Şampiy10
Magazin
Gündem

Peygamberden şefaat dilemek doğru mu?

Okurum İlhan Orta, “Peygamberimizden şefaat dilemek doğru mu” diye soruyor. Cevabım şudur: Şefaat; tek olan, desteksiz kalan kimseye destek sağlamak, onun tekliğini, yalnızlığını gidermek ve dolayısıyla ona yardımcı olmak demektir. Şefaat vardır ama klasik anlatımda olduğu gibi değildir. Yani Yüce Divan’da hiç kimse suçluyu savunamaz veya ona iltimas edemez. Çünkü Nebe Suresi’nde o mahkemede hiç kimsenin Allah’ın huzurunda konuşmaya cesaret edemeyeceği vurgulanmaktadır. Pek çok ayette de hesap gününde şefaatin, dostluğun, iltimasın kabul edilmeyeceği belirtilmektedir. Şefaat yalnız kalan kimseye arkadaş olmak, tek kalanı çift yapmaktır. Çünkü “vetr” tek, “şe” ise çift demektir. Şefaat, ahiretteki ödül evi olan cennette salih kimselere peygamberlerin arkadaş olması demektir. Nisa Suresi’nin 69’uncu ayetinde, “Kim Allah’a ve Elçi’ye itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. Onlar da ne güzel arkadaştır” buyurulmaktadır.


Cuma namazı tam özgürlük ister

SORU: Çalışma saatleri cuma namazına gitmeye uygun olmayan kişi sorumlu olur mu? (Seyit Eren Salihoğlu)

CEVAP: Cuma namazı tam özgürlük ister. Memura, işçiye, hastaya, hastabakıcıya, doktora, yolcuya cuma namazı farz değildir. Eğer cumayı kılarsa kendilerinden öğle namazı düşer. Bazı kesimler devlet sistemini değiştirmek ve milleti devletle, rejimle kavgalı hale getirmek için ellerinden geleni yapıyorlar, “Cumaya izin verilmiyorsa istifa” edin diyorlar. Genelde ülkemizde cumaya

izin verilir. Ama işveren bu izni vermiyorsa sorumlu odur. O işyerinde çalışan memur veya işçiye cuma farz olmaz, o kimse öğle namazını kılar. Temel fıkıh kitapları da böyle söyler. Ama bazı bağnazlar yeniden din kurmaya çalışıyorlar ve dini kendi

istedikleri gibi yorumlamakta, güçleştirmekte hiçbir sakınca görmüyorlar.

Yazının devamı...

Nur Suresi 60’ıncı ayet

Okurum İbrahin Halil Koçer, Nur Suresi’nin 60’ıncı ayetini açıklamamı istiyor. Cevabım şudur: Nur Suresi’nin 60’ıncı ayetinde, evlenme isteği kalmamış kadınların, fazla açılıp saçılmadan dış örtülerini bırakmalarında bir sakınca olmadığı fakat iffetlerini korumalarının, kendilerini koruyacak biçimde giyinmelerinin onlar için daha iyi olacağı bildiriliyor. Müfessirlere göre evlenme isteği kalmamış oturanlar tabiriyle yaşlı kadınlar kastedilmiştir. Sözgeliminden de bu anlaşılıyor. Ancak kadın, doğal yapısı veya bir hastalık dolayısıyla da bu isteğini kaybedebilir. Bunlar da dikkatleri çekmeyecek biçimde örtüsüz çıkabilirler. Bu ayet, 31’inci ayeti tefsir ediyor. Orada kadınların, baş örtülerini göğüslerinin üstüne koyup yalnız âdeten görünenler dışındaki ziynetlerini ve ziynet yerlerini göstermemeleri emredilmiştir.

Bu emir, tahrike ve fitneye sebep olmamak içindir. Burada da dikkati çekmeyecek, fitneye sebep olmayacak durumdaki kadınların, üstlerine, cilbâb (Ahzâb 59. ayet) veya şimdi abaye denilen manto, pardösü gibi dış örtü almalarına gerek olmadığı bildirilmektedir. O zamanki toplumda genç bir kadının örtüsüz çıkması, hele boynunu, göğsünü göstermesi dikkat çekici olurdu. Demek ki Kur’ân’ın istediği şey, ifrat ve tefritten kaçınmak, dikkat çekmeyecek biçimde normal giyinmektir. Bu durumda Kur’ân’ın kadını çarşaf ve peçelere sokup dört duvarın içine hapsettiğini söylemek, insafa aykırı olur. Kur’ân, toplumu adi şehvet duygularından korumak, iyi ahlakı muhafaza etmek için normal bir giyim kuralı getirmiştir. Kadının dikkat çekmeyecek biçimde sokağa çıkmasında bir sakınca yoktur. Zaten vardır demek gerçeklere, bugünkü toplum yaşamına ters düşer.







Bir mucize olur mu?

SORU: Doktorlar kanser hastası olan teyzemin sayılı günleri kaldığını söylüyor. Ama ben her gün 5 vakit namaz ve 12 rekat nafile namazımı kılıp Allah’a yalvarıyorum. Bir mucize olabilir mi? (E. S.)

CEVAP: Allah isterse mucize gösterir ama kanunlarını da kimsenin hatırına değiştirmez. Her insan eninde sonunda ölür. Ölüm Allah’ın emri ve yasasıdır. Siz elinizden geldiği kadar teyzenize bakın ama Allah’ın kaderi ne ise ona da teslim olun. Huzur bundadır.

Yazının devamı...

Tarihi tersine çeviremezsiniz

Bir yazımda Nehcu’l-Belağa’da Hz. Ali’ye ait güzel sözler yanında ona yakıştırılmış bulunan abartılı sözlerin de var olduğunu ifade etmiştim. Peygamber’den sonra halifeliğin Hz. Ali’ye ait olduğuna inanan bir okurum, bu yazıma itiraz mahiyetinde gönderdiği uzun mektubunda, “Hocam bence siz bu ülkenin en büyük alimlerinden birisiniz ama gerçekleri söylemeye biraz çekiniyorsunuz” diyor. Nehcu’l-Belâğa, Şeyh Radi’nin eseridir. Arap edebiyatının şahika örneklerindendir. Ama bu kitapta Hz. Ali’ye nispet edilen öyle sözler var ki, bunları Hz. Ali’nin söylemesi mümkün değildir. Bunların ayrıntısına girmekte yarar görmüyorum. Hangi gerçek? Hz. Ebubekir halife seçildi. İşte gerçek. Hz. Ali geç de olsa ona bey’at etti. İşte gerçek. Siz Ali’nin bey’at ettiğini 1400 yıl sonra reddetmek istiyorsunuz ve buna kılıf arıyorsunuz. Bunun faydası ne? Tutalım ki halifelik Ali’nin hakkıydı (kesinlikle ben böyle bir şeye inanmıyorum çünkü bu, Peygamber’in dünyevi saltanat kurması anlamına gelir). Öyle olsa bile ne yapalım Müslümanlar Ebubekir’i seçmişler, Ali de bunu kabul etmiş.

Ömer seçilmiş, Ali Ömer’e de bey’at etmiş. Sonra Hz. Osman olayı ve Ali’nin halifeliği... O da sonunda şehit olmuş. Şimdi bunları ikide birde gerçek diye gündeme getirmek tarihin seyrini mi değiştirecek? Ali’yi geri mi getirecek? Yoksa Ali adına rant sağlamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürüp Müslümanları bölecek mi? Boş yere bu tür sitemleri bana yazmayın. Ben inandığımı söylüyorum ve yazıyorum. Ali’nin manevi velayetini kabul ediyorum ama ilim irfan başka, devlet adamlığı başka... Ebubekir ve Ömer tarafsız olan müslim ve gayrimüslim bilim adamlarına göre o zamanın en büyük devlet adamlarıdır. Öyle olmasa Allah onlara halifeliği nasip etmezdi. Ebubekir, Peygamberimizin kayınpederidir, Ömer de öyle... Ben böyle biliyorum ve böyle inanıyorum. Sizin inancınıza saygım var ama ben insanları putlaştırmam, tanrılaştırmam. Her insanın içinde Allah vardır. Allah insana kendi can damarından daha yakındır. Ali’ye de, Ömer’e de... İnsanlar arasında sadece peygamberler özel bir konuma sahiptirler. Onların vahiyle bize duyurdukları sözler, bizim hayat çerçevemizi, dolaşma alanımızı çizer. Bu konuda herkes kendi inandığına göre hareket eder. Bu ayrılıklar dinden değil siyasetten kaynaklanmıştır. Din Kur’ân’dır. 1400 yıl önceye gitmenin hiçbir anlamı yok. Çünkü tarihi tersine çevirmek mümkün değildir.

Yazının devamı...

Dertlerin devası Kur’ân-ı Kerîm’dir

SORU: İşlerim hep ters gidiyor, kolay şeyler bile çok zor hale geliyor. Bu durum bazen beni isyan noktasına getiriyor. Günaha girmemek ve şeytana uymamak için kendi içimde müthiş bir savaş veriyorum. Böyle durumlarda ne yapmalıyım? (L. Z.)

CEVAP: Sizin durumunuzda olan birçok insan var. Hayat baştan başa sınavdır. Allah, kulunu olgunlaştırmak için sınıyor, çeşitli olaylarla karşılaştırıyor. Siz Allah’a bağlanın. Namazınızı kılın, çokça Kur’ân okuyun. Dertlerin devası Kur’ân’dadır. Dertsiz insan yoktur. Allah’ın kader yoluna inanırsanız tasadan, üzüntüden kurtulursunuz. Allah’a teslim olun, işlerin düzgün gitmesi için elinizden gelen çabayı gösterin. Buna rağmen istediğiniz olmuyorsa “kaderim böyleymiş” deyin. Bu hayat iyi de geçse, kötü de geçse, bolluk içinde de geçse, darlık içinde de geçse bir gün bitecek. Boş yere kendinizi üzmeyin. Yaşadığınız hayata geri dönüp baktığınızda şu kadar yıl geçmiştir ama artık o yıllar yoktur. Geleceği Allah bilir. Bulunduğunuz hali üzüntüyle değil mutlulukla, memnunlukla geçirin. Allah’tan memnun olun, mutlu olursunuz. Kızıp isyan etseniz de bir şeyi değiştiremezsiniz. Üstelik işler daha da aleyhinize döner hatta günahkâr olursunuz. Ama Yunus gibi, “Lütfun da hoş, kahrın da hoş” deyip Allah’tan memnun olursanız, yani başka deyimle O’nun kazasına rıza gösterirseniz bakarsınız içiniz rahatlamış, işleriniz de düzelmiş olur. Allah gönlünüze ferahlık versin.


Neden önce sünnet sonra farz namazı kılınır?

SORU: Neden önce sünnet sonra farz namazı kılınır? Acaba ahirette de eşimle birlikte olabilecek miyim? (Furkan)

CEVAP: Sünnet kılmak şart değildir. Camiye gelince cemaati beklemek için önce herkes kendi başına istediği kadar namaz kılar. Cemaat toplanınca da farz kılınır. Sünnetin önce kılınmasının hikmeti budur. Ama isteyen sünnet kılmaz, doğrudan farza başlar. Çünkü sünnet, zorunlu değil isteğe bağlıdır. Farz ise zorunludur. Allah eşini sana bağışlasın. Ahirette eğer ikiniz de aynı şekilde inanıyor ve ikiniz dini görevlerinizi yaşıyorsanız, iç temizliğiniz denk ise cennette de beraber olursunuz. Oranın ayrıntılarını kimse buradan hesap edemez. Çünkü oradaki irade ve şartlar buradakinden farklıdır.


Yazının devamı...

İslâm’ın özü barış, huzur ve kardeşliktir

SORU: 1- Hristiyan ve Musevi arkadaşlarım var. Sıkıntılı oldukları zaman onlar için dua etmek istiyorum. Bu dinimizce uygun olur mu? 2- Zikir hakkında bilgi verir misiniz? Hangi zikirlerden başlayabiliriz? Hangilerinden kaçınmamızı tavsiye edersiniz? Kahhar ile zikir çekmem zarar verir mi? 3- Benim bir yol göstericiye ihtiyacım var. Kime gidebilirim ki?

4- Esnemek namazı bozar mı?

CEVAP: 1- Kim olursa olsun Allah’ın kullarının iyiliğine dua edilir. Onların sağlıkları istenir, hasta iseler halleri sorulur. Onlarla arkadaşlık ve dostluk ilişkileri sürdürülür. Ama kötü niyetli, din düşmanı insanlarla dost olmak Kur’ân’a aykırıdır. Bunun dışında herkes düşünce ve vicdanında özgürdür. Dininden ötürü insanlara düşman olmak doğru değildir.

Peygamberimiz, ülkesine sığınan Müslümanlara özgürce yaşama hakkı tanımış olan Hristiyan Habeşistan Kralı Esahem öldüğünde onun için dua etmiş ve gıyabında cenaze namazı kıldırmıştır. Demek ki iyi niyetli herkese dini ne olursa olsun dostça davranmak gerekir. Habeş Kralı’nın Müslüman olduğu söylenirse de bu doğru değildir. Çünkü Kral, Hristiyan bir ülkenin başı ve aynı zamanda dini lideriydi. Ölünceye kadar kiliseye gitmiştir. Bu iyi niyetli insan, kendi dinini bırakmamış ama Hz. Muhammed’in de vahiy alan bir peygamber olduğunu kabul etmiştir. İslâm’ın özü barış, huzur ve kardeşliktir.

Allah’ın 99 ismi okunur

2- Allah’ın bütün isimleri anılır. Ancak daha çok merhamet bildiren isimlerinin anılması rahmetin celbine sebeptir. Allah, Rahman, Hayy, Kayyûm gibi isimler çok zikredilir. Kahhar diye de zikredilir. Bazı camilerde sabah namazının ardından Allah’ın 99 ismi okunur. 3- Kimseye gitmene gerek yok. Kur’ân oku, Peygamberimizin hayatıyla ilgili sağlam kitapları oku, Peygamber’in ahlakını hayatına uygula. Mutlu olursun. Kimseye ihtiyacın kalmaz. 4- Esnemek namazı bozmaz ama huzura aykırıdır. Farz namazı vaktinde

kılman gerekir. Esnesen de kılacaksın. Ama nafile kılarken yorgunluktan dolayı esniyorsan uyu, dinlen, sonra kıl.

Yazının devamı...

Hz. Muhammed’in anne babasının şerefi kendilerine yeter

SORU: Okuduğum bir kitapta, Buhari’nin aktardığı hadislere dayanılarak Hz. Muhammed’in, annesi için Allah’tan şefaat dilemediği, zira annesinin müşrik olarak öldüğü yazıyordu. Yine aynı kitapta bir mümin, Hz. Peygamber’e gidip, “Müşrik olarak ölen babamın kabrine gidip dua etmemde bir sakınca var mı” diye sormuş. Peygamber, “Benim babam da cehennemde” demiş. Kitabın yazarı tüm bu rivayetlere ve Tövbe Suresi’nin 113. ayetine dayanarak müşrik akrabaya dua edilemeyeceğini belirtiyor. Bu rivayetlerin doğruluk derecesi nedir? (Turgut Öztürk)

CEVAP: O tür sözler Hz. Peygamber’e iftiradır. Tam tersine Peygamberimizin, Medine yakınlarında Ebva’da bulunan annesinin kabrini ziyaret edip ona dua ettiği rivayeti de vardır. Ayrıca müşrik akrabaya dua edilemeyeceği hakkındaki ayet de aslında fetret dönemi (peygamber gelmeden önceki dönem) insanları hakkında değil, İslâm dönemine yetişip de Peygamber’e karşı çıkmış, onun çağrısını kabul etmeyip şirk üzere ölmüş kimseler hakkındadır. Peygamberimizin ana babası fetret döneminde yaşamışlardır. O dönemde yaşamış olanlar, Peygamber görmedikleri için sorumlu değillerdir. Çünkü İsra Suresi’nin

15. ayetinde, “Biz elçi göndermedikçe azap edecek değiliz” buyurulmaktadır. Muhammed’i doğurmuş olan bir ana baba hakkında kötü zan beslenebilir mi? Onların şerefi kendilerine yeter. Bakın, Süleyman Çelebi, Hz. Muhammed’i doğuran annesine hurilerin, meleklerin gelip kendisini müjdelediklerini nasıl beliğ bir üslupla anlatıyor.

Âmine Hatun Muhammed annesi,

Ol sedeften doğdu ol dür danesi.

(Âmine Hanım, Muhammed’in annesidir. O inci danesi, o sedeften doğmuştur.)

Hocam Ömer Naimi Efendi’nin dedesi büyük âlim Harputlu Hacı Abdülhamid Efendi, yüz yıl önce bu konuda sorulan bir soruyu şöyle yanıtlamış.

İki âlem güneşi bürc-i saadette iken,

Valideynine nice vermeye Mevla şerefî,

Çeşm-i ibretle nazar eyleyelim gavvasa,

Alıcak dürrünü yabane mi atar sedefi.

(İki cihanın güneşi Hz. Muhammed mutluluk ufkunda parlarken, Allah onun anne babasına nasıl şeref vermez ki? İnci çıkarmak için denize dalan dalgıcın durumunu düşünelim. Acaba sedef içindeki inciyi alınca sedefi kaldırıp atar mı?)

Yazının devamı...

Millet sizi kavga edin diye seçmedi

Son zamanlarda özellikle iki ana siyasi partinin başları her gün birbirine ver- yansın ediyor. Baykal Erdoğan’a çatıyor, Erdoğan da Baykal’a yükleniyor. Birbirlerinin niyetlerini okurcasına eleştiri dozunu artırıyorlar. Liderler örnek insanlardır.

Yani öyle olmaları gerekir. Halk genelde örnek kabul ettiği bu insanlara özenir, onlara benzemeye çalışır. Bunlar her gün birbiriyle kavga ederse halk ne yapar? Aman halk da liderleri gibi kavga etmesin. Ülkeyi yönetenler hazımlı olmalıdır. Kanaatime göre sayın Başbakan’ın, kendisini eleştirenlere hemen akabinde cevap vermesine gerek yok. Başbakan her eleştiriye cevap yetiştirmeye kalkarsa kızgınlık, kavga topluma yayılıyor, toplum da bundan rahatsız oluyor. Yeter kardeşim kavga etmeyin, barışın, uzlaşın.

Bu noktada rahmetli Özal’ın yumuşak davranışını, sabrını takdir ederdim. Onu ne kadar eleştirirlerdi. Ama o, belki birçoğu haksız hatta niyet okumaya dayalı eleştirilere cevap yetiştirmekle meşgul olmaz, mesaisini millet yararına proje üretmeye harcardı. Aldırmazdı, kulak asmazdı söylenenlere. Onun periyodik televizyon konuşmalarında pek çok insan huzur duyar, bir rahatlama hissederdi. Sesi ve tonu da yumuşak, tatlı ve inandırıcıydı. Nitekim onun dönemi, Türkiye’nin kabuğunu çatlattığı, ufuk açısını genişlettiği dönem olmuştur. Yeter bu kavgalar! Her gün birbirinize laf yetiştirmekle meşgul olmayın. Halka öfke yansıtacağınıza barış ve huzur yansıtmaya çalışın. Yoksa ülkeye yazık olur. Çünkü toplum geriliyor. Huzur diye bir şey kalmıyor. Ülkenin kavgaya değil, barışa ihtiyacı var.



Duada sayı şart mı?

OKURUM A.Ç., “Yaptığımız duaların sayısı önemli mi” diye soruyor. Cevabım şudur: Önemli olan duanın sayısı değil, içtenlikle yapılmasıdır. Ancak Peygamberimiz bazı duaları üçer kez yinelerdi. Ayrıca 33 defa subhanellah, elhamdü lillah, Allahü ekber denilmesi de tavsiye edilmiştir. Bazı dualar hakkında sayı rivayetleri vardır ama bu genel bir kural değildir. 1000 kez dua edersin kabul edilmez de bir kez içtenlikle dua edersin kabul edilir. Kabul eden Allah’tır. Allah insanın dua sayısına değil, gönlünün samimiyetine bakar. Bilinçsiz yapılan dualar makbul değildir.

Yazının devamı...

En büyük zikir hangisidir?

Okurum Melih Şişmanı’ın tevhit, hac ve namaz hakkında sorduklarına cevabımdır: En güzel zikir kelime-i tevhit ve “Allah, Allah”tır. Zikir için abdest gerekmez. Zikir, Allah’ı gönülde tutmak, O’nu unutmamak demektir. Zikirlerin en üstünü “Lâilâhe illallah: Allah’tan başka tanrı yoktur” anlamındaki tevhit sözüdür. Ayrıca bir hadise göre sevabı çok olan zikirlerden biri de şudur: “Dile kolay, terazide ağır iki kelime vardır. O da subhanellahi ve bihamdihî subhânellahi’l-azîm: Allah’ın şanı yücedir, O’na hamdederim. Büyük Allah her türlü eksiklikten uzaktır.”

Hac farzdır, umre ise yarım hac sayılır ama farz değil, sünnettir. Hacca gitmeden de umreye gidebilirsiniz. Ancak umre yapmakla üzerinizden farz olan hac borcu düşmez. Umre, hac yerini tutmaz. Her Müslüman’a her gün Kur’ân’ın emrettiği zamanlarda namaz kılmak farzdır. Bunun mazereti yoktur. Madem namaz kılarken huzur duyuyor ve ibadete konsantre oluyorsunuz o zaman Allah size yakın demektir. O halde Allah ile bağınızı pekiştirip mutluluğunuzu artırmaya çalışmalısınız. Hiçbir mazeretin altına sığınmayın, hemen bugünden itibaren namazınızı muntazam kılın.



Küs durmak insanlığa yakışmayan bir durumdur

SORU: Bir cuma hutbesinde hocamız, “Akrabayla ilişkisini kesen cennete giremez” şekline bir hadis okudu. Bunun sağlamlık derecesi nedir? (Ülkü Tüccaroğlu)

CEVAP: O tür sözlerin amacı özellikle akrabayla küslüğü önlemek içindir. Küslük insanlığa yakışmaz. Ama o tür hadisler kesin din hükmü belirtmez. Zaten onlar gerçekte hadis değildir, insanlar kendi yargılarına revaç bulmak için düşüncelerini hadis şekline getirmişlerdir. Kur’ân’a göre Allah’a ve ahirete inanan, Allah’a tapan, güzel işler yapan herkes cennete girer. Cennete girmek herkesle barışık olmayı gerektirmez, Allah ile barışık olmayı gerektirir. Kendisine kötülük yapmış olan, akrabayla hiçbir şey olmamış gibi ilişkiyi sürdürmek güzel şeydir ama insan her zaman bu olgunluğu gösteremez. Allah’a tapan herkes cennete girer. Buhari’de Ebu Zerr’in aktarımına göre Hz. Peygamber, “Lâlâhe illâllah: Allah’tan başka tanrı yoktur” diyen herkesin cennete gireceğini vurgulamıştır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.