Şampiy10
Magazin
Gündem

Allah, kendisini seveni sever

SORU: Tarikata girmiş bazı arkadaşlarım bana “Ahiretten Mektup ve Kabirden Mektup” diye bir kitap okuttular. Kitabın konusu ölümle başlayıp kıyamet günü sorgulanmaydı. Fakat anlatım tarzı ve içerik oldukça etkileyici ve ürkütücüydü. O kadar etkisinde kaldım ki her an ölümü bekler oldum. Bu durum sonunda panik atak olmama ve şu an tedavi görmeme sebep oldu. İnsan öldükten sonra mezara konulunca ruhunun tekrar o bedene gireceği ve azap çekeceği doğru mu? (Kader Tenekeci)

CEVAP: İnsan öldükten sonra kesinlikle ruh, bedene girmez. Ahiretten de mektup gelmez. Hiç gidenler geri gelmedi. Ahiret ahvalini bize Kur’ân anlatır. Onun söylediklerine inanmamız yeterlidir. Ölümle bedenden ayrılan ruh, dünyada yaptığı işlerin sonuçlarıyla karşılaşır. İyi işler cennet bahçelerine, kötü işler de sahibini rahatsız eden çeşitli azaplara dönüşür. Ama bu azaplar kabirdeki cesede değil, bedenden ayrılan ruhadır. Ruh cesedinin yanında da başka yerlerde de bulunabilir.

Ruhun kabirde bedenin içine girmesi uydurmadır. Bu tür rivayetlerin aslı yoktur. Okuduğunuz o hurafe kitaplara inanmayın. Kendinizi perişan etmeyin. Ahiret ahvalini ancak Allah bilir. Ölenler kabre konduğundan, ölenin ruhuna yapılacak azap kabir azabı olarak anlatılır. Ama her ruha azap olmaz. Azap ancak kötü ruhlara olur. O da sürekli değildir. Allah hiçbir kulunu sürekli azap içinde tutmaz. Siz elinizden geldiğince ibadetlerinizi yapın, kafanızı hurafe kitaplara takmayın. Allah’a bağlanın, O’nu sevin. Allah, kendisini seveni sever, kendisine yöneleni doğru yola iletir.

İntihar büyük günahtır

SORU: Hayatına kendi eliyle son veren inançlı bir insan, süresiz olarak cehenneme mi yoksa cezasını çektikten sonra cennete mi gider?

CEVAP: İntihar eden kimse büyük günah işlemiştir. İnsanın başka bir canı öldürmeye hakkı olmadığı gibi kendi canına son vermeye de hakkı yoktur. Kur’ân, “Kendi canlarınızı öldürmeyiniz” buyurmaktadır. Başka birini öldürmek nasıl günah ise kendi canına kıymak da öyle günahtır ama kişi açıkça inkâr etmedikçe iman dairesinden çıkmaz. İntihar eden büyük günah işlemekle azaba uğrar ama her şey Allah’ın dilemesine bağlıdır. Allah dilerse kulunu affeder. Ama cezalandırsa da hak ettiği kadar cezalandırır. Sonunda yine kulunu affedip cennetine sokar. Hiçbir kul için sonsuzca azap diye bir ceza söz konusu olamaz. Ahiret cezasındaki amaç, kulun ruhunu günah kirlerinden arındırmaktır. Ebedi azapta ilahi hikmet yoktur. Yunus’un sık sık yinelediğim sözünü anımsamakta yarar var:

Hâşâ lillah senden ey Rabbül-enam
Sen temaşa kılasun ben hoş yanam.

(Ya Rabbi ben cayır cayır yanmamı seyretmen senin şanına yakışmaz. Sen merhametlilerin merhametlisi Rabbim, sen hâşâ kulunun cayır cayır yanmasını izlemekten hoşlanmazsın. Bu senin ululuğuna, merhametine yakışmaz.)

Yazının devamı...

Kur’ân’da İsa’nın dünyaya geleceği belirtiliyor mu? (3)

* DÜNDEN DEVAM

Ahir zamanda Hz. İsa’nın ineceğine dair hadisler: Hz. İsa’nın inip Deccal’i öldüreceği, İslâm ümmeti arasında adaletle hükmedeceği hakkında birkaç hadis rivayet edilmiştir. Bunların çoğu Ebu Hüreyre’den nakledilir.
Kur’ân-ı Kerim’de İsa’nın öldüğü açıkça ifade edildiğine göre onun öldüğüne inanmak gerekir. Ancak İsa, öldürülmemiş, çarmıklanmamış, Allah onu Yahudilerin şerlerinden kurtarmıştır. Yahudiler, İsa’ya benzettikleri birini İsa diye çarmıhlamış olabilirler. Hz. İsa da onların gözlerinden kaybolup emin bir yere gitmiş ve orada normal bir şekilde vefat etmiş, ruhu da her peygamberin ruhu gibi göklere yükselmiştir.

İsa’nın ineceğine ve İslâm şeriatını uygulayacağına dair rivayet edilen hadisler eğer doğru ise şöyle tevil edilebilir: Bir peygamberin dini yaşadıkça kendisi manen yaşamaktadır. İsa’nın fikriyatını, Yahudiler öldürememişlerdir. Tersine, onun tebliğleri yayılmış, Yahudiliğe egemen olmuştur. Onun ruhunu temsil eden ümmeti, bir gün ismen olmasa bile manen Hz. Muhammed’in fikriyatını benimseyecek, onları uygulayacaktır. Nitekim 20’nci asrın son yarısında Avrupa’da İslâm’ın sesi yavaş yavaş duyulmaya başlamıştır. Afrika’da İslâmiyet süratle yayılmaktadır. İslâm’ın anlaşılmasına engel olan, onun kimliğini değiştirerek çarpıtarak Avrupa’ya anlatan misyonerler, yeni yetişen yansız bilim adamlarının çabalarıyla bu tutumlarından vazgeçmek zorunda kalmışlardır. Olduğu gibi anlatıldığı takdirde İslâm’ın, Avrupa’da ve dünyanın her tarafında hakim duruma geçeceğinde kuşku yoktur.
Kur’ân-ı Kerim’de Al-i İmran Suresi’nin 55’inci ayetiyle Maide Suresi’nin 117’nci ayetinde İsa’nın vefat ettirildiği açıklanmıştır. Maide Suresi’nin 117’nci ayetinde belirtildiği üzere Hz. İsa, insanları Allah’tan ayrı olarak kendisini ve anasını iki tanrı tanımaya davet etmemiş olduğunu yüce Allah’a söylemiş ve şöyle devam etmiştir: “Ben onların içinde olduğum sürece onları kolladım fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) sen oldun. Sen her şeyi görensin.”
Görülüyor ki ayetlere göre Hz. İsa’nın vefatı kesindir. Bu ayetleri, bir iki kişinin rivayetine dayanarak yorumlamak yerine bu hadisleri tevil etmek daha doğrudur. Eğer bu hadisler, rivayet edildikleri şekilde Hz. Peygamber tarafından söylenmiş ise bunlardan şu mana anlaşılabilir: İsa’nın ruhu yani ümmeti mahvolmadı, daha yaşayacaktır. Fakat kıyametten önce bu ruh yani İsa ümmeti, İslâmiyet’e dönecektir. Tabii bu, hadislerin yüzde yüz Hz. Peygamber tarafından söylenmiş olması durumunda böyledir. Muhammed Abduh da bu konuda şöyle diyor: “Bu tevile göre İsa’nın zamanı, insanların İslâm şeriatının ruhuna bağlanacakları, şekilleri bırakıp içleri ıslah için İslâm şeriatının özüyle amel edecekleri zamandır.”

Yazının devamı...

Kur’ân’da İsa’nın dünyaya geleceği belirtiliyor mu? (2)

* DÜNDEN DEVAM

Allah, tedbir düşünenlerin en hayırlısıdır. Zira O’nun tedbirinin sonucu, daima yaratıkların hayrınadır. İşin iç yüzünü bilmeyenler, O’nun tedbirini bazen şer sanırlar ama şer sandıkları, aslında kendileri için hayırlıdır.”Ayet: 55- “Teveffi”, lugatta esas itibariyle bir işi tam yapmak anlamında ise de sonradan can almak anlamında kullanılmıştır. 55’inci ayette Allah’ın, Hz. İsa’yı vefat ettirdiği yani İsa’nın canını aldığı belirtilmektedir. Gerek bu ayette, gerek Maide Suresi 117’nci ayette Hz. İsa’nın vefat ettiği açıklanmaktadır. Buna karşın bazı tefsirciler, Hıristiyan inancının etkisiyle Hz. İsa’nın ruhu ve cesediyle birlikte göğe çıkarıldığını söylemişlerdir. Bir kısım tefsircilere göre de göğe yükseltilen İsa’nın bedeni değil, ruhudur. Burada, “Seni bana yükselteceğim” hitabıyla kast edilen, Hz. İsa’nın ruhudur. Çünkü ruh, insanın hakikatidir. Ceset, emanet giysi gibidir. Artar, eksilir. Değişmeyen insanın ruhudur.

Manevi derecelere yükseltmiştir

Bu görüş ayetin ruhuna daha uygundur. Zira: 1- Kur’ân-ı Kerim, Allah’ın yasasında değişiklik bulunmadığını vurguluyor. İsa’nın bedeniyle birlikte göğe yükseltilmesi, Allah’ın arzdan çıkan maddelerin tekrar arza dönecekleri hakkındaki kesin yasasına aykırıdır. Madde, madde olarak ve doğasında bir değişiklik olmadan, dış etkenler bulunmadan yukarı kalkmaz. Hiçbir beşere böyle bir şey olmamıştır. 2- Gökle kast edilen maddi gök ise yıldızlardan ibarettir. Yani İsa şu yıldızlardan birine mi çıkarılmıştır? Eğer kast edilen manevi gök ise oraya ceset gitmez, ruh gider. Çünkü orası fiziksel bir mekân değildir. 3- Kur’ân-ı Kerim, İsa’nın göğe yükseltildiğini değil, Allah’a yükseltildiğini söylüyor. Allah’a yükselmek başka şey, göğe yükselmek başka şeydir.

Allah’a yükselmek, O’nun katında yüksek derece kazanmak anlamına gelir. İdris Aleyhisselam hakkında da “Biz onu, yüce bir dereceye yükselttik” (Meryem: 57) buyurulmuştur. Yüce Allah, Hz. İsa’yı saldırganların elinden kurtarmak suretiyle onu manevi derecelere yükseltmiştir. Nitekim “ta kıyamet gününe kadar sana uyanları, inkâr edenlere üstün yapacağım” ayetinden bu mana anlaşılmaktadır. Gerçekten İsa’nın ümmeti, daima onu inkâr eden Yahudilere hakim olagelmiştir. Bu da onun Allah nezdindeki şanının yüceliğini gösterir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kur'ân'da İsa'nın dünyaya geleceği belirtiliyor mu? (1)

SORU: “Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali” adlı eserinizde 3’üncü surenin 54 ve 56’ncı ayetlerinde Hz. İsa’nın, kıyamet günü dünyaya kendisinin ve ruhunun tekrar geleceği belirtilmektedir. Bunu ayrıntılı olarak açıklar mısınız? (Özgür Yıldız)

CEVAP: 52- İsa onlardan inkârı sezince, “Allah yolunda kimler bana yardımcı olacak?” dedi. Havariler “Biz, Allah(yolun)un yardımcılarıyız. Allah’a inandık, şahit ol, biz Müslümanlarız” dediler. 53- “Rabbimiz, senin indirdiğine inandık, elçiye uyduk, bizi şahitlerle beraber yaz.” 54- Tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi çünkü Allah en iyi tuzak kurandır. 55- Allah demişti ki: “Ey İsa, ben senin canını alacağım, seni bana yükselteceğim, seni inkâr edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz bana olacaktır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.” 56-“İnkâr edenlere gelince, onlara dünyada da ahirette de şiddetle azap edeceğim, onların yardımcıları da olmayacaktır” (Al-i İmran: 52-56).

‘Allah tedbir edenlerin en iyisidir’

İşte ayetlere yazdığım meal. Bunların neresinde İsa’nın ahir zamanda dünyaya geleceği yazılıdır? Bunu nereden çıkardınız? Yoksa başka yerlerde okuduğunuzu benim mealim mi sandınız? Bu ayetlerin açıklaması da şöyledir: 54’üncü ayet, onların bu tedbirlerine işaret etmektedir. “Mekr”, bir şeyi yapmayı planlamak, tedbir düşünmek demektir. Genellikle yapılacak kötü şeyler gizli tutulduğundan “mekr”, kötü iş düzenleme, tuzak kurma anlamında kullanılır. Fakat mekr mutlaka kötü tedbir düşünmek demek değildir. İyi tedbir düşünmeye de el-mekrul-hasen (güzel tedbir) denilir. Bu bakımdan “Allah, makirlerin (tedbir edenlerin) en iyisidir” şeklinde nitelendirilmektedir.

İşlenen suç, tuzak kurmaktır

Allah, yapılan suçu, benzeri bir cezayla engeller. Buna edebiyatta müşakele denir. Burada işlenen suç, tuzak kurmadır. Bunun cezası, onu etkisiz bırakacak bir tuzak, yani tedbirdir. Yüce Allah burada diyor ki: “Onlar İsa’yı öldürmek için tedbir düşündüler, tuzak kurdular. Allah da onu kurtarmayı, onların tuzaklarını boşa çıkarmayı düzenledi. Çünkü en güzel tedbir eden, her şeyi yerli yerince en güzel düzenleyen O’dur. (DEVAM EDECEK)

Yazının devamı...

Kurban kesmek, farz değil sünnettir

SORU: Önümüzdeki kurban bayramında, bu yıl ülkemizin içinde bulunduğu canlı ve damızlık hayvan sıkıntısını da hesap ederek kurban kesecek mükelleflerin, kurban bedelini vakıflara değil de ihtiyaç sahiplerine vermeleri dinen uygun olur mu? (Yaşar Güler/Elazığ)

CEVAP: Kurban kesmek farz değil, vacip de değil, sünnettir. Dileyen keser, dileyen kesmez. Yani kurban kesmek mutlaka yapılması gereken bir ibadet değildir. Hali vakti yerinde olan, kurban ibadetini yapar. Yapmayan sorumlu olmaz. Bana göre de hayvanların çok pahalı olduğu şu yılda ayrıca et sıkıntısına maruz kalmamak için kurban kesme yerine parasının fukaraya verilmesi daha uygundur. Bu kurban işinde çok ifrata gidilmektedir. Bunun bu hali almasında yapılan propagandaların etkisi vardır.

Camilerde güya Hz. Peygamber’in, “Kurban kesmeyen bizim camimize gelmesin” gibi bir söz söylediği anlatılıp durur. Bu tür sözler Peygamber’e iftiradır. Peygamberimiz her kurban bayramında kurban kesmedi. Sahabiler içinde de çoğu kesmezdi. Ama bu insanlar Peygamber’in mescidinde namaz kılıyorlardı. Yani Peygamber onları mescidinden kovmadı. Hâşâ Peygamber böyle bir söz söyler mi? Ama rant var ya... Dernekler, vakıflar bundan palazlanacaklar ya... Onun için kurban, namazın da üstüne çıkarıldı, orucun da... Yazıklar olsun bu müfterilere!

Kul kendini yakıyor

SORU: Bir yazınızda, Peygamber efendimizin kızı Zeynep’i korkutarak çocuğunun düşmesine sebep olan Hebbar ibn Esved ve arkadaşını “yakalayarak yakın” diye emrettiğini, sonradan pişman olup yakarak işkence yapmanın sadece Allah’a ait oluğunu, onları “öldürün” diye emir verdiğini yazmıştınız. Her türlü günah ve suçu bağışlamak için kulundan bir işaret bekleyen Allah yakarak işkence yapar mı? (İbrahim Kırömeroğlu)

CEVAP: Allah yakmıyor, kul kendi yaptıklarıyla kendisini yakıyor. Yaptığı kötülükler, kızgınlıklar, öfkeler, günahlar çeşitli cehennem ateşine dönüp yakıyor kulu. Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi: “Cehennem dediğin dal odun yoktur, insan ateşini bile getürür.”

Vitir namazı hakkında

SORU: Yatsı namazı, sabah namazı vaktine kadar kılınabilir mi? Vitir namazında 3’üncü rekâtta neden ellerimizi kaldırıyoruz? (Levent Erüst)

CEVAP: Evet yatsı namazı, şafak atıncaya kadar kılınabilir ama yatsıyı gece yarısından sonraya bırakmak mekruhtur. Vitir tek rekâtlı namazdır. Kunutta Hz. Peygamber elini kaldırıp tekbir aldığı için bu eylem sünnettir.

Yazının devamı...

Saçma sözleri Kur’ân sanmayın

SORU: Son birkaç yıldır kafam çok karıştı. Sürekli dini sorgular hale geldim. Örnek olarak şunu verebilirim: Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe mealini okumaya çalıştım. Bazı bölümlerde bir aileye yönelik ifadeler var. Tüm insanlığa gelmiş olan bir kitapta neden böyle sözler yer alıyor? Ayrıca Peygamber efendimizin vefat anında Cebrail ve Azrail ile konuştuğunu ondan başka kim görmüş ve işitmiş olabilir ki, ilgili yazılarda Peygamberimizin Azrail’e “gel vazifeni yap” dediği söyleniyor. İşte bu ve benzeri şeyleri anlamaya çalışıyorum. Bundan nasıl kurtulabilirim? Bu zayıflık beni rahatsız ediyor. (Güryay)

CEVAP: Kur’ân’da olmayan şeyleri, şunun bunun saçma sözlerini Kur’ân sanıyorsunuz. Ondan sonra Kur’ân’ı sorgulamaya kalkıyorsunuz. İsterseniz inanmayın. Bundan kim zararlı çıkar? Kur’ân’a zarar mı verirsiniz yoksa gönüllerden mi silersiniz? 1.5 milyar içinde birkaç kişi inkâr etse ne olur? Buna karşılık dünyada çok sayıda düşünür, bilim adamı, sağduyu sahibi insan Müslüman oluyor. Bu tür sorgulamaların size hiçbir yararı olmaz, tersine ruhunuzu karartır, bunalıma sokar. Hem bu dünyada huzursuz olursunuz hem de öbür dünyada durumunuz iyi olmaz. Kur’ân’a saygılı olun. İnançsız insan ne kendine hayretmiş ne de toplumuna yararlı olmuştur. Hep karıştırmış, bozgunculuk yapmıştır. Siz düzelticilerden, salihlerden olmaya çalışın. Çıkar yol budur. Huzur İslâm’dadır.

NOT: suleymanates@gazetevatan.com adlı sitemde de yayınladığım bu yazıyı okuyan Güryay’dan şu cevap geldi: “Hocam, cevap verdiğiniz için teşekkür ederim. Bu konuyu başkasından değil sizden öğrenmek istedim. Cevabınız herşeyi özetliyor. En azından benden emin olabilirsiniz. Artık bu tarz şeylere takılmadan yüce dinimizi en iyi şekilde özümseyip ona uygun davranmaya çalışacağım. Saygılarımla...”


Kötü vakit olmaz

SORU: Kur’ân’da bazı saatlerde namaz kılınmaması söyleniyor. Çevremdeki insanların çoğu Kur’ân’da böyle bir yasağın varlığından bile habersiz. Ben de bu saatleri (özellikle gün doğarken) oturduğum yer itibariyle tam olarak kestiremediğimden bazen kıldığım namazın geçerliliğinden kuşkuya düşüyorum. (Volkan Önen)
CEVAP : Siz namazınızı kılın. O tür sözlere bakmayın. Kur’ân’da bazı saatlerde namazın kılınmayacağına dair bir ayet yok. Mekruh yani kötü vakit de yok. Kul her an Allah’ı düşünmeli, hiçbir an O’ndan gaflet etmemeli. Namaz zikirlerin en güzelidir. Kur’ân bize gece gündüz, sabah akşam her zaman, her an Allah’ı düşünmemizi, O’ndan gafil olmamamızı emrediyor. O’nu anmanın yasaklandığı vakit olur mu? O tür sözler şunun bunun kafasından çıkmış görüşlerdir. Namazın geçerli olup olmadığını insanlar değil, Allah takdir eder.


Yazının devamı...

'Örtünmeyle ilgili emir, tavsiye niteliğinde mi?'

SORU: Kadının başını örtmesinin üniversitelerde ve devlet dairelerinde serbest bırakılmasından yanayım. Ancak İslâm’ın kesin tesettür kuralı uygulanırsa, ileride başını örtmek istemeyen bayanlara serbestlik hakkı tanınmayacaktır diye düşünüyorum. Yaşar Nuri Öztürk’e göre Arapça’da iki türlü emir kipi vardır: “Yaptırım emir kipi ve tavsiye emir kipi. Örtünmeyle ilgili emir, tavsiye niteliğindedir.” Bu görüşe katılıyor musunuz? (Ertan Günay)

CEVAP: Sayın Yaşar Nuri Öztürk’ün Nur Suresi 31’inci ayetteki “inanmış kadınlara söyle, baş örtülerini yaka yırtmaçlarının üstüne koysunlar” emrinin tavsiye niteliğinde bir emir olduğu görüşüne katılmıyorum. Gerçi Kur’ân’da gereklik değil ibaha (serbestlik) ifade eden bazı emir kipleri vardır. Mesela Maide Suresi 2’nci ayette “İhramdan çıkınca avlanınız” emri serbestlik belirtir. İhram durumunda haram olan avlanma fiili, ihramdan sonra serbest bırakılmıştır. Yine Cuma Suresi 10’uncu ayetteki “namaz bitince yeryüzüne dağılın” emri de serbestlik belirtir. Çünkü namazdan sonra mutlaka camiden çıkmak şart değildir. İsteyen çıkar, isteyen camide kalıp Kur’ân okur, ibadet eder. Ama cuma namazından sonra artık cemaatin camide kalması gerekli değildir. Kur’ân’da benzeri emir kipleri çoktur. Emrin gereklik mi, serbestlik mi ifade ettiği bağlamdan anlaşılır. Ama Nur Suresi 31’inci ayetin bağlamı böyle bir yoruma müsaade etmez.

Baş örtüsünün temel nedeni daha önce inmiş bulunan Ahzab Suresi’nde belirtilmiştir. O da kadının tanınıp sataşılmaktan, tecavüzden korunmasıdır. Zira Kur’ân’ın indiği Hicaz Bölgesi’nde örtünme, hür kadınların simgesiydi. Cariyelerin örtünmesine müsaade edilmezdi. Kur’ân, “hür kadınlar örtünmeli ki, bilmeyenler onları cariye sanıp sataşmasınlar, ardına düşmesinler” diyor. Demek ki aslında bu emrin amacı dini değil, toplum düzenini korumaktır. Eğer baş örtüsü takmama, hürlük cariyelik ayrımını çağrıştırmıyorsa ve bu durum kadına sataşılma nedeni olmaktan çıkmışsa ille baş örtüsü takması gerekmez. Elbette takmak daha uygundur.

Baş örtüsü İslâm dünyasının büyük çoğunluğunda İslâm’ın gereği olarak algılanmaktadır. Bunu takmaya alışmış olan kız veya kadının bu inancına saygı göstermek ve ona özgürlük tanımak gerekir. Ona o serbestlik verilirse başını açanlar örtmeye zorlanır diye bir şey olamaz. Çünkü dinde zorlama yoktur. Kimse namaz kılmaya, oruç tutmaya zorlanamaz. Ramazan’da bu kadar açıkça oruç yiyen var, onlara müdahale eden oldu mu? Bırakın diğer namazları, haftalık cuma namazında namaza gitmeyen milyonlarca insan var. Bunlar camiye gitmeye zorlanıyor mu? Oruç ve namaz, baş örtüsünden çok daha önemli emirler, vecibelerdir. Onlarda zorlama olmadığına göre baş örtüsünde asla zorlama olmaz. Böyle bir şey düşünülemez. Herkes özgürdür. İsteyen istediği gibi giyinebilir. Korku, niyet okuma düşüncelerinden kurtulmamız gerekir. İleri demokrasiler korku üzerine kurulu değildir.

Yazının devamı...

Ezanın ardından yapılan duaya bile şirk sokulmuş

SORU: Bir yazar, ezandan sonra okunan vesile duasının anlamını şöyle açıkladı: “Ey şu mükemmel ezanın ve kılınmak için hazırlığı yapılan namazın Rabbi olan Allahım, Peygamber’e vesile makamını ve fazileti ver. Ona söz verdiğin ahiretteki övülmüş makamı nasip et ki bana şefaatı mümkün olsun. Çünkü sen sözünden caymazsın.” Bunun sünnet olması ne kadar doğru? Çünkü peygamberimizin “Ona söz verdiğin ahiretteki övülmüş makamı nasip et ki, bana şefaati mümkün olsun” dediğinden şüphe ediyorum. Peygamberimizin böyle bir şey söylemesi mümkün mü? (Emrah Gedik)

CEVAP: Böyle bir hadis var ama “verdiğin ahiretteki övülmüş makamı nasip et ki, bana şefaati mümkün olsun” cümlesi sokuşturmadır. Cabir’den rivayet edilen hadisin aslı şöyledir: “Allahım, ey bu tam çağrının ve başlamakta olan namazın Rabbi. Muhammed’e vesiyle yüksek derece ver. Ve onu, kendisine söz verdiğin güzel makama ulaştır.” Burada ne şefaatten söz edilir, ne ahiretteki övülmüş makamdan, ne de “nasip et ki bana şefaati mümkün olsun sözünden. Bunlar hep katmadır. Kaldı ki bunu Peygamber’in söylemesi de mümkün değildir. Peygamber kendisinden üçüncü şahıs olarak söz eder mi? Ayrıca kendi kendisine mi şefaat edecek? Çünkü “ona makamı mahmudu ver ki bana şefaati mümkün olsun” şeklindeki sözü Peygamber’in söylemesi yakışık alır mı? O halde bu söz Peygamber sözü değildir. Böyle söylemek de sünnet olamaz. Çünkü Peygamber söylememiştir. Ama ne diyeceksin? Dine neler sokuldu neler. Tevhit çağrısı olan ezanın ardından yapılan duaya da ustaca şirk söylemi sokulmuştur.


KPSS’de kopya çekenler binlerce kişinin hakkını çaldı

SORU: KPSS sınavında kopya çektilerse dinen nasıl bir günah işlemişlerdir? (Halil Balkış)

CEVAP: KPSS sınavında kopya çeken son derece adi bir hırsızlık yapmıştır. Yalnız bir kişinin değil, binlerce kişinin hakkını çalmıştır. Ayrıca hırsızlıkla elde edeceği mevkide çalışmak kendisine haramdır. Aldığı para da haramdır. Kopya çekmek zaten günahtır ama bu tür kamunun yararını ilgilendiren sınavlarda kopya çeken sadece devleti aldatmıyor, sınav yapanları aldatmıyor, milleti aldatıyor, tüysüz yetimin hakkını gasp ediyor. Böyle insanlar cezasız kalmamalıdır. Sınavın iptali yine bir sürü vatandaşın mağduriyetine sebep olacaktır. Çünkü insanlar belki ileride yapılacak sınavda aynı başarıyı gösteremeyebilir. Sahtekârlığın her türlüsü toplumun içinde yayılıyor. Bunları önleyecek tek etken Allah korkusudur. Onu da gönüllerden sildiğimize göre işte sonuç!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.