Şampiy10
Magazin
Gündem

İşte asil bir davranış

Tanıdıkları aracılığıyla oğluna iş bulmanın doğru olup olmadığını soran duyarlı okurum Adnan Öztürkeri şöyle diyor: “Namazlarımızda ‘sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım dileriz’ kelimelerini söylüyoruz. İnsanlarla kolaylıkla arkadaşlık kurabiliyorum. Bu sebeple pekçok dost edindim. Aile fertlerim bu arkadaşlığı kullanarak, bir süredir oğlumuza iş bulabileceğimi söylüyor. Yapılan yoğun baskılar karşısında bu isteklerini yerine getirmek istemiyor, açıkçası yapmamak için ayağımı sürüyorum. Aileme bu konuda zaman zaman şöyle diyorum: İnsan bir şeyi çok istiyorsa yüce Allah’tan istemeli kuldan değil. O daima istekleri bilen ve yerine getirendir, ganidir, isteğin olmadıysa muhakkak bir sebeb-i-hikmeti vardır. İsteğe ulaşmak için de onu hak etmek, hak etmek için de çok çalışmak gerekli. Bazı şeyler kısa yoldan elde edilmiyor, tesadüfen elde edilse bile elden çok çabuk gidiyor.” Bu konuda ne yapması gerektiğini soruyor.

CEVAP: Oğlunuz işinin ehli ise ona iş bulmakta sakınca yoktur. Ama daha ehil biri varken sizin, araya hatır gönül sokarak iş bulup asıl işin ehline mani olmanız elbette doğru değildir. Davranışınızı takdir ediyorum. Çünkü bu gerçekten asil bir davranıştır. Evet, her şeyi veren de alan da Allah’tır. Rızkı veren de Allah’tır ama sebebine yapışmak da gerekir. Allah’ın rızkı vermesi, kulun çalışmasına bağlanmıştır. Kul çalışmadan Allah’tan rızık beklerse açlıktan ölür. Çünkü rızkın sebebine yapışmamıştır.

“Siz nasıl geçiniyorsunuz?”

Meşhurdur, Hz. Ömer mescitte ibadetle meşgul olan, çalışmayan bir cemaat görmüş. “Siz ne yapıyorsunuz? Nasıl geçiniyorsunuz?” diye sormuş. Adamlar “Biz mütevekkilleriz (Allah’a tevekkül ediyoruz), çalışmıyoruz, ibadetle ömrümüzü geçiriyoruz” demişler. Hz. Ömer elindeki çubukla adamları okşayarak “Siz mütevekkil değil, müteekkilsiniz yani halkın sırtından geçinen tufeylilersiniz. Bilirsiniz ki Allah gökten altın ve gümüş yağdırmaz. Haydi, gidin çalışın” diyerek adamları dağıtmış.

Oğlunuz eğer işe yarar biri ise gireceği işi hak etmiş ise ona yardımcı olmak iyidir. Ama dediğim gibi tembelin biriyse aracı olmanız size vebal getirir. Bir de malinizdeki bir hataya dikkat çekmek isterim. “İyya kena’budu ve iyya ke nesta’in” değil, “İyyake na’budu ve iyyake nesta’in”dir. “Ke”, iyyaya bitişmelidir. “İyyake” sana demektir. Ama “İyya” dersen, anlamı olmaz. “kena’budu, ke nesta’in ise” çok yanlıştır.

Yazının devamı...

“Allah size tavsiye eder”

SORU: Bir Kur’ân tercümesinde Nisa Suresi 11’inci ayetteki “Yusîkumullah” sözcüğü “Allah size tavsiye eder” olarak çevrilmiş. Doğru mu?

CEVAP: Çeviri doğrudur. Çünkü orijinal kelime “Yusîkumullah”tır. Bu kelime “vasiyyet” kökünden gelir. Yusîkumullah, “Allah size tavsiye eder” demektir. Tavsiye kipinin kullanılmasında önemli bir incelik var. Mal taksimi dünyaya ilişkin bir iştir. İbadet değildir. İnsan isterse kendisine kalan mirası almaz. Kardeşlerine, öteki mirasçılara bağışlar veya devlete bırakır. Ayette bu taksimin kesinlikle yapılması gereken bir emir olmayıp tavsiye olduğu anlatılmaktadır.

Eğer kesin emir olsa insanın bunun dışına çıkamaması, uygulamadığı takdirde büyük günah işlemiş olması gerekir. Oysa miras payını almayıp başkasına bırakmak günah olmak şöyle dursun, bir bakıma fedakârlık sayılır. Pay almayan kimse toplumda övülür. Ayette bu bölüştürme hükmünün bir tavsiye olduğuna dikkat çekilmektedir. Zaten 12’nci ayetin sonunda bu hükmün Allah’tan bir vasiyet olduğu (vasiyyeten minallah) vurgulanmaktadır. Bu ölçüde paylaşılması genel kuraldır. Ama mirasçılar kendi aralarında anlaşırlarsa birine fazla pay da verebilirler yahut birisi hakkını ötekilere devreder veya isterlerse medeni kanuna göre bölüştürürler. Yani bu taksimin mutlaka ayette belirtildiği şekilde yapılması kesin emir değil, tavsiye niteliğindedir. İşte bunun için tavsiye kipi kullanılmıştır.


Uydurma bilgiler

SORU: Hz. Peygamber zamanında mescitte sünnet namaz kılınmadığını bazı ilahiyatçılardan dinlemiştim. Demek ki 4 halife, Hz. Peygamberin sağ olduğu dönemde sünnet namaz kılmadı. Oysa şu an camilerde farz namazlardan daha uzun rekâtlarla sünnet namazlar kılınıyor. Uygulama doğru mu? (Murat Aktuna)

CEVAP: Size bu bilgileri kim verdi bilmiyorum ama hepsi uydurma. Hz. Peygamber’in evi zaten mescidin içindeydi. Odalarının kapısı mescide açılırdı. Peygamberimiz her yıl Ramazan’ın son 10 gününde mescide çekilir, itikafa girerdi. Her mescide girdiğinde 2 rekât mescidi selamlama namazı kılardı. Peygamberimiz mescitte hiç nafile kılmadıysa bu nafile namazlarına ilişkin hadisler nasıl bize geldi? İnsanlar Peygamber’in şu kadar sünnet (Peygamber için nafile) kıldığını nereden bildiler? Kafalarından mı uydurdular?


En çok yedi ortak

SORU: 250 kilo gelen bir hayvanı 7 kişi kurban olarak kesebiliyor. 500 kilo gelen bir hayvanı 9 kişi neden kesemez? 7 kişi olması şart mı?

CEVAP: Kurban edilecek hayvanın kilosuna bakılmaz. Küçükbaş hayvanı 1 kişi kurban edebilir. Büyük baş hayvanı ise 1 ila 7 kişi kurban edebilir. 2 kişi olur, 3 olur, 4 olur, 5 olur, en çok 7 kişi bir hayvana ortak olabilir.

Yazının devamı...

'Çeviri hatası mı?'

SORU: Diyanet’in internet sitesinde Vakıa Suresi’nin 75 ve 76. ayetleri şu şekilde Türkçe’ye çevrilmiş: “Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, eğer bilirseniz gerçekten bu, büyük bir yemindir.” Sizin “Görünmez Âlemin İzleri” adlı eserinizde bu ayetlerin Türkçe çevirisini “Yıldızların mevkilerine (yörüngelerine) yemin etmiyorum. Bilirseniz bu, büyük bir yemindir” olarak vermişsiniz altında da şu açıklamayı yapmışsınız: “Vahyi indiren, yıldızların mevkilerine yemin etmenin, büyük bir yemin olduğunu, onun için onlara yemin etmediğini vurgulamaktadır.” Ayette geçen bir ifadenin “yemin ederim” veya “yemin etmiyorum” şeklinde farklı iki zıt anlamda çevirilerinin yapılıyor olması beni düşündürüyor. Bunu açıklar mısınız? (Onur Aykaç)

CEVAP: Arapça “uksimu: yemin ederim” demektir. Bunun başına olumsuzluk takısı olan “lâ” gelince “lâ uksimu: yemin etmiyorum” anlamını verir. Arapça‘da bir sözün önemini belirtmek için anlatılan şey üzerine yemin edilir. Ama anlatılan şey, üstüne yemin edilmeye gerek kalmayacak ölçüde açık ve muhteşem ise yemin formunun başına olumsuz takısı getirilir. Bu da bir yemindir ama birincisinden daha vurgulu bir yemindir. “La uksimu bi-yavmil-kıyameti: Kıyamet gününe yemin etmiyorum. Kıyamet, üstüne yemin edilmeyecek kadar açık ve dehşetli bir olaydır” demek olur. Benim mealim daha doğrudur. Gerçi bu kelimeyi “yemin ediyorum” şeklinde anlayanlar ve çevirenler de var ama dakik değil. Asla uygun da değil. Çünkü “uksimu: yemin ederim”, “la uksimu: yemin etmem” demektir.


Halimize çok şükür

SORU: İrlanda’dan zaman zaman düşüncelerini yazan Berkin Yaman, etkilendiği bir yazım üzerine çocukluk anılarına değiniyor. Henüz 18’indeyken kendisinden 20 yaş büyük 4 kişiyle bir yerde oturduklarını, içlerinden birinin Hz. Ayşe’ye hakaretler yağdırmaya başadığını belirtiyor. Bu hakaretlere ötekilerin gülümsediklerini, kendisinin bu saygısız duruma daha fazla dayanamayıp mekanı terk ettiğini söylüyor. Berkin Yaman şöyle devam ediyor: “O gün cevap verememiştim. Bu zavallı yaratıklardan o kadar çok ki, okudukları veya kulaktan duydukları sahte, yanlış, hiçbir dayanağı olmayan bilgilerle Allah’a, dinimize, peygamberimize saldırıyorlar. Din, toplumun yapı taşıdır. Birleştirici ve sevdirici özellikleri sayesinde toplumu ayakta tutar. Dünya var olduğu sürece insan inanmaya devam edecek. Bizler sizin ve sizin gibi cesur bilim adamları sayesinde bilgi dağarcığımızı geliştireceğiz. Siz hiç meraklanmayın hocam. Yanınızda her zaman Allah sevgisi olanlar var olacaktır. Allah bizlerden sevgisini ve şefkatini esirgemesin. Umarım bir gün bu zavallılar da gerçeklerle karşılaşma fırsatı bulur.”

CEVAP: Dünya durdukça iman da küfür de var olacaktır. Gece olmasa gündüzün değeri bilinir mi? Kötü olmasa iyiliği nasıl takdir ederiz? Şeytan olmasa melek anlaşılmaz. Ama Allah’a şükür ki Allah bize şeytan görevi değil, melek görevi vermiş, bizi dini taşlayan, hatta sövenlerden değil, dini savunan, kendisini seven insanlardan eylemiş. Halimize çok şükür.


Yazının devamı...

Çarpıtmanın böylesi...

SORU: Bana gelen aşağıdaki mail konusunda yorumunuza ihtiyacım var (Murat Erkoç). “Gerçek Ku’rân, harekesiz mushaftadır. Örneğin Topkapı Müzesi’nin kutsal emanetler bölümünde sergilenen Osman mushafında 4:3’te, ‘evlenin’ anlamına gelen ‘fenkihu’nun karşılığı orada ‘nkh’dir. Hemzesiz, esresiz, ötresiz... Kısacası, harekesiz. Allah’ın sözü odur. Yıllar geçtikçe Kur’ân’ı doğru okumak zorlaştı. İnsanlar ondan daha mantıklı anlamlar çıkarabilmek için yazımda değişiklikler yapmaya başladılar. Örneğin MS 694 -716 döneminin Irak valisi olan Haccac bin Yusuf, Kur’ân’a binden fazla elif harfi sokmakla övünüyor. MS 700’lerde yapılan o değişimden sonra Kur’ân’ın kıraati istikrar kazandı” (Abul Taher, ‘Querying the Koran’ The Guardian, August 8, 2000).

CEVAP: Bu yazılardan etkilenen bir kişi de, bir televizyon kanalında, zamanla yapılmış olan Kur’ân yorumlarının Kur’ân gibi telakki edildiğini söyledi. Böylece Kur’ân’ın da aynen İnciller gibi değiştirilmiş olduğunu, hatta kıraat (okuma) farklılıklarının da ayrı birer Kur’ân haline getirildiğini ileri sürdü. Kur’ân sadece yazıyla değil, şifahen de naklediliyordu. Hafızlar vardı. Hem de yüzlerce. Bunlar Hz. Osman’ın yazdırdığı mushafı, Arap gramerine göre okuyarak aktarıyorlardı. Bunlara “Kurr’a” denilir.

Mushaflara hareke konması, sadece Haccac’ın işi değildir. Hz. Ali’nin talebesi Ebul-Esved ed-Dueli ile başlayan bu iş tedricle gelişmiştir. Amaç da okumada kolaylık sağlamaktır. Tabii bu işte mushafı ezberlemiş olanların yardımı büyüktür. Öyle bir kişinin okumasıyla Kur’ân harekelenemez. Haccac’a karşı olanlar da pekâlâ kendileri bildiklerini yazabilir veya yazdırabilirlerdi. Kur’ân’ı bir kişi mi yazdı ki böyle tutarsız, kasıtlı, akıl ve mantık dışı, gülünç savlar ileri sürülsün?

Çabaları boşa çıkmaya mahkum

Osman mushafı, sadece Topkapı’da değil birkaç yerde var. Bunların hepsi bugünkü Kur’ânların aynıdır. Bu sinsice uydurmaları servis eden oryantalistlerin amacı Kur’ân konusunda gönüllere kuşku düşürmektir. Ama çabaları boşa çıkmaya mahkûmdur.
Şairin dediği gibi:

Birdir Cenab-ı Hak bir, khalik teaddüd etmez
Khalik teaddüd etse âlem temehhüd etmez
Bin misyoner dağılsa bin kafir olsa peyda
Mümin tehevvüd etmez, Müslim tanassur
etmez.

(Yüce Allah birdir, Yaratan çoğalmaz. Yaratan birden fazla olsa evren devam etmez, yok olur. Yeryüzüne bin misyoner dağılsa, bin inançsız insan yayılsa Mümin Yahudi olmaz, Müslüman Hıristiyanlığa dönmez. Ne kadar uğraşsalar boştur, samimi Müslümanları inançlarından döndüremezler.)

Yazının devamı...

Allah korkusu can simididir

SORU: Ben, sizi ilk günden beri sürekli okuyan ateist bir okuyucunuzum. İnsanların hırsızlık, namussuzluk yapmaları, cinayet işlemeleri Allah korkularıyla değil vicdanlarıyla olur. Her insanın vicdanı vardır. Biri vicdansızsa onu ne Allah kokusuyla ne aile baskısıyla ne yasal baskıyla yola getiremezsiniz. Bunun bir de psikolojik boyutu vardır. O insanlar hastadır ama aramızda sağlam gibi dolaşırlar. Bunun Allah korkusuyla bir ilgisi yoktur. Ben bir ateistim tavuk dahi kesemem, birine vuramam. (Kazım Şener)

CEVAP: Herkeste vicdan var ama bu kiminde duyarlı kiminde duyarsızdır. Vicdanları duyarlı hale getiren Allah korkusu, ahiret inancıdır. Vicdandan Allah korkusu ve ahiret sorumluluğu silindiği takdirde nelerin olacağını herkes biliyor. Siz de biliyorsunuz ama kabullenmek istemiyorsunuz. Şu zavallı öğretmeni satırla doğrayan köpeğin de vicdanı var ama yaptığından hesaba çekileceği inancı yok. Allah korkusu yok. Olsa öyle yapmaz. Allah korkusu ve iman nice eşkıyayı veli yapmıştır. Allah korkusu ve iman Ömer gibi kaba, duyarsız bir insanı şefkatli merhametli, adalet timsali bir insan haline getirmiştir. Allah korkusu Fudayl gibi bir eşkıya başını evliya başı yapmıştır. Siz kabul etseniz de etmeseniz de böyledir. Bir araştırın bakalım suçlar en çok hangi toplumlarda işlenir, Allah’a inananlarda mı yoksa inançsızlarda mı? Tarafsız olarak araştırın. İnanç can simididir, kurtarıcıdır.


Çocuğa dinini sevdirin

SORU: Verdiğiniz bilgiler, anlatımınız ve yaklaşımınız ben ve benim gibi başında örtü olmadığı için dinle alakasız gibi görülen birçok bayanı kucaklıyor. Ayrıca yazılarınız İslâmiyet’i doğru bir şekilde öğrenme isteğimizi de körüklüyor. 1.5 yaşında bir kızım var. Doğduğunda ismini eşim kulağına ezanlamak istedi. Ama bebeğim doğduktan sonra 3 ay boyunca sürekli ağladı. Biz de o telaşla isim konusunu unuttuk gitti. Dinimiz açısından işin doğrusu nedir? Bebeğimize isim koyarken ezanlamak şart ise bunu şimdi yapsak olur mu? (Nursel İnceoğlu)

CEVAP: Güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Bebeklerin kulağına ezan okunarak isim koyma ne farzdır, ne sünnettir. Yani Kur’ân’da böyle bir hüküm olmadığı gibi Peygamberimiz döneminde de böyle bir uygulama olmamıştır. Bu, daha sonra çıkmış, gelenek halini almıştır. Nice kulağına ezan okunup isim konmuş olan kimse vardır ki, İslâm düşmanı olmuştur. Nice yabancı insan vardır ki İslâm’ı seçmiş, İslâm’a hizmet etmiştir. Mehmet Ali Clay, İngiltere’de Yusuf İslâm, Fransa’da Garaoudi bunlardandır. Yani çocuğun kulağına ezan okunmadan isim okunmuş olması hiç önemli değildir. Sizin yapacağınız iş, çocuğa dinini sevdirmek, ona Fatiha’yı, bazı namaz surelerini öğretmek, onu Allah ve peygamber sevgisine yöneltmektir. Tabii çocuğun alabileceği ölçüde.

Yazının devamı...

Namazların cem’i hakkında

SORU: Hiçbir mazereti olmayan bir Müslüman, öğleyle ilkindi ve akşamla yatsı namazını cem edebilir mi? Namazların cem edilebilmesi için herhangi bir mazeret şart mı? (Fikret Yıldız)

CEVAP: Peygamberimizin amcasının oğlu Abdullah’ın belirttiğine göre Hz. Peygamber yolculuklarda çoğunlukla öğleyle ikindiyi, akşamla yatsıyı gerek takdim, gerek tehir cem’iyle birleştirirdi. Ama yolculukta olmadığı halde hiçbir mazeret olmadan da zaman zaman bu namazları cem etmiştir. İşte bu uygulamayı bilen Peygamber torunları namazların cem’ine ruhsat vermişlerdir. Mesela Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Zeynelabidin, çocuklara (gençlere) üç vakit kılmalarını öğütlemiş, “Namaz beş değil mi?” diyenlere, “Hiç kılmamaktansa üç vakit kılmaları daha iyidir” demiştir.

Caferi mezhebi mensupları da işlerin son derece yoğunlaştığı bu zamanda cemle kılmayı yeğlemişlerdir. Onun için Caferiler, öğleyle ikindiyi, akşamla yatsıyı cem’an kılarlar. Bildiğiniz gibi Medine’de yaşamış olan İmam Cafer-i Sadık Hazretleri, Peygamberimizin dönrdüncü göbekten torunudur. Kendini ilme vermiş bir peygamber evladıdır. Onun ictihatları Caferi mezhebini oluşturmuştur. İmamı Azam da iki yıl onun yanında kalıp ondan istifade etmiştir.
Sözün özü: Bu zamanda hiçbir mazereti olmayan da pekâlâ cem ederek namazını kılabilir. Ama ayrı ayrı kılmak daha efdaldir. Bunu da bilmek gerekir. İşin esasında namazları cemaatle kılmak önemlidir. Eğer cem olayı uygulansa cemaat öğle vakti camide toplanmışken önce öğleyi kılar, biraz oturur, 5 dakika nafile kılar veya Kur’ân okur. Ardından da ikindiyi kılar. Böylece herkes işine gider. Memur mesaisini bölmez. Akşam olunca da yine camide toplanıp önce akşamı kılarlar. Yine bir süre ara verilir, isteyen nafile kılar, Kur’ân okur veya zikreder. Sonra bir kamet daha okunup yatsı kılınır. Böylece beş namaz cemaatle kılınmış olur. Din kolaylaşır. Yoksa günde beş vakit mesaiyi bölmek zordur, onun için maalesef cemaatle namaz ihtiyarlara kalmış vaziyettedir. Oysa bu namazlar ihtiyarlardan çok gençlerin yapması gereken ibadettir.

Nikâh bozulması

SORU: “Yuva yıkmak büyük günahtır” başlıklı yazınızı okudum. Dikkat eksikliği bulunan bir erkeğin, “boşsun” demesiyle nikâh bozulur mu?

CEVAP: Peygamberimiz: “Kızgınlıkla veya herhangi bir sebeple akıl tutulmasında, düşüncelerin akıl kontrolünden çıktığı anlarda yapılan boşama ve köle azadı geçersizdir” buyurmuştur. Boşama, öfkeyle değil sakin düşünceyle varılacak kararla olur. Bir sözle de olmaz. Ancak üç ayda tamamlanır. Ayrıca boşama iki şahidin huzurunda yapılmalıdır (Talak Suresi 2’nci ayet). Öyle sadece “boşsun” diye bir sözle boşama olmaz.

Yazının devamı...

Vahiy dini Hz. Nuh’la başlar

SORU: Bir televizyon programında Hz. Adem’in peygamber sayılamayacağı çünkü peygamberlerin yoldan çıkmış insanları doğru yola sevk etmek üzere görevlendirildikleri, oysa Hz. Adem’in ilk insan olması nedeniyle böyle bir göreve tayin edilemeyeceği vurgulandı. Siz bir yazınızda Hz. Adem’in ilk insan olmadığını, ilk halife olduğunu bildirmiştiniz. Bu konuda açıklamada bulunur musunuz? (Ahmet Özbek)
CEVAP: Daha önceki yazımı okursanız orada Hz. Adem’den önce de insan bulunduğunu fakat henüz olgunlaşmadığı, dili geliştirmediği, çok ilkel bir durumda olduğu belirtilmişti. Adem, dili geliştiren, isimleri bir araya getirip dil kuran, sorumlu ilk insan olduğu için ona halifelik verilmiştir. Yani yeryüzünde diğer canlılara hükmedecek, yeryüzünü yönetecek düzeye getirilmiştir. Allah’ın ilham şeklinde de olsa hitabını hissettiği için kendisine peygamber denilebilir ama kendi çocuklarından başka olgun ve sorumlu insanlar bulunmadığı için ona verilen din kuralları, ilkel toplumu yönetmeye yeterli birtakım akıl kurallarından ibarettir. Vahiyle gelen şeriat (hukuk) dini, Hz. Nuh ile başlamıştır. Buna Kur’ân tanıktır. “Biz Nuh’a, ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik“ (Nisa: 163). Adem ilk peygamber sayılabilir ama şeriat peygamberi değildir. Şeriat, ancak daha ileri toplumlara verilmiş olan vahiy dinidir.

*****
Tam bir şirk örneği

SORU: Annem 3 ay önce Nakşibendi tarikatına girdi. Onu vazgeçiremedim. Anneme dini derslerini yerine getirmek için bir kitap vermişler. ‘’İman ve İslâm Bilgileri’’ adlı bu kitapta okuduğum çarpıcı bir paragrafı sizinle paylaşmak istiyorum: ‘’4-rabıta: Yine abdestli olduğumuz halde ve hibenin hemen arkasından şu şekilde 5 dakika rabıta yapacağız: Avni Efendim, iki kaşımın hizasında bir altın koltuk üzerinde oturmuş sohbet ediyor. Ayın onüç, ondördü gibi ışıklı olan yüzünde hasıl olan bir nur beni ihata etmiş, her nefes alışta o nur kalbime doluyor. Nefesimi dışarı verdikçe de içimden siyah bir zulmet dışarı çıkıyor, benden ayrılıyor. Nefsimi de siyah ve uyuz bir it şeklinde şeyhimin ayakları üzerine atmışım. Sağ elimde bir altın tabak içinde tuttuğum kalbime, şeyhimin iki kaşı arasından başparmağım kalınlığındaki bir çeşme gibi feyiz akıp kalbimi temiz, tahir ve safi ediyor. Ben de şeyh efendimin mübarek yüzünü, cemalini seyrediyorum.’’ Bu, Allah’a apaçık bir şekilde ortak koşmak değil midir? (Ahmet Genç)
CEVAP: Bu yazdığın rabıta şekli tam anlamıyla dört başı mamur şirktir. Peygamber’in hitap ettiği müşrik Arapların şirkinden de beter bir şirktir. Annene söyle ya bu rabıta şeklinden vazgeçsin ya da bunun Müslümanlık olmadığını iyice bilsin. Bu adamlar maalesef insanları kendilerine taptırıyorlar. Hem de altın koltuk üstüne oturmuş, müritlerini de ayaklarının altına almış padişah yapmışlar o zavallı şeyh dedikleri adamı. Başka ne diyebilirim!

Yazının devamı...

‘Zorunluluk sakıncaları ortadan kaldırır’

SORU: Danimarka’da Müslümanların yaşamadığı bir kasabada pizza restoranı açan gurbetçimiz, domuz etinin olmadığını görenlerin bir daha gelmediklerini belirterek diyor ki: “Burada Müslümanlara karşı bir antipati var. Gelen müşterilerden birçoğu çıkıp gidiyor. Bazıları telefonu yüzüme kapatıyor. Dolayısıyla gelirim borçlarımı karşılamıyor. Müşterilerimin yüzde 99’u Hıristiyan. Hiç Müslüman yok. 1.5 yıldan beri başladığım namazlarımı muntazaman kılıyorum. Domuz eti kullansam haram olur mu? Alkol satmayı kesinlikle düşünmüyorum. Zaten müşteriler onun için bir şey demiyor. Bu konuda bana yardımınız olur mu?” (Nusrettin Yüksekkaya)

CEVAP: Kur’ân domuz etini yasaklamıştır. Ama buna Müslümanlar inanıyor. Yahudiler de inanır. Onlar da kesinlikle domuz eti yemezler. Hz. İsa da bir Yahudi idi. O da domuz eti yemezdi. Ama daha sonra Paulos, Hıristiyanlığın Avrupa’ya yayılmasını sağlamak için sünnet operasyonunu kaldırdı, birçok şeye ruhsat verdi. Avrupalı Hıristiyanlar domuz eti yerler. Mardin’deki Süryani Hıristiyanlar domuz etini haram bilirler.

Domuz etinin haram olduğuna inanmayan, kendi dinlerince bunu helal sayan kimselere domuz eti satmanın günah olmadığı kanaatindeyim. Serahsi Mebsut’unda, Hıristiyanın şarap küpünü telef etmiş olanın kıymetini ödemesi gerektiğini belirtir. Çünkü Müslümanlara göre şarap haram ise de Hıristiyanlara göre şarap mal-i mütekavvimdir (değerli mal). Hz. Ömer, içki üreten Hıristiyanlardan, içkiden sağladıkları kârdan vergi almıştır ve valilerine de bu yolda talimat göndermiştir. Domuz eti de içki gibi bir şey. Onlar yiyorlar. Bence onlara satabilirsin. Çünkü senin durumun, zorunluluk durumudur. “Zorunluluklar sakıncaları ortadan kaldırır” diye genel bir fıkıh kuralı vardır. Ama bir Müslüman gelirse ona domuz etinin veya yağının karıştığı kaptan yemek verme. Buna dikkat et. Ben kendi kanaatimi yazdım. Sen yine de vicdanına sor, ona göre hareket et.

Niyeti içinizden yapın

SORU: Vakit namazlarımda şu şekilde niyet ediyorum: “Niyet ettim Allah rızası için dört rekât öğle namazına.” Sünnet namazı kılarken de “niyet ettim Allah rızası için namaz kılmaya” diye niyet ediyorum. Yani herhangi bir isim koymuyorum. Doğru mu yapıyorum? (Hakan Gündemir)

CEVAP: Niyet; yapacağın ibadeti, kılacağın namazı içinden geçirmektir. “Niyet ettim şunu kılmaya” demeye gerek yok. Siz işe giderken “niyet ettim işe gitmeye”, yemek yerken “niyet ettim yemek yemeye” diyor musunuz? Ama sofra başına giderken yemek yemek amacıyla gittiğinizi biliyorsunuz. Onun için mutfağa gidiyorsunuz. İşte niyet budur. Bu niyet sözleri tamamen uydurmadır. Ben Peygamberimin böyle niyetler yaptığına inanmıyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.