sonra öğle namazı kılınmaz. Eğer bu zat ikindi vakti girdikten sonra tehir cemi yapmak istiyorsa önce kendi başına bir kametle öğle namazını ardından da imama uyup ikindi namazını kılar. Benim kanaatim budur. Gerçi fıkıh kitaplarına bakarsanız kişi kendi başına kıldığı namazları cem eder. Ama imamla beraber kıldığı namazda imam cem etmiyorsa ona uymuş olan kimsenin de cem etmemesi gerekir. Daha doğrusu böyle bir uygulamadan söz edilmez.

Yazının devamı...

Kabe’de kılınan namazın sevabı daha mı fazla?

SORU: Cuma hutbelerinde hocalar Kabe’de bir namaz kılmanın, herhangi bir camide kılınan yüz bin namazdan üstün olduğunu ve umreye gidilmesini tavsiye ediyor. Ben emekli biriyim. Sevap almak için illi de para sahibi olup umreye gitmem mi gerekiyor?

CEVAP: Elbette Kabe’de namaz kılmanın ayrıcalığı vardır ama namaz kılmak için mutlaka Kabe’ye gitmek gerekmez. Namazda önemli olan huzurla kılınmasıdır. Evinizde kıldığınız huzurlu, Allah’ı anmaya yoğunlaşmış bir namaz, Kabe önünde ama vesveseli bir kalple kılınan namazdan üstündür. Ayrıca bazı öğütçülerin, Kabe’de kılınan namazın diğer yerlerde kılınandan yüz bin kat daha sevap olduğu şeklindeki sözleri abartıdır, uydurmadır. Bu kişiler hiç aslını araştırmadan kulaktan dolma sözleri, abartıları söylüyorlar. Çünkü umre ve hacca sefer düzenleyen kuruluşların çok büyük kârları var. İşin ucunda para olunca yarın Kabe’de kılınan namazı, öteki yerlerde kılınan namazın bir milyon katına çıkarırlarsa şaşmam.



Resimle ilgisi yok

SORU: Geçenlerde rahmetli olan bir arkadaşımın cenaze töreninde, imam tabut önünde resmi ve künyesi bulunan tabloyu kaldırttıktan sonra cenaze namazını kıldırdı. İslâm’da böyle bir emir var mı? İslâm âleminde tanınmış, saygın, ilmi yüksek rahmetli bir din adamının ahfadından geliyorum. Bizim evlerimizde ve cenazelerimizde aile fotoğraflarının kaldırıldığını görmedim. Büyüklerimden de böyle bir telkin almadım. (Ayhan İzgi)

CEVAP: Eğer resim imamın önündeyse yaptığı doğrudur. Çünkü resme karşı namaz kılmak caiz değildir. Bunun resimle, fotoğrafla ilgisi yok, ibadetle ilgisi vardır. Namaz kılanın önünde fotoğraf bulunması caiz değildir. Çünkü namaz sadece Allah için kılınır. Cenaze namazı ölen için de dua ve rahmet dileme anlamına gelir.



İstediği gibi kılsın

OKURUM Pelin Öğüt, satın aldığı bir kitapta farzların 3’üncü ve 4’üncü rekâtlarında Fatiha’ya sure veya ayet eklenmeyeceğinin yazıldığını belirtiyor. Oysa 75 yaşındaki teyzesinini farz ve sünnet namazlarının her rekâtında Fatiha’ya sure eklediğini, bunlardan hangisinin doğru olduğunu soruyor. Cevabım şudur: Kitapta okuduklarınız doğrudur. Ama kimse Allah ile kul arasına giremez. Bırakın teyzeniz istediği gibi kılsın.

Yazının devamı...

Tasavvufta veliler hiyerarşisi

SORU: Tasavvufu yaşam tarzı olarak benimsemiş insanlar evliyalar, mürşitler ve veliler olduğunu; bunların Allah’tan aldıkları nuru insanlara ulaştırdıklarını; veliliğin en üst derecesindeki zatlara kutub dendiğini; kutubların her devirde bir veya iki, en fazla üç kişi olduğunu; bunlara üçler dendiğini; Kutbül-aktab, Gavsül azam, Kutbul-ulâ diye isimlendirildiklerini; üçlerin en yüksek derecede bulunanının Kutbul-aktab olduğunu; Kutbul-aktab’ın kutubların kutbu olduğunu ve bu zatlara Hz. Peygamberimizin “el” verdiğini; bu zatların Peygamber Efendimiz’in tam varisi olduklarını iddia ediyorlar. Okuduğum kitaplar, yaptığım araştırmalar ve internet siteleri de bunu teyit ediyor. Bu tezler doğru ise bunlar benim bugüne kadar olan Kur’ân, İslâm ve peygamber anlayışıma kesinlikle uymuyor. Bu konuda bana bilgi verebilir misiniz? Tavsiye edebileceğiniz yazılı bir kaynak var mı? (Osman Başoğlu)

CEVAP: “İslâm Tasavvufu” adlı eserimi okumanızı tavsiye ederim. Bu yazdıklarınız, genelde 3’üncü hicri asır tasavvuf ve tarikatlarınca benimsenmiş ve öyle inanılmış, bu inanç günümüze kadar da sürmüştür. Bu anlamda yorumlanabilecek bir hadis vardır ama sağlamlığı çok tartışmalı ve kuşkuludur: “Ümmet içerisinde 40 kişi vardır ki İbrahim ahlakı üzerindedir. Yedi kişi vardır ki Musa ahlakı üzerindedir. Üç kişi İsa ahlakı üzerindedir. Bir kişi de Muhammed ahlakı üzerindedir. İşte bunlar yüzü hürmetine yağmur yağdırılır.”

İşte bu konudaki inançlar, bu rivayete dayandırılmaktadır. Bir de Kur’ân-ı Kerîm’de “İsrailoğulları arasında on iki nakib (eşraf) var ettik” ayeti bu inanışın dayanaklarındandır. Bu konuda Akşemseddin sıfatıyla tanınan Muhammed ibn Hamza’nın (Fatih’in hocası) “Makamat-i Evliya” adlı eserine bakmakta yarar var. Bu görüşe inanan İslâm bilginleri olduğu gibi bunu kabul etmeyenler de vardır. Hakim-i Tirmizi’nin “Hatmul-Evliya” adlı eseri de okunması gereken temel kaynaklardandır. Muhakkak ki Allah’ın veli kulları vardır. Peygamberimiz de “Allah’ın, kendilerine ilham ettiği kulları vardır. Ömer de onlardandır” mealindeki hadisi, Allah’ın gizli bilgiler verdiği velilerinin bulunduğunu kanıtlar ama bunların kimler olduğunu sadece Allah bilir. İşte bu veli kulların en tepe noktasında bulunana kutub denilmektedir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.