Şampiy10
Magazin
Gündem

Müslümanların hac ibadeti engelleniyordu

* DÜNDEN DEVAM

Müslümanlara uygulanan baskı o dereceye vardı ki, Mekke’nin egemenleri, Peygamber’i öldürmeyi planladılar ve bunu uygulamaya koyarlerken Peygamber, Medine’ye hicret etti. Ondan önce ve sonra Müslümanlar bireysel olarak veya topluca mallarını, mülklerini bırakıp göç etmek zorunda kaldılar. Bunların evleri, barkları, mal ve mülkleri Mekke egemenlerine kaldı. Müslümanlar Mekke’de bir devlet kurdular. Ama Mekke ve yöresindeki Kureyş ve yanlıları, İslâm’ın ilerlemesine en büyük engel teşkil ediyorlardı. Müslümanların Mekke’ye gidip hac ibadetini yapmalarına engel oluyorlardı. Nitekim Müslümanlar, hicretin sekizinci yılında hac amacıyla Mekke yöresine kadar gittiler fakat Hudeybiye’de durduruldular. Sonuçta Hudeybiye Barış Antlaşması imzalandı.

Bu antlaşmaya göre Müslümanlar, o yıl umre yapmayacaklar, ertesi yıl gelecek, Mekke’de üç gün kalacak ve umreyi tamamlayıp döneceklerdi. Mekkelilerin tarafını tutup onların şartlarına tabi olan Bekr Oğulları kabilesi, yine adı geçen antlaşma uyarınca Müslümanların tarafını tutup onların şartlarına tabi olan Huza’a Oğulları kabilesine saldırdı. Vaktiyle aralarında bulunan bir kan davası yüzünden Bekr Oğulları, Kureyşlilerden yardım alarak geceleyin Huza’a Oğulları‘na saldırıp onları dövdüler ve Münebbih adlı bir adamlarını da öldürdüler. Kureyş’in Bekr Oğulları’na yardımı, barış anlaşmasını ihlaldi. Huza‘alılardan kırk kişi gelip Hz. Peygamber’den yardım istedi. Peygamber onlara yardıma söz verdi.

Yurtlarından sürülmüşlerdi

Kureyş, barış antlaşmasını ihlal etmekle her zaman Müslümanlara düşmanlığını, fırsat bulunca Müslümanları boğma niyetinde olduğunu gösterdi. Ayrıca Müslümanların mallarını, mülklerini, dükkânlarını işgal etmişler, onları öz yurtlarından ve evlerinden sürmüşlerdi. Bu durumda Müslümanların kendi yurtlarını, işgalcilerden geri almak ve antlaşma şartlarını dinlemeyip Müslümanların müttefiklerine saldıranlara karşılık vermek bir saldırı mıdır, yoksa savunma gereği midir? Bunu sağduyu sahipleri takdir etmekte gecikmez. İslâmın barış ruhunu perçinleyen şu ayetleri daima anımsamalıyız: “Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. Allah sizi ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan meneder. Kim onlarla dost olursa, işte zalimler onlardır” (Mümtehine: 111/8-9).

YARIN

İslâm, şiddet ve kılıç dini değildir

Yazının devamı...

İnsanlar Allah yoluna güzel öğütle çağrılmalı

* DÜNDEN DEVAM

Kur’ân’ın öğretilerini yerleştirebilmek için her türlü çaba harcanmalı, gerektiğinde bu uğurda göçe de katlanmalıdır. Nitekim bundan sonra inen surelerde cihadla birlikte hicretten de (göç) söz edilecektir. Hac: 88/78’inci ayette emredilen cihad geneldir. Gerek saldırgan kâfirlere, gerek zulme, gerek nefse karşı savaşmayı kapsamına alır. Allah, müminlere, kendi yolunda layıkıyla çaba harcamalarını, kâfirlere karşı dini savunmalarını, nefislerinin kötü duygularını da yenmeye çalışmalarını emretmektedir. Bundan sonra inmiş olan Enfal Suresi’nde de iman, hicret ve cihada önemli bir ifade katılmaktadır. “Mallarıyla ve canlarıyla cihad” ifadesi artık cihadı, kıtalla eş anlama getirmiştir. Enfal: 93/72-75’inci ayetler bunun örneğidir.
Bu ve benzeri ayetlerde cihad, çoğunlukla Allah’ın yolu ifadesiyle beraber kullanılır. “Allah yolunda cihad edenler” cümlesinde sebilullah (Allah’ın yolu) deyimi, cihaddan daha genel bir mana içerir. Esasen cihad, Allah yolunun açılması için yapılır. “Allah’ın yolu”, İslâm öğretilerinin tümüdür. Nahl Suresi’nin 125’inci ayetinde bu yola hikmetle, güzel öğütle çağrılması ve bunun yerleşmesine karşı gelen insanlarla en güzel biçimde mücadele edilmesi (uğraşılması) emredilir. Cihad, Allah yolunun üzerine konulan engelleri kaldırmak için harcanan çabadır. “Ey peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara katı davran” (Tahrim: 106/9, Tevbe: 113/73). Peygamber’e kâfirlere ve münafıklara karşı cihad etmesi emredilen bu ayette de cihad, cephe savaşından çok, manevi savaş anlamındadır. Çünkü Peygamber, dış düşmana karşı savaşmış ise de toplumun içinde bulunan münafıklarla savaşmamıştır. Ayette Peygamber’e, kâfir ve münafıklarla ciddi biçimde uğraşması, onların entrikalarını ve tehlikelerini önlemeye çalışması buyurulmaktadır.
Hz. Peygamber, durup dururken kimseye karşı fetih hareketi veya savaş düzenlememiştir. Mekke’nin fethi, bir saldırı savaşı gibi görünürse de gerçekte öyle değildir. Bilindiği üzere Mekke döneminde Müslümanlar büyük baskı altında tutuldular. Peygamber’e ve Müslümanlara üç yıl ambargo uygulandı. Onlar bir vadide mahsur bırakıldılar. Zayıflar eziliyor, korumasızlar canlarını kurtarmak veya baskıdan kurtulmak için göç etmek zorunda bırakılıyorlardı. Bu yüzden Peygamber’in amcası oğlu Cafer, damadı ve kızı dahi Habeşistan’a hicret
etmek zorunda kalmışlardı.


Yazının devamı...

Cihad, dönemlere ayrılıp incelenmeli

(DÜNDEN DEVAM)

Cihad ve cehd çaba harcamak, bir şeyi başarmak için vargücüyle çalışmak demektir. Savaşmak da amacın gerçekleşmesi için en son çabayı harcamak olduğundan cihadın kapsamına girerse de bu kelimenin asıl anlamı savaş değil; çalışmak, çabalamak, didinmek, uğraşmaktır. Aynı kökten gelen ictihad da kapalı bir konuyu açığa çıkarabilmek, bir problemi çözebilmek için elden gelen bütün çabayı harcamak demektir. Savaş anlamındaki harpten çok daha kapsamlıdır. Harp de cihadın bir parçası olabilir.

Ama cihadı, basitçe savaş diye tercüme etmek yanlıştır.

Çünkü Peygamber, Mekke’deyken de İslâm’ın yayılması için kâfirlerle cihad ediyordu ama cihadı savaş değil, düşünce alanındaydı. Bir meselenin aslını öğrenmek için bütün zihin çabasını harcamak anlamındaki ictihad da bu köktendir. Cihad üç kısma ayrılır:

1- Açık düşmana karşı savaşmak

2- Gizli düşman olan şeytanla savaşmak

3- İç düşman olan nefisle savaşmak.

En büyük manevi cihad

İlk peygamberlik yıllarında ve genelde bütün Mekki ayetlerde cihad, ebedi mutluluğu sağlayacak olan tevhit dinini yaşamak ve yaymak için bütün çabayı harcamak anlamında kullanılmıştır. Mekke döneminin ortalarına doğru indiği tahmin edilen Furkan Suresi’nde Peygamber’e, kendisine gelen vahye dayanarak büyük cihad etmesi emredilmektedir. “Onunla büyük bir cihad et” (Furkan: 42/52) ayetinde Hz. Peygamber’e, silahla değil fakat Kur’ân ile cihad etmesi emredilmiştir ki bu manevi cihaddır. Ayette kâfirlerin sözlerine aldırmaması, gerçekleri açık açık anlatan Kur’ân’a dayanarak vargücüyle insanları irşad için çaba harcaması emredilmektedir. Peygamber’in, inançsızların itirazlarına ve engellemelerine aldırış etmeden gece ibadetlerini sürdürmesi, tertille (düşüne düşüne) Kur’ân okuması ve müşriklerin yalanlamalarına, sözlü saldırılarına sabırla karşılık vermesi, en büyük manevi cihaddır.

Ankebut: 85/69’uncu ayette Allah’ın, kendi uğrunda cihad edenleri, kendisine varan yollara ileteceği ve kendisinin güzel davrananlarla beraber olduğu vurgulanıyor. Bundan iki sure sonra inen Hac Suresi’nde ise Müslümanlara, Allah uğrunda O’na yaraşır biçimde cihad etmeleri emrediliyor. “O’nun uğrunda, O’na yaraşır biçimde cihad ediniz” ifadesi, Mekke’de Müslümanlar için şartların iyice ağırlaştığını gösterir. Artan, hatta bir kısmını Habeşistan’a hicrete zorlayan baskılara dayanmaları emredilmektedir.

Yazının devamı...

İhanet edenler Medine’den sürgün edildi

* DÜNDEN DEVAM

Kaynuka Oğulları’ndan, Müslümanlara karşı hıyanet, gizli tertipler, antlaşmaya aykırı davranışlar birbirini izlemeye başlayınca Enfal Suresi‘nin 55-61’inci ayetleri indi: “55- Allah’a göre canlıların en kötüsü, kâfirlerdir, artık onlar inanmazlar. 56- Sen kendileriyle antlaşma yaptığın halde onlar hiç çekinmeden, her defa antlaşmalarını bozarlar.
57- Savaşta onları yakalarsan, onlar(a vereceğin ceza) ile arkalarında bulunan kimseleri de dağıt ki ibret alsınlar. 58- Bir kavmin, (antlaşmaya) hıyanet etmesinden korkarsan, sen de(onların seninle yaptıkları antlaşmayı) aynı şekilde onlara at. Çünkü Allah hainleri sevmez. 59- İnkâr edenler (bizim elimizden kurtulup) geçtiklerini sanmasınlar. Onlar (bizi) aciz bırakmazlar. 60- Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız. 61- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a dayan çünkü O işitendir, bilendir. 62- Eğer sana hile yapmak isterlerse (korkma) Allah sana yeter. O ki, yardımıyla seni ve müminleri destekledi.”
Bu ayetler, antlaşmayı bozanlara, antlaşmalarını geri vermeyi ve onları, geride kalanlara ibret olacak biçimde cezalandırmayı emretmiştir. Burada antlaşmalarını bozanlarla Kaynuka Oğulları kastedilmiştir. Geride kalanlar da diğer Yahudi kabileleri olan Nadir Oğulları, Kurayza Oğulları ve Hayber Yahudileri‘dir.Hz. Peygamber, İslâm ve Müslümanlar için büyük tehlike oluşturan ve Müslümanlara hıyanet eden Kaynuka Oğulları’nı, hicretlerinin yirminci ayında kuşattı. Sonunda Yahudiler, Allah Elçisi’nin vereceği hükme razı oldular. Hz. Peygamber, her ailenin bir deveye yükleyebildiği kadar eşya alıp gitmesine hükmetti. Peygamber’in sürgün ettiği Kaynuka Oğulları Yahudileri, Şam‘da Ezriat’a gittiler. Malları Müslümanlara kaldı. Rodinson’un sandığı gibi erkeklerinin öldürülmesi diye bir şey söz konusu olmamıştır. Gerçi Abdullah ibn Übeyy’in, Peygamber’in zırhının yırtmacına yapışıp kendisine dar gününde yardım eden dostlarını öldürmemesini rica ettiği, onun ısrarlı ricası üzerine Peygamber’in Kaynukalılara sürgün hükmü verdiği söylenirse de bu rivayetten ibarettir. Kur’ân’a aykırıdır. Çünkü Kur’ân, savaş tutsaklarının ya lütfen veya fidyeyle serbest bırakılmasını emreder, öldürme seçeneği belirtmez. Bu kabile, ihanetlerinin sonucu olarak Medine’den sürgün edilmiştir.

Yazının devamı...

Kaynuka Oğulları olayının aslı nedir?

* DÜNDEN DEVAM

Kaynuka Oğulları’nın sürgünü ve topraklarının Müslümanlara geçmesi: Hz. Peygamber Medine’ye geldikleri zaman, burada bulunan üç Yahudi kabilesi Kaynuka Oğulları, Nadir Oğulları ve Kurayza Oğulları’yla şu şekilde ittifak yapmışlardır: “Müminlere tabi olan Yahudilere yardım edilir, haksızlık edilmez, onlara karşı savaşılmaz. Onların dostları (müttefikleri) de aynen kendileri gibidir. Onlar kendi dinlerinde, Müslümanlar da kendi dinlerinde serbesttir. Zulüm, günah yapanın, adam öldürenin sorumluluğu, bunları yapana ve ailesine aittir. Yahudiler de müminlerle savaşanlara karşı müminlere yardım edecekler, müminlerle birlikte savaş giderlerine katılacaklardır. Bu antlaşmada taraf olan Müslümanlar ve Yahudiler, aralarında iyiliği öğütleyecekler, günah işlere girmeyecekler, birbirlerine iyi davranacaklardır.” Bu antlaşmaya göre Yahudiler kendi dinlerinde serbest olacaklar, Evs ve Hazrec kabileleriyle yapmış oldukları antlaşmalar yürürlükte kalacak, Müslümanlara bir saldırı durumunda Yahudiler Müslümanların yanında yer alacak, Müslümanlara karşı düşmanca bir tutum izlemedikleri takdirde de Müslümanlar bir saldırıya maruz kalan Yahudilere yardım edeceklerdi.

Antlaşmaya aykırı davrandılar

Bu söz ve antlaşmalarına rağmen Yahudiler, Bedir zaferinden sonra bölgedeki siyasal ve ekonomik üstünlüklerini elden kaçıracakları endişesiyle Müslümanlara karşı gittikçe artan bir kin ve düşmanlık beslemeye başladılar. Zaman zaman antlaşmanın şartlarına aykırı davranmaktan çekinmediler. Bedir Savaşı‘ndan sonra Allah’ın Elçisi, Kaynuka Oğulları çarşısına gidip onlara öğüt verdi. Allah’tan korkmalarını, Kureyş’in başına gelen sonucun kendi başlarına da gelebileceğini söyleyerek onları uyardı. Yahudi kabilelerinin en güçlüsü ve cesuru olan Kaynuka Oğulları, “Ey Muhammed, galiba sen bizi senin kavmin gibi sanıyorsun. Savaşmasını bilmeyen bir topluluğu savaşta yenmiş olman, seni aldatmasın. Vallahi eğer bizimle savaşırsan, ne yaman kahramanlar olduğumuzu anlarsın” dediler. Bir gün, hayvanını satmak üzere Kaynuka Oğulları pazarına giden ve orada bir Yahudi kuyumcunun dükkânında oturan Müslüman bir kadının eteğini, Yahudi kuyumcu arkadan gizlice beline iliştirdi. Kadın ayağa kalkınca edep yeri göründü. Olayı gören Yahudiler gülüştüler. Kadının feryadını duyan bir Müslüman, kuyumcuyu öldürdü. Yahudiler de onu öldürdü. Bu olay, Müslümanlarla Yahudilerin arasını iyice açtı.

Yazının devamı...

İslâm tarihi ve Müslüman Yahudi ilişkileri

SORU: Sayın hocam, VATAN Gazetesi’ndeki yazılarınızı okuyorum. Özellikle “Hz. Peygamber’e atılan bir iftira” adlı yazınız ilgimi çekti. Bir süre önce Fransız Yahudisi oryantalist Maxime Rodinson’un “Mohammed” adlı kitabını okudum (Penguin Books,1971 Fransızca’dan İngilizce’ye tercüme eden Anne Carter). Kitabın 172’nci sayfasında Peygamber’in, Beni Kaynuka kabilesiyle olan ilişkilerine dair bir anlatı var. Rodinson şöyle diyor: “In the course of the same month Muhammed began to attack the Jews seriously. He took as his target the Jewish clan of the Banu Qaynuqa. Muhammed’s decision to attack them was probably the result of a political calculation. (Aynı ay Muhammed, Yahudilere ciddi biçimde saldırıya başladı. Yahudi Kaynuka Oğulları’na saldırmaya karar verdi. Muhammed’in bu kararı, herhalde siyasi bir amaç taşıyordu).”

Rodinson kitabında, pazar yerinde bir Müslüman kadının taciz edilmesinden neşet eden bir tartışmadan sonra çeşitli cinayetlerin işlendiğini, bunun üzerine Peygamber’in Beni Kaynuka’nın kalesini kuşattığını yazıyor. 15 günlük bir kuşatmadan sonra kalenin teslim olduğunu, ceza olarak kabilenin erkeklerinin ölüme mahkûm edildiği ancak hatırlı ve nüfuzlu Müslümanlar’dan İbn Ubey’in araya girerek Yahudileri kurtardığını ifade ediyor. Sonuçta Yahudiler, malları kalede kalmak koşuluyla 3 gün içinde Medine’yi terk etmeyi kabul ediyor. Ganimetin beşte biri Peygamber’in oluyor. Şimdi size sorum şu:
1- Oryantalist de olduğunu göz önüne alarak Rodinson ciddi ve güvenilir bir kaynak mı?
2- Bu anlatılan olaylar dizisi doğru mu? İslâm kaynakları bu episodu nasıl anlatıyor?
3- Kur’ân’da bu olaya referans veren ayetler var mı? Varsa hangileri? 4- Kitapta sadece Beni Kaynuka değil, Beni Nadir ve Beni Kurayza kabileleriyle Müslümanların sorunlu ilişkilerine dair anlatılar da var. İslâmiyet perspektifinden olayların özü nedir?
(Evren İşbilen/ODTÜ Uluslararası İlişkiler doktora öğrencisi)

CEVAP: Kaynuka Oğulları’yla ilgili olarak bir sure inmiştir. Haşr Suresi’nin büyük kısmı bu olayı anlatır. Açıklaması için “Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri” adlı eserimin 9/352-356’ncı sayfalarına, “Kur’ân Ansiklopedisi” adlı eserimin de “Kaynuka” ve “Haşr” maddelerine bakabilirsiniz. Olayın esası, Yahudi kabilelerinin yaptıkları antlaşmalara sadık kalmamalarına ve hatta Peygamber’e suikast düzenlemelerine dayanır.

Yazının devamı...

Zekâtın belli bir miktarı vardır

SORU: 1- Allah sadece büyük İblis’e mi kıyamete kadar ömür vermiştir yoksa tüm cinlere mi? 2- Çorap üstüne mesh edilebilir mi? Meshi bile kabul etmeyenler var, illa yıkanacak diyorlar. 3- Zekât ve sadakayı karıştırıyorum. Fitreyi biliyorum. Ben düzenli bir şekilde muhtaçlara sadaka veriyorum. Bu zekât yerine gecer mi? Yoksa illa bir senenin sonunda artan paranın 1/40’ı mı veriliyor? Ben bu 1/40 olayına pek mantıklı bakmıyorum. Ne kadar zekât vereceğimi nasıl hesaplayacağım? 4- Teheccüd namazı hangi saatlerde kılınıyor? Seher vakti diye biliyorum, doğru mu? Teheccüdü kılınca hemen sabah vakti geliyor. Bayağı uykusuz kalıyorum. Daha erken kılsam bu sefer de huzursuz oluyorum. (Yılmaz Aydın)

CEVAP: 1- Kur’ân’dan anladığımıza göre Allah İblis’e ölümsüzlük vermiştir. Ama bütün cinlerin ölümsüz olduklarına dair kanıt yoktur. Tam tersine bir hadiste, “Val-insu valcinnu yemutune: İnsanlar ve cinler ölümlüdürler” denilmektedir. Bu hadis, cinlerin de ölümlü olduğunu gösterir ama onların ömürleri insanlara göre daha uzun olduğundan, çok daha geçmiş bilgisine sahiptirler.

2- Asıl olan çıplak ayak üzerine mesh etmektir. Ama mesih organı üzerinde çorap veya ayakkabı, başta sarık gibi giysiler varsa bunların üzerine mesh edilebilir. Çorabın cinsi ne olursa olsun, çorap üzerine mesh edilebileceği gibi temiz ayakkabı üzerine de mesh edilebilir.

Peygamberimiz sandalet türünden ayakkabısı üzerine mesh etmiştir. İşte mest dedikleri odur. Yoksa Hicaz’da bizim anladığımız manada mest giyilemez.

3- Zekât, belli oranda zengin olanın, yıllanmış malından, parasından vereceği din vergisidir. Bunun nispeti 1/40’tır.

Ama siz istediğiniz kadar sadaka verirsiniz, onun adı sadakadır, zekât değil. Çünkü zekât vergidir. Rastgele olmaz, belli bir miktarı bulunması gerekir. Kur’ân “belli miktar” diyor. Demek ki zekâtın belli bir miktarı vardır.

4- Gece yarısından sonra sabah namazına kadar olan vakit içinde kılınan namaz, teheccüd namazıdır. Teheccüd uykudan uyanma, yataktan kalkma demektir. İşte özellikle seher vakti uykudan uyanıp da kılınan namaza teheccüd (yataktan uyanıp kalkma) namazı denilir. Zarar yok, bir saat az uyuyun veya sabah namazından sonra uyuyun. Bu namazın sizin ruhunuza kattığı değeri bilseniz hiç üşenmezsiniz. Zaten üşendiğinizi de sanmıyorum.

Vicdanınıza danışın

SORU: Bankadan alınan krediyle yapılan ticaretten kazanılan para haram mı? Belli bir kısmını hayır işlerinde mi kullanmalıyız? Miras yoluyla bize gelen malın ne kadarı helal?

CEVAP: Yasak faiz, fakire verilen ödünç paradan alınan gerçek fazlalıktır. Banka fakir değil. Bankaya ödünç vermiyorsunuz. Karşılıklı kâr var. Alan da veren de kazançlı. Bugünün ekonomisi böyle yürüyor. Siz bunları kendi vicdanınıza danışıp karar verebilirsiniz.

Yazının devamı...

Her namazı vaktinde kılmak en güzelidir

DÜNKÜ yazımda okurum Adnan Öztürkeri’nin 7 sorusundan 5’ini cevaplamıştım. Kalan 2 sorusu ve verdiğim cevaplar şöyledir:

SORU: Farz ve sünnet namazlarımın ilk rekâtında Fatiha’dan sonra çok sevdiğim “ayet el kürsi”yi okuyorum. 2’nci rekâtlarda ise Felak ve Nas surelerini okuyorum. Bu ayeti kerimelerin yüzü suyu hürmetine pek çok kazadan korunduk, hayırlı olan işlerimiz vücut buldu. Devam etmemin bir sakıncası var mı?

CEVAP: Bu uygulamanızda sakınca yoktur.

SORU: Bir iş yerinde çalışıyorum. Öğle ve ikindi namazlarımı, öğle namazı sırasında cem ederek ve münkünse kimseye görünmeden kılıyorum. Cem etme sebebim, ibadeti gizli yapmaktır. Cemaatle kıldığımda sanki gösteriş yapıyormuşum gibi geliyor. Konsantrasyonum dağılıyor. Cem sırasında sadece öğlen ve ikindi namazlarının farzlarını kılıyorum. Son bir aydır bunu devamlı uyguluyorum. Sünnetleri atlamak hoşuma gitmiyor. Tavsiyeniz nedir?

CEVAP: Peygamberimizin zaman zaman namazları cemle kıldığını yazmıştım. Ama bunu alışkanlık haline getirmeyi uygun bulmam. Efdal olan, her namazı vaktinde kılmaktır. İşi olan, vakti müsait olmayan, yolcu olan cem edebilir.

SORU: Tek başına veya cemaatle kıldığım namazlarda gözlerimi kapalı tutuyor ve Kabe’de kıldığım namazımı göz önüne getirerek kılıyorum. Bu beni her türlü fenalıktan koruyor, konsantrasyonumu bozmamamı sağlıyor. Gözleri kapalı namaz kılmanın sakıncası var mı?

CEVAP: Gözleri kapalı namaz kılmakta bir sakınca yok. Ancak savaş veya bir saldırı tehlikesi bulunduğu durumlarda gözü kapalı namaz kılmak Kur’ân’ın “İhtiyatlı olunuz, tedbirinizi alınız” emrine aykırıdır.

Amerika’dan bir takdir mektubu

SAYGIDEĞER hocam, yazdığınız yazıları okuduğumda, sizin gibi ömrünü Kur’ân’a adamış bir bilim adamına yapılan saygısızlıktan haberdar oldum. Malum, öğretmeye çalıştığınız doğrular pek çoklarının çıkarına ters geliyor. Ama halkın vergisiyle, halka hizmet etmesi gereken Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir yetkilinin böyle bir üslup kullanması kabul edilebilir değil. Allah insanlara akıl, fikir versin. Yazdıklarınızı yıllardır takip ediyorum, her seferinde dinimizle ilgili güzel şeyler öğreniyorum. Emeklerinizden Allah razı olsun ve de Allah size sağlıklı uzun bir ömür nasip eylesin ki biz gençler ilminizden daha uzun yıllar istifade edebilelim. Bu vesileyle size hürmetlerimi ve teşekkürlerimi sunmak istedim. Sevgi ve saygı dileklerimle, sağlıcakla kalın.

Onur Fidaner / 401 Charcot Avenue

San Jose, CA 95131 USA

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.