Şampiy10
Magazin
Gündem

Hz. Adem cennette değil de dünyada mı yaratıldı?

SORU: Değerli hocam, siz tefsirinizde “Hz. Âdem cennetten inmemiş bu dünyada yaratılmış” diyorsunuz. Ve gerekçelerini anlatıyorsunuz bana da mantıklı geldi ama bazı sorularım hala var. Dediğiniz gibi cennette günah işleme, boş laf yok, ayrıca orada ölümsüzlük olduğuna göre neden Âdem ebedì yaşam arzu etmiştir; diyorsunuz onu anladım. Fakat aklıma yatmayan bir iki sorum var.

1. Dediğinize göre Âdem bu dünyadaki topraktan yaratılmışsa, Allah neden şeytanla Âdeme, “birbirinizin düşmanı olarak yeryüzüne inin!” diyor. Zaten Âdem yeryüzünde değil miydi o anda, tamam siz yüksek bir tepeden inmiştir diyorsunuz ama ben tam emin degilim.

2. Anlamadığım bir nokta daha var, melekler Allah’a hal diliyle dünyada kan dökecek bir insanı neden yaratıyorsun demişlerdir. Melekler gaybı bilemez Âdemin bu özlelliğini bilmeleri olanaksızdır, dediginiz gibi bunlar daha önce ilkel insanlar için bunu söylemiş olabilirler, çünkü Âdem ilk olgunluğa erişmiş kişidir. Ben de diyorum ki olgunluğa ilk erişmiş kişi olsa bile sonuçta ilk insan değildir, o zaman Allah neden “ben bir insan yaratacağım” dedikten sonra melekler hal diliyle bu cevabı vermişlerdir? Zaten daha önce insan yaratılmış değil miydi? (Yılmaz Aydın)

CEVAP: Bu tür soruların cevapları ayrıntı ile kitaplarımda vardır. Bunlar üzerinde tartışmanın yararı ne? Ezelin sırlarını ne sen bilirsin, ne ben? Ben Kur’ân’ın akli yorumunu yapmaya çalıştım. Yanıldıysam Allah affetsin. Elbette Âdem’den önce de insan vardı ama gelişmemiş, dil bilmez ilkel insan. Hayvan gibi, sorumlu değil. Ne zaman ki insan olgunlaştırıldı, hilafet makamına yükseldi, dili ve mantık kurallarını geliştirdi. “Allah İnsana beyanı öğretti” (Rahman: 3) işte o zaman sorumluluk başladı.
Kaldı ki bu hikâye Kur’ân’ın orijinal kıssası değildir. Tevrat’ta, hatta ondan önceki çeşitli Kutsal kitaplarda hafif renk farkıyla vardır. Tevrat’ı doğrulayan Kur’ân, onun temel anlatımına uygun olarak Âdem kıssasını da anlatır. Amaç da kıssanın kendisi değil, insanı Yaratan’a kulluğa yöneltmektir. Tevrat’ta da İnsanın yeryüzünde yaratıldığı, hatta bölge ismi verilerek Aden’de yaratıldığı belirtilir.

Benden ayrıntı istiyorsanız ben doğrusu yaratılış aşamalarını görmediğim için bilemem. Herkes kendince bir yorum yapmış işte. Ben de araştırmaların sonucunda vardığım bir kanaati belirttim. Hata yaptıysam Allah affeder.

Yazının devamı...

Ev kredisi ile ev almak dinen caiz mi?

SORU: Sayın hocam, yazılarınızı hiç kaçırmadan okuyorum ve çok faydalanıyorum. Geçenlerde bir tv programında (haspihal programı Özlem veya Meltem tv) Avrupa’da kredi ile ev alınamayacağı, ev almak isteyenlerin eşten, dosttan borçlanarak ev almalarını; faizle ev almamalarını söylediğini izledim. Bu beyefendi Avrupa’da ev fiyatlarından bihaber herhalde veya küçük bir köyde yaşıyor. Bendeniz İngiltere’de yaşıyorum ve satılan evlerin %95 i mortgage sistemi ile satılır. Hangi eş dost insana 300-400 bin TL ev almak için borç verir ve ne kadar bekler. İmkânsız bir şey. Saygılarımla.

CEVAP: Bu dar görüşlü, zaman dışında yaşayan insanlar İslâm’ı uygulanamaz hale getirdiler. Bu yorumların bir değeri yoktur. Kredi ile ev almanın alıcıya yararı varsa, alıcı bundan zarar etmiyorsa caizdir. Alan da kârlı, veren de kârlı. Oysa haram olan riba uygulaması fukarayı soyma, ekmeğe muhtaç etme uygulamasıdır.

Bir insan hem Kürt hem de seyyid olabilir mi?

SORU: Bir insan hem Kürt; hem de seyyid olabilir mi? Oluyorsa; nasıl olabiliyor? Olabiliyorsa, Hz. Muhammed’in soyundan gelme kuralı hükümsüz kalmış olmuyor mu? Sağlık ve esenlikler diler, saygılar sunarım.. Dinçer KIŞOĞLU/Ankara

CEVAP: Eğer Peygamber soyundan gelen biri gelip de Kürt bölgesine yerleşir ve orada yaşamaya başlarsa doğal olarak onun çocukları Kürtçe konuşacak, Kürt kültürü ile büyüyecek. Aynı şey Türkler için de söz konusudur. Bir seyyid gelip Türkler arasında yerleşir ve Türklerle evlenirse çocuğu doğal olarak Türk olacak, Türk kültürü ile yetişecek. Köken itibariyle o kişi seyyid olmasına rağmen onun nesli asırlarca Kürt kültürü ile yoğrulduğu ve kendisini Kürt veya Türk hissettiği için kendisine Kürt denilecek ama şeceresi yani soyağacı sağlam olarak Peygamber’e kadar varıyorsa pekala seyyiddir.

Benim bildiğime göre seyyidlik babadan gelir. Seyyid olabilmek için anasının değil, babasının seyyid soydan gelmesi gerekir. Yoksa bir seyyidin kızı yabancı biri ile evlenirse onun doğurduğu çocuklar seyyid olmazlar. Benim bildiğim böyledir.

Yazının devamı...

Müslüman bir erkek, gayri müslim kadınla evlenebilir mi?

SORU: Müslüman bir erkek ile Müslüman olmayan bir kadının imam nikâhı kıyması dinimizce mümkün müdür? Peygamber Efendimizin Müslüman olmayan bir kadınla evlendiği ve dinini değiştirmesi konusunda eşine baskı yapmadığı yorumundan giderek olur, denilebilir mi? (Önder Kepenek)

CEVAP: Maide 5. âyette Kitap sahibi kadınlarla evlenmenin helâl olduğu buyurulmaktadır. Onlarla evlenmek helâl ise elbette nikâh kıyılabilir. Nikâhsız evlenme olur mu?

Medeniyet dinle mi başladı?

Dablin’den Berkin Yaman, ilk insan (gerçekte ilk halife) olan Âdem’in, Allah’ın ilhamıyla geliştirdiği dil ile önce Allah’a yönelip tevbe ettiğinin, Mukaddes Kitabımız’da belirtildiğini; bu söylemden, dinin medeniyetten değil, medeniyetin dinden kaynaklandığı sonucunun çıkarılabileceğini belirtiyor ve diyor ki:

“Kendi çapımda, Kuran-ı Kerim’i yorumlayarak size çok kısaca açıkladığım “din medeniyeti doğurdu” görüşüme katılır mısınız bilemem ama karşı çıktığınız veya katılmakta güçlük çektiğiniz noktalar varsa lütfen bana söyleyin ki ben de fikirlerimi tekrar gözden geçirme ihtiyacını kendimde hissedeyim...”

Cevap: Medeniyetin dinle başladığı, güzel sanatların dinden kaynaklandığı hususu, büyük sosyologların kabulüdür. Bunu daha lise çağlarımızda sosyoloji derslerinde okumuş, öğrenmiştik. MÂdem sizin böyle şeylere ilginiz var, pekâla böyle bir kitabı yazabilirsiniz. Hemen kendinizi yönlendirin ve bu konuda araştırmalara başlayın. İnşaallah güzel şeyler çıkar.

Ama konuya başlamadan önce hemen bir âyeti referans almanız bence bilimsel çalışmaya uymaz. Çünkü siz hükmü baştan veriyorsunuz, o halde daha neyi araştıracaksınız? Kur’ân sosyoloji kitabı değildir ama Kur’ân’da sosyoloji vardır. Kur’ân Tıb veya anatomi kitabı değildir ama Kur’ân’da tıb ve anatomi vardır....

Çalışma tüm önfikirlerin bir kenara bırakılarak yapılırsa sağlıklı sonuca ulaşabilir. Kaldı ki biz ne neticeye varırsak varalım mutlaka din karşıtları da kendilerince karşıt bir sonuca varırlar. Bu düşünce ayrılığı durmaz; kıyamete dek küfürle iman çatışır. Ama sonunda gerçek iman galip gelir, Zira yüce Allah’ın buyurduğu üzere: “Hak geldi, bâtıl gitti; zaten bâtıl yok olmağa mahkûmdur.” (İsra: 81)

Yazının devamı...

Karides ile midye yemek haram mı?

* DÜNDEN DEVAM

Ve yine Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Kur’ân’ın helâl kıldıkları dışında bir şey helâl kılmadım. Kur’ân’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım.” (İbni Hisam, siret 4 sayfa 332)
En’âm, 145. ayeti şöyle der: “De ki: ‘Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizi yiyecek kimse için haram kılınmış bir şey bulamıyorum.’!”

Kur’ân’ın haram kıldığı yiyeceklerin dışındaki yiyecekler örf, âdet, kültür meselesidir. Maalesef bazı toplumlar sevmediklerini haram ilan etmişler; daha sonra uydurulan hadislerle bu düşüncelerini destekleyerek haramlaştırmışlardır. Bunun örnekleri çoktur.
Örneğin Hanefî mezhebine göre Midye ve karides haram’dır. Ne yazık ki birçok kişi bu izahı dinin hükmü sanmaktadır. Oysa Malikî, Şafiî mezhebine göre Midye ve karides helâl’dir. İnsan bu çelişkili açıklamayı görünce doğal olarak: “şimdi bunlar helâl’mı, haram’mı?” diye sorar. Ama “Acaba Kur’ân bu konuda ne diyor” diye hiç düşünmez.
Midye karides gibi bazı et ürünlerinin haram sayılması kültürden kaynaklanır. Bir insan veya toplum bu yiyecekleri çirkin ve pis gördüğü için haram saymıştır. Oysa böyle bir yargıya yetkileri yoktur. Çünkü Allah’tan başka kimsenin yasaklama yetkisi yoktur. Ama maalesef aslında mübah olan birçok yiyecek insanlar tarafından haram kategorisine sokulmuştur.

Taklitçiliği bırakıp Kur’ân’a dönelim. Çünkü Kur’ân körü körüne taklidi kınamaktadır: “Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: ‘Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allâh emretti.’ dediler. ‘Allâh kötülüğü emretmez, de, Allah’a karşı bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz?’” (A’raf: 28)
“Onlara: ‘Allâh’ın indirdiğine uyun!’ dense, ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz(yol)a uyarız!’ derler. Peki, ama ataları bir şey düşünmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (atalarının yoluna uyacaklar)?” (Bakara: 170)

Din hükmü sağlam kanıta dayanmalıdır. Böyle olmalıdır ki: “helâk olan, açık delîlle helâk olsun; yaşayan da açık delîlle yaşasın” (Enfal: 42)

Müslüman körü körüne mukallid değil, kanıtla ve sağduyu ile hareket eden insandır: “İşte benim yolum budur: Allah’a basîretle da‘vet ederim. Ben ve bana uyanlar... Allah’ın şanı yücedir, ben ortak koşanlardan değilim.” (Yûsuf: 108) -Emrah Gedik (Hollanda)

CEVAP: Emrah Gedik’in, epey tasarrufla yayınladığım yazısındaki temel görüşler doğrudur. Kur’ân’da haram kılınan sadece dört tür et çeşidi vardır. Leş, akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başka bir tanrı adı anılarak kesilmek suretiyle murdar olmuş hayvan. Kur’ân’a göre bunun dışında yiyen kimse için haram edilmiş bir şey yoktur. Tabii alkollü içkiler ve uyuşturucu maddeler de haram yiyeceklerdendir ki bu da Kur’ân ile sabittir.


Yazının devamı...

İslam’da, yenilmesi haram olan deniz ürünü var mı?

Hollanda’dan Emrah Gedik, Midye ve karides gibi deniz ürünlerini haram sayan düşüncenin yanlış olduğunu belirtmek üzere kaleme aldığı yazıda özetle şöyle diyor:
Bilindiği gibi âlimlerin çoğunluğuna göre deniz ürünlerinin hepsi helâldir. Zaten Kur’ân bunu belirtiyor: “Hem kendinize, hem de yolculara bir geçimlik olmak üzere deniz avı ve yiyeceği, size helâl kılındı.” (Maide: 96)
Peygamberimiz de : “Denizin suyu temizdir ve temizleyicidir, ölüsü de helâldir.” buyurmuştur. İmam-ı ŞafiÓ de: “Denizden babam çıksa yerim” demekle bütün deniz ürünlerinin helâl olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Bu delillere karşın, halk arasında bazı deniz ürünlerinin haram olduğu söylenir. Peki, ama haram olduğuna dair delil var mı? Tabiki yok. “Neden haramdır?” dediğimiz zaman “Ben öyle duydum” demekten başka bir şey diyemezler.
Kur’ân ve Peygamberimiz açık açık Deniz ürünlerinin helâl olduğunu söylediği halde, nasıl olur da bazı kişiler, kimi deniz ürünlerini haram kılarlar? Bakın Cenab’ı Allah Kur’ân’da insanları nasıl uyarıyor:

1) “De ki: ’Gördünüz mü, Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram ve bir kısmını helâl yaptınız.’ De ki: ’Allah mı size böyle izin verdi, yoksa siz Allah’a iftirâ mı ediyorsunuz?’” (Yunus, 59)

2) “Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah’a iftirâ ederek haram kılanlar muhakkak ki ziyana uğradılar, saptılar, yola gelici de değiller!” (Enam, 140)

3) “Ey inananlar, Allah’ın size helâl kıldığı güzel ve temiz şeyleri haram etmeyin, sınırı aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez.” (Maide, 87)

4) “De ki: ‘Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?“ De ki: ‘O, dünyâ hayâtında inananlarındır, kıyâmet günü de yalnız onlarındır.’ İşte biz, bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” (Araf, 32)

5) “Üzerine Allah’ın adı anılmış olanlardan niçin yemeyesiniz? Çaresiz yemek zorunda kaldıklarınız dışında, size haram kıldığı şeyleri (Allah) size açıklamıştır. Doğrusu birçokları, bilmeden keyiflerine uyarak halkı şaşırtıyorlar...” (En’âm, 119)

Görüldüğü gibi Allah’tan başka kimsenin haram kılma yetkisi yoktur. Ve durduk yere “Şu Haramdır, Bu Haramdır” diyenler de büyük günaha girmektedirler. Hz. Ebu Bekir, peygamberimizin vefatından sonra halkı toplayıp:
“İşte Allah’ın kitabı aramızda, onun helâl’ini helâl kılın, haram’ını haram görün.” Demiştir. (Zehebi, Tezkiratul Huffaz 1/3, Buhari 1.cilt)

Peygamberimiz bir hadisinde: “Allah’ın kitabında helâl kıldığı helâl, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah, hiçbir şeyi unutmaz.” (Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mace) demiştir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Dedikodu yapan imamın arkasında namaz kılınır mı?

SORU: Çoktandır kalbimi sızlatan, doğru mu yanlış mı diye tereddüt ettiğim bir hususta sizden yardım istiyorum. Cumaları sürekli camiye gitmeye çalışırdım, vakit namazlarına da vakit buldukça giderdim. Hafta sonları bir internet kafeye uğrar, orada işlerimi halletmeye çalışırdım. Öğle namazı saatini bekleyen yakın caminin imamı da oraya gelir, kafe sahibi ve diğer müşterilerle sohbete dalardı. Güncel politik, siyasi gelişmeleri kendi anlayışlarına göre yorumlardı. Kendileri gibi olmayan
herkese iftira atarlar, dedikoduları sıkılmadan ederler,
başka durumlara uyan dini tabirleri düşünmeden ederlerdi, kâfirlik, müşriklik, dinden dönme irtidad, mühtedi ve benzeri sıfatlar. Gıybetten ve yol açacağı afetlerden korkmazlar, üç kuruş dünya menfaati için uhdesine aldıkları makam ve mevkiin sorumluluklarını gözardı ederlerdi. Kendilerine maddi olarak kazanç sağlayan kişi ve kurumlara ve siyasi partilere yakınlık. Sayın hocam, böyle adamların
arkasında namaza durulur mu? Saydığım şartlar acaba bana böyle adamların camiine gitmeme, cemaatine katılmama hakkı verir mi, bu cemaate katılmak bana yine de sevap kazandırır mı? Sonra etrafında gördüğüm hemen tüm cami hocaları aynı
durumda gibi geliyor bana. İmamın para almasına karşı değilim tabi ki, ama bu onların gerçek görevlerinden
gafil olmalarına yol açıyor gibime geliyor. Bu konuda hem sizin görüşlerinizi merak ediyorum, hem de tavsiye edebileceğiniz kitaplar var mı merakla bekliyorum. Teşekkür eder, hayırlı işler dilerim.

CEVAP: Değerli kardeşim, mektubunuzdan duygulandım. Gerçekten çok önemli bir tespitiniz var. Din görevlilerinin bir kısmı dediğiniz tiptedir. Halka anlattıklarının çoğu da hurafedir ama bütün din görevlilerini aynı kefeye koymak elbette doğru olamaz. İçlerinde Kur’ân ile aydınlanan, bilgisi yeterli veya yanlış olsa bile ihlâs sahibi insanlar da çoktur. Sizin sözünü ettiğiniz hoca taslağının davranışı
yanlış. Dinin ruhuna aykırı. Cami bir partinin tekelinde değil. Din adamı herkese hitabedecek, kimseyi kırmayacak, dini siyasete alet etmeyecek, menfaatine göre değil, Allah rızası için konuşacak. Buna rağmen o din görevlisinin yanlışı, sizi cemaatten uzaklaştırmamalı, onların düşüncesine katılmayabilirsiniz ama Allah herkese niyyetine göre sevap verir. Siz yine camiye gidin, cami o adamın babasının evi değil, Allah’ın evidir. Bence o zatı bir kenara çekip yaptığının doğru olmadığını, din adamına
açıkça parti tutmanın, siyasi propaganda yapmanın yakışmadığını, çünkü bu davranışın, farklı siyasi görüşlere
sahip insanları gücendirip camiden kaçıracağını münasip bir dille söyleyin, kırmadan, gururunu incitmeden söyleyin. Bakarsınız ki o kişi bundan ibret alır, yolunu düzeltir, en azından hatasını anlar. Küsmek bir şeyi halletmez. Kur’ân “Ama yine de hatırlat, çünkü hatırlatmak inananlara yararlıdır.” (Zâriyat: 55) buyurmaktadır.

Yazının devamı...

Dövme, doğal güzelliği bozar

SORU: Geçtiğimiz yıl vücuduma dövme yaptırdım. Daha sonra pişman oldum. Dövmenin dini hükmünü öğrenmek için internette yaptığımı araştırmada çelişkili görüşlerle karşı karşıya kaldım. Ancak Peygamberimizin dövmeyi şiddetle yasaklayıp lanetlediğini ögrendim. Kendimi çok kötü hissediyorum. Bu konuda beni aydınlatır mısınız? (Nida Talebi)

CEVAP: Hz. Peygamber’in dövme yaptıranlara, kaşlarını inceltenlere lanet okuduğu yolundaki rivayetler yakıştırmadır. Çünkü âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber kimseye lanet okumaz. Kendileri, “Ben lanetçi olarak değil, âlemlere rahmet olarak gönderildim” buyurmuşlar, attıkları oklarla başını yaran, dişini kıran düşmanlara dahi lanet okumamış, beddua etmemiş, doğru yola gelmeleri için dua etmiştir.

Şarap içtiği için had vurduğu Nuayman’a, lanet okuyan bir sahabisine, “Kardeşine karşı şeytana yardımcı olma” demiştir. Hz. Peygamber’in yüzündeki kılları çekenlere lanet okuduğu hakkında rivayet var ama bu rivayet, Peygamber’i, kadınların süslenmesini teşvik eden sözlerine ve İslâm’ın genel anlayışına aykırıdır. Çünkü güzelleşme, özellikle kadının doğal gereksinimidir. Allah’ın Elçisi, yas zamanı dışında kadınların süslenmelerine müsaade buyurmuştur.

Hz. Peygamber’in, dövme yaptırana beddua ettiği rivayeti de vardır ama Peygamber’in beddua etmiş olması pek mantıklı görünmemektedir. Ancak bu yoldaki rivayetler, Peygamber sözü olmasa bile, en azından Peygamber’in dövmeden hoşlanmadığını ve genel İslâm görüşünü yansıtır. Çünkü dövme, doğal güzelliği bozmaktır, özentidir. Elbette dövme yaptırmak hırsızlık gibi, zina gibi büyük günahlardan değildir ama İslâm’da hoş görülmemiş olan bir eylemdir. Gençler böyle şeylere heveslenip bedenlerine çeşitli şekiller çizdiriyorlar. Sonra da bu şekiller, bakanlarda tiksinti uyandırır hale geliyor. Kur’ân, canlının doğal yaratılışını değiştirmenin, hayvanların kulaklarını kesmenin veya yarmanın şeytan işi eylemlerden olduğunu belirtmektedir.

Bir okurun takdiri

SORU: Abdestte mesh konusunu okurlarınız defalarca soruyor siz de hiç üşenmeden tekrar cevaplıyorsunuz. Takdirkâr bir tutum. Lütfen devam ediniz hocam. Bizler küçükken keşke dinimizi sizin gibi akılcı olarak anlatsalardı. Ayakla burun en uzak iki uzvumuzdur. Ancak ayağını üşütenin hemen burnu akmaya ve hapşırmaya başlar. Kışın başını yıkayan sinüzit, ayağını yıkayan da soğuk alıp hasta olur. Dinimiz bu yönden akılcıdır. Ben 78 yaşındayım. 10 senedir namaz kılıyorum. Namazda cem konusunu keşke 60 sene önce söylemiş olsalardı da ben de namaza 60 sene önce başlamış olsaydım. (Cavit Karaeren)

CEVAP: Teşekkür ederim Cavit Bey, sağlık ve afiyet dileklerimle...

Yazının devamı...

İslâm, şiddet ve kılıç dini değildir

* DÜNDEN DEVAM

Avrupalılar, İslâm’ın kılıç dini olduğunu, kılıçla yayıldığını söyleyerek ona saldırmış, güya onlara cevap vermek kastiyle bazı modernist aydınlar da İslâm’da sadece savunma savaşının emredildiğini, taarruz savaşının olmadığını ileri sürmüşlerdir. Hatta kurnaz İngilizler, Hind Müslümanlarını uyuşturmak, kendi emirlerinde tutmak için istila ettikleri bölgelerde bu fikrin yayılmasını teşvik etmişlerdir. Bunların ikisi de sakat görüşlerdir. Eğer İslâmiyet sırf kılıç zoruyla yayılmış olsaydı küçük bir toplum o zamana göre dünyanın en ileri silahlarına sahip iki büyük imparatorluğu, İran ve Bizans imparatorluklarını perişan edebilir miydi? Diğer taraftan cihad, sırf savunma savaşından ibaret olsaydı, bir gün bu savunma gücü kırılabilir ve İslâm kıtalara yayılamazdı. Çünkü kendini savunabilmek için gerektiğinde saldırmak da lazımdır. Oturup hep düşmanın saldırısını beklemek, kendini sonunda teslim olmaya mahkûm etmek olur.

Peygamberimiz hem savunma hem de savunma gayesine bağlı olarak taarruz savaşı yapmışlardır. Bedir, Uhud, Hendek savaşları ve daha birçok seriyye savunma savaşı ise de Mekke’nin fethi taarruz savaşıdır. Kur’ân’ın savaş hakkındaki emirleri açıktır. Şu var ki İslâm’ın savaştan gayesi, adi menfaat sağlamak, toprak kazanmak, insan öldürmek değil; Allah’tan gelen hidayet nurunun, insanların kalplerini aydınlatmasına engel olan perdeleri yırtmaktır. Cihaddan maksat, insanlara gönüllerince inanma ve yaşama özgürlüğünü sağlamaktır. Yoksa kimseyi zorla dine sokmak değildir.

Çünkü Allah indinde yegane doğal din olarak bildirilen İslâm’da (Al-i İmran Suresi: 190) hiçbir suretle zor kullanılmayacağı da prensip olarak belirtilmiştir (Bakara Suresi: 256). Cihaddan güdülen amaç, insanın hem kendi nefsini hem de bütün insanlığı sapıklıktan kurtarıp dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştırmaktır. Bakınız İslâm’ın gayesi ne yücedir ki Müslüman, kendi tattığı mutluluktan başkalarının da tatmasını istiyor. Bu mutluluğu tatmayı düşünen ve buna serbestçe karar verecek olanlara karşı koyacak engelleri ortadan kaldırmaya çalışıyor. Herkese özgürlük içinde düşünme, gönlünce inanma hürriyetini götürüyor. Yoksa kimseyi zorla dine sokmuyor. İşte cihad bunun içindir, insanların gönüllerine ve kafalarına ellerini uzatan despot elleri kırmak, zulmü dünya yüzünden silmek içindir.

DÜZELTME: Dünkü yazımda, “Müslümanlar Mekke’de bir devlet kurdular” cümlesinde geçen “Mekke” yerine “Medine” olacak. Düzeltir, özür dilerim.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.