Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Onların aralarında adaletle hüküm ver’

SORU: “Yüce Allah, kimsenin en ufak hakkını bir başkasında hiçbir şekilde bırakmayacaktır” diyoruz. O zaman neden bu dünyada mahkemeler kurup adaleti arıyoruz? Nasıl olsa öbür tarafta hakkımızı almayacak mıyız? (H. K. B.)
CEVAP: Kardeşim o zaman sen bekle, öbür dünyada hakkını almaya razıysan kumaş parçası gibi hareketsiz dur. Dünyada nizam, düzen arama, her şeyini Allah’a havale et. Allah’ın yasası uyarınca çalışan kazanır, çalışmayan sefalet içinde kalır. Peygamber niçin mahkeme kurdu, hüküm verdi? Kur’ân, “Onların aralarında adaletle hüküm ver” diyor. Demek onların uygulamasında hata var, siz düzeltirsiniz. Ne güzel (!) Akif’in şu dizelerini düşünmek yerinde olur:
“Çalış” dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun,
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya,
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevla ecir-i hasın iken.



Demek ki: Her şeyin Allah. Yanaşman, ırgadın O,
Çoluk çocuk O’na ait; lalan, bacın, dadın O.
H H H
Ya sen nesin? Mütevekkil. Yutulmaz artık bu,
Biraz da saygı gerektir, ne saygısızlık bu,
Huda’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Huda,
Utanmadan da tevekkül diyor bu cürete... Ha?



Hz. Peygamber’in kaç çocuğu vardı?

SORU: Bir yazınızda Hz. Osman’ın ardı ardına Hz. Peygamberimizin iki kızıyla evlendiğini yazmıştınız. Şimdiye kadar Peygamberimizin sadece bir kızı olduğunu biliyordum. Ancak sizin yazınızdan üç kızı olduğu anlaşılıyor. Bu konuda beni bilgilendirir misiniz? (Halit Emsiz)
CEVAP: Hz. Peygamber’in yedi çocuğu olmuştur. Bunların altısını ilk eşi Hz. Hatice, sonuncusunu da Mariye isimli Mısırlı cariye doğurmuştur. Peygamberimizin Hz. Hatice’den Kasım, Abdullah adlı iki oğlu ve Zeynep, Rukayye, Ümmü Kulsüm ve Fatıma adlı dört kızı olmuştur. Fatıma dışındakiler kendisinden önce vefat etmiştir. Hz. Fatıma da babasının vefatından altı ay sonra ölmüştür. Hz. Osman, önce Peygamberimizin kızı Rukayye ile onun vefatı üzerine de Ümmü Kulsüm ile evlenmiştir. Zeynep ise teyzesinin
oğlu Ebu’l-Âs ile evliydi ama babasından önce vefat etmiştir. Mısırlı Cariye’den olan İbrahim ise 1 veya 1.5 yaşlarındayken vefat etmiştir.

Yazının devamı...

Peygamberimizin evlilik gerekçesi

SORU: Peygamberimiz neden çok kadınla evlenmiş? Evlilik hayatını nasıl yaşamış? Kur’ân neden peygamber eşleriyle ilgili daha ayrı hükümler vermiş? (Başar Yiğit)

CEVAP: Sorunuzun kısa cevabı şudur: Peygamberimiz 52 yaşına kadar kendisinden yaşça 10 yıl büyük olan tek kadınla yetinmiş, onun üstüne evlenmeyi düşünmemiştir. Karısı Hatice’nin vefatı üzerine Peygamberimiz çok desteksiz kalmıştı. Davasını yaymak için desteğe ihtiyacı vardı. Araplar akrabalığa büyük önem verirlerdi. Manevi gücünü maddi hısımlık bağıyla artırmak, pekiştirmek için akrabalıklar kurmayı gerekli gördü. Bundan dolayı en yakın arkadaşı Ebubekir’in kızı Ayşe ve yine yakın arkadaşı Ömer’in kızı Hafsa ile evlenmek suretiyle bu arkadaşlarını hısımlık bağıyla da kendisine bağladı.

Peygamberimizin diğer hanımları da çoklukla kabile liderlerinin, toplumda saygın kişilerin kızlarıdır. Bir kabile reisi Peygamberle akraba olunca bütün kabile Peygamber’in destekçisi olmuştur. Bir hanımı da Uhud’da şehit düşen çok sevdiği bir arkadaşının eşi olan Ümmü Seleme’dir. Peygamberimiz, onun çocuklarına sahip çıkma yanında son derece zeki ve hikmet sahibi bu hanımın görüş ve kararlarından yararlanmak üzere onunla evlenmiştir. Bu evlilik o zamanki toplumda bir huzursuzluk yaratmamış, tam tersine huzur ve sevinç sağlamıştır. İlk hanımı Hatice ile Mısırlı cariyesinden başka herhangi bir hanımından çocuğu da olmamıştır.







Mizacıma aykırı ama...

SORU: Bazen saygı sınırını aşanlara karşı sizin cevabınız da sert oluyor. Öğretmenlikte hoşgörü, hakaretten uzak uyarı, mutedil yaklaşım, saldırgan, saygısız, haddini aşan bir bireyi utandırıp doğru yolu bulmasında etken değil midir? (Hülya Yeşilyaprak)

CEVAP: Tabiatım, herkese saygılı davranmaktır. Ama bazı kişiler var ki bunlar sinir bozmak için görevlidirler. Bir değil, beş değil, sürekli mail atıyorlar. Saygı beklemiyorum ama terbiyesizliğin en kabasını yapıyorlar. İyilikten anlamayana yeri gelince anlayacağı dilden cevap vermek gerekiyor. Çünkü sinersem korktu sanıyorlar. Onun için mizacıma aykırı da olsa bazen terbiyesizlere anlayacağı üslupla cevap veriyorum. Maamafih sizin öneriniz daha yerinde. Keşke her konuda halim selim olma prensibine uyup Peygamber ahlakını uygulamak mümkün olsa.

Yazının devamı...

Tevhit, Kur’ân’ın olmazsa olmaz şartlarındandır

SORU: Bağlı bulunduğum mezhepte insana secde edilir. Sünniler ise Allah’a secde ettiklerini söylerler. Bu farkın gerçekte değil, görünürde olduğunu ifade eden dedem, kendi temel inanışlarının yüzyıllardır Anadolu’da çeşitli kültürlerle harmanlanmış, ‘enel hak’ yani kâmil insan anlayışını İslâm’la birleştiren geniş bir kültür olduğunu söyledi. Enel hak da vahdet-i vücuttur. Vahdet-i vücut Allah’ın yeryüzünde ve insanda tecelli ettiğine inanan tasavvufi bir yoldur. Bu anlayışı Hacı Bektaş ve Mevlana sürdürmüştür. Günümüzde en çok vahdet-i vücut anlayışının büyükleri olarak bu iki şahsiyet gösterilir. İlk insana secdeyi Tanrı huzurunda melekler Âdem’e yapmıştır. Sünniler, “Biz Allah’a secde ederiz siz insana” diyorlar. Önemli olan niyettir. Cumalarda camilerin dolup taştığını görüyoruz. İnsanlar namaz kılarken saf tutuyorlar. Secde ettiklerinde önündeki insana secde ediyorlarmış gibi bir görüntü ortaya çıkıyor. Halbuki onlar da Hakk’a secde ediyorlar. Bizi eleştirirlerken görünüşe aldanıyorlar.

CEVAP: Bu izahlar tutarsızdır. Allah’tan başkasına secde edilmez. Hz. Peygamber’in mücadele ettiği toplum da Allah’ı tanırdı ama insan heykellerine tapar, onlardan medet umardı. Onların taptıkları insan heykelleri de aslında meleklerin sembolleriydi. Oysa siz doğrudan yaşayan insana secde etmekten söz ediyorsunuz. Görünüşte insana ama gerçekte onun ötesinde, derununda bulunan Hakk’a secde etmek şeklindeki bu izah, bize göre bu uygulamayı haklı kılmaz. Çünkü her şeyin ötesinde Hak vardır. Zaten tüm evren varlıkları Hakk’ın bir açılımı, görüntüsü sayılır ama biz, “Bunların gerisinde de Hak var, bunlara secde Hakk’a secdedir, insana secde Hakk’a secdedir” dersek o zaman Hz. Peygamber’in mücadele ettiği müşriklerin felsefesiyle veya inanışlarıyla ne farkımız kalır? Eğer onların yaptıkları doğruysa Peygamber niçin o inanç ve ugulamayla mücadele etti? Bunu vahdet-i vücutla veya insan-ı kâmil düşüncesiyle izah etmek de İslâm’ın katıksız tevhit inancına uymaz. Bazı tarikatlarda şeyhe taparcasına saygı göstermek, ona tanrı sıfatlarını vermek de İslâm ile bağdaşmaz. İslâm’ı şirk dinleriyle harmanlamaya da kimsenin hakkı yoktur. Tevhit (Allah’ın birliği ve yalnız O’na tapılacağı) inancı Kur’ân’ın olmazsa olmaz şartlarındandır.

Yazının devamı...

Bir Hak eri tam zamanında yardıma gelmiş

SORU: Dini inancı çok kuvvetli olmayan biriyim. Yaşadığım ağır rahatsızlıktan dolayı yemeden içmeden kesildim, hayattan bıktım. Bu durumuma çok üzülen ailem beni işinin uzmanı olan birkaç doktora götürdü. Çeşitli ilaçlar kullandım ama hiçbir yararını görmedim. Gelen korkunç nöbetlerime kimse çare olamadı. Bir gece sarıklı, yaralı yüzlü bir adam rüyama girdi. Kulağıma yüksek sesle bağırdı. Onun etkisiyle yatağımdan korkarak fırladım. Baktım evde herkes yatıyor. Sonra yeniden uykuya dalmışım. O kişi tekrar geldi. “Senin kendine gelmen gerek artık. Bu yüzden bağırdım” dedi. Bu olaydan sonra çok sağlıklı bir yaşam sürmeye başladım. İçimde bilemediğim ve adını koyamadığım inanılmaz bir coşku ve sürekli kâinatı düşünme arzusu gelişti. Mesela dünyamız ve gezegenler gibi... Rüyama giren kişi Yunus Emre’ydi. Şimdi sürekli Kur’ân okuyor ve gezegenleri düşünüyorum. Bana ne oldu hocam?

CEVAP: Ne mutlu sana kardeşim. Kurtuluş zamanı gelince bir Hak eri sana yardıma gelmiş. Rüyana girerek seni doğru düşünceye, inanca yönlendirmiş. Buna şükret. Namazını kıl, İslâm felsefesine ilişkin kitaplar oku. Kur’ân’a inan ve onun dediklerini yap. İki cihanda mutlu olursun. İnkâr insana hiçbir şey vermez, tam tersine ruhunu karartır.


Okur mektupları...

* SAYIN Hocam, VATAN gazetesindeki yazılarınızı severek okuyorum. Aslında son dönemlerde dinle ilgili sizden başka hiç kimseyi de okumuyorum. Değmez diye düşünüyorum. Çünkü hep aynı klişeler. Siz ise farklısınız. Hocam bence dar görüşlü okuyucuların sorularına verdiğiniz cevaplar gerçekten de muhteşem oluyor. Bizleri aydınlatıyorsunuz. Son birkaç ay içinde böyle üç yazınızı hatırlıyorum. Çok teşekkürler. İyi çalışmalar ve iyi günler dilerim. Ülkü Tosun

* DEĞERLİ hocam, yazılarınızı her zaman merak ve ilgiyle okuyor ve aydınlanıyorum. Sizin gibi çağdaş din bilginlerinin değerini bazı kişiler bilemiyor. Ama aklı başında insanlar sizi takdir ediyor. Allah gücünüzü artırsın, size sağlık versin. Kaleminizin gücü de daim olsun. Saygılar... Aynur Akgün

Yazının devamı...

Seferi olmanın şartları nelerdir?

SORU: “Eğer seferiyseniz namazları

2 rekât kılmak zorundasınız” deniliyor. Seferi sayılmak için 90 kilometre yol katetme şartı da konuluyor. Seferi olmanın şartları neler olduğunu açıklar mısınız? (Aydın Kıroğuz)

CEVAP: Mekke döneminde ve Medine döneminin bir bölümünde Peygamberimiz tüm cemaat namazlarını ikişer rekât kıldırırdı. Daha sonra dörde çıkarılmıştır. Normal zamanlarda cemaat namazları (farzlar) dört rekât kılınır. Ancak yolculuklarda düşman saldırısı veya herhangi bir tehlike ihtimali durumunda namazların kısaltılmasında bir sakınca olmadığı belirtilmektedir (Nisa: 101). Peygamberimiz savaş durumunda cemaati iki bölüme ayırmış, bir bölük cephede nöbet tutarken öteki gelip Hz. Peygamber’in arkasında bir rekât kıldıktan sonra gidip nöbeti devralmış. Sonra öteki grup gelip kılmıştır. Bu da savaş seferlerinde aslında ikişer rekâtlı olan farzların yarıya indirildiğini gösterir.

Namazlar ikişer rekâtlıydı

Demek ki Medine döneminin ortalarında vahyedilmiş olan Nisa Suresi’ndeki bu ayet indiği zaman henüz namazlar ikişer rekâtlıydı. Sonradan dörde çıkarılmış olduğuna göre savaş gibi tehlikeli durumlarda dört rekâtlı farzlar ikişer rekât kılınabilir. Bazılarına göre de aslında namazlar ikişer rekâtlıdır. Yolculukta aslı üzere iki rekât kılınır. Bu kısaltma değil, aslı uygulamadır. Hanefi mezhebi hukukçularına göre yolculukta kısa kılmak emirle verilen bir ruhsattır. Buna rağmen tam kılmak, verilen ruhsatı beğenmemek anlamı taşıdığından isaet (edebe aykırı davranmak) sayılır. Fakat diğer hukukçulara göre seferde kısa kılma sadece bir ruhsattır, zorunlu değildir. Dileyen tam kılar, bunda bir sakınca yoktur.

Önemli olan mesafe değil

Benim kanaatime göre düşman saldırısı, soğuk veya benzeri bir tehlike ve korkunun olmadığı rahat yolculuklarda namazları tam kılmak daha sevaptır. Ama kısa kılan da emri yerine getirmiş olur. Seferde mesafe meselesi de üzerinde birleşilmiş bir konu değildir. Hz. Peygamber’in 5 kilometrelik yolculukta da sefer hükmünü uyguladığı hakkında rivayetler vardır. Yine kanaatime göre önemli olan mesafe değil, rahat ve güvenlik sorunudur. Güvenli ve rahat yolculuklarda mesafe ne olursa olsun sefer hükmünü uygulamaya gerek yoktur. Ama rahat olmayan güvensiz yolculuklarda mesafe 5 kilometre kadar kısa da olsa sefer hükmü uygulanabilir.

Yazının devamı...

Hadislere göre cennet 8 bölümdür

SORU: Cennetin kaç derecesi var? En düşük dereceyle en yüksek derece arasındaki farklılıklar neler? En yüksektekilere verilen nimetler en düşüktekilere de verilecek mi? Cennette Allah’ın görüleceği söyleniyor. Bu en alt derecedekiler için de geçerli mi? (Alp)

CEVAP: Zümer Suresi’nin 73-74’üncü ayetlerinde günahlardan korunan müminlerin bölük bölük cennete götürülecekleri belirtilir. Henüz onlar cennete varmadan ikram için cennetin kapıları açılır ve girişlerine hazırlanır ki Rabbin konukları geldikleri zaman kapının açılmasını beklemesinler. Hadislere göre cennet sekiz kapılı yani sekiz bölümdür. Bunun için her grup eylem ve karakterine uygun bir bölüme gider. Onlar cennete girince cennetin muhafızları onları şöyle selamlarlar: “Selam size, hoş geldiniz. Her türlü kötü şeylerden temizsiniz. Dünyada tertemiz hareket ettiniz, güzel davrandınız. Artık ebedi kalmak üzere cennete giriniz.” Bu ikram ve güzel sözlerle karşılaşan Rabbin konukları, sözünde durup kendilerini istedikleri yerde oturacakları cennet yurduna sokan Allah’a hamdederler. Cehennemliklerin durumunu tasvir eden ayetlerin sonundaki, “Böbürlenenlerin yeri ne kötüdür” sözüne karşılık cennetliklerin yerleri tasvir edildikten sonra “Çalışanların ücreti ne güzeldir” mesajı, Kur’ân-ı Kerim’deki edebi simetrinin güzel örneklerindendir. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için “Kur’ân Ansiklopedisi” adlı eserimde “Cennet” maddesini okuyabilirsiniz.


Kur’ân ruhumuzda

SORU: Bana Kur’ân’ın tamamının yazılı olduğu bir tablo hediye geldi. Bunu duvara astım ama sonradan uygun olup olmadığını kendi kendime sorgulamaya başladım. Bu tablo duvarda dursun mu? (Ferda Koçer)

CEVAP: Çok güzel yapmışsınız. Kur’ân-ı Kerim’i duvara asmanın ne sakıncası olabilir ki? Öyle düşüncelere kafanızı takmayın. Kur’ân zaten gönlümüzde, ruhumuzda...


Bir okur mektubu

YAZILARINIZI elimden geldiğince okuyorum. İyi ki varsınız. İnşallah hak ettiğiniz yerlere gelir ve bizi daha çok bilgilendirme imkânı bulursunuz. Sizin gibi din ve bilim adamlarına ihtiyacımız var. Sayenizde çok şey öğreniyorum. Başar Yiğit


Yazının devamı...

Yazılarımdan binlerce okurum huzur alıyor

* Dünden devam

Hem dinin bir meselesini anlatmayı laiklik açısından suç olarak değerlendireceksiniz hem de Kur’ân’da baş örtüsünün olmadığını güya ispata çalışacaksınız. Kur’ân’da ister başörtüsü olsun ister olmasın, laik rejim bununla ilgilenmez. Çünkü laik rejim, dini kendisine referans almaz. Baş örtüsü vardır demek ne ise yoktur demek de laiklik açısından odur. Çünkü yoktur deseniz de yine dini bir mesnede dayanıyor, yine rejimin bir yanına din bulaştırmış oluyorsunuz. Oysa laikliğin böyle bir sorunu olamaz. Ben ne rejimi değiştirme ne de kimsenin inancına, düşüncesine müdahale niyeti taşırım. Amacım gelen sorulara, hiçbir art niyet gütmeden arı duru bilgi vermektir. Benim bu gazetede yazı yazmam birilerini rahatsız ediyorsa bilinmelidir ki hayatımda hiç kimseden şahsım için bir talepte bulunmadım. Yazılarımdan beş kişi rahatsız oluyorsa binlerce kişi huzur alıyor. İşte huzur alanlardan gelen iki mektup:

“Sayın hocam, iki yıldır hem günlük yazılarınızdan hem de Kur’ân Ansiklopedisi kitabınızdan sizi takip ediyorum ve bir İHL mezunu hekim olarak neden bu kadar Kur’ân’dan uzak tutulduğumuzu, Kur’ân okumanın asıl amacının onu anlamak olduğunu neden öğrenmediğimizi sorguluyorum. Sizi okudukça kolay dinimizin ne kadar zorlaştırıldığını anlıyorum. Aynı dine inanan insanların bile birbirlerini İslâm dışılıkla itham edebildiği bir karmaşanın var olduğunu görüyor ve bu karmaşanın ancak Kur’ân’a sarılmakla son bulacağına inanıyorum. Ve karmaşanın en önemli sebebinin Peygamberimize isnat edilen uydurulmuş hadisler ve mezhep taassubu olduğunu düşünüyorum. Biz aynı dini yaşadığımızı iddia eden insanlar kendi aramızda anlaşamazken dini yaşamayanlara, yaşamak isteyenlere hangi dini anlatacağız? Abdest, oruç, namaz gibi dinin ana konularında bile tam bir birlikteliğin olmadığı Müslümanların bu hali ne zaman düzelecek? Sizin gibi hocalarımız sayesinde dinimiz, insanların kalbinde yer bulacak ve korkularından arınacaklardır. Op. Dr. S. Özer”

“Sayın hocam yazılarınızı her gün takip ediyor ve saygıyla okuyorum. Yıllar içinde ne kadar cahil kaldığımızı şimdi daha iyi anlıyorum. O güzel yazılarınız ve fikirlerinizle bizleri aydınlattığınız için ve İslâm dininin ne kadar güzel rahat ve sevgi dolu olduğunu anlatıp da bizlere kolaylık sağladığınız için size teşekkür eder ve Allah razı olsun derim. Allah sizi ve sizin gibileri başımızdan eksik etmesin. Salih Gür”

Yazının devamı...

Bilgiyi suç saymak ilkelliktir

* Dünden devam

Gerek M. Hamdi Yazır’ın eserinde gerekse cumhuriyet döneminde, İslâm Hukuku ile ilgili olarak yayınlanmış eserlerde İslâm Miras Hukuku anlatılmaktadır. Ne Atatürk, ne de herhangi bir yetkili, “Siz niçin bu kitaplarda İslâm Miras Hukuku’nu anlatıyorsunuz?” dememiş, Diyanet’e de hiçbir siyasi müdahale yapılmamıştır. Türkiye’de ilk defa 1949’da Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak İlahiyat Fakültesi kurulmuştur. O zamandan beri bu fakültede ve şimdi sayıları 20’ye varan İlahiyat fakültelerimizde tefsir, hadis ve İslâm Hukuku ana bilim dalı dersi olarak okutulmaktadır. Niçin okutulur? Bilgi olarak. Yoksa burada öğrenilen bilgiler uygulansın diye değil. Bilgi her yerde serbesttir. Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde de İslâmiyat dersleri vardır. Prof. Schacht çok değerli bir İslâm Hukuku uzmanıydı ki ben de öğrenciliğim sırasında bu zatın bir konferansını dinlemiştim. İngiltere’de Montgomery Watt değerli bir İslamiyatçı’dır. Şimdi Avrupa’da yeni yeni İslâm bilimleri uzmanları yetişmektedir.

Üç-dört yıl önce Frankfurt Üniversitesi bünyesinde, Diyanet’in de katkılarıyla bir İlahiyat Fakültesi açılmıştır. Benim talebem olan Prof. Dr. Abdullah Takım bu fakültede hocalık yapmaktadır. Ben de Avrupa’da özel bir üniversitede tefsir dersi okutmuştum. Hollanda’da ne bir basın mensubu, ne de bir siyasetçi üniversitelerde verilen bilgilere müdahale etmez. Suç olan, bilgi vermek veya öğretmek değil, mevcut rejime eylemli müdahalede bulunmaktır. Diyanet’in bastırdığı tefsirlerde miras ayetleri açıklandığı gibi Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 30 yıldan beri yayınlanmakta olan İslâm Ansiklopedisi’nde de İslâm Hukuku’nun çeşitli safhaları açıklanır.

Bilginin suç sayıldığı bir yer, hele medeni bir ülke düşünülemez. Bilgiye tahammülsüzlük ilkelliktir. On yıldan fazla bir zaman önce de Milliyet Gazetesi, 6 ciltlik Kur’ân-ı Kerîm tefsirimi bastırıp okurlarına dağıttı. Daha sonra iki kez yazmış olduğum Kur’ân-ı Kerîm’in çevirisi yine Milliyet tarafından dağıtıldı. Vatan Gazetesi’nin kuruluşundan beri yazı yazıyorum. Gazete, her yıl benim bir iki kitabımı promosyon olarak bastırıp okurlarına dağıttı. Bunlardan birisi üç ciltlik Kur’ân-ı Kerîm Tefsiri, diğeri de Kur’ân-ı Kerîm Meali’dir. Kur’ân-ı Kerîm Tefsiri’nde Nisa Suresi’nin Miras Hukuku ile ilgili 11-12’nci ayetleri, şimdi saldırılara hedef yapılan yazımdan daha ayrıntılı olarak açıklanmaktadır. Demek ki gazete bunları yayınlamakla suç işlemiş, Diyanet tefsir yayınlamakla suç işlemiştir (!)

* Devam edecek

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.