Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Tüm eserlerinizi okumak istiyorum’

SORU: Değerli hocam, sizi yıllardır VATAN Gazetesi’ndeki köşenizden ve Ramazan aylarında konuk olduğunuz televizyon programlarından izledim. Sizden çok şey öğrendim. Geçen yıl Sultanahmet’te açılan bir kitap fuarında “Kur’ân-ı Kerim Tefsiri” ve “Kur’ân‘ı Kerim’in Meali” adlı eserlerinizi imzanızla birlikte aldım. O kadar çok şey öğrendim ki Yüce Allah’a bunu bana nasip ettiği için şükrediyorum. Bu kadar kolay anlaşılır, olayları ve ayetleri her yönüyle anlatan böyle büyük ve değeri paha biçilemez bir eseri bizlere sunduğunuz için size dua ediyorum. Bana bu güzel yolu açıp dünyamı zenginleştirdiğiniz için her zaman duacınız olacağım. Sizin tüm eserlerinizi okumak istiyorum ama nasıl bir sıra izlemem gerektiği konusunda emin olamıyorum. Mesela önce Peygamber Efendimizin hayatını mı okumalıyım yoksa tefsirden edindiğim bilgileri pekiştirecek başka bir eserinizi mi? Bu konudaki tavsiyenizi rica ediyorum. (Gamze Şennur)

CEVAP: Gamze Hanım, sözleriniz için teşekkür ederim. Tefsir, özet bilgi sunmaktadır. Madem tefsire başladınız, tamamlayınız. Önce “İslâm Tasavvufu” adlı eserimi sonra da “İslâm’da Güncel Tartışmalar”ı ve “Görünmez Âlemin İzleri”ni okumanızı tavsiye ederim. “Kur’ân’da Peygamberler Tarihi”, “Kur’ân’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı”nı okumalısınız. Tüm eserlerimin toplam bilgisini “Kur’ân Ansiklopedisi” adlı 30 ciltlik eserimde bulabilirsiniz ama bu, bir solukta okunamaz, ansiklopedidir. İhtiyacınız olduğu zaman herhangi bir maddeyi açar bilgi alırsınız.


Farz-sünnet tabiri

SORU: Sabah, öğlen ve akşam namazlarının farz, ikindi ve yatsının sünnet olduğu doğru mu?
CEVAP: Namaz beştir ama Kur’ân’da anılan namaz vakitleri üçtür. Bunlar sabah, akşam ve gece namazlarıdır. Kur’ân’da bu vakitlerde namaz kılınması emredilir. Öğle, ikindi ve yatsı namazları Peygamberimizin içtihadıyla kıldırdığı namazlardır. Peygamberimiz bunları cemaatle kıldırdığı için bunlar da farzdır. Zaten farz-sünnet tabiri sonradan kullanılmıştır. Peygamberimizin cemaatle kıldığı namazlara farz, kendi başına kıldığı namazlara da sünnet denmiştir. Ama bu tabirleri Peygamberimizi kullanmamıştır. Herhalde Peygamber yalnız başına kıldığı namaza sünnet demez. Çünkü sünnet, birinin âdeti demektir. Peygamber kendi ibadetine sünnet der mi? Kimin sünneti?


Çok evlilik sorunu

SORU: Sahabiler çok evlilik mi yapmış?
CEVAP: Din; insanların sözleriyle değil, kitap ve sünnetten delille olur. Bütün sahabilerin çok evlendiği doğru değildir. Hiç evlenmeyen olduğu gibi tek eşle yetinen sahabiler de Ebuzer bir tek eşle yetinmiştir. Çocukların huzuru, yuvanın saadeti için bir eş yeter. İkinci eş genelde eve huzursuzluk, kıskançlık, kavga ve hatta yıkım getirebilir. Bu zamanda geçim öyle kolay mı?


Yazının devamı...

‘Namaz vakit ve rekâtlarına ilave yapılmış mıdır?’

SORU: Vaaz veren bir hoca, “Namazımızı aynen Peygamber Efendimizin kıldığı gibi kılıyoruz” dedi. Bu söz o anda aklıma; öğle ve ikindi farz namazlarının tamamının, akşamın son rekâtıyla yatsının son iki rekâtının imam tarafından içinden okunarak kıldırıldığını getirdi. Sizin tefsirlerinizin namazla ilgili bölümlerini taradım.

Kur’ân’da farz kılınan namazların (cuma namazı dışında) 3 vakit, namazların (sefer esnasında kılınan kısaltılmış namazın 1 rekât olduğundan hareketle) iki rekât olduğunu, beş vakit namazın hadis ve sünnet rivayetleriyle oluştuğunu öğrendim. O zaman Kur’ân’da açıkça belirtilen namazları açıktan, hadis rivayetlerine dayanarak farz olduğu belirtilen vakit namazlarıyla ilk iki rekât dışındaki rekâtları içten okuyarak kılıyoruz.

Peygamberimizin namazın bir kısmını dıştan, bir kısmını ise içten okuyarak kıldırdığını düşünemiyorum. Bu bana son derece mantıksız geliyor. Bu şekilde namaz kılınması gerektiği şeklindeki uygulama ne zaman başladı? Hangi hadislere dayanır? Kaynakları güvenilir mi? Veda hutbesine bile ilave yapanların, rivayet ettiği hadislerin önemli bölümünün uydurulduğunu veya ilaveler yapıldığını Ömer Nasuhi Bilmen’ninki başta olmak üzere ilmihal kitaplarının iyi niyetli bile olsa “tedbiren, ihtiyaten” zanna dayalı olarak ilaveler içerdiğini, Elmalılı Hamdi Yazır, Ömer Rıza Doğrul gibi yazarların telif eserlerini sadeleştirme adı altında kafalarına göre değiştirenlerin âlim geçindiklerini düşündüğümüzde sizin gibi güvenilir âlimlerin ışığına ihtiyaç duymaktayız. Bu konuya açıklık getirir misiniz?
(Ali Rıza Haznedaroğlu)

CEVAP: Bildiğime göre Peygamberimiz, kendi içtihadıyla kıldırdığı namazları, Kur’ân emri olan namazlardan ayırmak için gizli okuyarak kıldırmıştır.

Akşam, sabah ve gece namazları açık kılınır. Çünkü bunlar Allah’ın emridir. Ancak yatsı namazı, sonradan gece namazı yerine oturtulmuştur. Çünkü gece ortasında cemaatle namaz zordur. Gece namazı yerine oturtulan yatsı namazı, esasen akşamın uzantısı olduğundan onda da açık okunur. Fakat gündüz namazları (öğle-ikindi) Hz. Peygamberin içtihadıyla kıldırdığı namazlardır. Ötekilerden ayırt edilmek için bunlarda gizli Kur’ân okunmaktadır.

‘La havle’nin anlamı

SORU: Bazen “La havle” deriz. Acaba çok kullanılan bu sözün anlamı nedir? (Taylan Avşar)

CEVAP: Bu sözün tamamı “La havle, vela kuvvete illa billah” şeklindedir. “Güç, kuvvet, herhangi bir şeyi yapabilme gücü ve imkânı ancak Allah’ın izin ve yardımıyla olur” demektir. Özellikle kişi, hoşuna gitmeyen, canını sıkan bir olay karşısında bu cümleyi birkaç kez tekrarlarsa öfkesi yatışır, kızgınlığı geçer, kendini yanlış ve fevri hareket yapmaktan frenler. Bu sözün “vela kuvvete
illa billah” kısmı Kur’ân ayetidir. Sadece “La
havle” kelimesi Peygamberimizin eklemesidir.

Yazının devamı...

Bilmeden hüküm vermek günahtır

SORU: Son günlerde bir televizyon kanalındaki
dizi nedeniyle bir Sultan Süleyman tartışması başladı.

Bu tartışmaya siz de katıldınız. VATAN gazetesindeki köşenizde birkaç gün Kanuni hakkındaki düşüncelerinizi belirttiniz. Sayın hocam, ben sizi Hakk’ın yolundan şaşmadığınızı bildiğim için affınıza sığınarak soruyorum:

Eğer Kanuni Sultan Süleyman, Hürrem Sultan’ın Şehzade Mustafa hakkındaki iftiralarına, yalanlarına kanmayıp, ayağına kadar gelen aslan parçası şehzadesini çadırında boğdurtmasaydı Osmanlı İmparatorluğu yıkılır mıydı?
Bir ayeti mealen şöyle açıklıyordunuz: “Allah, günahlardan
dolayı cezaların bir miktarını bu dünyada çektirir.” Dünyaya hükmetmeye kalkmış, İslâm’a büyük hizmetleri dokunmuş, kanunlar çıkartmış Muhteşem Süleyman, (eğer doğruysa) bir Rus kadınının iftiralarına kanıp Müslüman Türk kadınından olan şehzadesini idam ettiriyor. Böylece o kadından olan oğlu Şehzade Selim tahta çıkıyor. Tahta çıkmak için İstanbul’a ne vaziyette getirildiği de malum. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu başlamış olmuyor mu? (İ. Faruk Filbahar)

CEVAP: Ne siz Şehzade Mustafa’nın idam ediliş nedenini tam olarak bilirsiniz, ne de ben. Zaten tarihçi olmadığımı her zaman söylerim. İşin içyüzünü anlamadan, bilmeden hüküm vermek günahtır. Sultan Süleyman da ne denli iyi olursa olsun, sonuçta insandır. O sadece Şehzade Mustafa’yı idam ettirmedi. Aynı zamanda Hürrem’den doğma, yetenekli oğlu Bayezid’i de öldürttü. Sanki öldürttüğü
zaman içi sızlamadı mı? Sızladı ama o, mülkün bölünmemesi, birliğin sürdürülmesi için bunu yaptı. “Hayr-i külli için şerr-i cüzi ihtiyar edilir” fetvasına dayandı. Onun şehzade Mustafa’yı ve Hürrem’in destekleyip koruduğu, padişah olmasını istediği şehzade Bayezid’i ve onun şehzadelerini öldürtmesi elbette tasvip edilemez. Ama yaptığı büyük işler,
bu hatalarını örter niteliktedir. Kanuni‘yi suçlamanın
bize ne yararı var? O da babası da İslâm’ın şevketini
âleme göstermişlerdir. Bu bize yeter. Böyle bir padişahı seks düşkünü göstermek sizce doğru mudur? Ben doğru bulmam. Onun için yazdım.


Namaz mutluluktur

SORU: Beş vakit namaz kılan biriydim. Psikiyatriste,
psikanaliz için gittim. Onu Allah’a havale ediyorum. Artık namazın önemini bile kavrayamıyorum. Bu durumda ne yapmam lazım?

CEVAP: Namaz Allah’ın emridir. Namazın önemini kavrasanız da kavramasanız da namazını kılın. Allah’ın emri her şeyin üstündedir. Namaz hayata anlam kazandırır, insanın kendine güvenini artırır. Namazda huzur ve mutluluk vardır. “Bilirim sadece yüce namazda erilir huzura” sevgili kardeşim. “Sabırla, namazla Allah’tan yardım dileyin...”
(Bakara: 45), “Ey inananlar, sabır ve namazla (Allah’tan)
yardım isteyin, muhakkak ki Allah, sabredenlerle
beraberdir” (Bakara: 153) ayetlerinde sabır ve namazla Allah’tan güç alınması emredilmektedir. Sabreden, namaza durup Allah’a sarılan inançlı insan güçlü ve başarılı olur.

Yazının devamı...

Yeni Müslüman olan Avusturyalı bayanın mektubu

SORU: Ben yeni Müslüman olmuş Avusturyalı bir bayanım. Dinimizi daha çok öğrenmek, surelerin anlamlarını kavrayabilmek adına yüce kitabımızın Türkçe anlamını okumaya başladım. Bir gün Fetih Suresi’nde, Peygamber Efendimiz’le insanların ağaç altında biatlaştıkları zaman Allah’ın onlardan razı olduğu ayetini okuyunca elimi göğsüme koyup hafif öne doğru eğildim ve salavat getirdim. Bir sohbet grubunda bayanların salavat getirirken böyle yaptıklarını görmüştüm. Oradan aklımda kalmış olacak ki, salavat getirirken bunu hep yapmaya başladım. Takip eden gecelerin birinde sizi rüyamda gördüm. Beni ikaz ediyordunuz. Diyordunuz ki: “Onlar yapıyorlar ama bari sen yapma, sana yakışmıyor.” Sonra anladım ki ben selam verir gibi öne eğiliyordum ve bu yanlıştı. Rüyamda bunu böylece ikaz ettiniz bana. Ama yine de sormak istedim. Salavat getirirken yapılan bu hareket doğru mu? İnsanlar bu hareketle “kalbimizdesin” mi derler yoksa selam mı verirler? Neden yapılır? (S. Arn.)

Sizi tevhide yönlendirmiş

CEVAP: Hanımefendi, İslâm ile şereflenmiş olmanızdan dolayı sizi kutlarım. Ayrıca İslâmi usule göre evlenmeniz de güzel ve takdire şayan. Hayırlı ve uğurlu olsun. Hayat boyu mutlu olmanızı ve her iki cihan saadetine ermenizi yüce Allah’tan dilerim. Rüyanız güzel. Sanıyorum benim şeklimde görünen manevi bir varlık sizi tevhide yönlendirmiş. Peygamberimize salavat getirmek güzel ama salavat getirirken öne eğilmek, namazdaki rükûya benzer bir saygı anlamına gelir. Allah’tan başka hiç kimsenin önünde böyle eğilmek uygun değildir. Bu baş sadece Allah’a eğilir ve O’nun huzurunda secdeye varır. Bu iki hareket saygının son sınırını işaretler. Ama halkımızın bir bölümü bunu bilmediğinden Allah’ın huzurunda eğilir gibi Peygamber’in de önünde eğilmektedirler.

Sevgi gönülden olmalıdır

Peygamber’e salavat getirirken veya ona selam verirken tapma anlamına gelebilecek her türlü hareketten sakınmak gerekir. Peygamberimiz bize bu tevhit ilkesini öğretmiştir. Onu ne kadar sevseniz o kadar iyi ama sevgi vücut hareketleriyle, eğilmeyle değil, gönülden olmalıdır. Onun bize öğrettiği biçimde “Kendisinin, önce Allah’ın kulu ve sonra elçisi” olduğunu daima hatırda tutmak gerekir. Ayrıca Türkçe’yi bu kadar güzel kullanmanız da doğrusu takdire şayandır. Selam ve sevgilerimle...

Yazının devamı...

Mevlit, sufi değil şiir demetidir

SORU: Müslüman değilim, bu konuda konuşmak en son bana düşer ama toplumu ilgilendirdiği için arz ediyorum. Müslümanlığa hümanizm katan Mevlit, Mevlana, Yunus Emre ve diğer sufiler değil mi? Bana bu hümanist bakış Türk toplumu için çok önemli gibi geliyor. Siz dürüst, bilgili ve hümanist bir teologsunuz. Ama dikkat ediyorum, çok şeyi bidat diye vasıflandırarak biraz selefi/vahhabi çizgisine yaklaşmıyor musunuz? (Ahmet A. Özgüneş)

CEVAP: Okurum Ahmet Özgüneş, herhalde Mevlit’i; Mevlânâ ve Yunus gibi İslâm düşünürlerinden biri sanmış. Çünkü yazısından öyle anlaşılıyor. Mevlit; Süleyman Çelebi’nin yazdığı, Peygamber’e olan sevgi ve saygınlığı belirten şiirler demetidir. Mevlit nasıl Mevlânâ, Yunus gibi bir sufi oluyor anlayamadım. Kaldı ki selef gibi insanları putlaştırmaktan, tanrılaştırmaktan uzak durmak, tertemiz inanca sarılmak insansever olmaya aykırı değildir.

Tanrı birdir, başka tanrı yoktur. Her insan kendisinde Tanrı’dan bir parça taşır. Tanrı her insanda kendini göstermektedir. Bu tecelliyi sadece bazı kişilere özgü sanmak yanlıştır, şirktir. Eğer böyle inanmak selefilik ise evet ben selefiyim ama İslâm tasavvufunu da, Mevlana ve Yunus felsefesini de bildiğimi sanırım. İslâm tasavvufunun en büyük temsilcisi Abdulkadir Geylani ve Abdullah Ensari de inanç itibariyle selefidirler. Ama selefiliği vahhabilikle, kuru sofulukla karıştırmak hatadır. Selef kimdir bilir misiniz? Peygamberimizin sahabileri ve onların ardından gelen iki nesil. Bunlar gibi Müslüman olmak kötü bir şey mi, vahhabilik mi? Siz Müslüman olmadığınızı söylüyorsunuz ama ben sizin İslâm’ın içinde, düşünce sahibi biri olduğunuza inanıyorum.

Herkes yaptığını bulur

SORU: Kur’ân’ın anne ve babalarımıza ihsanla davranmamızı buyurduğunu biliyorum. Acaba bu durum eşlerimizin anne ve babaları için de üzerimizde bir sorumluluk mudur? Ben kendi adıma fedakârlıklar yapmaya çalıştım ama hiçbir zaman onu yeteri kadar mutlu edemedim.

Özümüzde ikimiz de birbirimizi seviyoruz diye düşünüyorum ama son zamanlarda ondan uzaklaştım. Çünkü eşim bana kötü davranmaya başladı. Annesi eşim için çok önemli.

Kayınvaliden 1.5 senedir hasta. Durumu kötüleşiyor. İçimden onu ziyaret etmek bile gelmiyor. Eğer bu şekilde benden razı olmadan ölürse dinen durumum ne olur? (F. Toprak)

CEVAP: Gelinin, kayınvalidesine ve kayınbabasına saygılı ve sevecen davranması gerekir. Özellikle hasta olan kayınvalidesini dışlamak, ona bakmamak İslâm töresinde yoktur. Bu, kabul edilemez bir davranıştır. Yarın siz de kayınvalide olacaksınız. Kendinizi onun yerine koyun. Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın. Herkes er geç yaptığını bulur. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz.

Ben size kayınvalidenize gitmeyi, onun gönlünü almayı, saygılı ve sevecen olmayı, kaprisi bırakıp Allah’ı memnun edecek biçimde davranmayı tavsiye ederim. Yapıp yapmamak sizin elinizde. Yaparsanız mutlu olursunuz, yapmazsanız ömür boyu vicdan azabı çekersiniz.

Yazının devamı...

Mevlânâ’nın önsezisi

Mevlânâ üzerinde inceleme yapan ve onun Mecalis-i Seba, Fihi Ma Fih ve Mesnevi’sini Fransızca’ya çevirmiş olan “Eve De Vitray Meyerovitct”, Müslüman olup “Eva” adını almıştır.

Selçuk Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Abdullah Öztürk, bu hanımın Fransa’da bulunan mezarını, kendisinin vasiyeti üzerine 17 Aralık 2008’de uzun uğraşlar sonucunda Prasit’ten alıp Mevlânâ Türbesi yanında bulunan Üçler Mezarlığı’na naklettiklerini söylemiştir. Prof. Öztürk’ün ifadesine göre bir sufi olan Meyerovitct, Mevlânâ’nın mesajlarındaki şifreleri çözmeyi başarmıştır. Batıda Mevlânâ’nın tanınmasına çalışan ve birçok kimsenin Müslüman olmasına yardım eden Meyerovitct, verdiği konferanslarında Mevlânâ’nın eserlerinde işaret ettiği hikmetleri açıklıyordu. Meyerovitct’in, Prof. Öztürk tarafından videoya alınan anlatılarından, Hz. Mevlânâ’nın modern bilimin ancak 1930’larda ortaya koyabildiği atom bombasının tehlikesini ve 9 gezegenin bulunduğunu bildiği anlaşılmaktadır. Meyerovitct, Mevlânâ hakkında diyor ki: “Mesnevi’de köktendinciliği, bağnazlık ve tutuculuğu, gelenekselliği, kuralcılığı reddeden, çok nitelikli, bütünüyle samimi, hoşgörülü, benim inanışıma uygun bir İslâm dini buldum. Türkiye’de çok mutlu oluyorum ve kendimi Türk hissediyorum.”

Meyerovitct, Mesnevi’de şunların bulunduğunu da anlatıyor: “Mevlânâ, ‘atomu keserseniz güneş sistemini bulursunuz. Atomun içinde ve çevresinde gezegenler bulunur’ diyor.” Ama dikkat etmek gerektiğini de belirtiyor. “Çünkü bu atomlar ağızlarını açtıklarında bütün dünyayı yok edebilecek bir ateş çıkabilir.” Görüldüğü üzere Mevlânâ, 13’üncü asırda atom bombasının tehlikelerinden söz ediyor.

9 gezegen bulunduğunu söylüyor. Oysa bilim bunu ancak 1930’da ortaya koyabildi. Daha önce yedi gezegenin bulunduğu sanılıyordu. Sekizincisini 1840’larda bir Fransız bilim adamı, dokuzuncusunu da 1930’da Amerikalı bir bilim adamı buldu. Ama Mevlânâ daha o dönemde
9 gezegen bulunduğunu biliyordu. Batı’da güneşin, dünya çevresinde döndüğü söylenirken Mevlânâ, dünyanın küçük bir gezegen olduğunu, güneşin bitkileri ve hayvanları etkilediğini, daha bilinmeyen birçok şey olduğunu belirtiyor. (*)



NOT: Dokuz felek (gezegen) düşüncesi, İslâm âleminde çok önceden bilinmektedir. Nitekim Süleyman Çelebi’nin “Mevlit” adıyla ünlenen “Vesiletun-necat” adlı eserinde Allah tanımlanırken, “Var iken Ol yok idi ins-ü melek Arş-ü ferş-ü ay-ü gün hem nuh felek” deniliyor.

Yani “Ezelde Allah varken henüz insan, melek, arş, evren, ay, gün (isim olarak alınırsa Ay ve Güneş zaman birimi olarak düşünülürse ay, gün) ve dokuz felek (gezegen) yokken Allah vardı” denilmektedir. Süleyman Çelebi (1351-1422), 14-15’inci yüzyılda yaşadığına göre demek ki bu 9 felek bilgisi, batıdan çok önce İslâm âleminde vardı.

(*) VATAN Gazetesi 11 Aralık 2010

Yazının devamı...

İsa’nın tebliğleri yayılmıştır

DÜNDEN DEVAM

İsa’nın ineceğine ve İslâm şeriatını uygulayacağına dair hadisler eğer doğru ise şöyle tevil edilebilir: Bir peygamberin dini yaşadıkça kendisi manen yaşamaktadır.

İsa’nın fikriyatını, Yahudiler öldürememişlerdir. Tam tersine onun tebliğleri yayılmış, Yahudiliğe hakim olmuştur. Muhammed Abduh bu konuda şöyle diyor: “... Bu yoruma göre İsa’nın zamanı, insanların İslâm şeriatının ruhuna bağlanacakları, şekilleri bırakıp içleri ıslah için İslâm şeriatının özüyle amel edecekleri zamandır” (Tefsirul-Kur’ânil-Hakim: 3/317).

İsa ruhunu temsil eden ümmeti, bir gün ismen olmasa bile, manen Hz. Muhammed’in fikriyatını benimseyip uygulayacaktır. Nitekim Avrupa’da devlet yapısı ve uygulaması insan haklarına saygı, Hz. Muhammed’in getirdiği prensiplere çok yakındır. Orada kimse açlıktan ölmeye terk edilmez. Hz. Ömer, yetmişlik bir Yahudi’nin dilendiğini görünce “Allah’ın huzurunda, seni bu yaşta dilenmeye mahkûm etmiş olmaktan utanırım” diyerek ona devlet bütçesinden maaş bağlamıştır. 20’nci asrın son yarısında Avrupa’da İslâm’ın sesi yavaş yavaş duyulmaya başlamıştır. Afrika’da İslâmiyet süratle yayılmaktadır. İslâm’ın anlaşılmasına engel olan, onun hüviyetini değiştirerek, çarpıtarak Avrupa’ya anlatan misyonerler, yeni yetişen tarafsız bilim adamlarının çabalarıyla bu tutumlarından vaz geçmek zorunda kalmışlardır. İslâm, olduğu gibi anlatıldığı takdirde Avrupa’da ve dünyanın her tarafında hakim duruma geçeceğinde şüphe yoktur.

Namaz Allah’ı anmadır

SORU: 45 yaşındayım. Geçirdiğim bir ameliyat sonrası felç oldum. Abdestlerimi hissetmiyorum. İki kolumu ve ellerimi iyi kullanamıyorum. Bu zamana kadar abdest alamıyorum diye namaz kılmadım. Artık kılmak istiyorum. Eşime fazla yük olmak istemiyorum. Teyemmümle abdest alabilir miyim? Ne kadar süre abdestli sayılacağım? Nasıl namaz kılacağım?

CEVAP: Geçmiş olsun. Allah size acil şifalar ihsan buyursun. Abdest konusunda tasalanmayın. İslâm kolaylık dinidir. Siz teyemmümle namaz kılabilirsiniz. Namaz vakti girince teyemmüm edersiniz ve o vakit çıkıncaya kadar abdestli sayılırsınız. Özürlülerin abdesti, vakit içinde geçerlidir. Vaktin çıkmasıyla bozulur.

Toprak bulamazsanız duvara veya tuğlaya el sürerek teyemmüm edebilirsiniz. Namazı da nasıl kolayınıza gelirse öyle kılın. Sandalyede oturarak kılabilirseniz çok daha güzel olur. Ancak oturamıyorsanız yatarak ve sadece başınızı eğip doğrultarak da namaz kılabilirsiniz. Namazın temeli hareketlerden çok Allah’ı anmadır, O’nu düşünmedir. Namazda okunması gereken Fatiha ve sureleri okursunuz, tespihleri yaparsınız. İşte namaz budur.

Yazının devamı...

İsa’nın ineceğine inanmak, itikatla ilgili bir meseledir

* DÜNDEN DEVAM

Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste Rumlar Şam’da Amak’a yahut Dabik’a inmeden kıyametin kopmayacağı anlatılır. Rumlar bu bölgeye gelince Medine’den çıkacak bir İslâm ordusu gelip bunlarla savaşacak. Bu ordunun üçte biri bozulacak, üçte biri şehit düşecek, üçte birine de fetih nasip olacaktır. Rumları yenen bu askerler, İstanbul’u fethedecekler. Orada zeytin ağaçlarına kılıçlarını asmış vaziyette ganimetleri bölüştürürlerken şeytan, “Mesih, sizin yerinize evlerinize sahip oldu” diye bağıracak. Bunlar Şam’a gelecekler, savaşmak için kılıçlarını düzeltirlerken namaz kılacaklar. Meryem oğlu İsa, inip onlara imam olacak, Allah’ın düşmanı (Deccal) onu görünce, tuzun suda erimesi gibi erimeye başlayacak. Allah onu İsa’nın eliyle öldürecek.

İsa, mızrağının ucundaki Deccal’in kanını Müslüman askerlerine gösterecek (Kitab: 52, b. 9, hadis. 34). Müslim’in rivayet ettiği, Deccal’den söz eden bir hadiste de Meryem oğlu İsa’nın geleceği, Allah’ın onu Deccal’den koruyacağı, Allah’ın vahyiyle müminleri Tur’a çıkaracağı, sonra Yecuc ve Mecuc’un zuhur edip Taberiyye Gölü’ne doğru yürüyecekleri, İsa ve adamlarının kuşatılacağı, sonra İsa ve adamlarının dağdan yere inecekleri, yerde her şeyin bollaşacağı, nihayet kıyametin kopacağı anlatılmaktadır (Kitab: 52, b. 9, hadis: 110).

Sözleri birbirinden hayli değişiklikler gösteren bu hadislerin, manalarında da bir birlik yoktur. Çünkü birinde İsa zuhur edince çok bolluk olacağı, Deccal’i öldüreceği belirtilirken ötekinde İsa ve adamlarının, Yecuc ve Mecuc tarafından kuşatılacağı, bir süre çok darlık çekecekleri söylenmektedir. İsa’nın ineceğine inanmak, itikadi (inançla ilgili) bir meseledir. İtikat, şek (kuşku) üzerine kurulmaz, yakîn (kesin bilgi) üzerine kurulur. İsa’nın göğe çıktığına ve ahir zamanda ineceğine dair yakîn ifade edecek bir haber yoktur.

Bu konudaki rivayetlerin hepsi, ahad haberlerinden ibarettir. Kaldı ki İsa’nın ineceği hakkında anlatılanlar, Ehli Beyt’ten Mehdi adında adil bir imamın geleceğine dair anlatılan rivayetlere çok benzerlik gösterir ki, Mehdi hakkındaki rivayetlerde de bir kesinlik yoktur. Bu rivayetler mütevatir olmadığı gibi meşhur bile değildir. Hadisçiler indinde sahihin altında bir derece olan hasen hadis kabul edilmiştir. Kesinlik ifade etmeyen bu hadislerle itikat sabit olamaz.

Kur’ân-ı Kerim’de İsa’nın öldüğü açıkça ifade edildiğine göre onun öldüğüne inanmak gerekir. Ancak İsa, Hristiyanların zannettikleri gibi öldürülmemiş, asılmamış, Allah onu Yahudilerin kötülüğünden kurtarmıştır. Yahudiler, İsa’ya benzettikleri birini İsa diye asmışlardır. Hz. İsa da onların gözlerinden kaybolup emin bir yere gitmiş ve orada normal bir şekilde vefat etmiş, ruhu da göklere yükselmiştir.

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.