Şampiy10
Magazin
Gündem

Din ve vicdan özgürlüğü (1)

SORU: Okuduğum bir yazıda Müslümanların savaşlarının saldırı değil, savunma amaçlı olduğu belirtiliyordu. Bu doğru mu? Kur’ân açısından savaşın nedenleri ne olabilir? Peygamberimizin, zamanında yaşayan toplumlara mektup göndererek onları İslâm’a davet ettiğini biliyoruz. Bu mektupların amacı “ya bana uyarsınız Müslüman olursunuz ya da sizinle savaşırız” demek midir? Peygamberimiz bu toplumlarla savaşmış mıdır? Müslüman bir devlet, çevresindeki Müslüman olmayan devletlerle saldırı, zulüm, haksızlık gibi bir neden olmadan savaşabilir mi? Orada yaşayan insanları Müslüman hakimiyetine almak, bir savaş nedeni olabilir mi? “Fetih”, Müslüman olmayan bir toplumu İslam hâkimiyetine sokmak için yapılan savaş mıdır? “Fetih” ile “işgal” arasındaki temel fark nedir? (Gökhan Lokman)

CEVAP: İslâm’da durup dururken hiç kimseye saldırılmamıştır. Zaten Bakara Suresi 190’ıncı ayette, “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın fakat haksız yere saldırmayın çünkü Allah, saldırganları sevmez” buyurulmaktadır. Demek ki ancak saldırganlara karşı savaşılır. Saldırı kuşkusu ve tehlikesi olmayan, kendi halinde insanlarla barış içinde yaşamak Kur’ân’ın emridir.

Çünkü Kur’ân’a göre “Barış daha iyidir.” Hz. Peygamber’in yaptığı savaşların temel nedenleri araştırılırsa amacın savunma, İslâm toplumunu güvence altına alma olduğu anlaşılır. Peygamberimiz, müşrik olan bazı Arap kabilelerine mektuplar yazmıştır. Ama İran ve Bizans imparatorlarını İslâm’a davet ettiği aksi takdirde güvence içinde olmayacaklarını ima yollu tehditkâr mektup yazdığı hakkındaki rivayet kanıttan yoksundur. Çünkü Hz. Peygamber’in temel misyonu, kendi kavmi olan Arapları tevhide çağırmak, şirki ortadan kaldırmaktı.

Kitap ehlinden istenen, yeni Tanrı Elçisi’ne ve onunla sunulan mesaja köstek değil, destek olmalarıdır. Evrensel mesaj getirmiş olan Hz. Muhammed, davetini Arabistan’ın her yanına yaymak üzere bölgenin belli başlı prenslerine, yöneticilerine mektuplar yazarak onları İslâm’a çağırdığı, Bizans İmparatoru Herakleious’a şu mektubu gönderdiği rivayet edilir: “Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. Allah’ın Eçisi Muhammed’den, Rumların büyüğü Herakle’ye. Hidayete uyanlara selam. Bundan sonra ben seni İslâm’a davet ediyorum. Müslüman ol ki, selamete eresin (Eslim teslem). Allah sana iki kat ödül verir. Eğer kabul etmezsen halkının vebali senin boynunadır.” Kur’ân-ı Kerim’in açık söylemiyle Hz. Muhammed’in, her şeyden önce ilahi bir kitaptan yoksun olan Arap toplumuna gönderildiği ve Allah’ın, her ulusa kendi diliyle konuşan elçi göndereceği, bir Tanrı yasası olarak belirtildiği (İbrahim Suresi: 4) için Hz. Peygamber’in, Arapça bilmeyen, özellikle Hıristiyanlığın temsilcisi ve savunucusu olan Bizans İmparatoru’na böyle tehditkâr söylem taşıyan bir mektup göndermiş olduğu kanısında değilim. (DEVAM EDECEK...)

Yazının devamı...

Almanya’da din dersleri...

Almanya’da çeşitli üniversitelerde “İslâm İlahiyat Bölümü” açma girişimleri ciddi bir aşamaya geldi. Frankfurt Üniversitesi’ne bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da desteğiyle İlahiyat Fakültesi statüsünde bir fakülte, 5 yıl önce öğrencilerine kapılarını açtı. Önceleri “İslâmiyat” adı altında faaliyetini sürdürürken bu yıl Frankfurt Üniversitesi’ne bağlı İlahiyat Fakültesi’ne dönüştürüldü. Bu fakülte henüz oturma aşamasındayken Almanya’nın çeşitli üniversitelerinde ilahiyat fakülteleri açma girişimleri ortaya çıktı. Alt yapı oluşturulmadan böyle fakültelerin açılma girişimi, Müslümanlar arasında kuşku uyandırıyor. Bu konuda Frankfurt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocası talebem Prof. Dr. Abdullah Takım‘ın gönderdiği e-mektubu okurlarımla paylaşmak istiyorum: “Günden güne değişen renkli bir atmosferin içine giriyor Almanya. Bir taraftan ırkçı ve saldırgan söylemler, diğer taraftan 50 yıldan bu yana ihmal ettiği halk tabakalarını bir kaç yılda entegre etme çabaları... Nihayet Müslüman nüfusun dini ihtiyaçlarına cevap vermek zorunluluğu gündemi şenlendirdi.
‘Almanya’da din dersleri’ konusunda henüz bir çözüme ulaşılabilmiş değil. Bununla ilgili ne müfredat ne öğretmen ne de yetkili kuruluş konusunda bir gelişme yok. Almanya Bilim Kurulu (bunlardaki yetki Türkiye’deki YÖK’de bile yok), ülkenin her eyaletinde ‘İslâm İlahiyat Fakülteleri’ açılması için start verdi. Fakültede verilecek ana dersler ve müfredat programlarına kadar her şeyi kendince belirlemiş. Eyaletler bu iş için bütçe ayıracak ve her eyalette bir üniversiteye fakülte izni verilecek. Fakat oldu bittiye getiriliyor. Almanya’da İslâm İlahiyatı sahasında ders verebilecek kaç hoca var? Hoca olmadığına göre bu dersleri gayrimüslim hocalar oryantalistler, İslâm bilimcileri, din bilimcileri verecek.

Tarihte benzeri görülmemiş bir şey. İmam Muhammed Hasan Şeybani öğrenci olarak buraya başvursa, hocası Hugo Grotius olacak! Ya da İmam-ı Gazali, Fatiha dersini Katolik Kilisesi’nin direği Thomas Aquinas’tan almak durumunda kalacak! Bunları söylerken Hıristiyan ilahiyat üstatlarını kınıyor değilim, elbette ilim olarak hepsinden istifade edilebilir. Fakat İslâm dini, 1400 yıldan bu yana dinini kendi hocalarından öğrenir. Hiçbir Müslüman âlimin bir Hıristiyana ‘papazlık sertifikası’ vermesi mümkün olmadığı gibi hiçbir Müslüman da ‘hocalık, imamlık icazetini’ gayrimüslim ulemadan almaz.

Olayın ne kadar önemli olduğunu anlatamıyoruz. Müslümanlar bizim bu acizliğimiz sebebiyle perdeli bir gaflet uykusunda uyuyorlar! Frankfurt’ta İslâm İlahiyatı verebilecek bir kavurmalık hoca var. Bunlar Müslüman ve Türkiye ilahiyat geleneğinden geliyorlar. Frankfurt Kürsüsü İlahiyat Fakültesi olabilmek için Hessen Eyaleti’ne başvurdu. Duyumlarımıza göre eyalet, Frankfurt gibi 5 yıldan bu yana ilahiyat dersleri veren bir gelenek dururken fakülte kurma yetkisini Marburg-Giessen Üniversitesi’ne vermek istiyor. Fakülte açmak iyi niyetli bir girişim fakat şu Marburg-Giessen meselesi iyi niyet ihtimalinin köküne kibrit suyu döküyor. Duyduk duymadık demeyin!”

Yazının devamı...

Tarihi geri getiremezsiniz

SORU: Her gün yazılarınızı takip etmeye çalışıyorum. Tarihi çok seven ve değişik kaynakları okumaya özen gösteren biriyim. Bazen bizler de tarafsız davranma konusunda hatalar yapıyoruz. Sizin “Endülüs’e ağıt” makalenizde olduğu gibi... Bu konuda şunu söylemek istiyorum: “Sizin ne işiniz var elin ülkesinde. Kalkmış Arap Yarımadası’ndan İspanya’ya gidiyor, binlerce yıl burada yaşamış halkın toprağını işgal edip töresi, dini ve inançları farklı olan insanların yaşadığı yerlerde kendi sisteminizi, düzeninizi, göreneklerinizi ve dininizi yaymaya çalışıyorsunuz.” Belli ki Endülüslüler bir zorlama getirmemişler ancak siz de bir kez düşünün hele, her gün 5 kez ezan sesi dinlediğiniz güzelim ülkemizi Hıristiyan bir ulus işgal ediyor ve çan sesleri duymaya başlıyorsunuz. Bunu kabul edebilir misiniz? O gelen ulus, iyi davransa bile siz onlarla mücadele etmeyecek misiniz? Tabii ki evet. Aynen Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi onlarla bu çan seslerinden kurtulmak için gerekirse savaş da edeceğiz.

“Tarafsız olmak gerekiyor”

Bunun aksi düşünülemez. Siz de bunu böyle kabul edersiniz. Eleştirmek anlamında değil ama aynı şey İstanbul’un fethi için de geçerli. Bugünkü dünyada yapılan vahşete göre 500-600 yıl önce yapılanlar (şüphesiz hiçbir zaman makul kabul edilemez) çok vahim olmasa gerek. Siz de biliyorsunuz ki her ülkede yaşayan insanların yabancılara karşı mücadele ve savaş vermesi gayet doğal değil mi? Yavuz Sultan Selim niçin Mısır’a gitti? Kaldı ki orası da Müslüman bir ülkeydi. Üstelik yöneticiler de Türk kökenliydiler.

İstanbul’dan kalkıyorsun Mısır’a kadar gidip Müslüman bir ülkeyle savaşıp orayı işgal ediyorsun. Niçin? Tabii ki çok daha derin nedenleri var ama bunlara girmek istemiyorum. Benim söylemek istediğim, bütün bu tarihi olaylarda tarafsız olmak gerekir ve bu şekilde değerlendirmek lazımdır. (Tufan Yüruç)

CEVAP: Dünya kimsenin değildir sevgili dostum, Allah’ındır. Müslümanlar İspanya’yı Müslüman yapmak için oraya gitmedi. Öyle olsaydı 800 yıl içinde bütün yarımadayı Müslüman yapabilirlerdi. Siz tarihi geri getiremezsiniz. O zamanın şartları öyleydi. Her din, inançlarını yaymak için önündeki engelleri aşmayı aşılar. Ama baskı yok. Allah bu toprakları dilediğine vermiştir. Çok el değiştirmiş bu topraklar. Madem tarihe meraklısınız bunu bilirsiniz. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama ben, “Selçuklu, Osmanlı atalarımız iyi ki bize Anadolu’yu kazandırmışlar, iyi ki İstanbul’u Türk şehri yapmışlar” diyorum.

Yazının devamı...

Bir emeklinin endişeleri...

YILLARDIR VATAN gazetesi okuyorum, yazılarınızı beğeniyorum. Emekli öğretmenim. Görev yaptığım okullarda din derslerine de girdim. Benim okuttuğum öğrencilere, “hangi dersi daha çok seviyorsun” diye sorduklarında aldıkları cevap “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” olmuştur. Dinde sevgi, yardımlaşma ve hoşgörü vardır. Allah ile kul arasına kimse giremez. Sevabı da günahı da kendisinedir. Şimdilerde komşulara saygı yok, gelip gitme yok, selamlaşma yok, fakirlere yardım yok, öğrencilere burs veren yok. Zenginler öğrenci okutmuyor. Öğrendiğime göre çocukların çoğu bu gidişle okulu bırakacak. Çünkü harç bile yatıramayanlar var. Bir memur 30 yılda biriktirdiğiyle bir daire alamıyor. Alanlar da bankaya borçlanıyor. Devlet, sosyal devletliğini yapsın. Çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alsın. Böyle devam ederse para belli bir kesimin elinde toplanır. Sizden ricam, dini açıdan ve sosyal devlet anlayışı açısından bu konulara da zaman zaman yer vermenizdir. “Sosyal yardımlaşma” ve “sosyal devlet” derslerinden sınıfta kaldığımızı bilmeyenyok. Başarılı öğrencilerimin parasızlık yüzünden geri gelecekleri kaygısı beni çok üzüyor. Bu konuda endişelerimi dile getirdim. Sizin bunlarla ilgileneceğinizden şüphem yok. (Fahrettin Yıldırım)

CEVAP: Teşekkür ederim hocam. Fırsat buldukça işaret ettiğiniz konulara temas edeceğim.


“Eserlerinizi nasıl temin edebilirim?”

VATAN gazetesinde çıkan yazılarınızı her gün okuyor ve saklanması gerekenleri de dosyalıyorum. Çünkü verdiğiniz bilgilerle dinimizi daha iyi anlıyorum. VATAN’da çıkan yazılarınızı kitap halinde yayınlayacak mısınız? Kitaplarınızı , bazı Kur’ân kurslarının ve ilköğretim okullarının kütüphanelerine ve dostlarıma hediye etmek istiyorum. Kitaplarınızı temin etmem için gerekli bilgileri verir misiniz? 76 yaşındayım. Vakit namazlarımı evde veya camide iskemle üzerinde kılabiliyorum. Sabah ve akşam namazlarını sünnetleriyle diğer namazların ise farzlarını kılıyorum. Sabah namazında abdest alıyorum. Diğer vakit namazlarında ayaklarımı terlik üzerinden mesh ediyorum. Abdestim geçerli oluyor mu? (İbrahim Atak)

CEVAP: VATAN’da çıkan yazılarımı genişleterek kitap halinde yayınladım. “Kur’ân Işığında Soru Cevaplarla İslâm” adlı 6 ciltlik bu kitaplarımı şu adresten temin edebilirsiniz:
Yeniufuklar Neşriyat Nuhkuyusu Cad.
No: 267 Bağlarbaşı/Üsküdar/İstanbul
Tel: 0216 492 66 13 Faks: 0216 492 66 12
İnternet adresi: www.yeniufuklarnesriyat.com
Namazdaki uygulamanız tamamiyle doğrudur. Allah kabul buyursun. Ancak ayaklarınızı ya çıplak ya da çorap üzerine mesh etmeniz sünnete uygundur. Terlik üzerine mesh edilmez. Çünkü namazda terliği çıkarırsanız abdestiniz gider.

Yazının devamı...

Önyargılı ve tahammülsüz bir okura cevabım

SORU: “Zorunlu olmadan kürtaj yaptırmak caiz değildir” başlıklı yazınızda “Benim kanaatime göre siz evlenmeye kararlıysanız hemen resmi nikâhı kıyın. Bu arada bir imam veya bilen birini çağırın. İki şahit bulun. Onların huzurunda birbirinizi eş olarak kabul ettiğinizi söyleyin.

Böylece herkes sizin en azından dinen nikâhlı olduğunuzu bilir” cümlelerinizi hayretle okudum. Yazdıklarınızın Türk Medeni Kanunu’nda yeri var mıdır? Söylediklerinizi mi yoksa Medeni Kanunu mu esas almalıyız? (Umuralp Yalçınkaya)

CEVAP: Bana dinin hükmü, zinanın durumu soruluyor. Gayrimeşru çocuk sahibi olmuşlar. Bebek henüz 20 günlük. Kadının karnı büyüdüğünde nasıl suçlanacağını herkes bilir. Bunlara bir an önce resmi nikâhlarını ve dini nikâhlarını kıydırmalarını söyledim. Suçlanmamaları için dinin hükmünü açıkladım. Sizin bilgiye tahammülünüz yoksa ben ne yapabilirim? Zina etsinler, bu suç değil. Gayrimeşru çocuk da edinsinler, bu da önemli değil. Kürtaj yaptırmalarında da sizce bir sakınca yok herhalde.

Ama sakın dini nikâh kıymasınlar, bu suç! O size göre suç. Ama insanların özel davranışlarına nasıl engel olabilirsiniz? Siz gidin doğuya bakın. Birçok erkek, yıllarca dini nikâhla yaşıyor, çocukları oluyor. Daha sonra götürüp kayıt yaptırırken resmen evliliği tescil ediliyor.

Dini nikâh imamın duasından ibarettir. Hatta bu dua şart değildir. Kadınla erkek iki tanığın yanında “biz evlendik” derlerse dinen evli sayılırlar. Yani ilişkileri böylece zina olmaktan çıkar. Ama resmi kayıt olmadığından birbirlerine karşı kanuni hak ve sorumluluk taşımazlar.
Özetle kardeşim, ben dini soruya din boyutunda cevap verdim. Bana soru soran okurumu doğruya yönelttim. Kadının ve bebeğin suçlanmaması için yol gösterdim. “Resmi nikâh kıydırmayın, dini nikâh yeterlidir” demedim ki... Ama siz öyle anlamak istiyorsanız o da sizin bileceğiniz bir iştir.
Sadece bilesiniz diye yazıyorum bunları. Yoksa herkes fikrini söylemekte serbesttir. Kimseye de hesap vermek zorunda değilim. Tevfik Fikret’in dediği gibi;

“Kendi cevvim kendi eflâkimde kendim tâirim
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.”

(Kendi uzayımda, kendi dolanım alanımda uçarım. Ben düşüncesi, bilgisi, vicdanı özgür bir yazarım)

Yazının devamı...

Çocukların din seçimi

Evlendiği yabancı kadınla iyi geçinemeyen, kapı dışarı edilen, çocuklarının annesinde kaldıkları takdirde Rus ve Hıristiyan olacağından endişe eden babaya yazdığım “Ama İslâm dini açısından çocuklar babaya aittir. Çocukların dini babanın dini olmalıdır’’ sözüne takılan okurum Şener Küçükay’a...

Biz olayları kendi dinimiz açısından, İslâm hukuku ve inancı açısından değerlendiririz. Kendi düşüncemize göre cevap verirsek bu, dinin görüşü olmaz, kendi özel görüşümüz olur. Özel görüşler kimseyi bağlamaz, ama din görüşü bağlar.
Adam Hıristiyan kadınla evlenmiş; karısının dinine karışmıyor, ama çocuklarının da Hıristiyan yapılmasına gönlü razı olmuyor. Zaten dinimiz açısından da bu doğru değildir. Bir Müslüman, çocuğunun Hıristiyan yetişmesine razı olmaz. Evet, Hıristiyanlık da Hak dindir ama Müslümanlık ondan sonra gelmiş, Mükemmel, ekmel dindir. Hz. Muhammed de ÂHİR ZAMAN PEYGAMBERİdir. Biz Hıristiyanlara karışmayız, onları din değiştirmeğe de zorlayamayız. Onlara da hor gözle bakmayız ama İslâm’ın üstünlüğünü de kabullenmemiz, buna inanmamız gerekir. Son peygamber Hz. Muhammed’dir. Artık onun mesajı esastır. Bunu siyasetten bir örnekle daha iyi açıklayabiliriz. Ölen veya yeniden seçilemeyen bir cumhurbaşkanından sonra yeni bir cumhurbaşkanı gelir. Artık eskisinin emirleri değil, yenisinin hükmü geçerli olur. Benim bildiğim budur.

Kürtaj yapmalı mıyım?

SORU: Hocam, ben 7 haftalık hamile olduğumu öğrendim. Bu süre içerisinde hamile olduğumu bilmeden doktorumun verdiği tiroit, şeker ve antidepresan ilaçları kullandım; çünkü eşimle sorunlarımız vardı. Daha sonra sorunlarımız düzeldi ve ben ihmalim yüzünden hamile kaldım. Yumurtalıklarımda bir hastalığım vardı ve ilaç kullanmasam dahi zor hamile kalacağımı, ancak özel bir tedavi ile hamile kalabileceğimi sandığım için ilacımı kullanmayı ihmal ettim. Eşim bebeğimizi istemiyor, kürtaj konusunda bana çok baskı yapıyorÖ Ne yapmalıyım?

Cevap: Eşin haksızdır. Çocuğu durup dururken aldırmak için size baskı yapmakla haksızlık ettiği gibi Allah’ın yasasına da karşı geliyor. Bana sorarsan bırak o adam nasıl düşünürse düşünsün, sen çocuğunu doğur. Allah sana nasib etmiş, onu doğurduğun zaman şimdi dışlayan baba o zaman sever, kesinlikle sever. Sevmemesi için adamın taşyürekli olması gerekir. Ben onun taşyürekli olduğunu sanmıyorum. Bana sorarsan doğur kızım, ama karar sana aittir.

Yazının devamı...

‘Din ve Bilim Üzerine Beyaz Yorumlar’- 2

* DÜNDEN DEVAM

(Eski milletvekili, mühendis Turhan Utku’nun kaleme aldığı Din ve Bilim Üzerine Beyaz Yorumlar adlı kitap hakkında...)

İslam dünyasının, ilk çağlarında, Batıdaki bilimsel çalışmaların temelini oluşturan müthiş çalışma ve inceleme performansını daha sonra niçin gösteremediği üzerinde duran Turhan Utku, Müslümanların bilimden ne anladıklarını açıklar. Bu arada Kader konusuna da değinir. Çeşitli olaylarda kaderin yanlış algılandığına dair örnekler verir. Hz. Ömer’le ilgili verdiği örnekte, ilk Müslümanların yani sahabilerin dahi kader konusunda anlayış birliği içinde olmadıklarını belirtir. Kitapta Kader konusuna 35 sayfa ayıran yazarın kendisinin de bu konuda kafasının pek net olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü Şeyh Sa’dî’nin dediği gibi Kader denizine girmiş olan gemilerin hiçbiri sağlam çıkmamıştır. Yazar, Nuh Tufanı’nın evrensel değil, bölgesel olduğu kanısındadır. Kur’ân’dan da Tufanın bölgesel olduğu anlaşılmaktadır.

Tarihe izdüşümleri büyük olan insanlar, zamanla sorgulanamaz görülmüşler, çağlar boyu kimse onları kolay kolay sorgulamaya cesaret edememiştir. Sorgulanamaz oldukları için de tehlikeli insanlardır. Çünkü çağlar boyu o insanların, her söyledikleri doğru kabul edilmiş, onların görüşüne aykırı düşünce belirtenler sözle veya fiilen şiddetle cezalandırılmışlardır. Onları sorgulanamaz yapanlar toplumlardır. Mesela Kilise, Aristo’yu vaftiz etmiş, bütün eserlerini dogma sınıfına sokmuştur. Böylece Kilise, dolayısıyla Aristo, asırlar boyu fiziği, Ptolemeo ise astronomiyi kilitlemiştir. Bunların yanlışlarını yıkmak ve onun yerine doğruları oturtmak çok uzun yıllar almış, bu iş Batıda pek çok bilim adamının canına mal olmuştur.

Yazar İslam dünyasında da, bugün dahi bir yıldız olarak algılanan Gazali’yi de aynı kategoride değerlendirmektedir. Yazara göre Gazali’nin sorgulanamazlar arasına sokulması, İslam dünyasında bilimin dokuz yüz yıl kilitlenmesine neden olmuştur. Gazali İslam dünyasının kader algılamasını değiştirmiş, ama Müslümanlar hâlâ bu değişikliğin, farkında varamamışlardır. Herkes kendini hala inanç yönünden Matüridi zannetmektedir. Bu konuyu da yazar ek olarak kitabın sonuna alıp değerlendirmeye çalışmıştır.

Peki, bütün bunlara rağmen, Türk toplumu olarak bugün biz ne yapmalıyız? Yazar bu sorunun cevabını da kitabın sonunda vermiş: Toplum olarak marka olmak gerektiğini belirtmiştir. Yararlı bulduğum bu Kitabı okurlarıma tavsiye ederim.

İsteme adresi: 0212 516 56 12/ 0212 458 81 50/ turhanutku@yahoo.com

Yazının devamı...

‘Din ve Bilim Üzerine Beyaz Yorumlar’- 1

Riyad arkadaşlarımdan, eski milletvekili mühendis Turhan Utku, Din ve Bilim Üzerine, başlığını taşıyan değerli bir inceleme eseri yayınladı. Henüz basımından önce kitabı gözden geçirme fırsatı bulmuş ve bazı önerilerimi yazara bildirmiştim. Sanıyorum benim gibi bazı mürekkep yalamışlara da kitabı inceletmiş olan yazar, sonunda bu önerileri de dikkate alarak yeni eklemelerle kitabı daha da büyüterek yayınlamıştır.

Yazarın, önsözünde, kitabı her şeyden önce kendisi için yazdığını belirten söylemi, İTÜ’deki öğrencilik yıllarından beri, kafasındaki sorulara bir cevap bulmak için yazdığı anlamına gelmektedir. Benzer soruların birçoğu, pek çok insanın kafasında vardır. Bu bakımdan “Din ve Bilim Üstüne Beyaz Yorumlar” kitabı, insanların kafasında dolaşan benzer soruların birçoğuna yanıt olabilir niteliktedir.
Batı dünyasında Galileo, Kilise tarafından engizisyonda sorgulanmıştır. Bu yüzden uzun yıllar pek çok bilim adamı ya yakılmış ya da çok ağır cezalara çarptırılmıştır. Benzer duruma İslam dünyasında pek rastlanmamakla beraber, 1550’lerden sonra pozitif bilimlerin medreselerden çıkartılmasıyla bilimle din arasında ciddi bir ayrışma ve dolayısıyla çatlak oluşmuş, bilimle din arasındaki doğal ortaklık bozulmuştur.

Batı dünyasında bilim, kurbanlar vere vere gelişirken İslam dünyasında 16. yüzyıldan bu yana pozitif bilim adına hiçbir şey yapılmamış, parlayıp sönen bir iki yıldız dışında beklenen kalıcı yıldızlar görülmemiştir. Onun için Osmanlıda, Fatih dönemini bir istisna sayarsak, ciddi bir bilimsel çalışmaya, yıldız bilim adamlarına rastlayamıyoruz.

Bilim ve din tarihine de kısaca göz atan yazar, bilimin yanlışlanabilir bilgi türü olduğuna; dinin ise, doğal olarak dogmatik bir yapıya sahip bulunması gerektiğine dikkat çekmektedir. Evrenin yaratılışı konusunda Kutsal Kitapların ve bilimin söylemleri karşılaştırılmaktadır. Kutsal Kitapların, canlıların ve bunların doruğunda bulunan insanın yaratılışı hakkında söylediklerinin, bugünkü bilgilerimiz çerçevesinde nasıl yorumlanabileceği hakkında görüşlerini belirtmektedir. Bu noktada evrim konusuna da değinmektedir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.