Şampiy10
Magazin
Gündem

Sevgi varsa başarı da vardır

“Ateş odunu nasıl yakarsa haset de insanın güzel eylemlerini, sevaplarını öyle yakar, mahveder.” Yarın referandum var. Şimdiye kadar yasanın ley-hinde ve aleyhinde olanlar, kendi fikirleri doğrultusunda çok propaganda yaptılar. Parti liderleri yaptıkları konuşmalarıyla birbirlerini çok kırdılar, örselediler. Bu tür konuşmalar toplumu da oldukça gerdi. Ama şu anda bayramın içindeyiz. Kardeşlik, barış ve huzur günündeyiz. Lütfen birbirimizin düşüncesine saygı gösterelim. Kırıp dökmeyelim, yakıp yıkmayalım. Bırakalım insanlar özgürce gidip oylarını kullansınlar. Milletin çoğunluğu neye karar verirse ona saygı göstermeli ve razı olmalıyız. Kavga hiç hayır getirmemiştir, getirmez. Ülkemizin birliğe, barışa, huzura ihtiyacı vardır. Gönül kırmak kolay ama yapmak çok zordur. Şair “Kırma insan kalbini yapacak ustası yok” demiş. Hz. Mevlânâ da aşağıdaki dizelerinde gönül yapmanın, binlerce hac etmekten daha makbul olduğunu vurgulamıştır:

Dil bedest aver ki hacc-i ekber-est
Ez hezaran Kabe yek-dil Bihter-est
Kabe bünyad-i Halil-i Azer-est
Dil nazargah-i Celil-i ekber-est

(Gönül yap ki gönül yapmak en büyük hac demektir. Bir gönül binlerce hacdan iyidir. Zira Kabe’yi Hz. İbrahim yapmıştır, sonuçta insan yapısıdır. Oysa gönül her an Allah’ın baktığı yerdir. Gönlü inciten Hakkı incitmiş olur.)

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de aynı konuda şöyle demiş:

Hiç kimseye hor bakma
İncitme gönül yıkma
Sen nefsine yan çıkma
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler.

Harputlu Ömer Hüdayi Hazretleri de şunları öğütlüyor:

Gel etme sırr-ı Hakk’ı faş, dahi kimseye atma taş
Bir gün gidersin dünyadan, işin olur uhrada yaş.

(Allah’ın sırrını yayma ve kimseye de taş atma. Bir gün dünyadan gidersen ahirette işin yaş olur.)

Sakın dünyaya aldanma, bunu sana kalır sanma
Yoktur bakası inanma, ederse ger sen i bir baş.

(Dünya seni başkan yapsa, yüksek mevkilere getirmiş olsa da sen dünyaya aldanma, çünkü hiçbir mevki sana kalıcı değildir.)

Bir kimseyi incitme gel, hiç verme işine halel
Muhtaçlara gel tut bir el anlara daim yedir aş.

(Kimseyi incitme, kimsenin işine engel olma. Yoksullara yardım et, yemek yedir.)

Kimseye kemlik dileme, kibredip ağır söyleme
Düşeni azar eyleme hiçbir gönül yıkma adaş.

(Kimsenin kötülüğünü isteme, böbürlenip ağır, kırıcı laf söyleme. Dar duruma düşenleri azarlayıp incitme, gönül kırma)

Hüdayi gel görme hakir velev ki olsa bir esir
Gerek kebir gerek sağir edna görüp oynatma kaş.

(Hüd ayi tutsak dahi olsa hiç kimseyi hor görme, ister büyük olsun, ister küçük, en aşağı kimseyi dahi küçük görme, kimseye hakaret etme.)

Yüce Allah ülkemizin bütünlüğünü korusun.

Yazının devamı...

Yunus diyor ki

Malunı özge kişi yir sen var anda hisabun vir
Sinün heman bir adım yir gel gör ahir nedür bu fal

(Malını başkaları yer, sen de varıp airette hesabını verirsin. Kabir de sana bir adım kadar yakın. Gel sonunda bu falın ne olduğunu gör.)

Gözin görürken yiyidür eylemegil bunca özür
Bu dünyada hasıl nedür hayreyle bazarı vir al.

(Hayattayken ye, başkalarına yedir. Mal harcamamak için bahane arama. Bu dünyada sana kalacak nedir? Hayır yap da bu pazarda kazançlı çık. Burada hayredersen ahirette karşılığını alırsın. Ancak böylece bu pazarda kazançlı çıkarsın.)

Geçtiğimiz günlerde kardeş Pakistan büyük su baskınlarına, sel felaketlerine maruz kaldı. Binlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarca insan evsiz, barksız, sel sularının arasında, güneşin sıcağında, sinek, sivrisinek gibi haşeratın saldırısı altında, hayvanlarla aynı ortamda yaşamak zorunda kaldı. Sağlığa elverişsiz ortam elbette birçok hastalığa da davetiye çıkarır. Ayrıca iki hafta önce Rize’de su baskını, sel ve heyelan 13 vatandaşımızın hayatına mal oldu, birçok kardeşimiz perişan duruma düştü.
Bu olaylar Allah’ın intikamı değil, yasalara aykırı işler yanında Allah’ın buyruğunu da dinlemeyip düşüncesiz hareket eden insanlardan doğanın intikamı, derelerin öfkesidir. Niçin dere yatağına ev yaparsınız, niçin heyelan bölgesine, çürük zemin üzerine apartmanlar dikersiniz? Ve belediye sorumluları nasıl bu yerlerde yapılaşmaya ruhsat verirler? Kur’ân bize tehlikeden sakınmayı, kendi elimizle kendimizi tehlikeye atmamamızı öğütlemektedir. İşte o yerlerde bina yapanlar da, o binalara ruhsat verenler de, verilmesine göz yumanlar da, o yerlerde gidip oturan veya iş kuranlar da suçludur. Artık olan olmuştur. Şimdi bu felaketlerin etkisini azaltmak, gerek Türkiye’deki gerek Pakistan’daki felaketzedelerin dertlerini paylaşmak, acılarını dindirmeye çalışmak hepimizin boynumuzun borcudur.

Şeyh Sadi:

Beni Adem azay-i yekdigerend
Ki der aferineş zi yek cevherend.

(Ademoğulları birbirinin organlarıdırlar. Çünkü aynı cevherden yaratılmışlardır.)

Sadinin bu beyti, Peygamberimizin şu hadislerinin çevirisi sayılır: “Müminlerin birbirlerine karşı durumları, bir cesedin organlarının durumu gibidir. Bir organ hasta olunca diğer organlar da onun acısını duyar, rahatsız olurlar.” Bir müminin derdi öteki müminleri de rahatsız etmeli yani insanlar acılarını paylaşmalı, başkasının acısından rahatsız olmalıdır. Birbirini seven toplumlara Allah da acır, şefkat ve merhametiyle onları kucaklayıp örter. Buyurmuştur ki: “Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki size rahmet edilsin” (Hucurat: 10). Ve buyurmuştur: “Ve topluca Allah’ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmandınız, (Allah) kalplerinizi uzlaştırdı. O’nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz, (Allah) sizi ondan kurtardı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki, yola gelesiniz” (Al-i İmran: 103).

Yazının devamı...

Bayramınız kutlu olsun

Allah’a binlerce hamdolsun en kutsal, en sevimli günlerimizden birine daha ulaştık. Bugün mübarek Ramazan Bayramını yaşamanın sevinci içindeyiz. Rahmet, bereket, mağfiret cehennemden kurtuluş vesilesi olan Ramazan ayını dün akşam uğurladık. Bugün de oruç, teravih, zikir, tehlil ve tesbihatıyla Ramazan’ın gereklerini yerine getirmenin bahtiyarlığını yaşıyoruz. Bugün bayram namazı için camiye koşanlar, namazdan sonra kucaklaşırlar, mutluluk havuzunda yüzerler ve Allah için yaptıkları ibadetlerinin sevabını almış olarak evlerine dönerler. Dargınlar barışır, küçükler büyüklerin ellerini öper, büyükler de küçükleri okşar, harçlıklarını verir, onları memnun ederler.

Elbette bugünlerde yetimler, yoksullar unutulmaz. Yetimi sevindiren Allah’ı sevindirir. Yoksulu, güçsüzü, buruk gönüllüyü memnun eden insanı Allah da sevindirir. Hastayı, zayıfı, düşkünü sormak, onların sorunlarıyla ilgilenmek, elden gelen yardımı yapmak, yetimleri okşamak, sevindirmek hem yaratanı razı eder hem de gönlümüze huzur ve mutluluk verir. Bu bayramın Arapça adı “id-i fıtr” yani orucu açma bayramıdır. Bir ay boyunca sabahları kahvaltı yapmak yasakken artık bugünden itibaren 11 ay helal zülal afiyetle kahvaltımızı yapıp sabah açlığını gidereceğiz. Ramazan boyunca güneş batınca ancak iftar yaparken artık bu sabahtan itibaren sabahleyin yiyeceğiz. Bugün oruç tutmak caiz değildir, harama yakın mekruhtur. Çünkü bugün Allah’ın kullarına ikram günüdür. Bugün oruç tutmak Tanrı’nın ikramını kabul etmemek anlamına gelir.

Fitre kimlere verilir, kimlere verilmez

Bu bayramın adıyla ilişkili olarak üzerimize gerekli olan bir sadaka vardır. O da dinde “fıtra” denilen bizim “fitre” dediğimiz sadakadır. Ramazan Bayram sabahı hali vakti yerinde olanın kendisi, hanımı ve ergenlik çağına gelmemiş çocukları için fitre vermesi gerekir. Fitre bu yıl en az 7 TL’dir. Biraz eli bol tutup 9-10, imkânı olanların daha yüksek rakamlardan fitre vermeleri elbette daha güzel ve makbuldür. Dinen zengin olmayan yani tüm ihtiyaçlarından fazla olarak nisap denilen belli ölçüde artı malı bulunmayan kimseye fitre ve zekât verilebilir. Usul ve fürua yani kişinin ana babasına, büyük ana babaları ve öz çocuklarına, torunlarına fitre ve zekât verilmez. Bunun dışında kalan yoksul akrabaya verilir. Kardeş, amca, dayı, teyze gibi yakın akraba içinde fakir kimseler varsa fitre ve zekâtı bunlara vermek daha makbuldür.

Bilindiği üzere ne mal kalır, ne mülk, ne para, ne pul... Sağlığımızda Allah için yapacağımız yardımdır asıl bize kalan, ruhumuza sermaye olan. Peygamberimiz, “Senin malın, yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin ve sadaka olarak verdiğindir. Kalan malın senin değil, varislerinin malıdır” buyurmaktadır.

Şairin dediği gibi:

Kimseye baki değildir mülk-ü devlet sim-ü zer
Bir harab olmuş gönül tamirin etmektir hüner.

Yazının devamı...

Yüce Allah'ın evrendeki yasası sürüp gider

SORU: Kur’an-ı Kerim’de, “Allah, ölüden diriyi diriden de ölüyü çıkartır” diyor. Bunun ne anlama geldiğini açıklar mısınız? Bunun belli bir anlamı var mı? Yoksa başka yerlere de çekilebilir mi bu ayet? (Ali Toprak)

CEVAP: Enam Suresi’nin 95’inci ayetinde “Daneyi ve çekirdeği yaran, şüphesiz Allah’tır. (O), ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır. İşte Allah budur. O halde nasıl (yalnız O’na tapmaktan) çevriliyorsunuz?” buyurulmaktadır. Allah’ın, ölüden diri diriden ölü çıkardığı ifadesi Yunus Suresi 31’inci ve Rum suresi 19’uncu ayetlerde de geçmektedir. “Ölüden diri diriden ölü çıkarır” sözünün anlamı şudur: Hayy yani diri, gıda alıp büyüyen canlı varlıktır. Meyyit yani ölü ise bu nitelikte olmayandır. Buna göre çekirdek, tohum, sperm, yumurta ölü durumundadır. Bunlar o halde kaldıkça büyümez, gelişmezler. İşte yüce Allah, kanunlarıyla bu varlıklardan çeşitli bitkileri, hayvanları çıkarır. Tekrar bu canlı varlıklardan da bunların tohumlarını var eder.

Bitkiden tohum tohumdan bitki, yumurtadan tavuk tavuktan yumurta, spermden insan insandan sperm yaratır. İnançsız insandan mümin, mümin insandan da kâfir çıkarır. Allah’ın bu yaratması yani “ölüden diri, diriden ölü çıkarması” sürüp gider. Ölen, toprağa karışan bedenler yere gübre olur, onu besler. Ölülerin ufalanmış, gübreye dönüşmüş bedenleriyle beslenen topraktan ekin ve ağaçlar yetişir. Allah’ın evrendeki bu yasası sürüp gider. Bunlar kendi kendine, bir rastlantı eseri olamaz. İnce bir kanunun, yüce bir kudret sahibinin eseridir. Kanun ve kudret, yüce bir akıl sahibine aittir. Kainatta gözler önünde her zaman yinelenen bu kudret eserlerini görüp dururken insanlar nasıl Allah’ı bırakıp da O’nun ortağı sandıkları uydurma tanrılara taparlar, O’ndan başkasına yalvarırlar?

Dini kendinize işkence haline getirmeyin

SORU: 24 yaşında bayanım. Boy abdesti için “iğne ucu kadar kuru yer kalmayacak” deniliyor. Bu ne kadar doğru? (D. Y.)

CEVAP: “İğne başı kadar bir yer kuru kalırsa gusül olmaz” diye bir şey yok. Önemli olan kişinin niyetidir. Kişi duşun altına girip tertemiz yıkanır. Farkında olmadan ufacık bir yer kuru kalırsa gusül geçerlidir. Farkında olduğu zaman o kuru kalan yeri de yıkar. Böyle düşüncelerle dini kendinize işkence haline getirmeyin. Normal olarak yıkanıp temizlenmeniz yeterlidir. Böyle ayrıntılara takılıp kalmak size manen bir derece kazandırmaz.

Yazının devamı...

Gece namazının kılınma vakti

SORU: Ramazan dolayısıyla sahura kadar oturuyorum. Daha önce yapamadığım, sizin de dediğiniz gibi Kur’ân’da adı geçen gece namazı için uykudan uyanma şartı var mı? Eğer yoksa belli bir saatte mi kılmalıyım? (Faruk Çapanoğlu)

CEVAP: Sünnet olan; yatsıdan sonra uyuyup seher vaktinde uyanmak, namaz kılmak, Kur’ân okumak, dua etmektir. Siz seher vaktine kadar uyumuyorsanız bu da olur ancak sünnet olan bu değildir. Ayrıca Kur’ân’ın “Tetecafa cunusbuhum anilmadacii: Yanları yataklardan uzaklaşır” (Secde: 16) söyleminden müminlerin, gece uykudan uyanıp ibadete kalktıkları anlaşılır. Yani uykudan uyanıp kalkmakta bereket var.

Hz. Ömer de bazı kimselerin yatsının ardından teravih kıldıklarını görünce, “Bu zamanda ibadet etmek, uyumaktan daha iyi değildir” demiş. Böylece teravihin, uyuduktan sonra gece ortasında kalkılıp kılınacak bir teheccüd namazı olduğunu anlatmak istemiştir. Gece namazının vaktine gelince, gece yarısından sonraki zamandır ki buna seher vakti denilir. Saat 01.00’den itibaren şafak atıncaya kadar olan zaman, seher vaktidir. Siz hiç uyumadan seher vaktinde ibadet etmek istiyorsanız bu da güzeldir ama sabah namazını kılmak şartıyla. Gece ibadet et, uyu, sabah namazına kalkma, sonra kuşluk vakti kalk namaz kıl. Bunu böyle âdet edinmek çok yanlıştır. Müslüman, sabah namazında uyumamalıdır. Peygamberimiz şafak vaktinden güneş doğuşu arasındaki zamanda uyanık bulunmayı tavsiye etmiştir.


Kurân, ölü veya hasta kitabı değildir

SORU: Bir tanıdığım koma halindeki bir hastaya okuyup, “ya ölsün ya yaşasın. Istırap çektirme yarabbi” diyor. 41 Yasin okutuyor. Bu hastaya ne durumda olursa olsun, yaşaması için değil de ölmesi için dua etmek doğru mu? Ölünce mi rahat edecek? Bunu nasıl bilebiliriz? 41 Yasin’in bu sebeple okunmasının uygun olup olmadığını merak ediyorum. (Selma Selma)

CEVAP: İnsanlar Kur’ân’ı ölü veya hasta kitabı yaptılar. Vallah böyle bir şey yok. Evet, ölmek üzere olan hastaya Yasin okunur. Bu, onun rahatlamasını sağlar ama ölmesi için değil rahatlaması, huzura kavuşması için. 41 Yasin diye bir uygulamayı yeni duyuyorum. Hastanın ölmesi için dua etmek doğru değildir. Sadece Allah’tan ona sıkıntı çektirmemesi istenir. Böyle dua etmek, hastanın rahatlamasına sebep olabilir.

Belki bu duayla yüce Allah, eğer ölecekse fazla sıkıntı ve azap çektirmeden canını alır. Yahut iyileşecekse acilen iyileştirir. Bu Peygamberimizin de tavsiyesidir. Peygamberimiz, bunalan, ıstırap içinde bulunan kimsenin şöyle dua etmesini öğütlemiştir: “Allahım, yaşamam hayırlı ise beni yaşat, ölmem hayırlı ise beni öldür.”

Yazının devamı...

Mevlânâ diyor ki...

Men bende-i Kur’ânem eğer can darem
Men hak-i reh-i Muhammed Muhtarem
Eger nakl kuned cuz iyn kes ez güftarem
Bizarem ez o, ve zi an suhan bizarem.


(Ben can taşıdıkça Kur’ân’ın kulu, kölesiyim. Ben seçilmiş Muhammed’in yolunun tozu toprağıyım; Şayet biri benden, bundan başka, buna ters bir söz aktarırsa

Ben o kimseden de o sözden de bizarım.)
Ma saye-i Hodayim ve ez nur-i Mustafayim
Dürr-i giran-bahaim ender sadef çekide
Herkes be çeşm-i suret mara koca şinased
Ma nur-i Kibriyaim der ab u kil.


(Biz yüce Tanrı’nın gölgesiyiz ve Mustafa’nın nurunun yankısıyız ; Sedefin içine damlamış çok değerli bir inciyiz; İnsanlar baş gözüyle bizi nasıl görüp tanıyabilir ki? Biz Ulu Tanrı’nın, su ve çamur içinde bulunan ışığıyız.)

Akl kurban kun be piş-i Mustafa
“Hasbiyellah” gu ki Allahumme kefa
Dest-ra ender Ehad-u Ahmed bi-zen
Ey birader, vare ez Bucehl-i ten.


(Akıl Muhammed Mustafa’nın önünde kurban olsun; “Allah bana yeter” de, Allah sana yeter. Kardeşim tek olan Allah’a ve Hz. Ahmed Muhammed Mustafa’ya el ver onlara sıkıca yapış ki ten Ebucehlinin elinden kurtulasın.)

Merhamet kun, hak-i payet ruy-i Monla ruz-u şeb
Ahmed-ü Mahmud Ebul-Kasım Muhammed Mustafa.


(Ey Ebul Kasim Muhammed Mustafa, senin ayağının tozu olan Molla Celaleddin-i Rumi’ye merhamet eyle ona acı, onu yalnız bırakma.)

Ya Habiballah Resul-i hakk-ı yekta tuyi
Ber guzin-i zül-celal, pak-u bihemta tuyi
Nazenin-i Hazret-i Hak sadr-u bedr-i kainat
Nur-i çeşm-i enbiya, çeşm-i cerağ-i ma tuyi.


(Ey Allah sevgilisi, Hakk’ın biricik elçisi sensin
Yüce Tanrı’nın seçkini, tertemiz, eşsiz kul sensin
Yüce Hakk’ın nazlısı, evren ayının başı, Peygamberlerin göz nuru, çıramızın ışığı sensin.)

Ba Muhammed bud aşk-ı pak cuft
Behr-i aşk-ı ura Huda levlak goft
Müntehi der ışk-ı u çun bud ferd
Pes mer ura zi enbiya tahsis kerd.


(Hasılı Muhammed ile tertemiz aşk çift olup
tamamlandığı için Tanrı onun hakkında “Sen olmasaydın bu
felekleri yaratmazdım” dedi. O aşkta tek olduğu hiç kimse aşk hususunda onun payesine yetişemediği için Peygamberler arasında o, aşkın imamı oldu.)

Mevlânâ Celaleddin, Mesnevi ve Rubailer’den

Yazının devamı...

Mevlana Araştırmaları Enstitüsü

Selçuk Üniversitesi Kurumsal İletişim Koordinatörü Uzman Kerem Pulgat’tan aldığım mail, bu üniversiteye bağlı bir Mevlana Entitüsü kurulduğunu bildiriyor: “Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü tarafından başvurusu şubat 2010’da gerçekleştirilen ‘Mevlana Araştırmaları Enstitüsü’ne yönelik Bakanlar Kurulu’ndan onaylanan karar 22 Ağustos 2010 tarihli resmi gazetede yayınlanmıştır. Ülkemiz için önemli bir değer olan büyük mutasavvuf Mevlana’nın insan sevgisini merkez alan mistik felsefesi bundan böyle uluslararası platformlarda akademik anlamda çok daha etkin şekilde anlatılabilecektir. Enstitü bünyesine yüksek lisans ve doktora öğrencileri alınacak, Mevlana hakkında tüm dünyada akademik çalışma yapmak isteyen bilim adamları ve üniversitelerle işbirliği sağlanabilecektir.”

Üniversite Rektörü Prof. Dr. Süleyman Okudan, enstitünün kurulması dolayısıyla yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Bir hayalimizi daha gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Köklü bir devlet üniversitesi bünyesinde, dünya çapında ilgi görecek bir enstitü oluşturmak için düğmeye bastık. Bu alanda ülkemizin ve Konya’nın önemli bir açığını da kapattık. Uluslararası düzeyde bir enstitü olması için gereken bütün altyapıyı en kısa zamanda oluşturacağız.”
Enstitünün önemli hizmetler yapacağı ve Hz. Mevlana’yı gerçek kişiliğiyle insanlığa tanıtacağı kanaatindeyim. Ancak bu tanıtmanın insanı tanrılaştırma kertesine varmamasını ve böyle bir inanca götürmemesini umarım. Çünkü abartılı söylemler, kaş yapayım darken göz çıkarır. Sevginin dindeki yerini anlatmaya çalışırken insanı tanrı mertebesine çıkarma eğilimine götürür. Bu ise hem Mevlana’yı hem de onun o mertebeye ulaşmasını sağlayan yüce dinin kurucusunu incitir. Hz. Peygamber, kendi resmine ve eşyasına saygı gösterilmesini yasaklamıştır. “Beni nasıl isterseniz öyle övünüz ama Hıristiyanların dediği gibi Allah’ın oğlu veya parçası demeyiniz.”

Aşırılık ve abartı tevhit inancına aykırı yanlış yargılar doğmasına neden olur. Hz. Ali şöyle demiş: “Allah’ın Elçisi beni çağırdı: Ali, senin İsa’ya benzer tarafın var. Yahudiler ona buğzedip anasına hakaret ettiler.

Hıristiyanlar da onu çok sevip olmadığı yere çıkardılar(tanrılaştırdılar).” Ali devamla demiş ki: “Beni aşırı sevgiyle olmadığım yere yükselten helak olduğu gibi bana buğzederek hakaret eden de helak olmuştur. İyi bilin ki ben peygamber değilim. Bana vahiy gelmiyor. Ben Allah’ın kitabını ve Peygamberinin sünnetini uygulamaya çalışıyorum. Size Allah’a itaat hakkında emrettiğim şeylere uymanız boynunuzun borcudur. Gerek ben gerek başkası size, Allah’a isyan olan şeyleri emrederse ona itaat edilmez. Çünkü itaat ancak maruf (güzel, helal) şeylerde olur.” (Hakim, Müstedrek: 3/123)

Yazının devamı...

Farz olan 5 vakit namaz adanmaz

SORU: Birkaç ay önce “eğer atanmam olursa namaza başlayacağım” şeklinde adakta bulunmuştum. Atandım ve bir süre namaz kıldım. Çalıştığım için ancak eve geldiğimde bütün namazları kaza yapmam gerekiyordu. Bir süre böyle devam ettim. Şu anda kılamıyorum. Tabii bu durumda da adağımı yerine getiremiyorum. Bu konuda yapabileceğim başka bir şey var mı? (Hatice Altun)

CEVAP: Her gün beş vakit namaz kılmak Allah’ın buyruğudur. Bunu yapmamakla Allah’ın emrini yerine getirmiyorsunuz. Allah’ın emrini yapmamak büyük günahtır. Önce bunu düşünün sonra adağı yerine getirmelisiniz. Şunu da bilmek gerekir ki, zaten farz olan yapmakla yükümlü bulunduğunuz bir ibadet adanmaz. Namaz kılmak boynunuzun borcu. Adak, farz olmayan nafile ibadetlerde olur. Kurban kesmek, sadaka vermek, nafile namaz kılmak, çeşme, okul yaptırmak gibi... Ama farz olan beş vakit namazı kılmak adanmaz. Çünkü bunu adasan da adamasan da kılmak zorundasın. Ek bir ibadet adamıyorsun ki, Allah’ın emrini yapmayı adıyorsun. Böyle adak olmaz.


Bir okurumun itirafı

HOCAM ben kulaktan duyma sözlerle hakkınızda çok konuştum. Ta ki bütün eserlerinizi okumaya karar verdiğim zamana kadar. Okuduktan sonra İslâm ’ın çok zor olmadığını, yüce rabbimizin bizlere fazla yük yüklemediğini anladım. Şimdi yaptığım ibadetlerimden o kadar feyz alıyorum ki, gerçekten burada anlatmam çok zor. Tasavvuf eserinizi okuduktan sonra tarikatın ne olduğunu rabıtanın nasıl yapılacağını, hepsini öğrendim. Lütfen hakkınızı helal edin. Bizim sizden daha öğreneceğimiz çok şey var. (Bahattin Arazsu)

CEVAP: Hakkım helal olsun.
Geçmişe göçüp kalma
Müstakbele hem dalma
Hal ile dahi olma
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler.


En makbul sadaka

SORU: Zekâtımı Pakistan’a yardım kampanyası hesabına yatırabilir miyim? (C. M. T.)

CEVAP: Elbette yatırabilirsin, çok da iyi olur. Orada suların içinde, evini barkını kaybetmiş, aşa ekmeğe muhtaç milyonlarca insan varken biz burada nasıl karnımızı doyurup rahatça yatabiliriz? İnananlar birbirlerinin organları gibidir. Bedende bir organ rahatsız olunca diğerleri de acı çeker. Paylaşalım. En makbul sadaka, zekât gerçekten darlık içinde ne yapacağını bilemeyecek derecede kıvranan insanlara yardım etmektir.


Secde yapmazsınız

SORU: ahatsızlık nedeniyle secdede zorluk çekiyorum. Nasıl namaz kılmalıyım? (Mustafa Erkan)

CEVAP: Madem sağlığınız buna elverişli değil o zaman secde yapmazsınız. Secdeyi rükûdan biraz daha fazla eğilmek suretiyle yere kapanmadan yaparsınız. Belinizi biraz eğmek rükû, biraz daha eğmek secde olur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.