Kaynayan kazanın baş köşesinde!
.
İsrail’in Gazze’yi vurmaya başlaması ve “Bu daha başlangıç” demesi ile Ortadoğu’da “Suriye, Türkiye, Irak-İran”ı kapsayan çatışma alanı daha da genişlemiş oldu.. Ortadoğu kaynayan bir kazan halinde ve Türkiye durup dururken, bizimle bir ilgisi yokken, bu kargaşayı uzaktan izleyebilecek ve sadece diplomatik açıdan gerekeni yapabilecekken “çok yönlü olarak, herkesle çatışma halinde” kazanın ortasında bulunuyor..
Buna “PKK’nın Irak üzerinden bize yaptığı saldırıları şimdi Suriye desteğiyle yapmasını” da eklersek halimize diyecek yok doğrusu.. Tabii o arada Rusya ve Çin’in de muhtemel bir Ortadoğu savaşına müdahil olma ihtimalini unutmayalım.. Kendi ülkemizin, insanımızın korunmasını, güvenliğini diğer ülkelerden önce düşünmememiz, başımızdaki büyük terör sorununu hesaba katmadan Ortadoğu’da “big brother” rolü üstlenmeye kalkmamız, daha doğrusu ABD’nin bu rolü göstermelik olarak bize giydirmesini uslu uslu kabullenmemiz bizi bu duruma getirdi.
YETKİ KOMUTANLARDA MI?
Bugüne kadar tüm uzmanlardan, hatta ABD’lilerin kendisinden gelen hiçbir uyarıyı dinlemedikten ve açıkça Suriye rejiminin karşısına dikildikten sonra şimdi, artık savaşın eşiğinde bulunur ve Güneydoğu’da tepemize çatışma bombaları yerken “müdahale yetkisinin komutanlara verildiği” açıklanıyor.
Yani savaşa girmek zorunda kalırsak (ki bu gidişle kalacağız) sorumluluk ordunun olacak. Zaten artık “dönülmez noktaya siyasi kararlarla gelindiği, Esad muhaliflerine desteğin İstanbul toplantılarında kararlaştırıldığı, savaşan muhalif orduların Türkiye topraklarında barındığı” unutulacak, “Kararı Silahlı Kuvvetlerimiz, komutanlarımız verdi” olacak. Güzel bir buluş değil mi?..
İRAN, IRAK, RUSYA..
Mısır “İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla ilgili” toplantı yapmış ve ABD’nin bu olaya seyirci kalmamasını istemiş. Ama Mısır aynı zamanda şu sıralarda kendi içinde “şeriat yönetimi isteyen aşırı dincilerle buna karşı olanlar” arasında sorunlar yaşıyor, ülke karışık halde..
Irak Başbakanı Maliki “eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi’nin hakkında verilen idam kararına rağmen Türkiye tarafından korunması ve iade edilmemesi” nedeniyle tırmanman gerginliği arttıracak adımlar atıyor. Türkiye’ye uyguladıkları “ekonomik yaptırımlar”ın arkasından Bağdat’taki bakanlıklarına genelge göndererek “Türkiye Büyükelçiliği, Konsolosluğu, bakanlarının ve üst düzey yetkililerinin hiçbir toplantısına katılmamalarını” bildirmiş.
Bu büyük hakaretin diplomatik karşılığı herhalde “büyükelçi ve konsolosu” Irak’tan çekmektir.
TÜRKİYE-EL KAİDE İLİŞKİSİ!
İran deseniz “Türkiye’de yapılan ve davet edildiği” Suriye konulu toplantıya katılmadı. Sık sık Türkiye’nin Suriye iç savaşına müdahil olmasına karşı tepkilerini açıklamakta..
Rusya’nın “Karadeniz-Hazar Bölgesi Politik ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü”nden İgor Pankratenko ise (Rusya’nın Sesi radyosunda tam metin olarak yayınlanan) makalesinde “Suriye ’de operasyonlar yapan Türk istihbarat servislerinin yönetim kadrosu ile El Kaide yönetimi arasında sıkı bağların olduğunu, Esad rejimi yıkılacaksa bunun ‘uluslararası paralı askerlerin dipçikleriyle değil, geniş halk kitlelerinin isteğiyle’ gerçekleşmesi gerektiğini, Türkiye’nin ABD ve Arap ülkeleri tarafından Suriye krizinin içine itildiğini ve ‘izolasyona dönüşen bir yalnızlık’la karşılaştığını” anlatmış.
Türkiye’den “Yakın Doğu kazanından kestane taşıma şerefi bahşedilen, ABD’nin küçük ortağı” olarak söz etmesi bile yeterince üzücü.. Bunlara bir de “artık çok olası görünen bir savaşa girmemizin Türkiye’nin bölünmesini isteyenler için nasıl bir avantaj olacağını” eklersek tablo tamamlanıyor.
İyi de bu savaştan bize ne, niçin göre göre bu noktaya yürüdük? Ben hala bu soruyu tekrarlayıp duruyorum.
CEZAEVİNDEKİLER UNUTULACAK!
Ve bir önemli nokta daha: Türkiye bu savaşa girdiği (ve hatta sadece “bu ihtimal sürdüğü”) takdirde bir yanda kendi toplumu her tür sıkıntıyla-tehlikeyle karşı karşıya kalırken, diğer tarafta “terör yaratacaklardı, darbe hazırlığı yapacaklardı” iddialarıyla yıllardır özgürlüğü elinden alınan, cezaevinde bekletilen gazeteciler, milletvekilleri ve diğer siyasi tutuklu ya da mahkumlar orada unutulacaklar.
Özel Yetkili Mahkemeler tarafından geciktirilip duran davalarla daha kim bilir hayatlarından kaç yıl gidecek. Ne büyük bir haksızlık var ortada, dayanmak gerçekten mümkün değil!
İyi polis meselesi!
Perşembe günü Cumhurbaşkanı Gül’ün “artık farklı görüşlerini açıkça ifade ettiği ve hatta vurguladığı” konusunda yazmıştım. Yazımı okuyanlar ve konuyu gündeme getirenlerin büyük çoğunluğunun yine “Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında görüş ayrılığı olduğuna inanmadıklarını, bu farklılığın yansıtılmasında ‘sorunlu konulara tepkilerin azaltılması, halkın gazının alınması’nın yattığını düşündüklerini” inanın hayretle gördüm.
Yazımın altındaki yorumlarda da bu düşünce vardı.. Oysa ben “en azından bir farklı görüş”ün açıkça ifade ediliyor olmasını demokrasi açısından umut verici buluyorum ama görüyorum ki buna inanmakta oldukça yalnızım.