Şiddet her zaman şiddet!
Dün “Esenler’de Cumhuriyet Meydanı’na Rabia, bir caddeye Mursi adının verilecek olması”yla ilgili yazıma çok tepki yorumu geldi. Çoğu benzer tepkiler, birini alalım; “Bana ne Rabia’dan, Mursi’den.. İnsan olarak olaylara üzülürüm ama bana Arabı dayatamazsınız” diyor. Rabia Aydın isimli okurumuzdan gelen e-posta da ilginç; “Bugünlerde soyadımı ismimden çok seviyorum, beni adımdan nefret ettirmesinler” demiş. Kısacası; bir başka ülkede yaşanan trajik olaylara üzülebiliriz ama gereğinden fazla benimsemenin toplumu rahatsız ettiği ortada..
Mesela dün Suriye’de aralarında bebeklerin, çocukların bulunduğu “100 binden fazla kişinin ölmesi”ne insan yüreği dayanmıyor ama Esad’ın yaptırdığı vahşetle “muhalifler” denilen kesim ve onlara destek veren terör örgütlerinin yaptıkları arasında fark yok, hepsi katliam ..
ABD diyor ki “Suriye’ye müdahale iç karışıklığı ortadan kaldırmaz”.. Ortadoğu’yu karıştırmaya katkıda bulunduğu da doğru olmakla beraber ABD burada haklı çünkü Müslüman Kardeşler ve El Kaide’nin içinde olacağı bir yönetim bu kez Mısır’a döndürecek Suriye’yi.. O nedenle, Türkiye bu ülkelerdeki sorunlara aktif olarak ve hep öne atılarak katılmamalı, onlar bize müdahale ediyor mu?
Saldırganları korumak..
Gezi olaylarında gençlerin ölümüne neden olan polisler korundu ve hatta şiddet uygulayan polis gücü ödüllendirildi, hala da korunuyor. Palayla kadınlara saldıranların bile kaçmasına izin verildi.. Ama benzer bir şiddetle Başbakan Yardımcısı karşılaştığında “saldırganı korudular, ödüllendirircesine salıverildi” deniyor. Peki polis şiddeti sonucu ölen ve yaralanan insanlarla, bir saldırganla karşılaşan Bekir Bozdağ arasında ne fark var? Hepsi insan, hepsi vatandaş ve “şiddet her yerde, her zaman şiddet”tir.
Sallandırmaktan farksız!
Aynı konuşmada Başbakan’ın rakiplerine “eli kanlı terör örgütleriyle gündeme geliyorlar” demesi hiç anlaşılmıyor, Ana Muhalefet hangi eli kanlı örgütle gündeme geldi? Yoksa “çözüm süreci” denen süreçte PKK ile görüşmeleri onlar mı yürütüyor? Bir de “diktatörün olduğu yerde gazeteler, televizyonlar ‘diktatör’ ifadesini kullanamaz, sallandırıverirler” sözü var dikkat çeken..
Herhalde bu “CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun sözlerine karşılık” söylenmiş, liderler arasındaki polemiklere karışmam ama teoriye ve pratiğe bilimsel bakarsak toplum baskıları her zaman “sallandırmakla” olmuyor. Hangi suçu işlediği söylenemeyen, suçlarını kimsenin bilmediği insanların, gazetecilerin işlerini ve geleceklerini siyasi müdahalelerle kaybetmeleri, siyasallaşmış bir yargının “ömür boyu hapis” cezalarıyla sayısız ailenin hayatını mahvetmesi, insanların konuşmaktan korkar hale gelmesi, bir gösteriye katılan sanatçılara hayatın dar edilmesi, özel yaşamlara müdahale ve hatta bunun yasalarla sağlanması da ölümden beter bir durum.
Demokratik yöntemler sekteye uğratıldıktan sonra seçimler tek başına çözüm olamıyor, kim ne derse desin halklar artık haksızlık ve adaletsizliklere, sistem dönüştürmelere yıllar boyu susmuyor. Diğer ülkelerde ortaya çıkan felaket görüntüleri bizi uyarsın bari, hala zaman varken!
Şahin, Batum, Kart.. Kim haklı?
Konu son derece önemli.. Aslında “bu Meclis yeni anayasa yapmaya yetkili değildir” denmesine rağmen Türkiye için bir “yeni anayasa” yapılıyor ve sanki bunca yıl sonra koca bir toplumun hayatının her anını, geleceğini belirleyecek bir toplum mukavelesi değil de önemsiz bir konuymuş gibi alelacele ve toplumdan gizli yapılıyor..
Uzlaşmama komisyonu!
Son olarak Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in CHP’li üye; Anayasa hukukçusu Süheyl Batum’a “bazı maddelere karşı çıktığı” için kızdığını ve “uzlaşmayı bozuyor, çalışmayı geciktiriyor” dediğini duyduk.. Daha sonra Süheyl Batum ’un CHP’li diğer üye Atilla Kart ile ters düştüğünü ve Kart’ın “Parti adına söz yetkisine ben sahibim. Bu maddeyi beğendim” dediğini.. Batum’un ise “Komisyon’da grup sözcüsü diye bir şey yok, üyeler söz söyleme hakkına sahiptir” cevabını verdiğini..
Kart yanlış içinde..
Süheyl Batum Şubat’ta “Başkanlık Sistemi” devreye sokulduktan sonra “böyle uzlaşma olmaz, siz uzlaşılmayacak konular getirip sonra da ‘kabul edilmezse referanduma gideriz’ diyorsunuz” sözleriyle tepki göstermişti. Şimdi “Başkanlık” konusunun üstüne 4 nokta daha gelmiş.
1- Hakimler Yüksek Kurulu ve Savcılar Yüksek Kurulu’na Adalet Bakanı’nın başkanlık etmesini öngören düzenleme.. Batum “böyle bir önerinin altına tek bir CHP’li imza atmaz. CHP’nin ‘yargı bağımsızlığı ilkeleri bellidir, genel başkanlar bile bunları değiştiremez” diyor. Atilla Kart ise sanki sadece “bugün” söz konusuymuş ve yargıyı siyasallaştıran böyle önemli bir meselede “ben sanmıyorum” diyerek karar verilebilirmiş gibi “Günümüz koşullarında ben Adalet Bakanı’nın bu yetkiyi kötüye kullanacağını sanmıyorum. Bence bu madde geçebilir” diyor. Peki ya bakanın orada olmasının yaratacağı baskı? 12 Eylül darbesi sonrasında getirilen bu değişiklik kaç kez tartışılmadı mı? Hani darbelerden kalanlar ayıklanacaktı?
2- “Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin hepsini TBMM seçsin” diyen madde.. Süheyl Batum “demokrasiyi korumak adına” doğru olanı, Batı demokrasilerinde yaygın olanı; “TBMM’nin 2/3 çoğunlukla bazı üyeleri seçebileceğini, geri kalanları ise Barolar Birliği, Danıştay, Yargıtay, üniversitelerin hukukçu üyelerinin seçmesi gerektiğini” söylüyor, Atilla Kart ise “bence TBMM seçebilir” diyor. “Bence” yok, “doğru olan hangisi” var..
Seyahat ve gösteri özgürlüğü
3- Yeni anayasada “seyahat özgürlüğü” konusundaki madde.. “Kamu düzenini korumak amacıyla seyahat özgürlüğü sınırlanabilir” diye bir şart getirilmiş.. Belirsiz bir ifade konarak vatandaş özgürlüğü “hükümetlerin kararına” bırakılıyor. Batum buna da haklı olarak karşı çıkmış..
4- Aynı şekilde “gösteri hakkı” için de benzer bir engel sağlanıyor, hükümetler istediği zaman önleyecek; “Toplantı veya gösterilerin zaman ve yerini idare belirleyecek” miş. Daha neler, bu kadar “insiyatif kullanmaktan yoksun, her şeyine sizin karar vereceğiniz ve yalnız itaat beklediğiniz bir halk”ın oy kullanmasına neden izin veriyorsunuz o zaman?
Doğru karar verilmeli!
Bu tartışmada maddelere itiraz eden üye Süheyl Batum haklıdır ve Ana Muhalefet Partisi doğru değerlendirmeyi yapmak, hataları önlemek zorundadır, koca ülkenin anayasası aceleye gelemez. Ayrıca; arkadan kovalayan mı var, niye gelsin?