Şampiy10
Magazin
Gündem

Yüce Allah’ın rahmeti boldur

SORU: Yalnız kaldığımda yaptığım kötülükler için tövbe ediyorum. Allah’tan doğru yola iletmesini, hayır, iyilik, güzellik, rahmet, sağlık ve bereket istiyorum. Yüce Allah dualarımı kabul eder mi? (Murat Atasever)

CEVAP: Allah kulunu, kulun kendisini sevmesinden daha çok sever. Çünkü O, kuluna şah damarından daha yakındır. Zira kulları aracılığıyla kendine özgü isim ve sıfatlarını açığa çıkarır. Kul ne denli günah sahibi olsa da Allah’a yönelip af dilerse Allah onu bağışlar. Süleyman Celebi Hazretleri’nin bir beyti var:

Bir kez Allah dese aşk ile lisan,
Dökülür cümle günah misl-i hazan.

Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur:
70 yıl puta tapan bir müşrik, bir dileğinin olması için puta yalvarır. Tabii puttan yanıt alamaz. Sonra putun cansız, aciz bir varlık olduğunu anlar. Bütün kâinatı yaratan Allah’a yönelir, tövbe eder, muradını yerine getirmesini diler. Cenabı Hak meleklerine buyurur ki:
“Ey meleklerim, falan kulum, yetmiş yıldan sonra kendisinin bir Tanrısı olduğunu anladı, bana yöneldi. Benden dilekte bulundu. Tanık olun, ben kulumu affettim ve muradını da verdim. Kulum bana yalvarınca onun günahını affetmemekten utanırım.” İşte Allah’ın rahmeti böyle boldur. Bir hadiste de “Kul Allah’a bir karış yaklaşırsa Allah kula bir kulaç yaklaşır. Kul Allah’a yürüyerek giderse Allah kula koşarak gelir” buyurulmaktadır. Allah’ın rahmeti böyle boldur ama sizin hatanızı bağışlayıp bağışlamayacağını bilemem. Çünkü bunu sadece Allah bilir. Hiç kimse Allah adına konuşma yetkisine sahip değildir.


Yalancıların durumu

SORU: İslâm’a göre yalan söyleyenler ne olacak? Belli durumlarda yalana izin var mı? Eğer varsa bu sevap sayılır mı? (Ahmet Gedik)

CEVAP: Yalanla iman bir arada bulunmaz. Çünkü birbirine zıttır. Güneşin olduğu yerde karanlık olmadığı gibi... Kasten yalan söylemek büyük günahtır. Gönülden tövbe etmekten başka çaresi yoktur. Affetmek Allah’ın iradesine bağlıdır. Ancak küskünleri barıştırmak, aile arasındaki kırgınlıkları gidermek için kimseye zarar vermeyecek derecede yapıcı sözler söylemeye cevaz verilir. Şeyh Sadi’nin deyişiyle: “İş bitiren yapıcı yalan, fitne koparan kavgalara neden olan doğrudan iyidir.”


Ölüye kurban olmaz

SORU: Ölüye kurban kesilir mi? Kesilirse eti ne şekilde dağıtılır? (Erdinç Büyükgümüş )

C EVAP: Ölüye kurban kesilmez. Böyle bir sünnet veya ibadet yoktur. Allah için kurban kesilir. Kesilen kurbanın eti hayır için dağıtılır. Bu sadakanın sevabı ölüye bağışlanabilir.

Yazının devamı...

İnsanın karakteri

SORU: Herkesin kendine has bir karakteri vardır. Bu özellikler ruhumuza özgü şeyler midir? Beynin almış olduğu darbelerden, hasarlardan bazı kişilerde karakter değişiklikleri meydana geldiğini duyuyoruz. Bu durumda karakterimiz sadece bedensel mi oluyor? Ruhumuz bizim bütün özelliklerimizi taşıyor mu? (Çağdaş Emiroğlu)

CEVAP: İnsan yaratılışında bazı karakteristik özelliklere sahiptir. Bedeninin biçimi, zekasının derecesi, sanata kabiliyeti gibi... İnsan doğuştan gelen bu özelliklerinden sorumlu değildir. İnsanın sorumlu olduğu davranışlar, ahlaki davranışlarıdır. İnsan dinin gereği olan şeyleri uygulayarak karakterine yön verebilir. Mesela sert mizacını yumuşatabir, içinde gönül kırmak gelse de yapmamaya çalışır. Vurmak, kırmak veya çalıp çırpmak istese de dinin yasakladığı bu gibi şeyleri yapmaz, kendisini frenler. Ayrıca aklı da kendisine yol göstericidir. Ünlü hikâyedir: Bir Yunan filozofu, insan karakterlerinin tezahürlerini anlatırken elmacık kemiklerinin şöyle, yüzünün biçimi şöyle olan kimsenin hırsızlık karakteri taşıdığını söyler. Hoca, yüzüne dikkatle bakan öğrenciye, bakışının sebebini sorar. Öğrenci der ki: “Efendim anlattığınız karakter size tıpa tıp uyuyor. Sizde hırsızlık karakteri var.” Filozof: “Evet, doğrudur oğlum. Bende hırsızlık dürtüsü var ama ben aklımla o dürtüyü frenliyor ve böyle bir eyleme engel oluyorum. Çünkü hırsızlığın kötülüğünü, ahlaksızlık olduğunu biliyorum. Onun için hırsızlık yapmıyorum.” Bu fıkra, insanın aklı ve bilgisiyle kötü dürtülerini frenleyebileceğini, kötülük dürtüsünü iyiye kanalize edebileceğini gösterir.

Doğru dinin anlatımı

SORU: Almanya’da öğretmenlik yapıyorum. Öğrencilerimin bazen dinimizle ilgili soruları oluyor.

Ancak çaresiz kaldığım zamanlar oluyor. İşte öğrencilerimden gelen bir soru: “Namaz kılarken sesli gülen kişinin abdesti bozulurmuş. Niye bozulur? Sadece namaz bozulmaz mı?” Başka bir soru: “Buhari’nin hadis kitabında ahiret gününe dair 100 işaret varmış. Buhari’nin her hadisini sahih diye mi kabul etmeliyiz?” Hocam, çaresiz kaldığım durumlarda sizi rahatsız edebilir miyim? (S.K.)

CEVAP: Bana müşküllerinizi sorabilirsiniz. Ancak verdiğim cevaplar gazetede sırası gelince yayınlanır. Hadis diye size itiraz edenlere bakmayın. En sağlam hadis kitaplarında da yüzlerce uydurma ve çelişki var. Ümmetine kadınlardan daha şerli bir şey bırakmadığını söyleyen Peygamber’in, öbür yandan cennetin annelerin ayakları altında olduğunu da söylüyor. Bir yandan yemeye üflememeyi öğütleyen Peygamber, öbür sözünde güya yemeye üflemenin daha iyi ve afiyetli olduğunu söylüyor. Bunlar sağlam kabul edilen Buhari’de var. Bu sözler çelişkidir, din değildir.

Zaten din olsaydı Peygamber sözlerini yazdırırdı. Hadisler ancak 200 yıl sonra kitaplaşmaya başladı. Bu sözleri Ebubekir, Ömer, Osman, Ali bilmiyor ve bunlara din gözüyle bakmadıkları için yazılmasına da engel oluyorlardı.

Bağlayıcı din Kur’ân’dır. Kur’ân’ın haramı haram, helali de helaldir. İşte din bu kadar sade ve kolaydır.

Yazının devamı...

Mirasta kayırma (3)

Reşid Rıza’nın görüşü şöyle devam ediyor:

“Vefatı sırasında Müslüman olmayan ana-babasına vasiyetle mal bırakmak, bu ayetin hükmüne girer. Keza seleften bazıları, varisler arasında ihtiyacı çok olan kimselere vasiyetle de mal bırakılabileceğini söyleyenler vardır.

Varislerden biri zengin, diğeri yoksul ise o yoksul varise, vasiyetle biraz fazla mal bırakılabilir. Örneğin kişinin babası, annesini boşamış ise babası zenginken annesi de fakir, kendisinden başka ona bakacak kimse de yok ise vasiyetle annesinin payını artırabilir. Fakir çocuklarından birine vasiyetle mal bırakabileceği gibi kendi çocuğu bulunduğu için mal alamayacak olan kardeşine de vasiyetle mal bırakabilir. Amcaları bulunan çocuğa dedesinden miras kalmaz. İşte dede, bu durumda o yetimi mahrum etmemek için vasiyetle yetim torununa mal bırakmalıdır.”

Görüldüğü gibi miras ayetleriyle vasiyet ayeti arasında hiçbir çelişki söz konusu değildir. Öyleyse onların bu ayeti nesh etmesi de söz konusu olamaz. Miras ayetleri, kişinin kendisinden sonraya bıraktığı malın, varisler arasındaki üleştirilmesini gösterir. Bu konudaki her iki ayetin sonunda da bu üleştirmenin, “Kişinin yapacağı vasiyetten ya da borcunun ödenmesinden sonra olacağı” vurgulanır. Vasiyet ise kişinin, sağlığındayken malı üzerindeki tasarrufudur. Kişi sağlığında dilerse malını hibe eder, vakfeder, istediğini yapar. Öyle ise vasiyet ayetlerinin, bu ayeti nesh ettiği yolundaki haberin değeri yoktur. Peygamber’in kendisi de “Bu ayet nesh edilmiştir, artık bunun hükmü yoktur” demediğine göre Allah’ın kitabındaki ayetleri hükümsüz kılmaya kimsenin hakkı yoktur. Böyle ahad (birey) haberleriyle Kur’ân’ın kesin emri nesh edilemez. Kur’ân’da bulunan bütün ayetlerin hükmü sağlamdır, uygulama zamanı vardır. Müslümanların, öyle bir-iki kişinin sözüyle değil, Allah’ın buyruklarıyla hareket etmeleri, Allah’ın kitabının hükümlerini uygulamaları gerekir. Şunu kesin olarak bilmeliyiz ki Kur’ân ayetleri arasında çelişki yoktur. Kur’ân’da mevcut bütün ayetlerin hükümleri geçerlidir, bu bir. İkincisi de hadis mütevatir de olsa Kur’ân’ı nesh edemez. Çünkü Kur’ân vahiydir, hadis insan olan Peygamber’in kendi görüşünü yansıtan sözdür.

Özetle: Dedenizin, sağlığındaki tasarrufu geçerlidir. Sağlığında malını herhangi bir çocuğuna veya bir kuruma, bir şahsa vermiş olsaydı sizin buna müdahale hakkınız yoktu. Ancak Kur’ân’ın ifadesine göre kişinin, zararlı olmayan vasiyeti yerine getirilir. Zararlı vasiyet nedir?

Bıraktığı maldan daha çok vasiyet. Veya bazı yorumlara göre varislerden bazıları aleyhine olacak veya malın 3’te 1’ini geçecek vasiyet, zararlı vasiyet hükmünde görülmektedir. Ama bunlar sonuçta insanların kendi yorumlarıdır. Kanaatim odur ki, Kur’ân’a göre kişi malında istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Dilerse malının tamamını başkalarına bağışlar, hiç miras bırakmaz. Çocuklarının, kendi düşüncesinde olmadıklarını görünce malını bir hayır kurumuna bağışlayabilir. Ayrıca mirasçılardan birine daha çok pay verilmesi için vasiyet edebilir ama edeceği vasiyetin, bütün malın 3’te 1’ini geçmemesi gerekir. 3’te 1’den fazla olan vasiyeti varisler isterlerse uygulamayabilirler. Ama kişi sağlığında malını bir çocuğuna tapu etmişse artık yapılacak bir şey yoktur

Yazının devamı...

Mirasta kayırma (2)

Vasiyet, “vasiyet etme işine ve vasiyet edilen mala” denir. Sağlık durumunda vasiyet mendub (güzel), hastalıkta gereklidir. Ayetin açık anlamından, ölüm işaretleri belirince vasiyet etmenin farz olduğu anlaşılır. Bakara 182’nci ayetteki, “Onların arasında” zamiri, vasiyet edilen ana-baba ve yakınlara yahut vasiyet edenle edilenlere gitmektedir. Vasiyet sözlü yapılmış ise vasiyeti duyan kimse, vasiyette bir tarafı kayırma gibi bir ölçüsüzlük, mesela ihtiyaç içinde varisleri varken uzak birine vasiyet edilmesi yahut vasiyetin, malın 3’te 1’ini geçmesi gibi bir durum görürse vasiyet edeni uyararak vasiyetini düzeltmeye çalışmalıdır. Ancak bu, vasiyet edenin sağlığında yapılacak bir iştir. Varisleri varken malının 3’te 1’inden fazlasını vasiyet etmek batıldır. 3’te 1’i geçen kısım yerine getirilmez, vasiyet 3’te 1’e rücû eder (döner). Kişi öldükten sonra yazılı vasiyette bir haksızlık, ölçüsüzlük görülürse çekişen taraflar arasını uzlaştırıp, onları adil bir hükme razı etmek, etkili kişilerin görevi olur.

‘Dünya işlerinde onlarla iyi geçin’

Hz. Ali ve Hz. Ayşe’nin ifadelerine göre bırakılacak az miktardaki maldan değil, çok maldan vasiyet edilir. Miras ayetleri gelmezden önce kişinin, bıraktığı maldan anne-babasına ve akrabasına bir pay verilmesini vasiyet etmesi, bu ayetle farz kılınmıştı. Fakat Nisa Suresi’ndeki miras ayetiyle anne-babanın ve yakın akrabanın mirastan alacakları hisseler belirtildiğinden, Hz. Peygamber’in de “Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Artık varise vasiyet olmaz’’ dediği rivayet edildiğinden bu ayetin akrabaya vasiyet hükmü nesh edilmiştir. Fakat bazı bilginlere göre miras ayetinin inmesiyle yakın akrabaya vasiyet kaldırılmış olsa da mirastan payı olmayan uzak akrabaya vasiyet hükmü farz olarak devam etmiştir. Keza din ayrılığı dolayısıyla miras düşmeyen anne-babaya da vasiyet devam eder. Mesela ana-babası Müslüman olmayan bir mümin, onlara vasiyetle miras bırakmalıdır. Çünkü “Dünya işlerinde onlarla iyi geçin” ayeti uyarınca müşrik akrabaya dahi iyilik etmek Allah’ın buyruğudur.

Kadi Beydavi şöyle diyor: “Miras ayetleri, bu ayetin hükmüyle çelişmez, aksine bunun hükmünü güçlendirir. Zira miras ayetlerinde belirtilen miktarların, vasiyetten sonra verileceği bildiriliyor ve vasiyetin mutlaka öne alınması emrediliyor. Bu ayetin nesh edildiği (hükmünün yürürlükten kaldırıldığı) hakkındaki rivayet ise had (bireysel) haberlerdendir. Ümmet çoğunluğunun kabul etmiş olması, bu tek kişi haberini mütevatir haber sınıfına katamaz.”
Reşid Rıza’ya göre: “Zan ifade eden hadis, kesinlik ifade eden hadisi (mütevatir hadisi) dahi nesh edemezken kesin olan Kur’ân’ı nasıl nesh eder? Kaldı ki Muhammed Abduh’un dediği gibi miras ayetlerinin buradaki vasiyet ayetinden sonra indiğine dair kanıt olmadığı gibi sözgelimi de neshi reddetmektedir. Zira yüce Allah insanlara belirli bir zaman için emrettiği ve kısa bir süre sonra nesh edeceğini bildiği bir hükmü buradaki vasiyet emri gibi vurgulamaz. Çünkü bunun, korunanların üzerine bir borç olduğunu vurgulamış, bunu değiştireni şiddetle uyarmıştır. “Miras ayetlerinde sözü edilen vasiyet, varis olmayan akrabaya mahsustur” dersek, ayetleri bağdaştırmamız mümkün olur.”

Yazının devamı...

Mirasta kayırma (1)

SORU: Bir yazınızda “Çocuklar arasında ayırım yaparak, birinin lehine vasiyette bulunmanın cezayı gerektireceği” mealinde bir hadis bulunduğunu fakat bunun kuşkulu olduğunu belirtmiştiniz. Ben, tefsir bilim dalında doktora yapan bir ilahiyat fakültesi öğrencisiyim. Bu sıfatımdan dolayı, ailemizde kardeşlerden birinin lehine gerçekleşmiş bir vasiyet olayında bir hadisten hareket ederek yapılanın yanlış olduğunu savundum. Hadis şu: “Hz. Enes anlatıyor:

(Veda Hutbesi sırasında) ben Resulullah’ın devesinin boynunun altındaydım. Devenin salyası üzerime akıyordu. Efendimizin şöyle dediğini işittim: Allah Teala her hak sahibine hakkını vermiştir. Bilesiniz varise vasiyet yoktur” (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Ank. 1993, XVII, 342). Dedem 1986’da vefat etti. Ölümünden 8 yıl önce, 4 katlı evinin tapusunu oğlunun üzerine geçirdi. Diğer 4 kız evladı ise hiçbir hak iddia edemediler. Hepsi dayımın ve ailesinin üzerinde kaldı. Bu evin birinci katı, 2 kız kardeşin anne-babalarına verdikleri parayla yapılmıştı. Buradan gelen kiraları, hem anne-babasının sağlığında hem de ölümlerinden sonra sürekli olarak dayım aldı. Bunun babası tarafından kendisine yapılan bir vasiyet olduğunu söyledi.

Kız kardeşlerine birinci katın kirası da dahil hiçbir hak tanımadı. Bu durum kız kardeşlerden biri tarafından mahkemeye intikal ettirildi. Mahkeme sonucunda evin 5’te 1’lik hissesi bu kız kardeşe (anneme) verildi. Dedemizin yaptığı vasiyete (ölümünden önce yaptığı işten pişmanlık duyduğunu belirten birçok beyanına bütün çocukları şahit olmuştu) saygı duyuyoruz. Ancak ben böyle bir vasiyetin hukuki olmadığını savunuyordum. Sayın hocam bakış açınıza ve görüşlerinize çok saygı duyan biriyim. Ancak yazımın girişinde belirtiğim yorumunuzu okuyunca yanlış bir yol, tavır ve anlayış içinde olabileceğim ihtimalinden dolayı huzursuz oldum ve size danışmak istedim. (F. Ç.)

CEVAP: “Varise vasiyet yoktur” sözü sadece bir kişinin rivayetidir. Bu zat bu sözü doğru mu anladı, yanlış mı anladı belli değil. Kendisi doğru anlasa bile ondan aktaranlar acaba ne derece onun sözünü aynı lafız ve anlamla anlayıp aktardılar. Bu da belli değil. Bir söz, sahibinin ağzından çıkar çıkmaz yazılmayınca ve nesiller boyu ağızdan ağıza dolaşınca ve hele sadece bir iki kişinin aktarımından ibaret kalınca hiçbir suretle o sözün, gerçek sahibinin kesin sözü olduğu garantisi yoktur. Bu söz de kuşku bulunduğundan böyle tek kişi haberlerine “haber-i vahid” denilir. Haber-i vahidin hükmü bellidir. Zan ifade eder, kesin bilgi değildir. Kur’ân ise vahyinin ardından hemen yazılmış ve ezberlenmiştir. Lafzı da, manası da vahiydir. Bize kadar nakli de tevatür yoluyladır. Yazılısı da sözlüsü de tevatür yoluyla bize kadar gelmiştir. Tevatür yoluyla gelen bilgiler ve sözler kesinlik ifade eder. Nisa Suresi’nin 11-12’nci ayetleri miras paylarını anlatır. Ama Bakara Suresi’ndeki şu ayet de vasiyeti genel bir hüküm olarak getirir: “Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır (mal) bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek, korunanlar üzerine bir borçtur” (Bakara: 180).

Yazının devamı...

‘Size karşı bu tavır niye?’

SORU: Bir bayan arkadaş, Anadolu kentlerinden birinde Diyanet’e ait bir yayınevine gidip görevliye “Süleyman Ateş’in Kur’ân meali var mı?” diye sormuş. Görevli “Ne yapacaksın o adamı. O sana yaramaz. Al bunu oku” demiş ve “Kadın İlmihali” kitabını vermiş. Bayan da adama kızarak dükkânı terk etmiş. Acaba size karşı bu tavır niye? Siz daha önce Diyanet’te başkan değil miydiniz? Etrafımızda bir sürü sayısını bilmediğim kadar tarikatçı var. Onlar sizin için “mezhepsiz” diye suçlamada bulunuyorlar. Sizin birçok kitabınızı ve VATAN gazetesinde çıkan yazılarınızı okudum. İslâm’ı en iyi sizden ve Hüseyin Atay’dan anladım. Mezhepsiz olmak suç mu? Soran olursa “ben Kur’ân Müslümanıyım” diyorum. Lütfen beni aydınlatın. (Levent Tezcan)

CEVAP: Maalesef asırların tortusu Kur’ân’ın sunduğu arı duru, insan doğasına uygun dinin üzerine çökmüş ve onu hurafelere büründürmüştür. Biz dini bu hurafelerden temizlemeye, Kur’ân dinini ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Ama bu iş kolay değil. “Vur abalıya” türünden sürekli saldırıyorlar. Neden? Çünkü önyargılarla şartlanmışlar, atalar dinine bağlanmışlar. “Kur’ân böyle söylüyor” desen onlar “Biz atalarımızın yoluna uyarız. Biz Kur’ân’ı anlayamayız” derler. Böylece Kur’ân’ı itekleyip geleneğe uyarlar. Saparlar, saptırırlar, böyleyken tam Kur’ân’ın dediği gibi “Doğru bir iş yaptıklarını sanırlar.” Ama er, yarın Hak divanında belli olur. Yüce Divan’da kimin Hak, kimin batıl yolda olduğu ortaya çıkar. Evet, ben Diyanet İşleri Başkanı’ydım. Ama o zaman henüz bilgilerimiz bu boyutta derinlik kazanmamıştı. Tefsiri yazdıktan sonra Kur’ân basiretimizi açtı, Allah bize gerçekleri gösterdi. Her çağda önyargılı gelenekçiler, gerçeklere karşı çıkmışlardır. Gelenekçilik onların çıkarınadır. Dünya çıkarını ahirete yeğlerler. Varsın yapsınlar. Biz bildiğimiz gerçek yoldan şaşmayız. Allah’tan temennimiz, gönlümüzü Kur’ân nuruyla aydınlatmasıdır.

Yazının devamı...

Tarikat, tasavvufun örgütlü şeklidir

SORU: Herhangi bir tarikata bağlanmış ve buradan istemeden ayrılmak zorunda kalmışsak, bu bize acı ve ıstırap verir mi? Çekeceğimiz acıları buna bağlamak doğru mu? Kişinin gerçek mürşit olduğu nasıl anlaşılır? Mürşit de olsa zaafları vardır diyebilir miyiz? Akıl ve kalple Allah’a bağlanmışsak, O’na tarikat olmadan da ulaşabilir miyiz? Nefis terbiyesi nasıl yapılır? İnsan gideceği yollardan birine çok ihtiyaç duyuyor. Hele benim gibi dini hakkında çok şey bilmiyorsa tökezliyor. Ulaşmak isterken uzaklaşıyor. Bu konularda danışacak güvenilir kişilere, samimi gönüllere ihtiyaç duyuyor. “Ölmeden önce ölmek” diyorlar. Bu nasıl olur? Tarikat, nefis terbiyesi, güzel ahlak gibi şeyler insanı bu hale ulaştırır mı? Dinde şekil ne kadar önemlidir? (Nesin Aktan)

CEVAP: Tarikat din değildir. Tasavvufun örgütlü şeklidir. Mürşit denilen kişiler tarikatı iyi de temsil edebilirler, kötü de... Bugün maalesef mürşit diye ortaya çıkanların çoğu cahil ve yobaz insanlardır. Bunların bazıları da dinden anlamaz, her şeyi mubah gören sapık bir tutum içindedir. Bir kimsenin kâmil mürşit olabilmesi için önce dini iyi bilmesi ve bir mürşidin önünde eğitim görüp Hak aşkıyla pişmesi gerekir. Öyle piyasalara adam salıp mürit toplayanlar, örgütlerini genişletmeye çalışanlar tamamen iktidar peşinde olan, dünya peşinde koşan kimselerdir. Onlara aldanmayın. Girdiğiniz tarikatın yanlışlarını görürseniz derhal dönersiniz. Dinin temel öğelerine aykırı işler yapanların yanında kalmak vebal getirir. Oradan ayrılmak da insana zarar getirmez. Zarar geleceği düşünceleri, onların kendi propagandalarıdır. Ama ermiş, Hak aşkıyla pişip olgunlaşmış, aydın bir mürşidin yanından ayrılmak doğru değildir. Hele ona iftira etmek günahtır. Allah’a ulaşmak için ille tarikata girmek şart değildir. Gönül sende, aşk da sende. Allah da senin içinde. O, her şeyden daha çok sana yakındır.


Sünnetleri kılmayan günah işlemiş olmaz

SORU: Öğlen namazının 4 rekât sünnet ve
4 rekât farzını kıldıktan sonra tespih çekip akabinde Mihrabiye Suresi’ni okuyorum. Daha sonra 2 rekât son sünneti kılmak gibi bir öğle
namazı şekli var mı? (Kadri Yoltay)

CEVAP: Böyle bir öğle namazı şeklini ilk defa duyuyorum. Ben, Mihrabiye Suresi diye bir sure bilmiyorum. Yoksa siz sabah namazından sonra ülkemizde okunması gelenekleştirilen Haşr Suresi’nin “Lev enzelnâ ...” ile başlayan son ayetlerini mi kastediyorsunuz? Ancak bu, sabah namazlarında okunur, öğle namazlarında değil. Benim bildiğime göre öğle namazının farzından önce 2 veya 4 rekât sünneti vardır. 4 rekât farzından sonra da 2 rekât son sünneti vardır. Bilindiği üzere sünnetleri kılma zorunluluğu yoktur. Kişinin isteğine bağlıdır. Kılan sevap alır, kılmayan günah işlemiş olmaz.


Yazının devamı...

Yüce Allah’ın en güzel isimleri

SORU: Esmâülhüsnâ adıyla (Allah’ın 99 adı) bildiklerimiz yüce Allah’ın özel isimleri midir yoksa sıfatları mı? Bu konuda bilgi verir misiniz?

CEVAP: “En güzel isimler Allah’ındır. O’na onlarla dua edin ve O’nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir” (Araf: 39/180), “Allah ki, O’ndan başka Tanrı yoktur. En güzel isimler O’nundur” (Taha: 45/8). Birinci ayette, en güzel isimlerin Allah’a ait olduğu, onlarla Allah’a dua edilmesi hususunda doğrudan sapanların bırakılması ve Allah’ın isimlerini gerçek anlamlarından saptıranların cezalandırılacağı bildirilmekte, ikinci ayette de en güzel isimlerin Allah’a ati olduğu tekrar vurgulanmaktadır.

“En güzel isimler” tabiri, geneldir. Bir sayı söz konusu olmadan bütün güzel isimlerin Allah’a ait olduğunu ifade eder. Kur’ân-ı Kerim’de Allah hakkında kullanılan isim ve sıfatların toplamı 99 olduğundan, Müslümanlar arasında Allah’ın 99 ismi olduğu kanısı yerleşmiştir. Allah’ın 99 ismi olduğuna dair bir de hadis rivayet edilmiştir: “Allah’ın 99 adı vardır, yüzden bir eksiktir. Kim bunları sayarsa cennete girer. Allah tektir, teki sever” (Buhari, Daavat: 69; Müslim, Zikir: 5, 6; İbn Mace, Dua: 10; Tirmizi, Daavat: 82; İbn Hanbel, Müsned: 2/258).

Kanaatime göre bunlar, Allah’ın, sadece Kur’ân-ı Kerim’de geçen isim ve sıfatlarıdır. Allah’ın isim ve sıfatlarının bunlardan ibaret olduğu, bunların dışında Allah’ın isim ve sıfatı bulunmadığı anlamına gelmez. Hadis-i şerifte de kendileriyle dua edildiği zaman duanın kabul edileceği isimler sayılmıştır. Bu hadis de Allah’ın 99 ismi dışında bir isim ve sıfatı olmadığı anlamını taşımaz. Allah’ın tecellileri gibi sıfatları da sonsuzdur. Allah kelimesi, yüce yaratıcının özel ismidir. Bunun dışındaki isimler, Allah’ın sıfatlarını bildiren sıfat-isimlerdir. Bu konuda geniş bilgi için “Kur’ân Ansiklopedisi” adlı eserimin “El-Esmâul-husnâ” maddesine bakmanız gerekir.

Hacı Muharrem Hilmi Efendi

SORU: “Görünmez Âlemin İzleri” adlı kitabınızda, Muharrem Hilmi Efendi’nin ilahi aşka dönüşen hikâyesini okudum. Aşkı ve âşıkları biraz olsun tanıyan birisi olarak çok etkilendim. İnanın yatağa girinceye kadar ağladım. Gece 03.00’te kalktım. Tekrar okudum. Yine ağladım. Muharrem Hilmi Efendi’nin ruhuna Fatiha ve İhlas okudum. Allah sizin ömrünüzü uzun, hizmetlerinizi daim eylesin. (Doç. Dr. Hidayet Işık / Selçuk Üniversitesi)

CEVAP: Hidayet Bey, e-mailinizden mütehassis oldum. Hacı Muharrem Efendi, zamanımızın Hz. Mevlânâsı’ydı. Tertemiz bir mecazi aşktan, tarikatla tutuşturulan ilahi aşkla olgunlaşmış, dört pirden çileler çıkarıp kanaatime göre velayet mertebesinin zirvesine ulaşmıştı. Riyadan, dünya yığmaktan, kibir ve gururdan uzak bir mana eriydi. Düşüncelerimin temeli ona dayanır. Büyük insandı, aydın insandı, dinin ruhunu yaşayan insandı.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.