Şampiy10
Magazin
Gündem

Kur’ân’da abdest

SORU: Değerli hocam, ben Kur’ân çevirilerini karşılaştırdığımda sizin mealinizde “Ayaklar mesh edilir” deniyor, çoğu mealde ise “Topuğunuza kadar ayaklarınızı yıkayın” ifadesi yer alıyor. Benim anlamadığım Maide Suresinde yüzler ve dirseklere kadar eller yıkanacağı çok açıkken, yani mesh olayı yokken, neden ayak kısmında farklı tercümeler oluyor. Arap dili o kadar zengin midir ki? Ben sizin meali daha doğru buluyorum. Yalnız “yıkayın” diyenler neye göre yıkayın diyor? Yıkama ve mesh aynı ayette ayrı ayrı belirtilmişken bu kadar büyük tercüme farkı nasıl ortaya çıkar? (Halime Engin)

CEVAP: O mealleri yapanlar önyargılarla şartlanmış kimselerdir. Çoğu da zaten hiç Arapça bilmez. Şuradan buradan araklamadır. Bir kere âyette topuk kelimesi geçmiyor ki. “Topuklara kadar” densin. Ka’b ayaktaki aşık kemiğidir, topuk değil. Meal yapmaya soyunanlar, önceki meallerde topuk geçtiği için topuk diye tutturmuşlar.
Kim ne derse desin. Taberî, Kasimî gibi büyük müfessirler âyette ayakların mesih organı olduğunu söylüyorlar. Sözgelimi de bunu gerektirir. Bakın kardeşim su bulunmadığı takdirde âyette temiz toprağa meshedilmesi emrediliyor. Yıkama organı olan yüz ve el-kolların meshedilmesi emrediliyor. Ama mesih organları olan baş ile ayaklar mesihten düşüyor. Onlara teyemmümde meshedin denmiyor. Eğer ayaklar yıkama organı olsaydı teyemmüm durumunda onların da meshedilmesi emredilirdi. Daha bunun gibi pek çok delil vardır. “Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri” adlı eserime bakarsınız delilleri öğrenmek istiyorsanız. Ötekiler hep çarpıtmadır, vallahi billahi çarpıtmadır.


Hatim kampanyası

SORU: Hocam, bizim camide hatim kampanyası başladı. Kim ne kadar cüz okumak istiyorsa hocaya bildirmesi gerekiyor. Bu hatim kampanyası bana pek doğru gelmiyor. Bunların amacı insanı Kur’an öğrenmeye teşvik mi? Yoksa gerçekten ne kadar çok hatim edersek o kadar çok sevap bağışlarız diyor hocamız. Bu ne kadar doğru? Hatim kampanyası diye bir şey olur mu? (Ali Can)

CEVAP: İşte dini böyle ölülere hatim okumaya eylemine dönüştürdüler. Peygamberimiz döneminde hatim okuma diye bir şey yoktu. O dönemde Kur’ân, ölülere bağışlanmaz, emirleri uygulanırdı. Ama sonra Kur’ân ölü kitabı haline getirildi. Ne kadar çok hatim yaparlarsa o kadar çok sevap bağışlarlarmış. Demek ki her hatimden kim bilir kaç kilo sevap alıyorlar? Bunlar din değil, gelenektir. Hatim kampanyası bid’attir, böyle şeyleri çıkarmak sevap değil, tersine kötü bir şeydir. Çünkü Hz. Peygamber, sonradan çıkan şeylerin (bid’atlerin) dinden sapma olduğunu buyurmuştur.

Yazının devamı...

Şer ve sabır-2

(DÜNDEN DEVAM)

Bu dünya, bir sınav dünyasıdır. Cenâbı Hak, çeşitli olaylarla insanları denemekte, ruhlarını böylece pişirip olgunlaştırmaktadır. Gerçi her şeyi yaratan Allah’tır. Ama bazı işlerin yaratılmasında insanın iradesinin yani seçiminin etkisi vardır. İnsan iyiliği isterse Allah iyiliği yaratır, kötülüğü isterse Allah kötülüğü yaratır.

Fakat insan, kötülüğü istediği için sorumlu olur.
Bütün olaylar, Allah tarafındandır, hepsi Allah’tandır.

Fakat insan iradesine bağlı işlerin vukuunda insanın arzusunun, çabasının veya kusurunun etkisi vardır. Bundan dolayı bazı kötü işler, insanın kendinden, kendi arzusundan, aczinden veya kusurundandır. İnsan bilerek veya bilmeyerek bir şeyin olmasını ister, çok arzu eder. Fakat işin içyüzüne vakıf olmadığı için istediği şeyin, kendi hakkında gerçekten hayırlı olup olmadığını bilemez. İnsanın istediğini Allah yaratır. Ama bazen insanın çok arzu ettiği şey, kendisi hakkında kötü sonuçlar doğurur. Bunun sebebi insanın kendisidir. Çünkü kendisi onu arzu etmiştir. İşte Cenabı Allah, bu gerçeği anlatmak için 79’ncu âyette: “Başına gelen iyilik Allah’ın lütfundandır, başına gelen kötülük de kendindendir, kendi hatân, günahın yüzündendir.” buyurmuştur.

Şu dünyada sürekli sınavdan geçirilmekte olan insan, yaptığı günahlardan ötürü dünyada da cezalandırılır. Nitekim yüce Allah: ‘’Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, işlediklerinizin) birçoğunu da affeder.’’ “İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) yüzünden karada ve denizde fesat çıktı. Belki dönerler diye, (Allah, böylece) onlara, yaptıklarının bir kısmını tattırıyor.’’ buyurmuştur.

Bu âyetler de gösteriyor ki insanların başlarına gelen birçok olay yaptıkları hatâların, günahların bir cezasıdır. Ama Allah, insanların kusurlarından birçoğunu affetmektedir.

Dünyada birçok iş vardır ki başlangıçta insanın zoruna gider ama sonu, kendisi için hayırlı olur. Kulun başına gelen sıkıntılardan birçoğu da onun aleyhine değil, lehinedir. Ya dünyada, ya da âhirette. Birçok zahmet ve meşakkat, sonunda sevinç doğurur. Nitekim müslümanların, başlangıçta çektikleri sıkıntılar, sonunda zaferler, bolluklar, bereketler doğurmuştur. Onlar dünyanın en ileri ve müreffeh toplumu olmuşlardır. “İnsan çektiği sıkıntı kadar yücelir” demişler.

Yazının devamı...

Şer ve sabır-1

SORU: Hocam, Kur’ân’da başınıza bir şer gelirse bu kendi ellerinizin ürünüdür deniliyor. Hayrı da şerri de yaratan Allah’tır. Biz hayra yönelirsek hayır, şerre yönelirsek şer işlemiş oluyoruz. Birisi sevap diğeri günah. İşin sınav kısmı nerede o zaman? Oysa bir âyette Allah bizi canlarımızla, mallarımızla sınayacağını buyuruyor (Bakara: 155)... (Mert Özer)

CEVAP: Kur’ân âyetlerini bağlamından koparıp manalandırmak sizi doğru sonuca ulaştırmaz. Âyetler bağlamı içinde değerlendirilmelidir. Münafıkların davranışını sergileyen Nisâ 77’nci âyet: kimseye dokunmayıp sadece namaz kılmaları, zekât vermeleri emredilen kimselere, savaş emredilince, bunlardan bir grubun, korkup savaşın ertelenmesi için Allah’a yalvardıkları, kınama üslûbuyla anlatılmakta ve âhiret hayatının, kısa süren dünya hayatından hayırlı olduğu vurgulanmaktadır.
“Nerede olsanız, sağlam kaleler içinde de bulunsanız yine ölüm sizi bulur. Onlara bir iyilik erişirse: ‘Bu, Allâh tarafındandır’ derler. Onlara bir kötülük erişirse: ‘Bu, senin yüzündendir’ derler. De ki: ‘Hepsi Allâh tarafındandır’. Bu topluma ne oluyor ki hemen hiç söz anlamıyorlar? Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana gelen her kötülük de kendi(günâhın yüzü)ndendir. Seni insanlara elçi gönderdik. (Buna) şâhid olarak Allâh yeter.” (Nisa: 78-79)

Önceki âyetlerde, münafıkların savaş karşısındaki durumu canlandırılmıştı. Bu âyetlerde de onların ve etki alanlarındaki bazı zayıf yürekli Müslümanların tutumu anlatılmaktadır. Nitekim Muhammed Sûresinin 20’nci âyetinde de yüreklerinde kuşku olanların korkaklıklarına işaret edilmekte: “Hükmü açık bir sure indirilip de onda savaştan söz edilince, yüreklerinde hastalık olanların, sana, ölümden bayılıp düşen kimsenin baktığı gibi baktıklarını görürsün” denilmektedir.

78’nci âyet, savaştan kaçmakla ölümden kurtulmanın mümkün olmadığını, va’desi yeten kimsenin nerede olsa öleceğini belirtmektedir. Savaşa giden, eceli gelmedikçe ölmez. Savaştan kaçan da eceli gelmişse ölümden kurtulamaz. İnsan güçlendirilmiş beton binalara, demirden yapılmış, kurşunla kaynatılmış köşklere de konsa yine ölüm onu orada yakalar.
Yüreklerinde kuşku hastalığı bulunan kimseler, bol rızık, bereket, zafer gibi sevindirici bir şey elde ettiklerinde bunu Allah’tan bilmişler, eğer başlarına kıtlık, yenilgi veya benzeri bir üzücü olay gelmişse bunu Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın yüzünden bilmişler: “Bu senin tedbirsizliğin, uğursuzluğun yüzünden; dinimizden ayrılıp senin yoluna uyduğumuzdan ötürü başımıza geldi!” demişlerdi. Oysa iyi kötü her şeyi yaratan Allah’tır. Bunlar, düşüncesizliklerinden, söz anlamamalarından dolayı böyle konuşmaktadırlar.

DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

İslâm Tarihi ile ilgili güvenilir eser hangisi?

SORU: Hocam yanlış yönlendirilmemek için çok fazla insana gidemiyorum.. Size sormamın sebebi ise sizin de benim gibi hurafeleri bir kenara bırakıp güzel dinimizi Kur’an kaynaklı yaşıyor olduğunuzu fark etmemdir... Konuyu fazla uzatmadan rica etsem bana İslam tarihi ile ilgili (kronolojik de olabilir) Hz. Muhammed sonrası olayların nasıl geliştiği, sahabiler, halifelik geçişleri, Hz Ali, Ebu Hanife, Emeviler ve Emevi halifeleri ile ilgili, kısacası İslam’ın günümüze gelişini anlatan bir kaynak önerebilir misiniz? (Veysel Gökhan Aycan)

CEVAP: Hz. Muhammed dönemi için en güvenilir kitap, Kur’ân’a dayalı olarak yazdığım “Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Hz. Muhammed”dir. İbn Hişam’ın Sîretu’n-Nebî’si, İbn Sa’d’ın Tabakat’ı temel kaynaklardandır. Daha sonraki dönemler için çok kitap var. Kaynak olarak Taberî’nin “Milletler ve Hükümdarlar Tarihi” var. Fuzulî’nin Hadikatu’s-Suadâ’sı, daha çok Kerbalâ olayını konu alır.

Ravdatu’l-Ahbâr adlı Osmanlıca bir kitap da mevcuttur ki vaktiyle okumuştum. İbn Esîr’in el-Kâmil Fî’t-Tarih adlı eseri, İslâm tarihi açısından önemli bir kaynaktır. Osmanlı Tarihi için Taşköprüzâde Ahmed Mustafa’nın Şekâik-i Nu’maniyyesi ve bunun zeyli önemli bir kaynak olduğu gibi Osmanlı Siyasi tarihi için Naima tarihi temel kaynaktır. Corci Zeydan’ın İslâm tarihi, Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiyâ adlı kitabı da önemlidir. Âsım Köksal’ın İslâm Tarihi var ama bu eserde pek çok hurafe ayıklanmadan mevcuttur. Ama doğrusunu isterseniz ben bu kaynak eserlerin Arapça orijinallerini gördüm. Bunların bir kısmı Türkçeye çevrilmiş olsa da henüz büyük kısmı Arapçadır. Siz eğer tarih üzerinde uzmanlaşmak istiyorsanız İslâm Ansiklopedisinin “Tarih” maddesine bakınız. Orada konu ile ilgili temel kaynaklar verilir.


Anne baba hakları

SORU: Dinimizde anne baba hakları çok önemli biliyorum, ancak annemin bunu kötüye kullandığını düşünüyorum. Bazen, istemediğim bir şeyi yaptırmak için “hakkımı helal etmem sana!” diyerek beni tehdit ediyor; çok zor durumda kalıyorum. Ne yapmalıyım?

CEVAP: Benden istediğin ne? Annene karşı gel diyecek halim yok. Eğer annen tehdit ettiği konuda haklı ise onun isteğine uy. Ama kesinlikle haksızsa, ille onun haksız isteklerini yapmak zorunda değilsin. Yine de onu kırmamaya çalış. Hiçbir anne de çocuğunun kötülüğünü istemez. Sen de anne olacaksın veya belki annesin. Ona göre düşün.


Yazının devamı...

Ca’feri eşimden ayrılayım mı?

SORU: Hocam, ben yaklaşık 6 sene önce evlenip Avrupa’ya yerleştim. Eşimin Ca’feri mezhebinden olduğunu biliyordum ama aramızda bu kadar uçurum olduğunu bilmiyordum. Şimdi bir kızımız var ama iş mezhepçiliğe dayandığında aramızda huzursuzluk çıkıyor. Eşim kızımı alıp kendi tabi olduğu camiye gidiyor; ben de hayır, bizim camiye gidecek diyorum ve buna benzer dini konularda aramızda sorun çıkıyor haliyle. Ailesiyle de başta anlaştık birçok konuda ama yine de olmuyor, dinletemiyorum hocam. Ayrılıp tekrar Türkiye’ye dönmek istiyorum ama ortada bir çocuk var. Hocam bana bir yol gösterirseniz sevinirim, sizden başka güveneceğim kimse de yok.

CEVAP: Kızım eşinizin Ca’feri olması önemli değil. Ca’ferîler de dinin emirlerine uyan Müslümanlardır. Mezhep, Müslümanları bölme noktasına vardırılmamalı. Herkes inancında özgürdür. Onlar Ali ve evlâdının günahsızlığına inanırlar. Varsın öyle inansınlar, biz de zaten Ali ve evlâdını severiz ama Peygamber dışında kimseyi masum kabul etmeyiz. Onların öyle inanması kendilerini dinden çıkarmaz. Onlar da camilerinde namaz kılıyorlar, bizim gibi. Yalnız öğle-ikindiyi ve akşam-yatsıyı birleştirirler. Peygamberimiz böyle de uygulamıştır. Ama Kur’ân’a inanırlar ve Kur’ân’ın hükümlerine bağlıdırlar.

Sizin çocuğunuz da var. Bu, tali derecede kalan düşünce ayrılığından ötürü sakın yuvanı bozma. Çocuğuna acı. O, çocuğunu kendi camiine götürüyorsa götürsün. Aslında çocuk babaya tabidir. Babanın mezhebine bağlanması doğaldır. Ama siz de annesiniz, siz de çocuğu kendi camiinize götürün. Çocuk ikisini de görsün. Ne olur, ikisi de Allah’a ibadet ediyor. Bu yüzden yuva yıkılmaz. Sakın yuvanı bozma. Çocuğunu babasız bırakma. Hoşgörülü ol. Önemli olan o insanın kendi mezhebince de olsa camiye gitmesi, dindar olmasıdır. Ya dine inanmayan birisi olsaydı daha mı iyi olurdu ? Adı Sünnî ama nice dinsiz var nice din düşmanı var, Sünnî adı altında.

İşin özü Allah’a bağlılıktır, Peygamber’i sevmek ve onun yolunda gitmektir. İşte gerçek Müslüman Peygamber yolunda gidendir. Sana mutluluklar dilerim.

Yazının devamı...

Hileli boşanma

SORU: Saygıdeğer hocam, resmen evli olan bir adam kanser hastalığı çekiyor, bu yüzden de beyin ameliyatı oldu. Çalışamadığı için evini de geçindiremiyor. İki çocuğu var. Kirada oturmakta. Hayır sahipleri ara sıra sigortasını yatırıyor. Resmi nikâhından ayrılırsa hanımına babasından maaş takdir edilecek. Kâğıt üzerinde boşanmış gözükecekler ama yine beraber yaşayacaklar. 3 talak esasına göre ve diyanetin de fetvasına göre resmi ayrılışlarda bir talak giderse ve resmi evlilik biterse bunlar tekrar resmi evlilik yapmadan dini nikâh esasına göre beraber yaşayabilirler mi? Kişi bu maaşı, haram olacağı korkusuyla almaktan çekiniyor. Bu konuda bilgi verirseniz çok memnun oluruz. (Ahmet Tombul)

CEVAP: Talak ve Bakara Surelerinin açıklamasına göre boşama ancak gönülden kararla üç ayda ve iki şahidin huzurunda tamamlanır. Hâkimin sadece kâğıttan resmi kaydı silme kararıyla boşama tamamlanmaz. Yalnız taraflardan biri, meselâ kadın mahkemeye vermiş de mahkeme boşama kararı almışsa o zaman talak geçerlidir. Artık kocanın, kadın üzerinde bir tasarrufu kalmaz. Ama karı koca evliliklerini sürdürme kararında oldukları halde sırf kadının, babasının maaşını alması için bu yola başvurmuşlarsa dini nikâh bağı tam kopmaz ama alınan maaş haramdır. Çünkü yasaya aykırıdır. Yasa ancak kocası ölmüş veya boşanmış kadınlar için bu hakkı tanımıştır. Oysa kocası var, ama maaş almak için hileli boşanma yapmışlar. Bu, devleti aldatmadır, fakir fukaranın hakkını çalmadır. Yasanın tanımadığı bir hakkı hileli yollarla almak caiz değildir. İslâm’da doğruluk dürüstlük esastır.


Hz. Ayşe’nin yaşı

SORU: Sayın Hocam, Hz. Ayşe’nin Hz. Fatma ile yaşıt olduğunun kaynağı nedir? Hz. Ayşe’den rivayet edilen hadislerde peygamberimizle nişanlandığı dönemde “biz bahçede oynuyorduk...” diye başlayan bölümler var. Yanlış mı biliyorum? (Tahsin Mert)

CEVAP: Usdulğabeye, Temyizussahabeye bak. O tür rivayetlerin amacı Ayşe’yi çocukluğundan itibaren Peygamber’in yanında büyümüş göstermektir. Tabii bunda Ayşe’nin kendine övünme payı da rol oynamıştır. Ama bu rivayetleri bilimsel olarak değerlendirmek, gerçekleri görmek gerekir. Her rivayet doğru mu? Neticede rivayet? Yani söylenti.

Yazının devamı...

Nazarın Kur’ân’da yeri var mı?

SORU: Sayın Hocam, rahmetli babam, “Dini bilenden öğrenmeye çalış ama bildiğini zannedenle tartışma” derdi. Bir konuda bilgilendirirseniz sevinirim. Geçenlerde, ikisi 4 ve 6 yaşlarında çocuk olan 4 kişilik bir grup halinde, bir eve yemeğe davet edildik. Birimiz, “yorgunum, çok ani davet..” gibi bahanelerle hep beraber gitmemizi istemedi ama beni de kıramadığı için ısrar edemedi. Meğer nazardan korkarmış. Hazreti Yusuf ve dokuz kardeşi, 10 kapılı bir şehre girecekleri sırada, nazar değmesin diye, Hazreti
Allah tarafından, şehre her birinin ayrı kapılardan
girmesi emrolunmuş. Ben inanamadığımı söyleyince de bunun Kur’ân-ı Kerim’de yazıldığını ifade etti. Kitabımızda böyle bir âyet var mıdır? Varsa hangi surede kaçıncı âyettir?
(Doç. DDr. Utkku Ünsal))

CEVAP: Sözü edilen âyet Yusuf Suresindedir. Şöyle:

“67- Ve dedi ki: “Oğullarım, (Mısır’a) bir kapıdan
girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm, yalnız Allah’ındır. (O size ne takdir etmişse muhakkak olacaktır.) Ben O’na tevekkül ettim, tevekkül edenler de O’na tevekkül etsinler!”

68- Babalarının emrettiği yerden (Mısır’a)girdiler; (gerçi) bu, Allah’tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı. Ama sadece Yakub, içindeki bir dileği söylemişti. O, kendisine öğrettiğimizden ötürü bilgi sahibi idi (bundan dolayı ‘Allah’ın takdirinden hiçbir şeyi sizden savamam’
demişti). Fakat insanların çoğu bilmezler.”

Yusuf Suresi: 67-68’nci âyetlerde Hz. Yakub, oğullarına, Mısır kentine aynı kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girmelerini öğütlediği; Yakub’un oğullarının da babalarının dediği biçimde Mısır’a girdikleri anlatılmaktadır. Hz. Yakub’un, oğullarına ayrı ayrı kapılardan girmelerini emretmesi iki şekilde açıklanır:

1. Yakub, yakışıklı, genç oğullarının, hep birlikte
aynı kapıdan girdikleri takdirde onlara göz değeceğinden korkmuş, onun için ayrı ayrı kapılardan girmelerini istemiştir.

2. İkinci görüşe göre halk, sayılarının çokluğunu
ve güzelliklerini, güçlü yapılarını görüp kıskanmasınlar
diye Hz. Yakub, oğullarına ayrı ayrı kapılardan girmelerini emretmiştir. Halk bunları kıskanır, büyük kral da onları böyle topluca görürse kendisine karşı isyan çıkarmalarından
kuşkulanabilir diye düşünmüştür. Oğullarını böyle kuşkulardan uzak tutmak için ayrı kapılardan girmelerini istemiştir. Bunun nazar değmesiyle bir ilgisi yoktur.

Yazının devamı...

Evcil köpeğin korunması

SORU: Sayın hocam, gazetede “Hayvanlar dünyanın süsüdür” diye yazmışsınız, gerçekten çok doğru. Kızımın Kanada’dan getirdiği bir köpeğim var. Bu köpek hiç dışarıda büyümedi, bırakılmadı. Yani sokak yaşantısını bilmiyor. Ben bu köpeği nasıl dışarı koyabilirim, nasıl kıyarım? Ve ben namazımı kılan biriyim ve namaz kılarken hep arkamda durur, hiç kıpırdamaz, önümden geçmez ne zaman namazım biter, evin içinde dolanır. Benim dünyalar iyisi eşim 3 sene önce vefat etti. Bu güzel köpeğim beni tekrar yaşama döndürdü. Sayın hocam ben günah da işlemek istemiyorum ama köpeğimden de vazgeçemem, ben merhametsizlik yapamam. Sadece evdeki köpeğime değil ben bulunduğum muhitte elimden geldiğince kedi köpek, her akşam yemek veririm, bakarım onlara. Benim bu hareketim günahsa Allah beni affetsin. (Nergis Balaban)

CEVAP: Size köpeğini dışarı at, aç bırak diyen kim? Madem o hayvancağız öyle büyümüş. Sana zararı yoksa seni hayata bağlamışsa ona bakmak sevaptır. Şuna buna saldırmıyorsa evde köpeğin zararı olmaz. Köpeğe karşı olumsuz tutum, kuduz aşısının olmadığı zamanlarda kuduz olan köpeklerin çevreye kuduz aşılaması, bir de eğitimsiz köpeklerin sokaktaki insanlara saldırıp onları korkutmasıdır. Siz eğitimli köpeğinize bakın. İbadetinizi de yapın. Hayvana bakmak günah değil, sevaptır.

Talakla ilgili bir soru

SORU: Hocam sizin yazılarınızda okuduğum kadarıyla talak, Kur’ân’a ve sünnete uymazsa geçersizdir. İddet mutlaka beklenmelidir. İddetin tam olarak ne olduğunu anlamak istiyorum. Hocam Kur’ân’a ve sünnete uygun talak iki şahit huzurunda ve temizlik dönemin içinde henüz cinsellik yaşanmadan yapılan talak mıdır? Kızgınlık anında ve hata ile yapılan talak geçersiz midir?

CEVAP: İddet boşanan veya kocası ölen kadının tekrar evlenebilmek için beklemesi gereken süredir. Bu süre üç temizlik süresi yani üç aydır. Hamile kadının iddeti bebeğini doğuruncaya kadardır. Kocası ölmüş kadının iddeti de 4 ay 10 gündür. Ama kadın hamile ise çocuğunu doğurması gerekir. Daha önce evlenemez. Kızgınlık anında talak geçerli değildir. Çünkü Peygamberimiz: “Kızgınlıkla boşamak ve köle âzadetmek olmaz” buyurmuştur.

Hatâ ile boşama da olmaz. Çünkü talak gibi önemli bir şeyde kesin karar gerekir. Zaten bu işin üç ay gibi uzun bir süreye yayılması, bir hata veya kızgınlıkla yapılmış ise düzeltilmesi, telafisi içindir. Din oyuncak mıdır? Kesin niyet olmadan talak da olmaz, evlenme de olmaz. Çünkü eylemler niyetlere göre değerlendirilir.



Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.