Din ve vicdan özgürlüğü (1)
.
SORU: Okuduğum bir yazıda Müslümanların savaşlarının saldırı değil, savunma amaçlı olduğu belirtiliyordu. Bu doğru mu? Kur’ân açısından savaşın nedenleri ne olabilir? Peygamberimizin, zamanında yaşayan toplumlara mektup göndererek onları İslâm’a davet ettiğini biliyoruz. Bu mektupların amacı “ya bana uyarsınız Müslüman olursunuz ya da sizinle savaşırız” demek midir? Peygamberimiz bu toplumlarla savaşmış mıdır? Müslüman bir devlet, çevresindeki Müslüman olmayan devletlerle saldırı, zulüm, haksızlık gibi bir neden olmadan savaşabilir mi? Orada yaşayan insanları Müslüman hakimiyetine almak, bir savaş nedeni olabilir mi? “Fetih”, Müslüman olmayan bir toplumu İslam hâkimiyetine sokmak için yapılan savaş mıdır? “Fetih” ile “işgal” arasındaki temel fark nedir? (Gökhan Lokman)
CEVAP: İslâm’da durup dururken hiç kimseye saldırılmamıştır. Zaten Bakara Suresi 190’ıncı ayette, “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın fakat haksız yere saldırmayın çünkü Allah, saldırganları sevmez” buyurulmaktadır. Demek ki ancak saldırganlara karşı savaşılır. Saldırı kuşkusu ve tehlikesi olmayan, kendi halinde insanlarla barış içinde yaşamak Kur’ân’ın emridir.
Çünkü Kur’ân’a göre “Barış daha iyidir.” Hz. Peygamber’in yaptığı savaşların temel nedenleri araştırılırsa amacın savunma, İslâm toplumunu güvence altına alma olduğu anlaşılır. Peygamberimiz, müşrik olan bazı Arap kabilelerine mektuplar yazmıştır. Ama İran ve Bizans imparatorlarını İslâm’a davet ettiği aksi takdirde güvence içinde olmayacaklarını ima yollu tehditkâr mektup yazdığı hakkındaki rivayet kanıttan yoksundur. Çünkü Hz. Peygamber’in temel misyonu, kendi kavmi olan Arapları tevhide çağırmak, şirki ortadan kaldırmaktı.
Kitap ehlinden istenen, yeni Tanrı Elçisi’ne ve onunla sunulan mesaja köstek değil, destek olmalarıdır. Evrensel mesaj getirmiş olan Hz. Muhammed, davetini Arabistan’ın her yanına yaymak üzere bölgenin belli başlı prenslerine, yöneticilerine mektuplar yazarak onları İslâm’a çağırdığı, Bizans İmparatoru Herakleious’a şu mektubu gönderdiği rivayet edilir: “Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. Allah’ın Eçisi Muhammed’den, Rumların büyüğü Herakle’ye. Hidayete uyanlara selam. Bundan sonra ben seni İslâm’a davet ediyorum. Müslüman ol ki, selamete eresin (Eslim teslem). Allah sana iki kat ödül verir. Eğer kabul etmezsen halkının vebali senin boynunadır.” Kur’ân-ı Kerim’in açık söylemiyle Hz. Muhammed’in, her şeyden önce ilahi bir kitaptan yoksun olan Arap toplumuna gönderildiği ve Allah’ın, her ulusa kendi diliyle konuşan elçi göndereceği, bir Tanrı yasası olarak belirtildiği (İbrahim Suresi: 4) için Hz. Peygamber’in, Arapça bilmeyen, özellikle Hıristiyanlığın temsilcisi ve savunucusu olan Bizans İmparatoru’na böyle tehditkâr söylem taşıyan bir mektup göndermiş olduğu kanısında değilim. (DEVAM EDECEK...)