Yunan bir aşk hikayesi...
Onu gördüğünde sarı saçları, renkli, büyük, cam gibi gözleri ve sadece kaliteli burjuva kadınlara has tavırlarından etkilenmiş “Ne cezbedici ve lacivert bir kadın bu” demişti Gazeteci...
***
Çok akıcı ve güzel bir İngilizcesi vardı...
Atina’da bu kadar iyi İngilizce konuşan kadın nadir görülürdü...
***
Yaptığı iş, çok iyi düzeyde İngilizce bilmesini gerektiriyordu...
***
Yunan başkentine geleli çok bir zaman olmamıştı; Gazeteci’nin...
Hayatındaki her şey yeniydi...
Yeni bir büro, yeni bir ev...
Dünyanın dört bir tarafından yeni gazeteciler...
O güne kadar iki tanesi hariç hiç tanımadığı gürültüsü, münakaşası, tartışması çok Yunan gazeteciler...
Yeni bir ülke...
Yeni bir şehir...
Yeni insanlar...
Yeni bir çevre...
***
Bunlara ek bir de yepyeni bir çalışma biçimi vardı...
Türkiye’deyken gazetede çalışırdı Gazeteci...
Oysa şimdi çalıştığı küçük gazete bürosunun şefiydi... Bazen bir bazen iki İstanbullu Rum yardımcısı oluyordu büroda...
Nasıl çalışacağı, nasıl bir düzen kuracağı, hangi saatlerde ne yapacağı tamamen Gazeteci’nin inisiyatifine bağlıydı...
Kendi kendisinin patronuydu; ancak Atina’da zorlukları ve yükümlülükleri yüksekti...
*****
BİR EVLİLİĞİN SON GÜNLERİ...
Günler, aylar geçiyor “renkli gözlü, sarışın, lacivert burjuva kadın”la zaman zaman karşılaşıp, iş icabı görüşüyordu... Yanı çokça kalabalık oluyordu...
***
Pek yalnız, ikili kaldığı vaki değildi...
Gazeteci çocuk sayılacak yaşta yaptığı evliliği eşiyle yürütebildiği söylenemezdi...
Birbirlerine büyük sevgiyle bağlıydılar...
Eşiyle aşk evliliği yapmışlardı...
***
Ancak ikisi de çocuktu ve gerçekte eşiyle “evlilikten çok evcilik oynuyorlardı...”
***
O zamanlar itiraf edebilecek cesaretleri yoktu, ama gerçek şuydu ki, evlilikleri gerçekte pek evlilik gibi gözükmemeye başlamıştı...
***
Hayat; insana kendine itiraf edemediklerini dayatırdı... Bir süre sonra itiraf etmekten korktuğu gerçekler, artık saklayamayacağı ve göz ardı edemeyeceği şekilde karşısına çıkardı...
***
Sorunlar ayyuka çıkıp ve beraber yaşam Gazeteci’yle eşine mutluluktan çok azap vermeye başlayınca, eşi zaman zaman İzmir’e ailesinin yanına gitmeye başladı...
***
Onu severek yolcu ediyordu Gazeteci, severek karşılıyordu... O severek gidiyordu, severek Atina’ya dönüyordu... Ama birbirlerini sevmeleri; hayatı severek birlikte yaşamalarını olanaklı kılmıyordu...
***
O yaz yine İzmir’e gitmişti eşi...
“Zaman zaman farklı coğrafyalarda yaşarsak belki ilişkiyi kurtarabiliriz” noktasına gelmişlerdi... Kötü günlerdi...
Bir belirsizlik vardır havada... Ayrılmayı düşünüyordular, ayrılamıyorlardı... Beraber de olamıyorlardı... Araya geçmiş giriyor, sevgi ve kopamayacağını düşündüğü bağlar hatırlanıyor, bir türlü karar verilemiyordu...
Kör topal giden ilişkinin konformizmiyle, yepyeni bir hayata atılacak olmanın ürpertisi altında, salıncak gibi gidip gelen bir ilişkiydi...
***
Gece yatarken ayrılmaya karar veriyorlardı, sabah kalktıklarında “birlikte devam etmeye...”
*****
SARIŞIN, RENKLİ GÖZLÜ; LACİVERT KADIN...
Bir yaz günü “sarışın, renkli gözlü, lacivert kadını” Atina’nın en kurt gazetecilerinden biriyle birlikte yemeğe davet etti...
***
Üçü birlikte yemek yiyeceklerdi ve “Yunanlı kurt” gazeteci sadece gazetecilikte değil kadın erkek ilişkilerinde de çapkın ve kurnaz bir adamdı...
***
Sarışın renkli gözlü lacivert kadının iyi arkadaşıydı ve onları beraber yemeğe davet etmekten başka çaresi yoktu Gazeteci’nin...
***
Sarışın renkli gözlü, lacivert kadının Yunan Başkentinde bilinilirliği; halen evli olan Gazeteci’yi kadın erkek baş başa yemeğe gitmeye göze aldıramamıştı...
Başına ne geleceğini bilmiyordu...
***
Yunan Başkenti’nin yemekleriyle en meşhur lokantası o tarihlerde Yerofinikas isimli Büyükadalı iki Rum’un kurduğu lokantaydı...
***
Beyin salatasından, hünkar beğendiye, kuzu kapamadan, içli pilava, dönerden, tas kebaba kadar her şeyin tam saray usulleriyle servis edildiği “Bir tür Bizans-Osmanlı saray mutfağıydı” Yerofinikas...
***
Lacivert kadınla, kurt gazeteciyi oraya götürdü Gazeteci... Atina’da ikamet eden iki Atina’lıya karşı, her şeyiyle deplasmanda gözüken genç bir Türk gazetecisi, bir Osmanlı-Bizans saray lokantasından kendine ev sahipliği yaratmaya çalışıyordu...
***
Restorandan içeri girdiler;
Şef garson kapıda karşıladı Gaezeteci’yi...
-“Hoş gelmişsiniz Paşam...” dedi...
***
26 yaşında gencecik bir Türk gazetecisiydi... Ondan yaşça epey büyüktü Yunanlı erkek gazeteci... Lacivert Kadın da birkaç yaş büyüktü...
***
Onların arasında yaşlı başlı Yunanlı garsonun “Hoş geldiniz Paşam” demesi Gazeteci’nin gururunu okşamıştı...
Koltukları kabarmıştı...
***
Kendini bir parça Atatürk gibi hissetmiş, Osmanlı’yı da hayranlık duymaya başlamıştı...
Atatürk’e de “Paşam” demiyorlar mıydı?..
Osmanlı’yı da hayırla yad etti Gazeteci...
Çocuktu...
Milliyetçi böbürlenmelerden kendine pay çıkartacak hamlıktaydı henüz...
***
Rakı söyledi onlara...Beyin salatası, hünkar beğendi, döner, kuzu kapama servis edildi masaya... Özgüveni yerine gelmişti Gazeteci’nin... Deplasmanda kendi evinde gibi oynamaya başlamıştı... Sarı saçlı renkli gözlü lacivert kadın “etkilenmişti bu genç Türk Paşası’ndan...”
***
Öyle olduğunu hissediyordu...
Uzun süren yemeğin sonunda Gazeteci; nihayet ev telefonunu aldı sarı saçlı, renkli gözlü, lacivert kadının...
Bir süre sonra görüşmeler, buluşmalar sıklaştı... Eşinin kah İzmir kah Atina’da geçirdiği, yarım yamalak birliktelik yaşadıkları son kışlarıydı... Artık ipler kopmuştu...
Zor bela özel günlerde bir araya gelmeye çalışıyorlardı...
***
Yılbaşı gecesi de öyle bir geceydi...
Atina’daki dostlarıyla dışarıda Yunan gecesini kutlarken, ikisi de ayrılmaya karar vermişlerdi; Hüzünlü ve düşünceliydiler...
Etrafa bir şey fark ettirmemeye çalışıyorlardı...
***
Sarı saçlı renkli gözlü, lacivert kadınla ilişki Atina’nın yüksek bir tepesinin eteklerinde Likavitos denilen bir semtin dar bir sokağında, çarpıcı bir aşktan çok birbirini anlayan bir sevgi içinde başlamış ve sürüyordu...
***
Aşıktan çok dosttular Eleni’yle...
Sevgi vardı ve paylaşıyorlardı paylaşabileceklerini... Aldatmıyordu eşini...
O Türkiye’ye dönmeye karar vermişti...
Eleni “bir aşk macerasından çok, bir sevgi, anlayış” hikayesiydi...
***
Eşi o yılbaşını geçirdikten sonra, Şubat ayında döndü Türkiye’ye İzmir’e...
*****
İHANETSİZ BİR YILBAŞI GECESİ...
Ege’de savaş tehlikesinin fena halde kabardığı günlerdi... Gazeteci; bir taraftan her an savaş çıkabilecek süreci adım adım izliyor ve gazeteye haber ve yazı gönderiyordu... Diğer taraftan günlük notları çıkartmış, kitap yazıyordu... Zaman zaman Eleni’yi görüyordu...
***
Yine sevgiyle konuşuyor, dostça paylaşıyor, birbirlerini kalpten kalbe koruyorlardı...
Zor günlerdi...
***
Türk-Yunan savaşı ha çıktı ha çıkacaktı...
Gazeteci için değil, ama Eleni için “Gazeteci’yle ilişkisi mesleğinde tehlikeli” olabilirdi... Bunu konuşmamaya özen gösteriyorlardı...
***
Eleni’yle ilişkileri eşiyle ilişkilerinin fiilen bitmesinden sonra olmuştu, ancak kesin ayrılıktan birkaç ay önce gerçekleşmişti...
***
Onun için eşi Türkiye’ye döndüğü halde belli belirsiz bir “savunma mekanizmasıyla” Eleni’yle kendi evinde hiç kalmıyordu Gazeteci...
***
Geceleri mutlaka yalnız başıma yatıyordu...
Sanki bir başka kadınla olduğunda değil, bir başka kadınla uyuduğunda “anılarına ihanet etmiş olacaktı...”
O kadar istemesine rağmen ne onda, ne kendi evinde bir gece geçirip herhangi bir sabah birlikte uyanmamışlardı...
***
Evlilik fiili olarak bitmeden hemen ence Eleni’yi tanımıştı... Sanki beraber kalırlarsa; her şeyiyle yeni bir ilişkiye başlarlarsa “eski eşine ihanet etmiş, onu aldatmış olacağını” düşünüyordu...
***
O yıl Türk-Yunan savaşına çok yaklaştıkları bir krizi birlikte yaşadılar...
Sonra Gazeteci; o krizin kitabını yazdı...
***
Kitaba noktayı koyar koymaz iki aylığına askere gitti... Atina’da çalıştığı için para ödeyerek bedelli yapma hakkı vardı Gazeteci’nin...
Askerlik bittiğinde; İstanbul’da kitabını imzaladı ve yeniden Yunanistan’a dönüp, Atina’nın kışına daldı...
***
1987 yılında bir sene içerisinde hayatında her şey değişmişti Gazeteci’nin...
Evliydi boşandı... Askerliğini yapmamıştı, askerliğini yaptı... Hiç kitap yazmamıştı kitap yazdı... Döndüğünde Atina’ya; bütün bunları yapmış, ancak yapayalnız bir adamdı...
***
Evinde bir yılbaşı partisi düzenleyecekti...
Bütün dostlarını, arkadaşlarını, sevdiklerini ve meslektaşlarını çağıracaktı...
Hayata yeniden “merhaba” dilecekti...
Yılbaşı gecesi evindeki parti inanılmazdı Gazeteci’nin...
Türk, Yunan, Amerikan, Fransız kimi ararsan Gazeteci’nin evindeydi...
***
Eleni de gelmişti...
Gece yenildi, içildi, dansöz oynadı, konuklar saatlerce dans etti... Sabaha karşı 4’e doğru son misafir de izin istedi kalktı ve gitti...
Eleni kalmıştı...
***
Kendisini haklı olarak farklı bir konumda görüyor ve ev ve davetin sahibesi gibi davranıyordu... Gazeteci’yle onca şeyi paylaşmıştı... O gece ilk ve son kez beraber uyudular Eleni’yle... Sabah kalktıklarında yeni bir yılın ilk günü başlıyordu...
“Seni çok sevdiğimi biliyorsun Eleni” dedi...
-“Ama bundan sonrası için aynı evde kalamayız... Kendimi kötü hissederim... Yalnız olmam gerekiyor... Yalnızlık benim şu andaki ilacım... Beni anlamanı rica ediyorum...”
Hiçbir şey söylemedi Eleni...
***
Haris Alexiou unutulmaz şarkısı “Eleni”yi koydu Gazeteci kasete...
Evin salonunda çınlarken Alexiou’nun “Eleni” diyen sesi, Eleni’yi evine götürmek üzere hazırlanıyordu Gazeteci...
Arabaya bindiğinde, anılarına ihanet etmediği için huzurluydu...
Yalnız ama mutluydu...