Herhangi bir ‘başkan’!
Başkanlık sisteminin Türkiye’ye getirilmek istenmesi konusunda bu hafta bir yazı daha yazmış ve “Neden bize uygun olmadığını” maddeler halinde açıklarken uysa da uymasa da bu sistemin getirilmesinin zaten kararlaştırılmış olduğunu belirtmiştim.. Bu kapsamda yeni “Büyükşehir Yasası”nın da bir nevi “eyalet sistemine geçiş, ayrı federe devletlere adım” modeli olduğu çok kişi tarafından kabul ediliyor ve endişeler bildiriliyor.
O nedenle iş bitmiş gibi tartışalım.. Diyelim ki “başkanlık sistemi” getirildi ve siyaset bilimcilerin, hukukçuların ve dahi Cumhurbaşkanı Gül’ün de daha önce söylediği gibi “Türkiye’ye ciddi sorunlar çıkardı”.. Hep aynı başkan kalacak değil ya, başkanlardan biri mutlak gücü-yetkiyi kötüye kullandı ve ortaya “tam baskıcı, diktatörlükten farksız bir yönetim” çıktı.. ABD’deki gibi “hataları önleyecek güçlü bir yargı ve federal yönetim yapısı, eyalet sisteminde gücü paylaşan valiler olmadığı için” başkanlardan biri bu hatayı yapabilir, o zaman ne olacak?
Bugün Mısır lideri Muhammed Mursi’nin yaptığı gibi “emirlerinin yargı denetimine kapalı ve mutlak” sayılması gerektiğini açıkladı, ortada da zaten “siyasetten bağımsız olarak denetleyebilecek bir yargı” yok, ne olacak?
ARAP BAHARI
Türkiye bu sistemden ve o başkandan kurtulabilmek için bir “Arap baharı” mı bekleyecek? Kaldı ki Arap Baharı denen ayaklanmalar, değişimler bile o ülkeleri kurtarmış değildir, en basit örnek de Mısır’dır..
Bunlar benim görüşlerim ama uzmanların anlatımı toplumun detaylı şekilde aydınlatılması açısından çok önemli olduğu için konuyu; Batı ülkelerindeki siyasal ve hukuksal sistemleri karşılaştırmalı olarak inceleme konusunda deneyimli bir anayasa hukukçusu olan Doçent Dr. Ekrem Ali Akartürk’e sordum. Aldığım bilgileri sizinle paylaşıyorum..
BAŞKANLIK SİSTEMİ NEDEN İSTENİYOR?
“Hükümet sistemine ilişkin arayışların temelinde ‘parlamenter rejimin hükümet istikrarsızlıklarına yol açtığı, parlamenter çoğunluğa sahip hükümet ile cumhurbaşkanı ve kısmen onun tarafından belirlenen bürokrasi arasında uyumsuzluk’ durumunda sistemin aksak işlediği gibi nedenler ileri sürülmektedir. Türkiye koşullarında güçlü ve istikrarlı hükümetlerin ancak ‘başkanlık sistemi’ rejimi sayesinde yer bulabileceği, bu nedenle ‘yapılacak anayasa değişikliği’ ile başkanlık modeline geçilmesi önerilmektedir.
Görüldüğü gibi, Türkiye’de başkanlık rejiminin istenmesi ‘demokratik talepler’den doğmuyor; bununla siyasal uzlaşma kültürünün ya da çoğulcu demokratik yapının geliştirilmesi de hedeflenmiyor. Başkanlık rejimi ‘güçlü bir liderlik ve kalkınma modeli’ olarak öne sürülmektedir.
GÜÇLÜKLER!
Başkanlık rejimi 1787 Anayasası’nın bir ürünü olarak ABD’ye özgü koşulların yarattığı bir hükümet modelidir. Bu özgün modelin ‘hukuk bilincinin ve demokratik kültürün yeterince gelişmediği ülkelerde uygulanması’ oldukça dramatik sonuçlar doğurmuştur. (...) ABD’deki başkanlık rejiminin özgün karakteri ve başarısı; ‘federal yönetim yapısı, güçlü ve etkin yargı sistemi, disiplinsiz (serbest) ve merkezi iki parti sistemi, anayasal istikrar ve güçlü demokratik gelenekler’ ile yakından ilgilidir.
SİSTEMİ GERER!
Başkanlık sisteminin siyasal istikrarsızlıklara yol açmasının en başta gelen nedeni, bu rejim tipinin siyasal sistemi germesi ve katılığa yol açmasıdır. (...)
Bu rejimde yasama ile yürütmenin karşılıklı olarak birbirlerini etkileyecekleri mekanizmalar (fesih yetkisi, güven oyu) bulunmadığından, sistemin kronik bir krize sürüklenmesi olasıdır. Öte yandan başkanlık rejimi ‘iktidarın kişiselleşmesi’ olgusunu teşvik etmektedir. Bu rejimde ‘ayrı bir cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu’ olmadığından başkan yürütme gücünün tek sahibidir.
YARIŞ PARTİLER ARASINDA DEĞİL
İktidar yarışı partiler arasında değil, kişiler arasında geçtiğinden ve yürütme monist yapıda olduğundan iktidarın kişiselleşmesi hatta Latin Amerika uygulamalarında rastlandığı gibi ‘kişisel iktidarların’ ortaya çıkması söz konusu olabilmektedir.”
Ekrem Ali Akartürk daha sonra ABD’deki başkanlık sistemini “taklit edilemez” kılan en önemli unsurun “ABD’de disiplinsiz, ideolojik bağı zayıf, anayasal değerler üzerinde uzlaşmış ‘iki parti sistemi’ olduğunu, buna karşın Türkiye’de ‘etnik, dinsel ve ideolojik açıdan kutuplaşmış çok parti sistemi’ bulunduğunu ve ABD ile Türk parti sistemi arasında benzerlikten çok ‘zıtlıklar’ın ağır bastığını” belirtiyor.
TÜM YETKİLER TEK ELDE!
ABD’de “başkanın kişisel iktidarını” frenleyen federatif yapının demokratik işleyişi de güvence altına aldığını.. “Federe devlet yönetimleri ve çift meclisten oluşan kongre”nin başkanın iktidarını dengelediğini.. Türkiye’nin ise üniter yapılı bir devlet olması ve güçlü bir devlet örgütüne sahip olması nedeniyle “başkanın yetkilerin tek elde toplandığı bir iktidar odağına dönüşeceğini”..
Böylesine güçlü bir iktidar odağının ise ancak “bağımsız ve güçlü bir yargı tarafından kontrol edilebileceğini”.. ABD’de başkanın iktidarını dengeleyen ve onu anayasal sınırlar içinde tutan, kongre ile başkan arasında hakem rolü oynayan güçlü bir yargı sistemi olduğunu.. Oysa Türkiye’de bunun henüz gerçekleşmediğini anlatıyor.
Kısacası, Sayın Akartürk’ün detaylı ve net anlatımından da çıkan o ki “başkanlık sistemi kesinlikle Türkiye için son derece riskli, hatta tehlikeli”.. Ama böyle oluşu kararı etkileyecek mi? Bence hayır.. Bekleyip göreceğiz.