Şampiy10
Magazin
Gündem

Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz

Yurt dışında çalışan ve çok istediği halde yedi yıldan beri bir türlü babasını görmeye gelemeyen okurum U. A., babasının, bir çocuğuyla dul kalmış bir bayanla ikinci kez evlendiğini yazıyor. Bu evlilik öncesinde babasının kadına güzel hediyeler aldığını, kendisini sevdirmeye çalıştığını belirtiyor. Ancak evlendikten bir süre sonra kadının çocuğunu istemeyip kapı dışarı atmış. Çocuğa dayıları bakmaya başlamış. Fakat çocuk yedi yaşındayken boğularak ölmüş. Bu olanların, babasına verilen bir ceza olup olmadığını soruyor. Okurum ayrıca bir Hıristiyan kızla evlenmesinde sakınca bulunup bulunmadığını da öğrenmek istiyor. Cevabım şudur: Babanız eğer anlattığınız gibi yapmışsa merhametsizlik etmiş. Elbette herkes yaptığını çeker, ama bu dünyada ama ahirette... Fakat siz babanızın yaptıklarından sorumlu değilsiniz.
Sizin yurt dışından gelmek istediğiniz halde gelememenizi mutlaka bir ceza olarak görmek doğru değil. Sizin günahınız yok ama belki babanız da yaptığını çekiyor olabilir. Bu, size değil, babanıza yönelik bir ceza olabilir. Ayrıca sizin orada bulunuşunuz elbette takdir gereğidir. Takdir olursa gelirsiniz. Hristiyan bir kızla evlenmenizde ise bir sakınca yok. Kızın Müslüman olması şart değildir. Müslüman olsa daha iyi ama olmasa herkes özgürdür. Ancak doğacak çocukların Müslüman olarak yetiştirilmesi senin sorumluluğundadır. Bunun dışında kadının kendi dinine göre hareket etmesinden ötürü size bir sorumluluk gelmez. Hristiyanlık da ilahi bir dindir. O dinin gereklerine göre yaşayan da Kur’ân’ın açık ifadesine göre cennetliktir. Önemli olan insan olmaktır. Şimdi senin baban sözde Müslüman ama insan olamamış herhalde. Olsaydı o sabiye karşı öyle acımasız davranmaz, zavallı çocuğu annesinden ayırmazdı. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz.





Umre, yarı hac sayılır

SORU: Hacca mutlaka Kurban Bayramı’ndan önce mi gidilir? Yoksa başka zamanda da hac yapılabilir mi? (Perran Silay)
CEVAP: Hac sadece Kurban Bayramı’ndan bir gün önce Arafat denilen alanda durmakla olur. Senenin başka günlerinde Kabe’yi ziyaret etmek hac değil, umredir. Yarı hac sayılan umre, senenin her gününde yapılabilir ama hac sadece Kurban Bayramı’ndan önceki bir günle birlikte bayram günlerinde yapılır. Arefe günü Arafat’ta durulur. Bayram günü de Kabe tavaf edilir. İşte hac budur.

Yazının devamı...

Muaviye, İslâm’daki seçim sistemini saltanata çevirdi

* Dünden devam
Muaviye ailesinin, Peygamber ailesine karşı rekabet hissi, üstü örtülü olarak devam etmiştir. Hz. Ömer döneminde Muaviye, Şam valisi yapıldı. Hz. Osman’ın şahadeti üzerine halife seçilen Hz. Ali’ye karşı çıkanların safında yer aldı ve sonunda Hz. Ali’nin şahadeti üzerine bir hileyle halifeliği ele geçirdi. Yaptığı en kötü şey de kendi sağlığında, oğlu Yezid’i veliaht seçip halktan onun için bey’at aldırarak İslâm’daki seçim sistemini saltanata çevirmiş olmasıdır. Her şeye rağmen ömrünün sonuna kadar namazını kılmış, İslâm lehine çalışmıştır. Artık aradan 1400 yıl geçti. Bunlar siyasi meseleler. Bu yüzden 1400 yıl önce ölmüş insanlara buğuz ve kin beslemek bize yakışmaz. Şunu da iyi bilmek gerekir ki Muaviye son derece zeki ve Arap dahilerinden biridir. Elbette Hz. Ali haklıdır, Muaviye haksızdır ama kalkıp da ona küfretmenin, haşa lanet okumanın bir anlamı da yoktur. Bu günahtır. Çünkü ne de olsa Peygamberimize yetişmiş bir sahabidir. Aynı zamanda Peygamberimizin hem amcazadesi hem de kayınbiraderidir. Ama hazret sözünü Hz. Ali için kullansak yerinde olur.
Büyüklerimize saygılıyız
İmam-ı Rabbani büyük bir insan, tasavvufta müceddid sayılır ama muhakkak ki İbn Arabi seviyesinde değildir. Kaldı ki o, İbn Arabi’ye saygılıdır ancak bazı konulardaki sözlerinin yanılgı olduğunu söylemiştir ki bu da normaldir. Onun hakkında saygıya aykırı sözler asla tasvip edilemez. Biz büyüklerimize saygılıyız ve öyle olmamız gerekir. Hata araştırmak benim karakterime aykırıdır. Biz kendi kusurumuzu düzeltmekle meşgul olursak başkasında hata aramaya vakit bulamayız. Çünkü kusurumuz o kadar çok ki ömrümüzün sonuna kadar çalışsak yine düzeltmekten aciz kalırız. Yalnız her insanın az veya çok hatası, yanılgısı olabilir. Bu bakımdan ne bir kerametinden ötürü insanı adeta tanrılaştırmak, ne de bir yanılgısından ötürü onu taşlama hedefi yapıp yerin dibine batırmak doğrudur.

Yazının devamı...

Peygamberimizin dedeleriyle amcaları arasındaki rekabet

SORU: Muaviye ve oğlu Yezid’i, Peygamberimize ve onun mübarek ehl-i beytine birçok kötülükler yapmış kişiler olarak biliyoruz. Fakat ona “hazret” diyenler de var. Bu konuda bilgi verir misiniz? Ayrıca İmam Rabbani’nin, Şeyh-ül Ekber İbn Arabi Hazretleri için “Velayet-i Suğra (küçük velilik) mertebesinde kalmıştır” dediği doğru mu? (M. Bolkar Öztekin)

CEVAP: Muaviye, köken itibariyle

Hz. Peygamber’in amcazadesidir. Abd-i Şems ve Haşim, Hz. Peygamber’in büyük büyük dedesi Abd-i Menaf’ın oğullarındandı. Babasının vefatı üzerine Mekke’nin yönetimi Haşim’e kaldı. Çünkü kardeşi Abd-i Şems kendisinden büyük olmasına rağmen hem yoksul hem de çok seyahat eden biriydi. Mekke’de çok az kalırdı. Haşim’in vefatından sonra yönetim hakkı, küçük kardeşi Muttalib’e geçti. Muttalib de Haşim gibi cömert, halk arasında saygın bir kişiydi. Cömertliğinden ve saygınlığından dolayı halk onu Feyz (ikram kaynağı) unvanını layık görmüştü.

Başka çaresi kalmadı

Abdi Şems’in oğlu Ümeyye, amcası Haşim’i kıskanırdı. Amca yeğen arasındaki anlaşmazlık iyice kızışınca Haşim, yeğenine “ya on yıl Mekke’yi terketme ya da Mekke’de elli deve kesip halka dağıt” seçeneklerinden birini önerdi. Ümeyye birincisini kabul edince Haşim elli deve kesip halka dağıttı. Ümeyye de Şam’a gidip orada on yıl kaldı. İşte Ha-şimoğulları (Haşimiler) ile Ümeyyeoğulları (Emeviler), yani Peygamberimizin dedeleriyle amcaları arasındaki rekabet kendisinden iki nesil önce böyle başladı. Mekke’nin fethiyle birlikte Müslüman olan Muaviye, Ebusüfyan’ın oğludur. Ebusüfyan, Ümeyyeoğulları’nın lideriydi ve Hz. Muhammed’e peygamberlik verilmesini içine sindiremediği için inanmadı, ona karşı düzenlenen savaşları yönetti. Bu düşmanlığı Mekke’nin fethine kadar sürdü. Mekke’nin fethinde artık inanmaktan başka çare kalmadığını anlayıp Müslüman oldu. Muaviye de ailesiyle birlikte fetih esnasında Müslüman
olmuştur.

DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Kur’ân’a ve mantığa aykırı rivayetlere göre hüküm verilemez

SORU: Bir büyüğüm, Peygamberimizin Hz. Ayşe ile 9 yaşındayken evlendiğini söyledi ve Buhari’nin hadis kitabını kaynak gösterdi. Bu doğru mu? (Murat Şahin)

CEVAP: Buhari’nin hadis kitabındakiler sedece bir iki kişinin aktardığı sözlerdir. Bu kitapta çok mantıksız, Kur’ân’a ters şeyler vardır. Hz. Ayşe Peygamberimizle evlendiğinde en az 15-17 yaşlarındaydı. Çünkü Hz. Ayşe’nin biyografisinde Hz. Fatıma’dan 5 yaş küçük olduğu yazılıdır. Fatıma doğduğunda babası 35 yaşındaydı. Demek ki Ayşe doğduğunda Peygamberimiz 40 yaşındaydı. Peygamberimiz talebini ilettiği zaman Ayşe, Cübeyr ile sözlüydü ama Peygamberimiz bunu bilmiyordu. Fakat babası Ebubekir, Peygamberimizin talebi karşısında sözü bozmuş ve Ayşe’yi Peygamberimize vermeyi uygun görmüştür. Peygamberimiz Ayşe ile birkaç yıl sözlü kaldı. Medine’ye hicretinin ikinci yılında onunla evlendi.

Şimdi düşünün, 13 yıl Mekke dönemi peygamberliği, iki yıl da hicretten sonra eder 15 yıl. Demek ki Hz. Ayşe Peygamberimizle evlendiğinde en az 15 yaşındaydı. 17 hatta daha da büyük yaşta olduğu hakkında rivayetler de vardır. Öyle mantıksız bir rivayete takılıp da hüküm vermek doğru değil. Buhari’de bulunan her hadis de din hükmüne kaynak niteliği taşımaz. Önce hadisin akla mantığa aykırı olmaması, sonra Kur’ân düşüncesine uygun düşmesi gerekir.

Buhari’de, “Horozun meleği görünce öttüğü, eşeğin de şeytanı görünce anırdığı” sözü de Peygamber’e yakıştırılmıştır (Bed’ul-Halk: 15). Horozun ötmesi de eşeğin anırması da o hayvanların doğası gereğidir. Bunun meleği veya şeytanı görmekle ne ilgisi olabilir? Kadını dünyada en çok sevdiği üç şey arasında sayan Peygamber’in, “Ben ümmetime kadınlardan daha zararlı bir şey bırakmadım” sözü de ona yakıştırılmıştır. Bir kere kadınları ümmete bırakan Peygamber değil Allah’tır. Kaldı ki kadın olmasa nesil devam edebilir mi? Mantık bu sözün neresinde? Kadını çok sevdiğini söyleyen, cenneti annelerin ayakları altına sermiş olan Peygamber böyle Kur’ân’a ve mantığa aykırı bir sözler söyleyebilir mi? Bunlar açıkça kadın düşmanları tarafından Peygamber’in sözleri arasına sokuşturulmuştur. İslâm dini, akıl dinidir. Çünkü aklı olmayanın dini yoktur. Aklı olmayan dinle yükümlü değildir.

Yazının devamı...

Psikolojik bir sorun yaşıyor olabilirsiniz

SORU: Emekli öğretmenim. Amener-resulü ya da ayetel-kürsi okumadan başımı yastığa koymuyorum. Ancak kimi geceler uykumdan bağırarak uyanıyorum. Bazen de korkulu bir rüyayla yatağımdan kalkıyorum. Ne yapmam gerekiyor? (E. Yavuz)

CEVAP: Anlattığınız olay, bana psikolojik bir sorun gibi geliyor. Bu işlerin uzmanı değilim. Ama kanaatime göre yatarken bir Fatiha, üç İhlas (kul huvallahu ehad) ve üç de salavat-i şerife okuyun. Peygamberimizin yatarken yaptığı dualar vardır. Bunlar, Vatan Gazetesi’nin promosyon olarak dağıttığı “Dua Kitabı” adlı eserimde var. Yatmadan önce bunları da okuyun. İnşallah uykunuz normale döner. Ama yine de bir psikologla görüşmenizde yarar olabilir. Korkmaya gerek yok. Sizin ruhunuz şeffaflık kazanmış olabilir. Belki büyük ruhlarla karşılaşıyor, hatırlayamadığınız rüyalar görüyorsunuz. Uyanırken de bağırmanız bu yüzden olabilir. Böyle bir durumda hemen “Euzu billahi mineşşeytanirrecim” deyin. Sonra yattığınız yandan öbür yan üzere yatın. Bu da

Peygamberimizin bir tavsiyesidir.







Yüce Allah’ın lütfuna teşekkür etmelisiniz

SORU: Peygamberimizle ilgili çok güzel bir rüya gördüm ama kendisini görmedim. Namaz kılmıyor, içki içiyor, kumar oynuyordum Rüyadan sonra kumara tövbe ettim, namaza başladım. Sizin yazılarınız da beni çok etkiledi. Yorumunuz nedir? (Halil Cem)

CEVAP: Şunu bilin ki bazı ruhlar taliptir, bazıları da matlup. Yani kimi ruhlar Allah’a gitmeye çabalarken kimi ruhları da bizzat Allah ister, kendine çekmek, götürmek diler. Gördüğünüz rüyalar sizi Hak yoluna çekmek için Hak’tan gelen istek ve uyarılardır. Sizin ruhunuz kumar ve günah için değil, Hak sevgisi için yaratılmış. Bakın ne mutlu, Peygamberimizi görmüşsünüz. Bunun değerini bilin, Allah’ın lütfuna teşekkür edin ve bir daha öyle içki, kumar ve günah bataklığına düşmeyin. Ailenizi sevin, çevrenizle uyumlu olun, Kur’ân meali okuyun.

Yazının devamı...

Ön yargıyla hareket etmeyin

SORU: Bir yazınızda Fatır: 22, Neml: 80 ve Rum: 52’nci ayette Kur’ân’ın Peygamberimize, “Sen ölülere ve kabirdekilere söz işittiremezsin” buyurduğunu belirtmiştiniz. Bir de Peygamberimizin Bedir’de öldürülen müşrikleri bir çukura attırıp onlara, “Rabbinizin uyarısının gerçek olduğunu şimdi anladınız mı?” diye hitap ettiğini söyleniyor. Bu doğru mu, yoksa sadece bir rivayet mi? (Haluk Cansız)

CEVAP: Ayetlerde Peygamber’e hitaben, “Ölülere veya kabirde bulunanlara” söz işittiremeyeceği vurgulanıyor. Bunun anlamı şudur: Kur’ân mesajı ölülere değil, dirilere geldi. Ölülere kendi iradelerinden geçmiş, Hakk’ın iradesine göçmüşlerdir. Onlar Hakk’ın dilediğinden başkasını işitmezler. Bu Kur’ân mesajını duysalar bile uygulayamazlar. Bu ifadelerin asıl manası, ön yargıyla hareket eden insanların anlama yetilerinin kapandığını, ölmüş insanlar gibi bir durum içinde bulunduklarını belirtmektir. Bu insanlar, ölüler gibi kendilerine okunan Hak mesajına cevap vermezler, söz dinlemezler. Bu demek değildir ki ölmüş insanın ruhu, dünyada olup bitenlerden hiç haberdar olmaz. İyi ruhlar serbesttir, ailesinin durumundan haber alır, onları görür ama görünemez. Ama azap içindeki ruhlar, dünyadaki olayları görecek ölçüde serbest değillerdir.

Peygamberimizin Bedir’de çukura doldurulanlara hitabı ise bir rivayettir, doğru olup olmadığı kuşkuludur. Çünkü rivayetler ne kadar sağlam bile olsa yine de bir iki kişinin haberinden ibarettir. Ama Kur’ân’da kuşku yoktur. Şayet rivayet doğru ise Peygamberimiz, çukura doldurulmuş olanların, sözlerini duyduğunu bildiği için onlara seslenmiştir. Demek ki onlar Allah’ın izniyle Peygamberimizin hitabını duyacak durumdaydılar. Ama genel kural olarak Peygamber ölülere hitap etmez. Kabirde yatanlara da Kur’ân okumamıştır. Çünkü Kur’ân ölü kitabı değil, diri kitabıdır. Telkin meselesi de Hakk’ın iradesine geçmiş kimseye dışarıdan maval okumaya benziyor. O kimse dışarıdan söylenen sözleri alıp da sorgu meleklerine cevap veremez. Kur’ân diyor ki:

“O gün ne insana, ne de cine günahından
sorulur. Suçlular, simalarından tanınır, alınlar(ın)dan ve ayaklar(ın)dan tutulur” (Rahman: 39,41), “Suçlulara günahlarından sorulmaz” (Kasas: 78). (Çünkü Allah, suçluların günahlarını bilir. Onların her yaptıkları anında tespit edilmiştir. Artık günah işleyip işlemediklerini sormaya gerek yoktur. Oradaki muhasebe, yapılan hata ve günahları suçlunun yüzüne vuran azar ve tekdir muhasebesidir.)

Yazının devamı...

Dini günler sabitlenemez mi?

SORU: Peygamberimizin doğduğu günü kullandığımız takvime göre 15-22 Nisan arasına sabitlediler. Bence doğru. Ancak Ramazan ayını ve Kurban Bayramı’nı da sabit bir zaman diliminde yapamazlar mı? Örneğin Ramazan ayı 1-30 Aralık, Kurban Bayramı ise mart ayı içinde olamaz mı? Biz Araplarla zaten Ramazan’ı farklı tarihlerde başlatıp bitiriyoruz. Biz, dinimizi özgür irade esasına göre yaşıyoruz. Bu konuda görüşlerinizi öğrenmek isterim. (Ali Rıza Güngör)

CEVAP: Ramazan ayı, Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı günleri Kur’ân ile sabittir (Bakara: 185-197-203, Fecr: 1-2). Kur’ân’la belirlenmiş olan bu günleri kimse değiştiremez. Ama Kutlu Doğum veya Mevlit Kandili gibi kutlamalar uydurmadır, bid’attır. Bunlara dini gün demek de aslında doğru değildir. Bir şeyin dini olması için ya Kur’ân’da veya Peygamber sünnetinde belirlenmiş olması gerekir. Bu kutlamaların ne Kur’ân’da ne de sünnette yeri vardır. Peygamberimiz dine sokulan uydurmaların sapıklık olduğunu söylemiştir. Eskilerden kalma Mevlit Kandili kutlamaları Hicri takvime göre yapılırdı. Bu da Rebiülevvel ayının 12. gecesidir. O zaten yapılıyor ama bir de Diyanet İşleri Başkanlığı, takriben 20 yıldan beri “Kutlu Doğum Haftası” diye bir hafta ihdas etti. Hz. Peygamber’in Miladi takvime göre doğumu 21 Nisan’a rastladığı için 21 Nisan’dan itibaren bir hafta, “Kutlu Doğum Haftası” ilan edildi ve böyle yapılıyordu.

Bu yıl ise hafta biraz daha öne çekilip

15 Nisan’da başlatıldı. Bir kandil, ikiye çıkarıldı. Tabii bu hafta içinde çeşitli kimselere konuşmalar yaptırılıyor. Bu konuşmalardan kimini gazetelerde okuyunca hayretler içinde kalıyoruz doğrusu. Din safiyyetine kavuşturulacağına abartılara beleniyor. Ay takvimine göre belirlenmiş olan Ramazan, bayram gibi dini günler bütün yılı dolaştığından feyizli Ramazan ayı ve bayram günleri yılın her gününü ve her mevsimini şereflendirmekte böylece her mevsimde oruç tutmanın zevkine ulaşılmaktadır. Biz Müslümanlar din konusunda Arap-Türk ayırımı yapmayız. Peygamberimiz Arap milletinden gelmiştir ama kendisi ırkçılığı kaldırmış ve tüm dünya için evrensel bir mesaj getirmiştir. Her ulusa göre ayrı ayrı İslâm yok, tüm dünya ulusları için bir tek İslâm vardır. O da Kur’ân ve sünnetle prensipleri, kuralları ve ahlak ilkeleri çizilmiş olan İslâm’dır.


Yazının devamı...

‘Kırma insan kalbini yapacak ustası yok’

SORU: Babam kibirli, agresif, sevgisiz biridir. Evde herkese bağırıyor, gönül kırıyor. 40 yaşında 2 çocuk annesiyim, hâlâ ondan azar işitiyorum. Neredeyse şiddet uygulamaya çalışıyor. Annemi canından bezdirdi. Kalp kırmanın ve kibirli olmanın günahı nedir? (F. K.)

CEVAP: Şair demiş ki: “Kırma insan kalbini, yapacak ustası yok.” Kalp, Allah’ın nazargâhıdır. Hiç kimsenin kalbini kırmamak gerekir. Gönül kırdıktan sonra hacca gitmenin ne yararı var ki? Yunus’un dediği gibi:

Yunus Emre der hoca gerekse var bin hacca

Hepisinden iyice bir gönüle girmekdür.

(Yunus der ki: Hoca istersen bin kez hacca git.

Bir gönüle girmek bin kez hac yapmaktan iyidir.)

Sebepsiz yere, insanın kendi gururuna kapılarak başkasının kalbini kırması, Allah’ı incitir. Peygamberimiz, “Haksızlığa uğramış insanın bedduasından sakının. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur” buyurmuşlardır. İnsanların gerisinde Hak vardır. Birine yapılan kötülük, azar, kırıcı sözler Hakkı incitir. Hele bir babanın, kendi parçası olan çocuklarını kırması asla doğru değildir. Çocuklar Allah’ın ona lütfu ve emanetidir. Küçüklüklerinde onlara şefkat gösterilir, yetişkinliklerinde de artık her birinin bir şahsiyeti vardır. Hâlâ onları çocuk görmek, incitmek doğru olamaz, sevmek gerekir. Sevgi, gönülleri kazanır. Ama kırıp bağırmak insanları uzaklaştırır. O anda sizden korksalar, çekinseler bile içlerinde size karşı nefret duyarlar. Bundan sizin kazancınız ne olur?

Para ve malla böbürlenmeyin

Baba, çocuklarını yetiştirmiş olmasını onların başına kakmamalıdır. Çünkü kendisini de kendi ana babası yetiştirdi. “Param var, malım var” diye bölürlenmesin kimse. Para da mal da emanettir. Bugün var yarın yok. Dünya Allah’ındır, kimsenin değil. Eğer senin olsa öldüğün zaman beraber götürürsün. Oysa kişi ölünce kendisini üç şey takip eder: Ameli, malı, akrabası. Malı ile akrabası geri döner. Kendisiyle ameli kalır. Ameli nedir? Allah’a kulluğu, insanlara iyiliği veya kötülüğü. Düşünün bir kere, kişi ev halkına bağırmış, onların gönüllerini kırmışsa bu huyları orada birer cehennem azabı olarak karşısına çıkar. Öyle ise kişi öyle davranmalı ki, eylemleri karşısına cehennem azabı olarak değil cennet nimetleri şeklinde çıksın. İşte dostlarım, söylediğiniz her sözde, attığınız her adımda bu noktayı düşünerek hareket ediniz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.