Şampiy10
Magazin
Gündem

7 soru 7 cevap

OKURUM Adnan Öztürkeri bana 7 soru yöneltmiş. Sorduğu sorular ve kendisine verdiğim cevaplar şöyledir:

SORU: Babamı 2006 yılı Temmuz ayında kaybettim. Vefatından önce hastanede yatarken, “Beni yatağımdan kaldır. Hacca gitmek istiyorum” dedi. Ben de “Babacığım sen şu an rahatsızsın. Kabul edersen senin yerine ben giderim” diye cevap verdim. Babam, “Bir sorayım” dedi. Birkaç saniye sonra, “Peki gidebilirmişsin” dedi. Anlam veremedim. Kısa bir süre sonra da kendisini kaybettik. Allah tüm ölmüşlerle birlikte babama da rahmet eylesin. Babama hac sözü vermiştim. Ancak “Hac için yapılan başvurunun ne zaman gerçekleşeceğini Allah bilir. Belki de yetişemem” diye düşünerek hemen umreye yazıldım ve 2009 yılı Mayıs ayında Diyanet’in aracılığıyla umreye gittim. Hac yerine umreye gitmekle sözümü yerine getirmiş olur muyum? Yoksa ayrıca babam için hacca da gitmeli miyim?

CEVAP: Umre yarım hac sevabı getirse de hac yerine geçmez. Hac ancak bayramdan bir gün önce Arafat’ta bir miktar durmak ve bayram günlerinde de Kabe’yi tavaf etmekle olur. Sözünüzün yerine gelmesi için haccetmeniz gerekir. Ama sıra gelmezse sorumlu olmazsınız.

SORU: Zamanın izafiliği teorisi, “Yaratan, tüm zaman ve mekânlardan uzaktır. Tüm hareketlerimiz daha önceden bir kitapta yazılıdır. Bu dünya şartlarında zaman vardır ancak semada zaman yoktur. Varsa bile bizim şu anki idrakimizin dışındadır” anlamına mı geliyor?

CEVAP: Yaratıklar âlemini oluşturan evren varlıkları için zaman vardır. Zamanı ve mekânı yaratan Allah ise zamanüstüdür. Ancak zaman görecelidir. Bizim şartlarımızda bir gün 24 saatlik zaman birimiyken Jüpiter’de bir gün dünya günümüzün yüzlerce katıdır.

SORU: Türbelerde yatanları veya Hz. Muhammed efendimizi aracı yaparak Allah’tan istekte bulunmanın şirkle ilgisi var mı?

CEVAP: Allah ile kul arasında aracı yoktur. Kul, isteğini doğrudan Allah’a arz eder. Çünkü Allah kuluna, can damarından daha yakındır. Ancak gelenekte Allah’ın sevdiği kulları hatırı için onun yüzü hürmetine dua etmekte bir sakınca görülmemiştir. Çünkü bu tür dua kulu aracı yapmak değil, yalnız sevdiği kulu hatırına Allah’tan dilekte bulunmaktır.

SORU: Sünnet veya farz namazlarda Fatiha’dan sonra okunan sure veya ayetlerde Kur’ân’daki yazılış sırasına göre surenin başından sonuna doğru ayetlerin okunması gerekiyor. Dil sürçse surenin sonundan başına doğru okusak veya aynı ayeti arka arkaya olan rekâtlarda aynen okusak sünnete aykırı olur mu?

CEVAP: Ayetleri Kur’ân’daki sırasının tersine okumak kasten olursa mektuhtur. Ama hatayla böyle okumakta bir sakınca yoktur. Çünkü yanılgı insanı sorumlu kılmaz. Bilmeyen, bütün rekâtlarda bildiği ayeti okuyup namazını kılabilir.

* Okurumun 2 sorusunu yarınki yazımda cevaplayacağım.

Yazının devamı...

Âdetli kadın her namaz vakti için bir abdest alır

SORU: Çevremdeki birçok insan âdetliyken Kur’ân’a ya da Yasin kitabına kesinlikle dokunulamayacağını söylüyor. Ben bunun tersini dile getirdiğimde büyük tepki alıyorum. Âdet olmak vücudun biyolojik bir olayı. Bu insanın elinde olan bir şey değil ki. Âdetli de olsak gece yatarken dua okumuyor muyuz ya da Allah’a yalvarmıyor muyuz? Yanlış da düşünüyor olabilirim. Bu durumda ben mi haklıyım yoksa onlar mı?

CEVAP: Siz, âdetliyken namaz kılınamaz, Kur’ân okunamaz diyenlere sorun. Cünüp olan kimse yıkanma imkânı bulamazsa ne yapar? Namaz kılmaz mı? Yoksa teyemmüm edip namazını kılar mı? Namaz kılamaz derlerse bilgisizdirler. Kılar derlerse o zaman âdet hali cünüplükten daha mı kötü bir durumdur? Âdet, kadının elinde olmayan bir özürdür. Bu durumda ne yapar? Her namaz vakti için bir abdest alıp namazını kılar.

“Abdestini alıp namazını kıl”

Namaz kılmak, aslında Allah ile iletişim kurmaktır, Allah’a yönelmek, dua etmektir. Şimdi âdetli dua edebilir, hatta dua niyetiyle dua ayetlerini de okuyabilir. Namazın temeli zaten bunlardır; okuma ve dua... Bunlar yapılırken eğilip kalkmak mı yasak? Kim yasakladı? Kur’ân’da böyle bir yasak yok. Ama kadınlar kabul etmiyorlarsa etmesinler ne yapalım? Hz. Peygamber’e bir kadın gelip düzensiz âdet gördüğünü, namaz kılamamaktan ötürü üzüldüğünü söylüyor. Peygamberimiz ona abdestini alıp namazını kılmasını emrediyor.

Kur’ân anlaşılmak için inmiştir

Düzenli veya düzensiz gelen kanın türü aynıdır, âdet kanıdır. Düzensiz âdet (istihaza) namaza, ibadete engel değil de düzenlisi niçin engel olsun? Bir iki çelişkili rivayetle Kur’ân’ın genel hükmü değiştirilemez. Hiçbir hal Allah’a ibadete, Allah ile iletişim kurmaya engel olamaz.

Peygamberimiz, Hz. Ayşe’ye emrediyor: Mescide git, bana seccade getir. Ayşe âdetli olduğunu, bu yüzden mescide giremeyeceğini söylüyor. Hz. Peygamber, “Âdet hali senin kusurun değil, doğal bir şeydir. Mescide git, seccadeyi getir” diyor. Yani Hz. Peygamber, âdetlinin mescide girmesinde bir sakınca görmüyor. Ayrıca Hz. Peygamber, âdetli kadın namaz kılamaz, oruç tutamaz, ibadet edemez diye bir açıklamada da bulanmamıştır. Bu konudaki rivayetlerin hepsi geleneğin etkisindeki insanların görüşleridir. Yasin, Tebareke gibi sureler dua değil, Kur’ân’ın bölümü yani suresidir. Bunlara dua demek yanlıştır. Elbette anlayarak Kur’ân okumak, anlamadan okumaktan daha iyidir. Çünkü Kur’ân anlaşılmak için indirilmiştir.

Yazının devamı...

İslâm’a göre yaşayan herkes ahiret kardeşidir

(DÜNDEN DEVAM)

Enfal: 75 ve Ahzab 6’ncı ayet, “Yeminlerinizin bağladığı kimselere paylarını veriniz” ayetini yürürlükten kaldırmaz, açıklar. Çünkü o ayet, rahim sahiplerinin, mirasta mevlal-muvalattan daha ileri olduğunu bildirir. Bu, tıpkı oğul bulunduğu zaman mirasa kardeşten daha ileri olması gibidir.

Oğul, kardeşi miras sahibi olmaktan çıkarmaz. Ancak mirası kendisi alır. Ama oğul bulunmazsa miras kardeşe düşer.

Rahim sahipleri de bulunursa miras onlara düşer. Rahim sahipleri bulunmadığı zaman mirası mevlal-muvalat alır.

Ancak Sevri, Şafii gibi hukuk bilginleri, kardeşlik akdi yapanlara mirastan pay verileceği yolundaki Hanefi yorumuna katılmazlar.

Onlara göre İslâm’da antlaşma yoluyla miras alışverişi yoktur. Ahretlik sorusuna gelince: Ahiretlik, ahirtle ilgili demektir. İslâm inancına bağlı bulunanlar, manen kardeştirler. Yani bunlar ahiret kardeşidirler. Manevi kardeşlik onları cennet kardeşi yapar. Ancak inanç ve eylemleri düzgün olan Müslümanlar ahiret kardeşidirler.

Ahiret kardeşi olmanın belli bir yöntemi yoktur. İslâm inancını benimseyip İslâm’a göre yaşayan herkes ahiret kardeşidirler. Kanuni Sultan Süleyman, cepheden Şeyhülislam Ebussuud Efendi’ye yazdığı mektupta, “Dinde dindaşım, yolda yoldaşım, ahiret kardaşım” diye hitap etmiştir.

Sabırlı olmalısınız

Bir Amerikalı ile evlenip Amerika’ya giden fakat paragöz adamın baskısından bıkıp ayrılmayı düşünen bayan okuruma cevabımdır: Size sabretmenizi tavsiye ederim. İslâm’da aile reisi erkektir. Erkek, karısının ve çocuklarının geçimini temin etmekle yükümlüdür. Kadın evin masraflarına katkı yapmak zorunda değildir. Ancak bu durumda kadının, ev hanımı olması gerekir. Kocası eğer kadının çalışmasına kazanç ortaklığı esasına göre izin vermişse kadının da o katkıyı yapması gerekir. Çünkü ancak kocasının müsaadesiyle çalışabilir.

Ben İslâm’ın hükmünü anlatıyorum, Amerikan kanunlarını değil. Eşinizle anlaşın, çocuklarınız var, onların aile dağılımının sıkıntısını çekmelerine fırsat vermeyin.

Zamanla eşiniz daha yumuşak davranabilir. Ama adamın gözü açsa bu onun doğasıdır, yeni bir şey değil. Yıllarca beraber yaşamışsınız. Ayrılmanız hayatınızda büyük sorunlar açabilir. Türkiye’de kimseniz yoksa ne yapacaksınız?

Herhalde biriktirdiğiniz parayla burada bir daire alabilirsiniz. Alın ama eşinizden ayrılmayın. Çocuklarınızı bırakmayın. Dinin hükümlerini yerine getirin. Namazınızı mutlaka kılın. Çocuklarınızı elinizden geldiğince Müslümanlığa, Allah ve Peygamber sevgisine yönlendirin.

Yazının devamı...

Yemin kardeşliği ve ahiretlik

SORU: Dinimizde kan kardeşliği var mı? Ahretlik ne demektir? (Aysel Artem)

CEVAP: “Yeminlerinizin bağladığı kimselere de hisselerini verin” (Nisa: 33) ayetinde yemin kardeşliği kuranlara paylarının verilmesi emredilir. İslâm’dan önceki dönemlerde yeminle kardeşlik kuranlar vardı. Kimine göre İslâm’da bu uygulama kaldırılmış kimine göre de yürürlüktedir. Hanefilere göre şayet Kur’ân’da sayılan miras sahiplerinden artan olursa bu kısım mevlal-muvalat denilen yemin kardeşine verilir. Şimdi bu tür kardeşliğe işaret eden ayeti açıklamaya çalışalım: Yeminin çoğulun “eyman”dır. Ayette yemin akdiyle bağlananlar söylemi üzerinde çeşitli yorumlar vardır ama en güçlü yoruma göre kastedilenler, haliflerdir (kendileriyle dostluk, kardeşlik ahdi yapılmış bulunanlar).

“Kanım, senin kanındır”

İslâm’dan önceki dönemin genel adı olan cahiliyye döneminde yeminle kardeşlik kurma geleneği vardı. Biriyle dostluk kurmak isteyen, kardeş olmak istediği kimseyle “Kanım senin kanındır. Sen bana varis ol, ben sana varis olayım. Sen benim hakkımı ara, ben senin hakkını arayayım” diye sözleşirdi. Birbirleriyle bu şekilde sözleşenler (yani şimdiki deyimle kan kardeşliği kuranlar) birbirlerine varis olur, biri öldüğü zaman halifi (antlısı) malının altıda birini alırdı. İşte bu ayet, daha önce bu tür antlaşma yapılmış olanlara, miras paylarının verilmesini emretmektedir. İslâm, kötülük üzerine yapılmış antlaşmaları kaldırmış ama iyi antlaşmaların yerine getirilmesini emretmiştir.

Kardeşlik sebebiyle varis

Hz. Peygamber, Medine’ye geldiği zaman ensar ile muhacirleri birbirlerine kardeş yapmıştı. Muhacir, ensarlıya bu kardeşlik sebebiyle varis olurdu. “Ana babanın ve akrabanın bıraktıkları için mevlalar (varisler) yaptık” ayeti inince kardeşlik yoluyla kurulan miras alışverişi ortadan kaldırıldı. Birbirlerine kardeşlik akdi yapmış olanlara mevlal-muvalat denilir. Hanefiler, mevlal-muvalat denilen antlıya, belli bir pay ayrıldığını bildiren bu ayetin neshedilmediği, yürürlükte olduğu kanısındadırlar. Doğru görüş de budur. Çünkü Kur’ân’da bulunan ayetler arasında nesih söz konusu değildir. Zira Kur’ân’da birbirine aykırı hükümler yoktur. Nesih ancak aykırı hükümler arasında olur. Kur’ân’da birbirine aykırı söz bulunmadığına göre nesih de söz konusu olamaz. “Rahim sahipleri (kan akrabası), Allah’ın kitabına göre birbirlerine daha yakın dostturlar” (Enfal: 93/75; Ahzab: 97/6) ayeti, mirasla ilgili değildir sadece insanın akrabasına daha çok yakınlık duyduğunu, bunun insanın doğası gereği olduğunu bildirmektedir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Bayramda yetimi yoksulu sevindirin

* DÜNDEN DEVAM

Allah dilediğini zenginlikle, dilediğini yoksullukla sınar. İnsan, Allah’ın kendisi için uygun gördüğünü, takdir buyurduğunu gönül hoşluğuyla karşılayıp “Lütfun da hoş, kahrın da hoş” diyerek O’na teslim olur ve şükrederse mutlu olur. Kim bilir belki yoksul olması, hakkında hayırlıdır. Zengin olsa başına felaketler gelecektir. Her zengin mutlaka mutlu değildir. Zenginlik, Allah’ın, bir insanı çok sevdiğinin işareti olamaz. Allah’a yakınlık zenginlik veya fakirlikle değil, gönül temizliğiyle sağlanır. Sabreden fakirler Allah’a daha çok bağlı olurlar. Genellikle kişi zenginleştikçe şımarır, azar, hatta Allah’ı dahi tanımaz olur. İşte, “Hayır, (Rabbi’nin bu kadar iyiliğine, lütfuna rağmen) insan azar. Kendini zengin (kendine yeterli) gördüğü için” (Alak: 6-7) ayetlerinde insanın, zenginlik hissine kapılıp gurura düşmesinin, kendisini nasıl bir felakete sürüklediğini belirtmektedir. Zenginlikle şımarıklığa düşecek kimseler için zenginlik felakettir. Çünkü o kimsenin yoksullaşan ruhu ıstırap çekecektir. Asıl zenginlik gönül zenginliğidir.

Kul, gözetim altında bulunduğunu hiç ama hiç unutmamalıdır. “Yaptığınız iyiliği, açığa vurur veya onu gizlerseniz yahut bir kötülüğü affederseniz (bilin ki) Allah da affedicidir, güçlüdür” (Nisa: 98/149) buyurulmaktadır. İslâm’ın hoşgörü ruhunu anlatan bu ayet, insanları Allah rızası için iyiliğe ve kusurları affetmeye yöneltiyor. Kişinin, elinin altında çalışan hizmetçilere, işçilere güzel davranması, Kur’ân’ın emridir. Ebuzer el-Gifari şöyle diyor: “Benimle bir adam arasında bir hadise oldu. Bu adamın annesi yabancıydı. Kendisini annesinden ötürü kınadım, ona hakaret ettim. Beni Peygamber’e şikayet etti. Peygamber ile karşılaştığımda bana, ‘Ey Ebuzer, sen içinde cahiliyyet bulunan bir adamsın’ dedi. ‘Ya Resulallah, kim adamlara söverse onlar da onun babasına anasına söverler. (O bana sövdü, ben de onun anasına hakaret ettim)’ dedim. Buyurdu ki: Ey Ebuzer, sen içinde cahiliyyet ahlakı bulunan bir adamsın. Onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin ellerinizin altına vermiştir. Yediklerinizden onlara da yediriniz. Giydiklerinizden onlara da giydiriniz. Onlara ağır işler teklif etmeyiniz. Eğer ederseniz onlara yardım ediniz” (Müslim, Eyman: b. 10, h. 38; Buhari, İman: b. 22, h. 28). İfadeden, Ebuzer’in hakaret ettiği Müslüman kişi, işçi tabakasından biriymiş. Bu Peygamber öğüdünden de insanların Allah katında eşit oldukları, herkese saygılı davranmak gerektiği anlaşılır.

Bayramda yetimleri, yoksulları, kimsesizleri, yaşlı, yardıma muhtaç insanları arayıp sormalı, onlara yardım edip gönüllerini almaya çalışmalıdır. Mazluma, ezilmişe, muhtaç kullara yardım etmek Allah’ı memnun eder. Biz Allah’ın kullarını memnun etmeye çalışmalıyız ki Allah da bizi memnun etsin. Son nefesimizde şöyle seslenilen kullarından eylesin: “Ey huzura eren nefis. Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön. (İyi) Kullarım arasına gir. Cennetime gir” (Fecr: 27-30). En içten dileklerimle tekrar bayramınızı kutluyor, nice bayramlara sağlık ve mutluluk içinde ulaşmanızı diliyorum.

Yazının devamı...

Kötülüğe karşı iyilik, mert yiğidin kârıdır

* DÜNDEN DEVAM

Bayram, dostlukların tazeleneceği, kardeşliğin pekiştirileceği, küslerin barışacağı huzur günüdür. Dargın olanlar derhal barışmalı, birbirlerine kardeşçe sarılmalıdırlar. Dargınlık, kızgınlık insana hiçbir şey kazandırmaz, vicdanı rahatsız eder. Dünya geçicidir. Baki kalan bu kubbede bir hoş sedadır. Tüm dünya varlığı bir damla gözyaşına değmez. Gönül kırmak Allah’ı gücendirir. Mazlumu inciten Hakk’ı incitmiş olur. Din ahlaktır. Maalesef dünyanın her yanında, özellikle ülkemizde çok kötü şeyler oluyor. Cinayetler işleniyor. Bunların en korkuncu da Taksim’deki vahşi canlı bomba eylemidir. Beyni yıkanmış, düşünce yetisini kaybetmiş insanlar onca günahsızın canına kıymakta hiç sakınca görmüyorlar.

Niçin yapıyorlar bunu? Ne kazanacaklar? Ahirete inansalar böyle bir şeye cesaret edemezler. Çünkü bir cana kıyanın bütün insanlığı katletmiş gibi bir sorumluluk altına gireceğini, o masumların kanlarının, vardığı ebediyet âleminde hesabının sorulacağını bilirler. Allah’a ve ahrete yürekten inananların temel nitelikleri doğruluk, yalan söylememek, cana kıymamak, zina etmemektir. Bu yasakları çiğneyen, masum kanı döken insanlar sonsuz âlemde cezasını kat kat çekerler. Bu hayat son değil, ölüm yok olmak değil, ebedi hayata adım atmaktır. Mümin insan, yanı başındaki komşusu aç veya sıkıntı içindeyken rahat edemeyen, onun acısını paylaşan insandır. Bayram, güzel ahlakın en güzel biçimiyle sergilenmesi gereken sevinç, barış günüdür. Kırgınlıkların, kavgaların temel nedeni dünya, para, mal mülk sevgisidir. Üç günlük dünya için gönül kırmaya, can yakmaya değmez. Değmez emin ol hayat bir damla gözyaşına.
Kimseye baki değildir mülk-ü devlet sim-ü zer
Bir harap olmuş gönül tamirin etmektir hüner.
(Şair diyor ki: Mal mülk, mevki, altın ve gümüş hiç kimse için kalıcı değildir. Asıl marifet, asıl hüner, yıkılmış, buruk bir gönlü onarmaktır.)

İyiliğe karşı iyilik her yiğidin kârı ama kötülüğe karşı iyilik mert yiğidin kârıdır. Fussilet: 34-36’ncı ayetlerde kötülüğün en güzel biçimde savılması, yani kötülüğe karşı iyilik yapılması, böylece düşmanlığın dostluğa çevrileceği vurgulanır. İyi söz katı kalpleri yumuşatır. Kaba söz düşmanlık uyandırır. Ayette, nefse ağır gelen bu tavsiyenin ancak sabredenler, dünya ve ahiret mutluluğundan nasibi alanlarca kabul edilip uygulanacağı belirtiliyor. İşte dünya ve ahiretten payı olanlar onlardır. Şeytanın insanı dürtükleyip taşkınlığa itmeye çalışması halinde hemen Allah’a sığınmak gerekir. Kasas Suresi’nin 54’üncü, Rad Suresi’nin 22’nci ayetinde de gerçek müminlerin, kötülüğü iyilikle savacakları işte öylelerinin Allah katında cennetle ve iki kat ödüllendirilecekleri vurgulanır. Hayatın her yönü gerçekte manevi bir sınavdır.

Yazının devamı...

Bayramınız mübarek olsun

Bizi bir bayrama daha sağlık içinde ulaştıran Allah’a hamdolsun. Bayramınız mübarek olsun. Bilindiği üzere Kurban Bayramı’nda hali vakti yerinde olan Müslüman’ın, kendisi ve ailesi için bir kurban kesmesi sünnettir. Çünkü Hz. Peygamber kurbanın, Hz. İbrahim’in sünneti olduğunu buyurmuştur. Kurban kesmenin asıl amacı, et bulamayan yoksullara yardım etmektir. Zira Kur’ân, kesilen hayvanların etlerinin ve kanlarının Allah’a ulaşmayacağını, Allah’a ulaşanın, kişinin gönülden Hakk’a bağlılığı olduğunu vurgular (Hac: 37). Ayrıca Kur’ân, kurban etlerinden sahibinin yemesini ve fakirlere yedirmesini emreder. Demek ki asıl amaç, kan akıtmak değil, et bulamayan yoksullara yardımdır.
Kurbanın vakti: Kurban; bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde kesilir. Birinci günü kesmek daha iyidir. Gece kesmek mekruhtur.

Kurbanın eti: Kurbanın etini üçe ayırmak, bir bölümünü evine bırakıp bir kısmını fakirlere, bir kısmını da eşe dosta dağıtmak, etini, derisini tamamen sadaka vermek daha makbuldür. Ancak kurbanın etinden bir parça yemek sünnettir.

Kurban kesilecek hayvanlar: Deve, sığır, koyun ve keçidir. Bunların erkeği de dişisi de kurban edilebilir. Devenin 5 yıllığı, sığırın 2 yıllığı koyun-keçinin 1 yıllığı yahut gösterişli olan 6 aylığı kurban edilebilir. Koyun-keçi sadece 1 kişiye kurban olabilir. Ancak sığırı 7 kişi, deveyi 10 kişi ortaklaşa kurban kesebilir. Bazı aileler birden fazla kurban keserler. Gerçekte bir aileye bir kurban yeter. Birden fazla kurban kesmek isteyen, bir tane kessin, diğer kurbanların parasını yoksullara versin, felaketzedelere göndersin.

Kurban nasıl kesilir: Kurbanı keserken hayvana eziyet etmemeli, kesme yerine incitmeden götürmeli, öteki hayvanların gözü önünde değil, ayrı bir yerde kesmelidir. Keserken keskin bıçak kullanmak lazımdır. Hayvanı yatırıp hazırladıktan sonra “Henüz elini hayvanın boğazına dokundurmadan, “İnni veccehtu vechiye lillezi fataras-semavati vel-arda hanifen vema ene minel-muşrikin. İnne salati ve nu-suki ve mahyaye ve memati lillahi rabbil-âlemin la şerike leh ve bizalike umirtu ve ene evvelul-muslimin. Allahumme tekabbel minni kema takabbelte min İbrahime halilike ve Muhammed’in habibike (Yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah’a, O’nun birliğine inanarak çevirdim. Ben müşriklerden değilim. Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben (Allah’a) teslim olanların ilkiyim. Allah’ım, dostun İbrahim’den, sevgilin Muhammed’den kabul buyurduğun gibi benden de kabul buyur)” diye dua etmeli ve “Bismillah! Allahu ekber Allahu ekber Allahu ekber lailahe illallahu vallahu ekber Allahu ekber ve lillahil-hamd. Bismillah! Allahu ekber” deyip hemen kesmelidir.

Yazının devamı...

Kurban, Allah’ın adı anılarak kesilir

SORU: Almanya’dan yazan Serdar Kurnaz şöyle diyor: “İnternetten ve haberlerden takip edebildiğime göre Türkiye’de hayvan stokunda sorun yaşandığı için ‘bu sene kurban kesilmeyebilir’ fetvasının verilebileceği söyleniyor. İslâm, kolaylık dini olduğuna göre, şartlar oluşmadan ritüel ibadetler gerçekleşemeyeceğine göre, kurban ibadetini sadaka vererek gerçekleştirmemiz mümkün mü?” Okurum Gökhan Zunluoğlu da aynı konuyla ilgili olarak diyor ki: “Bir yazınızda kurban kesmenin sünnet olduğunu
belirtmiştiniz. Kevser Suresi’nde ‘Habibim biz sana şüphesiz Kevseri verdik. Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes’ diye bir ayet var. Sizin yazınızla ayet arasında bir çelişki yok mu?

CEVAP: Kevser Suresi’nde “Habibim” ifadesi yoktur. Habibim sözcüğünün Arapçası Habibi’dir. Var mı böyle bir sözcük ayette? Hayır, yok. Sonra “Fe-salli li-rabbike vanhar” ayetini “Rabbin için namazkıl, kurban kes” diye çevirirler. Peki, namazın kurbanla ilgisi ne? İnsan namaz kılarken kurban mı keser? Ayetteki “vanhar” kelimesi, “nahr” kökünden emirdir. “Nahr”, boğaz çukuru demektir. Namaza başlama tekbiri alırken ellerin boğaza kadar kaldırılması emredilmektedir. Ayetin manası “Öyle ise Rabbin için namaz kıl, başlama tekbiri alıp ellerini boğaz
çukuruna kadar kaldır” demektir. Kaldı ki Kur’ân’daki bütün emirler yükümlülük yani gereklik bildirmez. Serbestlik (ibaha) ifade eden emirler de vardır. Maide Suresi’nde “İhramdan çıkınca avlanınız” emri var. Şimdi ihramdan çıkınca avlanmak farz mıdır? Hayır, serbesttir. Kur’ân’ın en uzun ayeti olan borcu yazdırmakla ilgili ayette “Borç verdiğiniz zaman onu yazın. Aranızda bir yazıcı, adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın; borçlu olan da yazdırsın...” (Bakara: 282) buyurulmaktadır. Burada borcu
yazdırma hususundaki emir, gereklik değil, tavsiye niteliğindedir. Birbirine güvenen taraflar borcu yazdırmamakla günah işlemiş olmazlar. Ancak bir ziyan durumunda sonuca katlanırlar. Hiç kimse senetsiz borç alıp vermenin günah olduğunu söylememiştir. Kurban farz değil, Peygamberimizin açık ifadesiyle Hz. İbrahim’in sünnetidir. Kurbanın farz olduğunu söylemek hayvan katliamına yol açar. Hac Suresi’nde kurban kesmek emredilmez. İslâm’dan önceki
cahiliye dönemi Arapları da hacda kurban keserlerdi. Ancak onlar, kurbanı putlarının adlarını anarak keserlerdi. Yani ibadete şirk karıştırırlardı. Tevhide aykırı olan bu durumun düzeltilmesi için kurbanlık hayvanlar boğazlanırken yalnız Allah adının anılması emredilmektedir. Emredilen kurban kesmek değil, hayvan keserken sadece Allah’ın adı anılarak kesilmesidir. Hayvan üretimi ve et ürünleri konusunda sıkıntılı geçen bu yıl, kurban kesme sünneti yerine, Kur’ân’ın vurgulu emirlerinden olan sadakaya ağırlık
verilmesinin, kurbana verilecek miktarda veya daha fazla bir paranın yoksullara dağıtılmasının, dinin ruhuna ve amacına daha uygun olacağını düşünüyorum. Bu sözümden, kurban ibadetini inkâr ettiğim anlamı çıkarılmamalıdır. Kurban elbette sünnettir. Sadece zorunlu durumlarda ehemmin mühimme (daha önemli olanın, önemli olana) tercih edilmesinin uygun olacağı kanaatimi belirtiyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.