Şampiy10
Magazin
Gündem

Devlet bankasına ödenen kredi faizi hakkında...

SORU: Krizin etkisiyle birçok firma kapandı. Bizler de iş yapamaz olduk. Personel giderlerimizi ödemekte zorlandık, KDV ve SSK primlerini yatıramadık. Şu anda 25.000 TL borcum var. İşler az da olsa yürümeye başladı. Ancak maliye “haciz koyacağım” diye tutturdu. Taksit de yapmıyor. Haciz gelirse işimi kaybederim. Ortağım, “Devlet bankadan kredi çekip borçlarımızı ödeyelim” diyor. Ama benim uykularım kaçıyor. Çünkü hayatım boyunca banka-kredi gibi sıkıntılarım olmadı. Ne tavsiye edersiniz? (Yılmaz İnce)

CEVAP: Ben ortağınızın fikrini uygulamanızın çıkar yol olduğunu düşünüyorum. Devlet bankasına vereceğiniz faiz devlete gider. Bu yasal faizin, Kur’ân’ın yasakladığı riba kategorisine girmediği kanaatindeyim. İşiniz tam düzelmeye başlarken tekrar sıkıntıya girmenize, çoluk çocuğunuzu ve işçilerinizi zor duruma sokmanıza gerek yok. İslâm’ın riba (reel faiz) yasağındaki amacı, fukaranın ezilmesini önlemektir. Burada faizi alan devlettir ki, bu paralar sonunda halka dönecek, şahısların kasasına girmeyecektir. Siz almıyorsunuz, veriyorsunuz. Ben bu kanaatteyim. Bu konuda soru soran okurlarıma da hep böyle cevap veriyorum.



Kul, yaratanıyla ahirette başbaşadır

HANIMININ kindarlığından, hacda birlikte tavaf ederken kendi öz kardeşine bile hakkını helal etmemesinden, akrabalarına düşman olduğundan yakınan okurum, “Ahirette de onunla birlikte mi olacağım” diye soruyor. Kendisine cevabım şudur: Kafanızı böyle şeylere takmayın. Haksızlık yapmışsan cezasını çekersin ama bu dünyada, ama ahirette... Allah dilerse kulunu bağışlar. Anlattığına göre kinci ve huysuz kadının dünyada ettiklerini çekmişsin. Ahirette ruhen istemediğin bir kadınla beraber olmazsın. Tabii cennete gidersen. Sen kendine bak. Allah ile barışık olursan ne kadın, ne de herhangi bir yaratık seni ahirette rahatsız etmez. Ahiret bizim sandığımız gibi değildir. Oranın ahvalini ve gerçek yüzünü ne hoca bilir, ne hacı, ne de falcı... Orada kul, yaratanıyla baş başadır. Allah ne dilerse öyle olur. Senin ahiretini huysuz bir kadın belirleyemez.

Yazının devamı...

Emzirme süresi

SORU: Bakara Suresi’nin 233. ayetinde emzirmenin 2 yıl olduğu, Ahkaf Suresi’nin 15. ayetinde ise annenin, çocuğu karnında taşımasından sütten kesmesine kadar 30 ay geçtiği belirtilmektedir. Burada bahsedilen süreler ay takvimi olarak mı belirtilmiştir? Anne karnında geçen sürenin yaklaşık 9 ay olduğunu kabul edersek Ahkaf Suresi’ne göre 21 ay boyunca bebeklerin emzirilmesi, Bakara Suresi’ne göre ise emzirmenin tam olarak yapılması için 2 yıl geçmesi gerektiği belirtilmektedir. Hangi uygulama doğrudur? (Vedat Arda)

CEVAP: Kur’ân’da belirtilen süreler ay takvimine göredir. Çünkü Kur’ân indiği sırada uygulamalar öyleydi. Çocuğun anne karnında taşınması 9 ay da olabilir, 8 ay da... Abdullah ibn Abbas, gebelik süresiyle sütten kesilme süresinin 30 ay olduğunu belirten ayete dayanarak

6 aylık doğan çocuğun yaşayabileceği kanaatine varmıştır. Emzirme süresinin 2 yıl olması bir emir değil, tavsiyedir. İsteyenler 2 yıl emzirirler ama karı koca anlaşırsa 2 yıldan önce de sütten kesebilirler. Ay takvimine göre bebeklerin 2 yıl emzirilmesi bebeğin fiziksel ve ruhsal sağlığı için daha iyidir. Aslında ay takvimine göre 2 yıl, güneş takvimine göre yaklaşık 23 ay eder.



Bir teşekkür mektubu

OKURUM Mustafa Gülmüş şöyle diyor: “Yazılarınızı 4 yıldır takip ediyorum. Meal ve tefsirinizi aldım. Biz gençlere İslâm’ı yalın bir şekilde anlattığınız için size teşekkür ederim. Allah sizden razı olsun. Ne mutlu size ki, böyle eserler bırakıyorsunuz. Sevdiklerime sizin eserlerinizi alıp hediye edeceğim. Lütfen insanları aydınlatmaya devam edin. Çünkü sizin gibi insanlar çok az geliyor. İslâm’a ve insanlığa biraz daha hizmet verip yazın, yorumlayın, durmayın. Sizin gibi bilim ve ilim küpü zatların, bizler için çok yazması gerekiyor. Lütfen daha fazla yazın. Tüm yazılarınızı kitaplaştırın.”

CEVAP: Okuruma çok teşekkür ederim. Elimden geldiği kadar yazıyorum. Allah izin verdiği sürece de yazmaya devam edeceğim. Kendini bilmezlerin saldırısına aldırmadan yazacağım inşallah. Çünkü İslâm’ın hurafelerden arınarak anlatılması Allah’ın bize yüklediği bir görevdir. Allah, kendisine yardım edene yardım eder.



‘Namaz kılmayı emretti’

HIRİSTİYANLIK dininde namaz ibadeti olup olmadığını soran okuruma cevabımdır: Kur’ân’da Hz. İsa’nın çevresine şöyle dediği anlatılmaktadır: “(Rabbim) Beni bulunduğum her yerde yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekât vermeyi emretti” (Meryem: 31). Namazsız din olmaz. Hz. İbrahim de Allah’a şöyle dua etmektedir: “Rabbim, beni ve zürriyetimden bir kısmını namazı kılan yap, Rabbimiz duamı kabul buyur” (İbrahim: 40).

Yazının devamı...

Harama devam etmek, ruhunuza kötülük yapmaktır

* DÜNDEN DEVAM

Allah diledikten sonra affetmeyeceği bir günah yoktur. Yeter ki kul içtenlikle Allah’a yönelsin, eğri yolu bırakıp Hak yola gelsin. Yoksa kimsenin hakkı kimsede kalmaz. Yaptığın kötülükler senden çıkar, çocuklarından çıkar. Çocuklarına haram lokma yedirme. Bu dünyanın ötesi de var. Kul yaptıklarından hesap verecektir. Ama her şeye rağmen günahından dönen kulunu Cenabı Allah bağışlar. Bağışlamak dilerse hakkını çaldığın kimseleri de fazlasıyla ödüllendirip haklarını helal ettirir. Yalnız sen hemen dön, bir zerre bile hak yeme, çalıp çırpma. Artık ne olmuşsa olmuş, eskiyi tamamen unutacak biçimde günahından dön, tövbe et. Bundan sonra lokmana haram karıştırma, namazını kıl, orucunu tut. Allah’a bağlan. Helal kazan, çocuklarına helal lokma yedir. Harama devam etmek, kendi ruhuna kötülük yapmaktır. Kendine acı, Hak yola gir. Allah hepimizi affeylesin.

Bu soru sahibinin durumu bana Peygamberimizin, Allah’ın rahmetinin bolluğunu temsil yoluyla anlattığı şu öyküyü anımsattı: Önceki uluslar içinde 99 kişiyi öldürmüş olan bir cani varmış. Bu adam yaptığına pişman olmuş, gelip bir din adamına, tövbe ettiği takdirde Allah’ın kendisini affedip etmeyeceğini sormuş. Din adamı bu kadar insanın kanına girmiş olan kimsenin affedilmeyeceğini, mutlaka cehenneme gideceğini söylemiş. Adam da “Madem öyle, bari yüze tamamlayayım”deyip ümit vermeyen o din adamını da öldürmüş. Sonra başka birine gitmiş. Ona da aynı soruyu sormuş. O da “Sen bu yerlerde durma. Falan yerde iyi huylu insanlar yaşar. Tövbe et, onların arasına katıl ve kalan ömrünü ibadetle geçir” demiş. Adam bu öğüdü tutmak üzere o salihler kentine doğru giderken yolda ölmüş. Allah’ın rahmet melekleriyle azap melekleri gelmiş. Rahmet melekleri onu cennete götürmek isterken azap melekleri cehenneme götürmek istemiş. Bu yüzden aralarında tartışma çıkmış. Cenabı Hak buyurmuş ki: “Ölçün, öldüğü yer hangi kente yakınsa o melekler alsın.” Ölçmüşler adam, salihler kentine bir adım daha yakınmış. Böylece içtenlikle tövbe etmiş olan o günahkâr insanı, rahmet melekleri alıp cennete götürmüşler. Bu, Allah’ın rahmetinin bolluğunu, içtenlikle kendisine yalvaran kulunu rahmetiyle kucaklayacağını belirten bir temsil öyküsüdür. Kıssalar ibret içindir.

Yazının devamı...

“Yüce Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin”

SORU: 30 yaşında bir erkeğim. 3 çocuğum var. 15 senedir hırsızlık yaparak geçimimi sağlıyorum. Hep bu işleri bir gün bırakacağım diye yaşadım ama maalesef nasip olmadı. Artık böyle yaşamak istemiyorum. Tövbe edip mümin bir insan olmayı arzu ediyorum. Hırsızlık yaptığım yıllar boyunca kul hakkı yemenin ne demek olduğunu bilerek yaşadım. Şimdi tövbe edeceğim ama işin kötü tarafı kiminle helalleşeceğimi de bilmiyorum. Sayısını bilmediğim kadar insanın alın terini, emeğini çaldım. Kendimi çok zorlasam bunların ancak yüzde 3’ünü bulabilirim. Onların da tepkisi ne olur, bunu da kestiremiyorum. Benim kurtuluşum var mı? Varsa ayet veya hadisle açıklarlar mısınız? Bundan sonra nasıl bir yol çizmem lazım? Neler yapmam gerekiyor? Eğer kurtuluşum yoksa ayetlerle veya sahih hadislerle sabitse bunu da bilmek isterim. Ben yine de Allah’tan ümidimi kesmiyorum.

Hz. Yakup’un oğullarına öğüdü

CEVAP: Şimdiye kadar yaptığın çok kötü bir şey. İnsanların alın terini, emeğini, hakkını, hukukunu çalmışsın. Bu büyük bir günah. Ama kulun günahı ne kadar büyük olursa olsun Allah’ın rahmeti ve affı ondan büyüktür. Kul tövbe ettikten sonra kurtuluşu olmayan hiçbir günah yoktur. Cenabı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki: “(Tarafımdan onlara) De ki: Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (Zümer: 53). Hz. Yakup, oğullarına şöyle öğüt veriyor: “Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin, zira kafir kavimden başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez” (Yusuf: 87). “Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da gerçekten büyük bir günah işlemiştir” (Nisa: 48). Peygamberimiz, bir hadislerinde, “Günahtan tövbe eden, günah işlememiş gibi olur” buyurmuş. Bir kudsi hadiste de Peygamberimizin dilinden Cenabı Allah kullarına şöyle ümit vermiştir: “Kul her ne kadar günah işlese de bir gün elini kaldırıp bana dua etse, af dilese ben onun günahını affetmemekten utanırım.”

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Emlağın zekâtı verilen vergidir

SORU: Zekât vermek için senenin hangi zamanlarını tercih etmeliyiz? Zekâtı insanların yararına çalışan vakıf ve derneklere verebilir miyiz? Kredi kartıyla zekât verilebilir mi? Zekât hesaplarken neye dikkat etmeliyiz? Nisap miktarı deniyor. Bu nedir? Ev, araba, altın ve nakit para için zekât ayrı ayrı mı hesaplanıyor?

CEVAP: İhtiyaç fazlası para üzerinden yıl geçince zekâtını vermek gerekir. Yıl ne zaman dolarsa zekât o zaman verilir. Özellikle fakirin en muhtaç olduğu zamanlarda verilse daha iyi olur. Zekâtın farz olması için ihtiyaç fazlası malın belli bir miktara ulaşması gerekir. Bugünkü rayiçle bu miktar en az 3.000 TL ve üzeridir. Bunun kırkta biri yani % 2.5’u zekât olarak verilir. İçinde oturulan eve ve kullanılan arabaya sayısı kaç olursa olsun zekât gerekmez. Ancak ticaret mallarına ve ticari arabalara zekât gerekir. Kiralık evlerin de kendisine değil gelirine zekât düşer. Kira gelirleri, diğer para varlığına katılarak toplam meblağ nisap miktarına ulaştığı takdirde birikimin kırkta biri zekât olarak verilir. Aslında emlağın zekâtı, devlete verilen emlak vergisidir. Vakıf ve derneklere zekât verilmez, bizzat fakire verilmelidir. Eğer vakıf ve dernekler, verdiğiniz zekâtı kesin olarak sizin adınıza yoksul kişilere ulaştıracaklarsa o zaman güvendiğiniz o kuruluşlara, sizin adınıza zekâtınızı ödemeleri kaydıyla zekât verebilirsiniz.




Bilgi yoksunları...


SORU: Bir gün camide abdest almak için hazırlanırken bir bayan, “Benim abdest almamda bir sakınca var mı” dedi. Orada bulunan bir kişi, “Hayır, olmaz. Aşağıda tuvalet var. Orada alabilirsin” diye cevap verdi. Bayan da aşağıya indi. O kişiye bunun sebebini sordum. “Çoraplarını çıkaracak. Biz de onu göreceğiz” dedi. Biz görmezden gelsek bu bayan abdest alabilir miydi? (Murat Saatçi)


CEVAP: Bayanı tersleyen ve abdest için tuvalete gönderen adam bilgi yoksuludur. Kadının yüzü, elleri, İmam-ı Azam’a göre kolları ve ayakları avret değildir. Erkeklerin yanında abdest almasında sakınca yoktur. Ancak saçlarını açmaz, eşarbının üstünden mesh eder. Din böyle kolaydır ama bilgisizler onu zorlaştırma çabası içindedirler. Siz ister görün ister görmeyin, bayan Kur’ân’ın anlattığı biçimde abdestini alırsa yani yüzünü, el-kollarını yıkar, başını ve ayaklarını mesh ederse abdesti geçerlidir. Abdestin birinin görmesiyle veya görmemesiyle ilgisi yoktur. Bunun için Maide Suresi’nin 6’ncı ayetini çarpıtılmamış bir mealden okuyun.

Yazının devamı...

“Ben size Allah’ın kitabını bırakıyorum”

SORU: Sizin Kur’ân mealinizi okuyorum. Kur’ân insanı akla yöneltiyor. Bir ayette “Kur’ân’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku” deniyor. Yani Kur’ân hakkında çok düşünmemizi istiyor ve bu da Kur’ân’ın anlaşılması için indiğini gösteriyor. Fakat insanlarımız genelde Kur’ân’ı değil de hadislerin, rivayetlerin ve hikâyelerin peşinde koşuyor, onlara daha çok itibar ediyor. Kur’ân’ın mealini okurken birçok hadis rivayetlerinin sağlam olmadığını görüyorum. Bir ayette diyor ki: “Kur’ân’dan hesaba çekileceksiniz.” Bu ayet, insanların sadece Kur’ân’dan, Kur’ân’ın buyruklarına uymaktan sorumlu olduklarını gösterir. Allah Kur’ân’a göre yaşamamızı istiyor. Evet, Kur’ân’dan sorumlu olacağız ama Kur’ân’ı okuyan, anlayan ve ibret alan kim? Bu düşüncelerim ve bu ayet hakkında yorumunuz nedir? (Ali Can)

CEVAP: Herhalde siz, şu ayetleri kastediyor olmalısınız: “O (Kur’ân) sana ve kavmine bir zikirdir (uyarı, şan ve şeref) ve yakında (ona uyup uymadığınızdan) sorulacaksınız” (Zuhruf: 44), “Elçi de, ’Ya Rabbi kavmim, bu Kur’ân’ı terk edilmiş bıraktılar’demiştir” (Furkan: 30). Bu ayetlerde insanların Kur’ân’dan sorumlu oldukları, onun buyruklarına uymayanların büyük vebal ve sorumluluk altında kalacakları vurgulanmaktadır. Demek ki insanın uymakla yükümlü olduğu ve uymamaktan ötürü sorumlu tutulacağı kitap Tanrı buyruğu olan Kur’ân’dır. Evet, doğrudur, insanı bağlayan sadece Kur’ân’dır. Zaten Peygamber’in sahabileri sadece Kur’ân’ı bağlayıcı görürlerdi. Onların zamanında bugünkü hadis kitapları yoktu. Birinin duyduğu bir sözü ötekiler bilmezdi. Dört halife döneminde hadis rivayetlerine müsaade edilmezdi. Hz. Ömer, “Peygamber şöyle dedi, böyle dedi”diyenleri dövmüştür. O, sadece Allah’ın kitabı Kur’ân’ı bağlayıcı görürdü. Zaten Peygamberimiz de veda hutbesinde, Ben size Allah’ın kitabını bırakıyorum, ona sarıldığınız sürece sapmazsınız” buyurmuştur. Ama rivayetler bu hadisin içine sızarak ekleme yapmışlar Ehl-i Sünnet dediğimiz grup, “Allah’ın kitabı” söylemine “Benim sünnetim” söylemini de eklemiş, böylece sünnet denilen hadis rivayetlerini Allah’ın kitabına eş hale getirmişlerdir. Şii grubu da geri kalacak değil ya, Peygamber’in sözüne, “Ehl-i beytim” sözünü eklemiş, böylece Ehl-i beyti Kur’ân’ın yanında ikinci kaynak yapmışlardır. Her iki ekleme de Peygamber’e iftiradır. Ama ne diyeceksin, hurafe anlatan rivayetçiler itibar görüyor, baş tacı ediliyor. Niçin bu? Kur’ân dini anlaşılmasın, rivayetçilik, akıl mantık dışılığı devam etsin. Halk Kur’ân’ı düşünmesin, masallarla avunup dursun.

Yazının devamı...

“Az daha onlar baskıyla seni kandıracaktı”

SORU: Televizyondaki programınızda bir ayet söylediniz. Tam olarak manası aklıma gelmiyor ama eğer yanlış anlamadıysam, “Allah, Peygamberimize eğer sen kendinden bir şey söyleseydin yani Allah’ın söylemediği bir şeyi söyleseydin müdahale ederdik” anlamına geliyordu. Acaba bu ayet hangi surede yer alıyor?

CEVAP: Sizin söylediğiniz anlamdaki ayetlerden biri İsra Suresi’ndedir: “Az daha onlar, baskıyla seni, sana vahyettiğimizden ayırarak ondan başkasını üstümüze atman için kandıracaklardı. İşte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, onlara bir parça yanaşacaktın. O takdirde sana hayatın da ölümün de kat kat(azab)ını tattırırdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın” (İsra: 73-75). Bu ayetin, dinde bazı ödünler isteyen müşrikler (putataparlar) hakkında indiği rivayet edilir. Demek ki kafirler Müslüman olmak için Hz. Peygamber’den bazı ödünler istemişlerdi. Peygamber de onları İslâm’a çekebilmek için bu isteklerine karşı yüreğinde biraz eğilim belirmişti. İşte bu ayet, onu ödün vermekten menetmiştir. Çünkü gerçekten ödün verilmez. Hak eğriltilemez. Tevhit inancından asla dönülemez.

Allah tarafından indirildi

Hakka Suresi’nde bundan öteki ayetler de Peygamberimize hitap şeklinde değil, üçüncü tekil şahıs şeklindedir. Peygamber’in kendiliğinden bir söz uydurup Allah’ın üstüne atacak olsa, Allah’ın onun sağ elini felç edeceği vurgulanarak Kur’ân’ın âlemlerin rabbi tarafından indirilmiş olduğu vurgulanır. İşte ayetler: “38- Yoo, yemin ederim gördüklerinize, 39- Ve görmediklerinize,

40- Ki, o (Kur’ân) elbette değerli bir elçinin sözüdür. 41- O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz. 42- Bir kahinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz.

43- Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. 44- Eğer o, (Muhammed), bazı laflar uydurup bize iftira etseydi, 45- Elbette onun sağ(elini veya kuvvet)ini alırdık. 46- Sonra onun can damarını keserdik. 47- Sizden hiç kimse buna engel olamazdı. 48- O (Kur’ân), korunanlar için bir öğüttür” (Hakka: 38-48).

Yazının devamı...

Hz. Osman hakkında iftiralar

SORU: Bir kitapta İmam-ı Azam’ın hayatı anlatılırken Hz. Osman zamanına da değiniliyor ve onun hakkında, “Yahudi mezarlığına defnedilmiş, cenazesi taşlanmış, Hz. Sümeyye’nin oğluna hakaret edip dövmüş, Ebu Süfyan’ın sülalesinden olduğu için İslâm’a hep zarar vermiş” gibi olmayacak şeyler yazılmış. Tabii bunlara inanmak mümkün değil ama bu konuda beni aydınlatmanızı rica edeceğim. (Murat Emeksiz)

CEVAP: Her okuduğun kitap, okunmaya değer değildir. Kitabın yazarı kim? İddialarının kaynağı ne? Hz. Osman, Peygamberimizin iki kızıyla evlenme şerefine ermiş, İslâm uğrunda cihat etmiş bir yüce zattır. Onun Ebu Süfyan’ın sülalesinden geldiği ise cahilliktir. Hz. Osman Ebu Süfyan’ın soyundan olabilir mi? Ama o da Ebu Süfyan gibi Emevi Oğullarındandır. Emevilik kötü bir şey değildir. Hz. Peygamber’in büyük dedesi Haşim’in kardeşinin adı Ümeyye’dir. Haşim’le kardeşi Ümeyye arasında bir ihtilaf çıkmış, bu yüzden Ümeyye, Mekke’yi terk edip Şam’a gitmek zorunda kalmış. Ümeyye soyundan gelenlere Ümeyyeoğulları anlamında Emeviler denmiştir. Emeviler, aslında Hz. Peygamber’in amcazadeleridir. Ne varmış Emevi olmakta? Peygamberimiz Ebu Süfyan’ın kızıyla evliydi. Hz. Peygamber ile Osman’ın soyağacı büyük dedeleri Abd-i Menaf’ta birleşir. Hz. Peygamber, Osman’ı önce kızı Rukayye ile evlendirmiş, Osman zevcesi Rukayye ile birlikte iki kez Habeşistan’a hicret etmiş. Mekke’ye döndükten sonra da Medine’ye hicret etmiştir.

Bedir Savaşı sırasında zevcesi Rukayye ölüm döşeğinde hasta olduğu için Allah’ın Elçisi, zevcesinin yanında bıraktığı Osman’a aynen savaşta bulunan gazi muamelesi yapmıştır. Rukayye’nin ölümü üzerine Peygamber öteki kızı Ümmü Gülsüm’ü de Osman’la evlendirmiş. O da vefat edince “Eğer üçüncü bir kızım olsaydı onu da sana verirdim” demiştir (Usdul-Gabe: 3/376). Eğer Osman, müfterilerin iddia ettikleri gibi kötü biri olsaydı Peygamberimiz onu, ardı ardına iki kızıyla evlendirmezdi. Hz. Osman 49 günlük bir kuşatmadan sonra Kur’ân okurken şehit edilmiş ve daha önce kendisinin, satın alıp Baki Kabristanı’na kattığı bahçeye defnedilmiştir. Defninde Abdullah ibn Zübeyr ile iki karısı hazır bulunmuş, henüz üstü örtülmeden ağlamaya başlayan kızı Ayşe’yi Abdullah “Ağlarsan seni öldürürüm” diye tehdit etmiş, defin işi tamamlandıktan sonra “Şimdi istediğin kadar ağlayabilirsin” demiştir (Usdul-Gabe: 3/383; Mucemul-Buldan: 2/273). Hz. Osman’ın, Yahudi mezarlığına defnedilmiş olması ise yalandır. Üçüncü halife olan Osman zamanında Medine’de Yahudi yoktu ki Yahudi mezarlığı olsun. Onun kabri Baki Kabristanı’ndadır. Öyle önyargıyla ve düşmanca yazılmış paçavralara değer vermeyin.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.