Şampiy10
Magazin
Gündem

Allah sevgisi en büyük arkadaştır

SORU: 40 yaşında bekâr bir bayanım. Çocukluğumdan beri hayatımda ahlaken ve şeklen İslâmi kuralları uygulamaya ve beni yaratana saygılı olmaya çalıştım. İşimde emeğimin karşılığını alamıyorum. Bana flört etmenin haram olduğu öğretildi. Ama bir erkekle evlenmenin (zengin veya görücü usulünün uygulandığı bir aile ve camiaya mensup değilseniz) başka yolu olmadığını görüyor ve duyuyorum. Yalnız yaşanın ne gibi mesuliyetleri var? (H. F.)

NOT: Aynı içerikli bir mail de 29 yaşındaki A.G. rumuzlu bir bayan okurumdan geldi.

CEVAP: Elbette evlenmek her kızın veya kadının en doğal gereksinimidir. Ama maalesef her kadın veya erkek evlenme imkânı bulamıyor, her evlenen de mutlu olamıyor. Evlenmek bir kader işidir. Belki Allah size hayırlı bir kısmet çıkarır. İnsan Allah’a inanıp O’na güvenirse Allah onun içini kendi aşkıyla doldurur ve kalan ömründe onu mutlu kılar. Nitekim Cenabı Hak şöyle buyurmuştur: “... Kim Allah(ın yasakların)dan sakınırsa (Allah) ona bir çıkış (yolu) yaratır. Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a dayanırsa O, ona yeter” (Talak: 2-3). Size Hakk’ın sevgisiyle yaşamayı, İslâmi hayatınızı sürdürmeyi tavsiye ederim. Kısmet çıkarsa ne âlâ, çıkmazsa Allah’tan razı olmaktan başka çare yoktur. Sizin durumunuzda olan çok kız var. Hayat sınavdır. Sabretmelisiniz. Aksi takdirde kötü niyetli bazı erkekler sizi aldatır, perişan eder ve ebedi pişmanlık içine düşürürler. Allah’a güvenmek, O’nun kaderine inanmak gerekir. Allah sevgisi en büyük arkadaştır. İşte mutluluğun sırrı budur.

Böyle evlilik geçersizdir

18 yaşındaki bir kıza âşık olduğunu, onunla mehr konusunda anlaştığını ancak iki karısıyla 9 çocuğunun bu evliliğe razı olmadıklarını belirten 56 yaşındaki zat, benim hakemliğime başvuruyor. Kendisine cevabım şudur: 56 yaşında birinin, 18 yaşında bir kızla evlenmesi ilk anda erkeğe cazip görünse de sonunda büyük sorunlar olacağı kesindir. O genç kız 25 yaşına geldiği zaman siz 60’ınızı çoktan geçmiş olacaksınız. Bu kızcağız sizde ne buldu ki âşık oldu? Zengin misiniz? Çok mu yakışıklısınız? Yüksek mevki sahibi biri misiniz? Ünlü bir sanatçı, yazar veya şair misiniz? Ayrıca siz evlisiniz. Hem de iki eşiniz varmış. Bunlar yetmiyor mu ki bir de 18 yaşındaki bir kızı almak istiyorsunuz? Kanunlar böyle bir evliliği geçersiz sayar. Kendinize ve o zavallı kıza haksızlık etmeyin. Oturun oturduğunuz yerde. Başınıza dert açmayın. Sonunda pişman olursunuz.

Yazının devamı...

Göçün isimsiz bir kahramanını uğurlarken...

Yunus Ulusoy’un, “Almanya Büteni”nde yayınlayıp bize de gönderdiği merhum Sadık Yılma’yı anlatan yazısını okurlarımla paylaşmak istiyorum:

1973 yılında çocuk olarak ayak bastığım Almanya’da “ben kimim?” sorusu daha yoğun ve özel bir anlam kazanmıştı. Adeta içine atıldığım ve tanımadığım bu yabancı ülkede ilk defa ön yargılarla, dini ve milli kimliğimin “değersizliğiyle”, çocuksu onurumun zedelenmesiyle karşı karşıya kalmıştım. Kendimi anlatmanın, ancak kendimi bilerek olabileceğini hissederek, ailemin etkisi olmaksızın şehrimizde çocuklara Kuran eğitimi veren bir teyzenin (Ayşe Hanım) evinde ilk dini bilgilerimi aldım. Bugün dünyadan göçüp gitmiş bu hanımefendi ve hafız eşi (Yusuf Hoca) Herne’deki din eğitimi ihtiyacını görüp, özveriyle evlerinin kapısını herkese açmışlardı. Günden güne artan çocuk ve yetişkin talebelerinin ihtiyaçlarına yanıt vermekte zorlandıklarını fark ederek, geçtiğimiz günlerde Hakk’ın rahmetine kavuşan Sadık Yılma hocamı 1976 yılında Almanya’ya getirdiler. Dinsel örgütlenmenin ilk tohumlarının atıldığı bu evden daha sonra, Sadık Hoca’nın önderliğinde ilk cami derneği doğacaktı. Bu muhterem büyüğümü, üstümde büyük hakkı bulunan hocamı kaybettiğimde sadece çok değerli bir insanı kaybetmediğimi, göç tarihinde bir periyodun da kapanmakta olduğunu cenaze namazı sonrasında içimde acıyla hissettim. Almanya’da bugün faal dini örgütlenmelerin tabelalarının dahi olmadığı, gazetelerde boy gösteren din temsilcilerinin doğmadığı ve diyanet bilincinin Almanya’da DİTİB olarak ortaya çıkmadığı bir dönemde sadece “Allah rızası” için çaba gösteren “isimsiz kahramanların” aziz hatıraları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.

Sadık Hocam aydın kişiliği, insan sevgisi, dürüstlüğü, açık sözlülüğü, derin din, dil, tarih ve edebiyat bilgisiyle din adamı olmanın ötesinde bilge bir insandı. Kendisi bana ve yaştaşlarıma Allah sevgisini, hoşgörüyü, düşünüp idrak etmeyi, ezbercilikten kaçınmayı, dünyayı ve yaşamı Allah’ın sunduğu nimetler olarak sevmeyi, kibirden uzak durmayı, cehalete prim vermemeyi, ilmin ve bilginin peşinden gitmeyi, sürü olmaktansa ne yaptığını bilen birey olmayı, dini politik emellere kurban edenlerden uzak durmayı, kadınları hor görmemeyi, cumhuriyetin kazanımlarını düşmanca inkâr edenler grubuna dahil olmamayı, sürekli okumayı ve kitapları sevmeyi öğretti.Maalesef gönüllerde iz bırakıp gidenler, karşılığını yaşamları sırasında göremiyor. Biz insanlar, topluma hizmet edenlere yaşamları sırasında hak ettikleri değeri, yakınlığı, desteği ve ilgiyi her zaman veremiyoruz. Ben de bu eziklik içerisinde Sadık Yılma hocamı ebediyete uğurladım. Kendisine Allah’tan rahmet diliyor, sevgisine nail olanlara baş sağlığı diliyorum.

Yazının devamı...

Ezan duasında tevhit inancına aykırı cümle...

Hollanda’da yaşayan okurum Emrah Gedik, bir gazetenin köşe yazısında ezanın ardından sünnet olduğu ileri sürülen şu duanın okunması gerektiği belirtiliyormuş: “Ey şu mükemmel ezanın ve kılınmak için hazırlığı yapılan namazın Rabbi olan Allahım, Peygamber’e vesile makamını ve fazileti ver. Ona söz verdiğin ahiretteki övülmüş makamı nasip et ki bana şefaati mümkün olsun. Çünkü sen sözünden caymazsın.” Okurum, “Bunun sünnet olması ne kadar doğru? Çünkü Peygamberimizin ‘Ona söz verdiğin ahiretteki övülmüş makamı nasip et ki bana şefaati mümkün olsun’ dediğinden şüphe ediyorum. Peygamberimizin böyle bir şey söylemesi mümkün mü?” diye soruyor.

Cevabım şudur: Evet böyle bir hadis var ama yazar araya şirki sokuşturmayı ihmal etmemiş. (Kaynakları için bakınız: Beyhaki, es-Sunen: 6/17, Camiul-a hadis: 3/390; Taberani, el-Evsat: 1/69, 194. Bu kaynaklarda hadisin ravileri arasında zayıf olan İbn Luhey’a vardır. Buharui, Ahmed, Tirmizi ve İbn Sünni ise hadisi Cabir’den çıkarmışlardır.) Bu rivayetlerin orijinalinde, “... verdiğin ahiretteki övülmüş makamı nasip et ki, bana şefaati mümkün olsun” sokuşturması yoktur. Buhari’nin Cabir’den çıkardığı hadisin aslı şöyledir:

“Allahım, ey bu yüce çağrının, başlayan namazın sahibi, Muhammed’e vesile (rızana ulaşma olanağı), erdem ve yüksek derece ver. Onu, kendisine söz verdiğin güzel makama ulaştır. Sen sözünden caymazsın.” Burada ne şefaatten söz edilir, ne ahiretteki övülmüş makam, ne de “nasip et ki bana şefaati mümkün olsun” sözü var. Bunlar hep katmadır. Kaldı ki bu sözü, Hz. Peygamber’in söylemesi de mümkün değildir.

Peygamber kendisinden üçüncü şahıs olarak söz eder mi? Ayrıca kendi kendisine mi şefaat edecek? Çünkü “Ona Makam-ı Mahmudu ver ki bana şefaati mümkün olsun” deniliyor. Böyle bir sözü Peygamber’in söylemesi yakışık alır mı? O halde bu söz Peygamber sözü değildir, böyle söylemek de sünnet olamaz. Çünkü Peygamber söylememiştir. Ama ne diyeceksiniz? Tevhit çağrısı olan ezanın ardından yapılan duaya da gayet ustaca şirk sokulmuştur.

Yazının devamı...

Nahl 70 ve Hac 5’inci ayetler (3)

* DÜNDEN DEVAM

Sperm, yumurtayı rahmin içinde değil, dış kanalında aşılar. Aşılanan yumurta bu kanalda bölünerek çoğalır. Alaka (asılı bir şey) olur, mudga (bir çiğnem et) olur. Kanalda çoğaldıkça şekli belirlenmeye başlayan cenin, oradan rahmin içine iner. Tam Kur’ân’ın dediği gibi Allah onu belli bir süre rahmin içinde tutar. Sonra Müminun Suresi’nin 14’üncü ayetinde belirtildiği üzere mudgadan önce kemikler oluşur. Kemiklerin üzerinde adaleler, kaslar oluşur. Yani kemiklere et giydirilir. Sonra bebek olarak dünyaya getirilen zayıf, cılız insan, gittikçe güçlenir. Kimi henüz çocukken veya genç çağda ölür, kimi de uzun yaşar. Yine zayıflar, beden ve düşünce gücü azalır, öğrendiklerini unutmaya başlar. İlk doğduğu zamandaki gibi bir şey bilmez duruma gelir. Yüce Allah, ömrün bu son acizlik çağına “Erzelul-omr: Ömrün en rezili” diyor.

Allah’ın yasaları gereği...

Çünkü bu durum, insanın başlangıçtaki zayıflığından daha güçtür. Zira bebeğe, büyüyecek ümidiyle annesi, babası bakar. Gün geçtikçe de bebek tatlılaşır, güçlenir, sevilir, zahmeti azalır, kendi kendine yeterli duruma gelir. Ama insan bu son çağında gün geçtikçe gücünü kaybederek kendisine bakanları da bıktırıp usandırabilir. İlk durumun tersine gittikçe kendine yeterliliğini yitirir. Bundan dolayı bu hal, ömrün en aciz ve en perişan çağı olur. İnsanın, uzun ömrün sonunda düştüğü bu aciz duruma Yasin Suresi’nde de işaret buyurulmuştur: “Kime uzun ömür versek, onun yaratılışını baş aşağı çevirir(gücünü azaltır)ız, (sonunda zayıflar, ihtiyarlar). Akıllarını kullanmıyorlar mı?” (Yasin: 68).

Ayetin bulunduğu bağlamda Kur’ân’ı kabul etmeyenlerin savlarına cevap veriliyor. Allah, uzun yaşattığı kimselerin bünyelerini baş aşağı eder. Bünyeleri gittikçe gücünü kaybeder, belleri bükülür, yüzleri kırışır, hafızaları zayıflar, o kadar ki hayatlarının başlangıcında olduğu gibi bir şey bilmez duruma gelirler. İnsan vücudunun ve öteki canlıların önce gelişip güç kazanması, sonra ihtiyarlamaya başlayıp günden güne gücünü kaybetmesi, Allah’ın yasaları gereğidir. Bu hayatı böyle düzenleyen Allah’tır. İyice düşünenler bunların, Allah’ın tedbiriyle olduğunu anlar ve yalnız O’na kulluk ederler.

Yazının devamı...

Nahl 70 ve Hac 5’inci ayetler (2)

* DÜNDEN DEVAM

İnsanın topraktan yaratılması deyimi iki anlam taşır: Birincisi, insanın atasının topraktan yaratılmış olmasıdır. Canlı varlıkların en şereflisi olan insanın ilk maddesi topraktır. Topraktan oluşan hücreler süzüle süzüle tasfiye edilmiş, birleştirilmiş, mükemmelleştirilmiş ve sonunda insan haline getirilmiştir. Böyle meydana getirilen ilk insan, sonradan cinsel yolla üremeye başlamıştır. İkincisi de insanın topraktan yaratılması, mazide olmuş bitmiş bir şey değil, sürmekte olan bir olgudur. İnsan meni hayvancıklarından yaratılır. Meni hayvancıkları, insanın yediği besinlerin bedende sindirilip kimyasal değişiminden oluşur.

Besinler de topraktan alınır. Toprak olmasa besin olmaz. İnsan beslenmeyince gelişmez, meni hayvancığı oluşmaz ve zaten ne insan ne de başka bir canlı beslenmeden yaşayamaz. Öyle ise insan tohumunun temeli topraktır. Demek ki yüce Allah, önce insan tohumunu topraktan oluşan besinlerden yaratır, ondan sonra da o tohumdan insanı yaratır. Yani Allah, insanı önce toprakta üreyen besinlerden meydana gelen meni hayvancığından yaratmaktadır.

Uzuvlar belirmeye başlar

Spermin aşıladığı yumurta, çoğalarak bir kan pıhtısı görünümünü alır. Alakayı kan pıhtısı diye tefsir ederler. Gerçekte alaka yapışan şey, yapışkan anlamına gelir ki bu, aşılı yumurtanın rahmin cidarına yapışmasına işarettir. Sonra bu yumurta üremeye başlar, belli belirsiz bir çiğnem et haline gelir. Muhallaka ve gayrimuhallaka üzerindeki görüşler şöyledir: 1- Muhallaka, düzgün, kusursuz; gayrimuhallaka kusurlu demektir. Bütün yaratılışı, şekli tamamlanmış olan cenine muhallaka, henüz yaratılışı tam belirlenmemiş olan cenine de gayrimuhallaka denir. Yüce Allah, bu ayette mudgayı iki kısma ayırmış oluyor: Birisi suretleri, duyuları tam belirmiş; ikincisi de uzuvlarında, şeklinde bir eksiklik kalmış olandır. 2- Muhallaka sağ olarak doğan, gayrimuhallaka düşen çocuktur. Kasimi şöyle diyor: “Muhallaka ve gayrimuhallaka, sureti belirlenmiş ve belirlenmemiş demektir.” Bundan maksat mudganın (fetüsün) durumunu tasvirdir. Ayet, ceninin önce uzuvları belli değilken yavaş yavaş belirlenmeye başladığını anlatır.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Nahl 70 ve Hac 5’inci ayetler (1)

SORU: Nahl Suresi 70’inci ayetle Hac Suresi 5’inci ayetlerini açıklar mısınız? (Mahmut N. Saygılar)

CEVAP: “Allah sizi yarattı, sonra öldürür. İçinizden kimi de ömrün en reziline (bebeklik çağı gibi güçsüz ihtiyarlık çağına) itilir ki, biraz bilgiden sonra hiçbir şey bilmez olsun. Doğrusu Allah bilendir. (O, her şeye) kadirdir” (Nahl: 70). Bu ayette insanları yaratan, kimini gençken öldüren, kimini de bildiklerini unutup bunayacak bir çağa kadar yaşatanın Allah olduğu belirtiliyor, O’nun bilgi ve kudretine vurgu yapılıyor. Ayetteki inceliğe dikkat etmek lazım: “Allah sizi yarattı, sonra öldürür” diyor. Yaşatan öldüren Allah’tır. Daha sonra, “Kiminiz de ömrün en reziline itilir” deniyor. Allah sizi bu en rezil ömre itti denmiyor. İşte bu, Kur’ân’ın genel üslubu ve belagat inceliğidir. Kur’ân’da kötü sayılabilecek bir şey Allah’a mal edilmemiştir. İnsanı bunayıp bir şey bilmeyecek duruma götüren de Allah’ın takdiridir ama bunaklık kusur olduğu için, “Allah sizi bunaklığa itti” denmemiş, “Bir şey bilmeyecek rezil ömre itilirsiniz” denmiştir. Yani kusurlu şeyler Yüce Allah’a nispet edilmemiştir. Çünkü O’nun yaptığı her şey mükemmeldir.

Aynı şey biraz daha ayrıntıyla Hac Suresi 5’inci ayette anlatılmaktadır: “Ey insanlar eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkudaysanız (bilin ki) biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe(sperm)den, sonra alaka(embriyo)dan, sonra biçimlenen ve biçimlenmeyen bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutarız, sonra sizi bir bebek olarak çıkarırız. Sonra güç(ve kabiliyetler)inize ermeniz için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi (henüz çocukken) öldürülür, kimi de ömrün en kötü çağına(ihtiyarlığa) itilir ki, bilirken bir şey bilmez hale gelsin (çocukluğundaki gibi bedence ve akılca güçsüz bir duruma düşsün). Yeri de kurumuş, ölmüş görürsün. Fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çifti bitirir.” Bu ayette yeniden dirilmeden kuşku duyanlara, kendilerinin önce topraktan, sonra da nutfeden yaratılmış oldukları hatırlatılıyor.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Cenabı Hak dilerse her işi kolaylaştırır

Okurum Kays Mutlu yazıyor: “Bir doktor arkadaşım aşağıdaki haberi bana göndermiş. Bu haberde organ nakli uzmanı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu’nun anlattığı bazı olaylar yer alıyor. Şöyle ki: İnanır mısınız her hasta bir kitap konusu olabilir. Hatta bir tanesi için tam 50 sayfa yazdım. Onu tamamlamak istiyorum. Bizim yaptığımız sadece mekanik bir iş değil. Sadece bilim, ilim ve tıp bilgisiyle ilişkili bir iş de değil. Bizim yaptığımız işte bazen şans da var. Buna şans mı, kısmet mi, Allah’ın lütfu mu dersiniz? Bazen öyle şeyler oluyor ki, büyük bir kuvvet o hastaya ve doktora yardım ediyor. Olmaz denilen şeyler olabiliyor.

ABD’deyken bir doktorun eşi 5’inci çocuğunu doğuruyor. Doktor eve gidince karnı ağrıyan eşi yere düşüyor. Eşinin karnı şişmeye başlıyor. Doktor hemen ambulans helikoptere telefon ediyor. Helikopterde10 şişe kan veriyorlar. Üç kere kalbi duruyor. Sonra bizim hastanede yoğun bakıma alıyorlar. Ben de tesadüfen oradaydım. Hatta asansörde ameliyata girecek doktorla da karşılaştım. Sonra beni arayıp ameliyathaneye çağırdılar. Hastayı muayene ettikten sonra karaciğerinin çürümüş olduğunu tespit ettim.

Bu kadar tesadüf olur mu?

Bu, milyonda bir doğumdan sonra görülen bir hastalıktı. Hastanın ismini organ nakli listesine koyduk. 5 dakika sonra 70 kilometre uzaklıktaki 15 yaşındaki bir çocuk kendini asmış. Tesadüfe bakın. Üstelik bizim hastamızla aynı kan grubundan. Şu yaşanan olaya bakar mısınız: Milyonda bir görülen hastalık. Kocası doktor. Asansörde ben varım. 5 dakika sonra biri kendini asıyor. O sırada orada bulunan doktor benim arkadaşım. Bayanı çok kısa sürede hazırladık ve ameliyat ettik. 9 gün sonra evine gitti. Bu normal bir iş mi? Bu kadar tesadüf olur mu?”

Hak dilerse bir kuluna feth-i bab

Bab-ı lütfundan ona eyler hitab.

(Allah bir kuluna kapı açmak isterse lütuf kapısından ona seslenir.)

Hak dilerse her işi asan eder
Halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.

(Cenabı Hak dilerse her işi kolaylaştırır,
sebeplerini yaratıp bir anda kulunun dileğini lütfeder.)

Yazının devamı...

Hz. Peygambere atılan bir iftira

Müslümanlarla yapmış oldukları ittifakları bozup İslâm düşmanlarıyla birlik olarak Müslümanları tümden imha etmeye çalışan Yahudi Kurayza kabilesinin, Hendek Savaşı’nın ardından kuşatıldığı, önce direnip sonra teslim olan kabilenin eli kılıç tutan erkeklerinin boğazlanıp kadınlarının da cariye olarak satıldığı hakkındaki rivayet üzerine bir zat, benim böyle bir olayı nasıl onaylayabildiğimi soruyor. “Hıyanet etmiş olsalar bile 1500 erkeği nasıl kesersiniz? Bunların hepsi de birinci dereceden suçlu muydu? Kadınları köle, cariye, zevce nasıl yaparsınız?” diye bir sürü serzenişte bulunuyor. “İslâm’ı 21’inci yüzyıla uygun tefsir edecek sizlersiniz. Ama ne yazık ki sizlerde de bu yürek yok” diyor.

CEVAP: Söz konusu olay, tarih rivayetlerinde var ama doğrusu ben bu olayı onaylamıyorum. Tamamen uydurmadır. Çünkü Kur’ân’da Kurayza Savaşı’nı anlatan ayetlerde savaş esnasında doğal olarak öldürme var ama savaşın bitiminden sonra tutsak etme ya da fidyeyle veya fidyesiz serbest bırakma hükmü var. Esirlerin öldürülmesinden söz edilmez. Tutsakların öldürülmesi olayı Peygamberimize iftiradır. Çünkü Kur’ân’a terstir. Rivayet kitaplarında bulunan her şey doğru değildir. Çeşitli bahanelerle dine saldıranlara derim ki: Sizin amacınız nedir?

İnsanların manevi güç aldığı, inandığı Peygamber’i eleştiri konusu yapmakla ne elde edeceksiniz? Diyelim ki sizin savınız üzerine herkes dininden döndü, dinsiz oldu. Hiçbir değeri olmayan, inancı olmayan toplumların nereye gideceğini hiç hesap ediyor musunuz? Baba kızını 20 yıl hapsedip ondan çocukları oluyor. Torununun babası oluyor. Avusturya’nın başkenti Viyana’da meydana gelen bu menfur davranış dünyanın çeşitli kesimlerinde yayılıyor.

Babasının yıllarca tecavüzüne uğradıktan sonra evlenen masum bir kadın, bu kez de kayınpederinin tecavüzüne uğrayarak bunalıma giriyor. Maalesef bu başka yerde değil, bizim ülkemizde oluyor. Gözünü kırpmadan cinayet işleyenler; 24 yaşındaki masum kız öğretmeni otobüs durağından kaçırarak 4 gün işkenceden sonra boğan canavarlar; 17 yaşındaki kızı testereyle kesenler; hırsızlar, rüşvetçiler, ezenler ve ezilenler... Allah korkusunun ve ahiret inancının olmadığı insanlar böyle şeyler yapabilir. Allah korkusunun olmadığı bir toplum ne olur, bir düşünün! Bundan ötürü Peygamberimiz, “Hikmetin başı Allah korkusudur” buyurmuştur. Siz bu davranışınızla acaba içinde yaşadığınız topluma iyilik mi edersiniz? Düşünün, karar verin. Sizin inancınız size, benim sevdiğim dinim ve Peygamberim bana...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.