Şampiy10
Magazin
Gündem

Allah’ın affı, her şeyin üstündedir

SORU: Üniversite öğrencisiyim. Her Müslüman’ın görevi olan namaz, oruç gibi ibadetlerimi yerine getirmeye çalışıyorum. Kaldığım öğrenci evine bir gün baykuş girdi. Gençliğin de vermiş olduğu bir anlık şuursuzlukla onu yaraladım. Daha fazla can çekişmesin diye öldürdüm. O olaydan sonra büyük bir vicdan azabı çektim halen de çekiyorum. Pencereyi açıp kaçmasına izin vermek yerine onu öldürerek büyük bir günah işledim. O gün bugündür işlerim hiç rast gitmiyor. Okulum yedinci seneye uzadı. Tüm olumsuzlukları bu olaya bağlamak da ne kadar doğru olur bilemiyorum. Ne yapmayalım?

CEVAP: Size zararı olmayan o hayvanı öldürmeniz hatadır ama bir kere olmuş. Siz bunun acısını hissettiğinize göre demek ki pişmansınız ve tövbe etmişsiniz. Allah’ın affı her şeyin üstündedir. Allah bütün hataları bağışlar. Umarım ki sizin hatanızı da bağışlamıştır. Çünkü O, kendisine yalvaran kulunu eli boş döndürmez. Artık bu meseleyi kafandan sil, düşünme. Sen elinden gelen çabayı harca. Gerisini Allah’a bırak. Gayret edersen Allah işlerini de düzeltir. Tüm olumsuzlukları yaptığın o hataya bağlamak da takıntıdır, doğru değildir. Ayrıca bu takıntın şum tutmaya da girer ki İslâm’da bu günahtır. Gönülden tövbe edeni Allah affeder. Allah’ın affına güvenerek bu tür vehimleri kafandan sil.

Güçlü imanın gerekleri

SORU: İçimdeki imanın azaldığını ve dinden uzaklaştığımı hissediyorum. Bir ara haram yedim. Yanlış arkadaşlıklarım oldu. Sonra tövbe ettim. Artık haram yememeye çalışıyorum. Arkadaşlarımı iyilerden seçiyorum ama imanım eskisi gibi değil. Hep Allah’a dua ediyorum. İyilik yapmaya gayret ediyorum. Yine de kendimi dinden uzaklaşmış hissediyorum. Ne yapmalıyım? (Duygu Özcan)

CEVAP: Bana göre senin imanın gayet güçlü. Çünkü böyle olmasa bana bu maili yazmaz ve böyle bir endişe taşımazdın. Kötü arkadaşlarından uzaklaşman, iyiliklere yönelmen imanının gücünü gösterir. Kendine çeki düzen ver. Kur’ân’a göre yaşamaya çalış. Allah’a bağlan. Güçlü imanın gerekleri budur.

Kadın ezan okuyabilir

SORU: Kadınların Kur’ân okuduğu ortamda erkeklerin bulunmasının günah olduğu söyleniyor. Bu doğru mu? (Ahmet Işıldak)

CEVAP: Kadının sesi haram değildir. Kadın ezan dahi okuyabilir. Hatta hadislere göre erkeklere namaz da kıldırabilir. Dinimiz bu grupların elinde gittikçe yozlaştırılıyor.

Yazının devamı...

Hüküm vermek sadece Yüce Allah’a mahsustur

SORU: Nişanlandığımızda hepimizin altın, platin gibi alyanslarımız olmuştur. Eğer bu yüzük altınsa camiye gittiğimizde problemler başlıyor. Danıştığımız din adamlarının bir kısmı abartılı olmaması kaydıyla dinimizin buna cevaz verdiğini söylüyor, bazıları da kesinlikle haram diyor. Bazı din adamlarımız ise bu konuda cevap vermekten çekiniyor. Sizin yorumunuz nedir? (Mehmet Öğütçü)

CEVAP: Erkeğin altın takması bazı hadislerde haram, bazı hadislerde de helal görülmektedir. Yaptırdığı gümüş takma burunun koku yaptığını söyleyen bir sahabiye Peygamberimiz altından yaptırmasını buyurmuştur. Kendisinin ipek kaftan giydiğine dair rivayetler de vardır. Böyle çelişkili rivayetlerle haram hükmü konmaz. Zaten Allah’tan başka hiç kimsenin haram hükmü koyma yetkisi yoktur. Çünkü Kur’ân “Hüküm vermek sadece Allah’a mahsustur” buyurmaktadır. Prof. Kâmil Miras Tecrid-i Sarih tercümesinde bu meseleyi ele almakta ve evlilik işareti olan altın alyansın takılmasında bir sakınca olmadığını, hatta harama düşmekten koruduğu düşüncesiyle sevap bile olabileceğini belirtmektedir. Cafer-i Sadık Hazretleri de bazı hadislerdeki altın ve ipek yasağının, o zamanki ekonomik darlıktan kaynaklandığın, artık bolluk dönemi olan kendi zamanında altın ve ipek giymekte bir sakınca bulunmadığını belirtmiştir. Bu konuda geniş bilgi için “Yeni İslâm İlmihali” adlı eserimize bakabilirsiniz.



Miladi takvimde 33 yıl hicri takvimde 34 yıl eder

SORU: Çoğu hocalar Peygamber Efendimizin 63 yaşında öldüğünü söylüyor. Ama doğum tarihiyle ölüm tarihine baktığımızda (571-632) Peygamber Efendimizin 61 yaşında öldüğü anlaşılıyor. Neden 63 yaşında öldü deniyor? (Göktürk Muhammet Diri)

CEVAP: İslâm âlemi hicri ay takvimi kullanırdı. Bu takvim, miladi takvimden yılda 11 gün kısadır. Miladi takvime göre her 33 yılda 1 yıl artar. Yani miladi takvimde 33 yıl, hicri takvimde 34 yıl eder. Peygamberimiz hicri ay takvimine göre 63 yıl yaşamıştır ama miladi takvime göre bu süre 61 yıl eder. Dini günler ve tarihler hicri takvim üzerinden hesaplandığından Peygamberimizin 63 yıl yaşadığı söylenir ama miladi takvime göre 61 yıl yaşamıştır.

Yazının devamı...

Fitre kelimesinin anlamı ve kökeni

Fitre kelimesinin anlamı üzerinde yorum yapan okurum Mehmet Ali Tatari’nin sorusuna cevabımdır: Fatr bir şeyi uzunlamasına yarmak, infitar yarılmak, futûr çatlamak, bozulmak, bozukluk anlamlarına geldiği gibi yaratma anlamına da gelir. “Ey göklerin ve yerin fatırı (yaratıcısı). Dünyada da ahirette de benim yarim sensin. Beni Müslüman olarak öldür ve beni iyilere kat” (Yusuf: 53/101), “De ki: Allahım, ey göklerin ve yerin fatırı (yoktan var eden)” (Zümer: 59/46) ayetlerinde Allah’ın, tek olan gaz kütlesini yarıp çeşitli cisimler haline getirdiğine (evreni yarattığına) işaret edilmektedir. Fıtrat dini, Allah’ın yarattığı üzere kalan, çevrenin düşünceleriyle şartlanmayan saf aklın, sağduyunun benimseyeceği, insanın doğasına uygun tevhit dinidir. Yine fatr kökünden türeyen tefattur ve infitar ise yarılmak, çatlamak demektir.

“Neredeyse o(sözün dehşeti)nden gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp dağılacaktır” (Meryem: 44/90), “Neredeyse gökler (O’nun heybetinden, ta) üstlerinden çatlayacaklar. Melekler Rabbini hamd ile tespih ederler, yerdekiler için de mağfiret dilerler. İyi bil ki Allah, işte çok bağışlayan, çok esirgeyen O’dur” (Şûra: 62/5), “Gök yarıldığı zaman” (İnfitar: 82/1). Aynı zamanda fatr, futûr, orucu bozmak, açmak anlamına da gelir. Ramazan bayramının adı fıtrah bayramıdır. Biz Arapça fıtrat kelimesini Türkçe’de fitre diye telaffuz ederiz. Fıtranın asıl anlamı oruçtan çıkmaktır. Ramazan bayramının Arapça adı id-i fıtır (orucu açma, oruçtan çıkma) bayramıdır. Oruç ibadetini başarıyla sonlandırmaya şükür olarak bayramın sabahına ulaşan hali vakti yerinde Müslüman’ın vermesi gereken sadakaya Türkçe telaffuzuyla fitre denilir. Fitre, dayanışmanın ibadet haline getirilmiş biçimidir.



Kur’ân’ı çarpıtıyorlar

SORU: Bir Kur’ân mealinde Bakara 232. ayet şu şekilde çevrilmiş: “Aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları takdirde başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın.” Sizin ve bazı başka meallerde ise şöyle: “Kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde eski kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın.” Aradaki fark, sizin mealde “eski kocalarıyla” diğerinde ise “başka erkeklerle”dir. Hangisi doğru?

CEVAP: Başka erkeklerle evlenme yorumu yüzde yüz çarpıtmadır, saygısızlıktır. Kurân’ı böyle çarpıtıyorlar. Zaten aralarında anlaştıkları takdirde başka erkeklerle evlenmeye kim engel olur ki? Hem bir kadın yabancı erkekle nasıl bir arada bulunur da onunla anlaşır? “Aralarında anlaştıkları takdirde” ifadesi, bunun birlikte yaşayan karı kocayı kastettiği gayet açık değil mi? Ayetlerin bağlamı birlikteyken ayrılan, sonra birleşmek isteyen karı kocadır. Kur’ân dağılan aileyi birleştirmek istiyor, bu yorumcular da aileyi dağıtmak istiyorlar. Hz. Ömer’in deyyusluk kabul ettiği hülleciliğe yol açıyorlar. Vebali boyunlarına...

Yazının devamı...

Umre’ye giden bir okurdan mektup

Okurum Ali Zengin’in umre yapmak üzere gittiği Kabe’den aldığı feyiz ve huzuru belirten mektubunu okurlarımla paylaşmak istedim: Kabe tüm etkileyiciliğiyle tam karşımda duruyor. Binlerce insan tevhidin merkezinde tavaf halinde. Mahşerdeki gibi beyazlar içindeler. Huzura kabul edilmeyi bekliyorlar. Eğer kendisinden memnun olunan kullardan değilsek halimiz nasıl olur diye korkuyorlar. Kabulü umuduyla O’nun evinde, O’na misafiriz. Hep birlikte ağlıyoruz. Gözyaşım Kur’ân’ın meali üzerine damlıyor. Süleyman Ateş’in ilminden, kalbinden, beyninden ve ihlas dolu imanından çıkmış Türkçe Kur’ân okuyorum, Kabe’ye karşı. Her ayet, her kelimeyle bütün varlığım sarsılıyor. Her şeyi sorguluyorum. Pişmanlıklarım yakamı bırakmıyor. Yaşamım boyunca işlediğim her günahı, yaptığım her hatayı, kalbini kırdığım her insanı bir bir hatırlıyorum. Günahkâr her kul gibi korkuyorum. Nasıl pişmanın nasıl hem de... Şimdi hepsi burada olsalardı da Kabe’nin önünde, Allah’ın huzurunda hepsinden özür dileseydim, kırdığım kalplerini onarsaydım diye düşünüyorum. Pişmanlığımı O’na sunup, halimi O’na arz ediyorum. Yardıma benden daha çok kim muhtaç... Kendimi O’nun bağışlamasına terk ediyorum. Yaratılmış her şeyin huzurunda küçüldükçe küçülüyorum. Küçülmekten zevk alıyorum.

Rükû’dan her doğrulduğumda Kabe’yi görüyorum. Orada... Kalbimi doğruyor keskin bir bıçak. Canım yanıyor. İçim eriyor. Hızla doğrulup her rükûdan bir an önce Kabe’yi görmek istiyorum. Bir şey, bir güç tüm varlığımı ele geçirmiş gibi. Teslim olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Kabe beni içine alıyor. Tavaf namazlarını hep Türkçe kılıyorum. “O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tövbeyi kabul edendir.” Bir ve tek olan, eşi ve benzeri bulunmayan, yerlerin, göklerin, arasındakilerin ve benim Rabbim olan Allah’tan durmaksızın mağfiret diliyorum. Kalbimi tertemiz bir imanla doldurmasını istiyorum. Sonra Kur’ân’a sarılıp uyuyorum. Kabe’nin önünde uyku halindeyken ölüp, Kur’ân’nın şahitliğinde cennete gidebilmeyi murat ediyorum. Biliyorum ki bütün evren beni gördü ve yüce yaratıcı beni duydu. Bu duygusallığı, bu uhrevi ortamı yaşamamda katkınız ve üzerimde hakkınız çoktur. Şahit olarak Allah yeter ki, Türkçe Kur’ân ve Türkçe namazda çok şey buldum. Mealinizi iki defa kutsal topraklarda hatim ettim. Bunları bilmeniz hakkınızdır diye düşündüm. Kabe’yle ilk karşılaştığım o müthiş anı anlatmaya ise benim gücüm yetmez. Allah herkese kısmet etsin. Ben umredeydim...

Yazının devamı...

Ağrı mı Cudi mi?

SORU: Kısa bir süre önce bir grup Çinli bilim adamı, Ağrı Dağı’nda Nuh’un gemisinin kalıntılarını bulduklarını ve içine girdiklerini idddia etti. Eğer haber doğru ise Kur’ân’da geminin Cudi Dağı’nda olduğu beyanıyla çelişmez mi? (Göker Önen)

CEVAP: Çinli bilim adamlarının bulduğu kalıntıların Nuh’un gemisinin kalıntıları olduğu nereden belli? Tevrat geminin Ararat dağlarına, Kur’ân-ı Kerîm ise Cudi’ye oturduğunu söylemektedir. Tevrat’ta tufanın 40 gün 40 gece sürdüğü, geminin su yüzünde 150 gün kaldığı belirtilir. Peki, bu 5 ay içinde acaba başka gemiler de başka yerlerden gelip Ağrı Dağı’na oturamaz mı? İnsanlığın ikinci atası olan Hz. Nuh’un yaşama tarihi 4-5 bin yıl ötesiyle sınırlandırılamaz. Kim bilir Nuh’tan bu yana kaç 10 bin yıl geçti. Nuh’un gemisinin bulunduğu hakkındaki spekülasyonların bilimsel olmadığı kanısındayım. “Ağrı mı Cudi mi?” sorununa gelince: Hz. Peygamber döneminde geminin Cudi üzerine oturduğunu söyleyen bazı Tevrat nüshalarının var olduğu anlaşılmaktadır. Aksi takdirde Kur’ân’ın, Cudi üzerine oturduğu hakkındaki ifadesine Medine’de yoğunluklu olan Yahudiler itiraz ederlerdi. Böyle bir itirazdan söz edilmiyor. Yakut el-Hamevi, bu konuda Arapça’ya çevrilen bir Tevrat metnini kaydetmiştir: “... Yağmur suyu yeryüzünde 150 gün kaldı. Gemi, tufanın 7. ayının 17. gününde Cudi’ye oturdu. Nuh’un ömrü 601 yılına varınca 1. ayın 1. gününde su yeryüzünde azalmaya başladı. 2. ayın 27. gününde de yer kurudu. Nuh ve beraberindekiler gemiden çıktılar. Nuh bir mescit ve Allah için kurban yeri yaptı ve kurban takdim etti” (M. Strech İslâm Ansiklopedisi Cudi Dağı maddesi).

Yakut’un vefat tarihi miladi 1229’dur. Demek ki miladi XIII. asra kadar geminin Cudi’ye oturduğunu söyleyen Tevrat nüshası vardı. Cudi Dağı, Şırnak ilinin 32 kilometre kuzeydoğusunda, 2100 metre yükseklikte bir dağdır. İslâm Ansiklopedisi’nin yazdığına göre X. asra kadar birçok Ermeni yazarının ve daha başkalarının eserleri, Ararat’ın tufanla bir münasebeti olmadığını gösterir. Esasen Kitab-ı Mukaddes, geminin Ararat Dağı’na değil Ararat Diyarı’nın dağları üzerine oturduğunu söylemiştir. Yöredeki dağların en yükseği Masik (Masis) olduğundan, geminin oraya oturduğu sanılmıştır. Ancak geminin Masik (Ararat’ın zirvesi) Dağı’na oturmuş olduğu XI. ve XII. asır Ermeni edebiyatında yer almaya başlamıştır. Bundan eski tefsire göre geminin, Cudi yahut Hıristiyan yazarlarına göre Gordyene, (Süryanice Fardu, Ermenice Kordukh) denilen dağlara oturduğu kabul edilirdi. Geminin Cudi (Kardu veya Kordukh) üzerine oturduğu,Tevrat’ın Arami dilindeki tefsirinde (Targumlar) görülmektedir. Eğer Ararat (Asurca Urartu) adı, Van Gölü güneyinde bulunan toprak parçasını içerdiği varsayılırsa Nuh gemisinin, iki geleneksel karaya oturma yeri olan Masik (Büyük Ararat) Dağı ile Cudi Dağı’nın her ikisine de Tevrat’ın yazdığına uygun olarak Ararat adı verilebilir.

Yazının devamı...

Hac seferlerini Diyanet düzenler

Emekli öğretmen ve araştırmacı yazar Orhan Suat, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca düzenlenen hac seferlerinin pahalılığından ve bedellerin euro üzerinden saptanmasından yakınarak özetle şöyle diyor: “Bu sene hacca gitmek için başvuruda bulundum. Ama ücretlerin inanılmaz derecede pahalı olduğunu gördüm. Hac bedelleri tipine göre 2.350-5.500 euro arasında değişiyor. Bu, 4.700-11.000 liraya karşılık geliyor. Devletin resmi organı olan Diyanet İşleri Başkanlığı neden daha düşük olan dolar kuruyla ücret ilan etmiyor? Bunun gerekçesi nedir? Bu paralar nereye, kimlere gidiyor? Siyasi amaçla mı kullanılıyor? ”

CEVAP: Hac seferlerini Diyanet İşleri Başkanlığı düzenler. Bu uygulama 1977 yılında başlamış daha sonra kanunlaştırılıp düzenli ve örgütlü hale getirilmiştir. 1977 yılından önceki özel hac seferlerinde yolcuların nasıl perişan durumda kaldıklarını bilenler bu uygulamanın ne kadar hayırlı olduğunu daha çok takdir ederler. Daha önce hac seferlerin finansı Türkiye Diyanet Vakfı tarafından sağlanır, Diyanet İşleri Başkanlığı personelini temin ederdi. Çıkarılan kanunla Diyanet İşleri Başkanlığı’na buna özgü bütçe ayrıldı. Şimdi hac seferlerinin gelir ve gideri bu özel bütçeye aittir. Başkanlık bu geliri düzenlenecek hac seferleri için harcadığı gibi yine bununla din hizmetlerini desteklemekte, çeşitli ülkelerde camiler yapmakta, din eğitimine katkı sağlamakta, aynı zamanda gelirin bir kısmını da Türkiye Diyanet Vakfı’na vermektedir.

Bu vakfın başkanı, Diyanet İşleri Başkanı olmakla beraber vakıf, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bağımsız bir kuruluştur. Geniş ve çok güzel organize bir kuruluş olan Türkiye Diyanet Vakfı, Bakanlar Kurulu kararıyla vergiden muaftır. Gerek yurt içinde gerek yurt dışında cami, okul ve fakülte binaları yaptırmış, din öğretimine destek olmuştur. Çeşitli dini ve kültürel yayınlar da yapmaktadır. Hali hazırda bir üniversite açma yolundadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın amacı kişileri veya siyasi kuruluşları desteklemek değil, din hizmetlerine katkı sağlamaktır. Elbette bu da parayla olur. Şairin dediği gibi: “Paresiz ancak bu âlemde günah almak olur.” Sağlanan kârın birilerine transfer edilmesi yahut siyasi amaçlara harcanması söz konusu değildir ve olamaz. Ama niçin fiyatlar dolar kuru üzerinden yapılmıyor? Herhalde daha iyi din hizmeti verebilmek için Diyanet bu konuda kârlı olanı tercih ediyor. Takdir onlarındır. Bana kalırsa, hac konusunda kârdan çok, şartlarını haiz olan Müslüman’a farz olan hac görevini vatandaş için en ucuza çıkarmayı yeğlemek gerekir. Eğer başkanlığın bu konuda bir açıklaması varsa sütunumuz kendilerine açıktır.

Yazının devamı...

Mesnevi ve Kur’ân-ı Kerîm

SORU: Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mesnevi’sinin önsözünde kitaba temizlenenlerden başkasının el süremeyeceğini ve kitabın Allah katından indiğini söylüyor. Yine aynı eserinde “Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Allah, doğrusunu daha iyi bilir ya, Allah vahyidir. Sufiler bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir” diyor. Dinimize göre son vahiy kaynağı kitap Kur’ân’dır. Bu durumda Mesnevi nasıl vahiy oluyor? Mevlana benim için her zaman İslâm hümanizminin sembol ismi olmuştur. Ancak bu ifadeler kafamı karıştırdı. Bazılarının söylediği gibi Mevlana gerçekten Anadolu’ya Moğol ajanı olarak gelmiş kötü niyetli biri midir? (Begüm Torunlar)

CEVAP: Hz. Mevlana, Mesnevi’nin önsözünde “Mesnevi’nin, gönüllere şifa olduğunu, hüzünleri giderdiğini, Kur’ân’ı açıkladığını, huyları güzelleştirdiğini, yüce yazıcıların elleriyle yazdıkları o kitaba temizlerden başkasının dokunmasına müsaade etmeyeceklerini; onun, âlemlerin Rabbinden indirildiğini” söyler. Mevlana, bu sözüyle Mesnevi’nin kendi düşüncesiyle değil, ilhamla yazdırıldığını belirtmek istemiştir. Çünkü Mevlana Mesnevi’yi düşüne düşüne, müsveddeler yaparak yazmadı.

İçine doğan düşünceler dilinden aktı. Bu anlamda Mesnevi, hiç şüphesiz vahiydir ama Peygamber’e gelen melek Cebrail vahyi gibi değil, ilham anlamında vahiydir. Çünkü vahiy ilham anlamında da kullanılır. Mesela Taha Suresi’nde yüce Allah’ın Musa’nın annesine, çocuğunu bir sandığa koyup suya atmasını vahyettiği anlatılmaktadır. Elbette Peygamber olmayan Musa’nın annesine, peygamber vahyi değil, ilham gelmiş, kalbine bu düşünce doğurulmuştur. Nahl Suresi’nde Allah’ın, bal arısına vahyettiği de belirtilmektedir. Bal arısına vahiy, ona verilen içgüdüdür. Mevlana’nın sözü, ilham anlamında vahiy olarak doğrudur. Nitekim Molla Cami onu şöyle nitelendirmiştir:

Men çi guyem an vasf-i âli-cenab

Nist peygamber veli dared kitab.

(Ben o yüce zat hakkında ne diyeyim,

peygamber değil ama kitap getirmiştir.)

Mevlana’yı bir Moğol ajanı olarak düşünmek çok büyük bir saygısızlıktır, küstahlıktır. Ağzı olan konuşuyor. Çekinmeden bizi biz yapan büyükleri aşağılıyorlar. Hz. Ebubekir soyundan gelen bir büyük âlime, bir hak adamına, bir aşk şairine, bir büyük filozofa vicdanları titremeden iftira ediyorlar. Eğer Mevlana Moğol ajanı ise ah keşke herkes öyle Moğol ajanı olsa derim.

Yazının devamı...

Yeminin kefaretini vermek gerekir

SORU: İlkokul yıllarımda üniversiteyi bitirene kadar söylemek istemediğim bir konuda bir daha bir şey yapmayacağıma dair yemin etmiştim. Ancak liseden mezun olup üniversiteyi kazanamayınca yapmayacağıma yemin ettiğim şeyi yaptım. Ama ertesi yıl üniversiteyi kazandım. Bu durumda Allah’a olan yeminimi bilerek bozmuş mu oluyorum? Ne yapmalıyım? İnternette hadis-i şerif okurken “Kur’ân okuduğunuz zaman makamla okumaya çalışın. Böyle yapmayan bizden değildir” diye yazıyordu. Arapça bilmediğim için Kur’ân’ı Türkçe olarak okuyordum. Bunu öğrendikten sonra kendimce makamla okumaya çalışıyorum. Yine dini sitelerden birinde, “Kur’ân yanlış makamla okunursa kelimelerin anlamı değişebilir” yazıyordu. Şimdi Kur’ân’ı nasıl okusam diye düşünüyorum. Ne yapmalıyım? (Tuğçe)

CEVAP: Yemininin kefaretini vermeniz gerekiyor. Ya 10 fakiri yedirecek, ya giydirecek veya 3 gün oruç tutacaksın. Okuduğun hadis uydurmadır. Öyle bir şey yok. Kur’ân tam tersini söylüyor. Tertille yani ağır ağır, düşüne düşüne Kur’ân okunmasını emrediyor. Makamda tertil olmaz. Hz. Peygamber’in, makamla Kur’ân okuduğunu sanmıyorum.

O kendisine gelen ayetleri çevresindekilere konuşma şeklinde anlatır ve yazdırırdı.

Sadece diz çökmek değil

SORU: Namaz Allah’ı anmak değildir. Namaz; yüceler yücesi Yaratan’ı selamlamak, yalnız rahman ve rahim olan Allah’a boyun eğmek, tabi olmak ve ona diz çökmektir. (Atilla Engür)

CEVAP: Bu okurum düşüncesinde yanılıyor. Allah anılmasa da diz çökmekle namaz olurmuş. Peki ama “Bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl” (Taha: 14) ayetini ve “Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz kötü ve iğrenç şeylerden men eder. Elbette Allah’ı anmak, en büyüktür. Allah, ne yaptığınızı bilir” (Ankebut: 45) ayeti namazın, Allah’ı anmak için kılındığını vurguluyor.

Özür sahibi için abdest

SORU: Yakın bir dostum abdestini tutmakta zorlanıyor. 4 rekât namazdan sonra abdesti bozuluyor. Tekrar alması gerekiyor. Ben kendisine namaz kılarken abdesti bozulsa bile devam etmesini, ibadetinin kabul olacağını düşündüğümü söyledim. Bu konuda dinimizce uygun olan nedir? (Gökhan Çelik)

CEVAP: O kişi özür sahibidir. Bir vakit için bir abdest alır. O vakit çıkıncaya kadar abdesti devam eder. Abdesti bozulsa da yeniden abdest almasına gerek yoktur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.