Genel yayın yönetmenleri ile siyasi iktidarlar arasındaki ilişki...
.
Gazeteleri ve televizyonları yöneten tepe noktasındaki genel yayın yönetmenleri; “bu görevlere getirilirken, dönemin siyasi iktidarıyla ilişkileri, iktidarlar değişince ne olacakları, görevden alınıp alınmayacakları” hep merak edilen bir konuydu...
***
Gazeteci; hayatı boyunca hiçbir siyasi partiyle ve iktidarla hiçbir ilişki kurmamıştı... Ankara’da tanıdığı politikacılar; sadece televizyon programlarında konuşmacı olarak çıkanlardı... Onun dışında hiçbir siyasiyle “hiçbir ikili, özel, genel” ilişkiye girmezdi...
***
Öyle olduğu için; gazetelerin, televizyonların genel yayın yönetmenliği gibi görevlerini; “kendisi ve konumu için olmayacak bir rüya! olarak görmüş,” o defteri; Aydın Doğan’ın kendisine 29 yaşındayken Milliyet Gazetesi’nin yazı işleri müdürlüğünü teklif ettiği gün kapatmıştı...
***
-“Ben televizyon programcısı olayım... Gazetede köşe yazayım... Medyada yönetici değil, yaratıcı alanlarda faaliyet göstereyim... Siyasi iktidarlara yakın ya da muhalif ilişkiler üzerinden yapılan gazetecilik bana göre değil...” demişti...
***
29 yaşında Milliyet’in yazı işleri müdürlüğü teklifini aldığında Aydın Doğan’a şöyle söylemişti:
-“Ben bu meslekte ilerde televizyon programları yapmak, köşe yazmak istiyorum... Milliyet’in yazı işleri müdürlüğü teklifi çok onur verici bir teklif... Ancak bu durumda televizyondan uzaklaşmak zorunda kalacağım...
Salt yazı işleri; benim mesleki hayallerimle uyuşmuyor Aydın Bey...” minvalinde bir şeyler söylemişti...
***
Aydın Doğan’ın kısa pantalonlu halini bildiği Genç Gazeteci’nin bu sözleri karşısında içinden “çattık” dediğini görüyor gibiydi...
-“Oğlum sen yazı işleri müdürü olduktan sonra, zaten gazetede kimin ne yapacağına karar veren mekanizmanın içine gireceksin... O zaman istediğini elde edersin...” diye söylendi Aydın Doğan...
***
Yavaş yavaş sinirleniyordu...
Hayalinde “Gazeteleri yönetip, güç odakları, iktidar, muhalefet, iş dünyası, derin güçler arası ilişkilerin aktif oyuncusu olma” düşü bulunmayan Genç Gazeteci ise; Patron’un yaptığı bu teklifi “cezbedici” bulmuyordu...
***
O Örsan Öymen gibi bir köşe yazarı; Ya da o günlerde “ustası” diye bellediği “Gazeteci- televizyoncu gibi uluslararası bir gazeteci olmayı arzuluyordu...”
O kişinin NATO’da özel görevli Hanımefendi eşinin, hayatı ona zindan edeceğini o sırada aklından bile geçirmiyordu...
***
Aydın Doğan o gün görüşmenin bir yere varamayacağını anladı... -“Sonra konuşuruz...” diyerek görüşmeyi bitirdi...Gazeteci, o tarihi görüşmeden başlayarak, yedi yıl boyunca; mesleki kariyerini “genel yayın yönetmenliği ve yöneticilik yerine, köşe yazarlığı, televizyon programcılığı üzerine kurdu...”
***
Bu görüşmeden yedi yıl sonra; SHOW TV’de her gece kendi programını yapan, ünlü bir televizyoncuydu... O günden bir müddet sonra Milliyet’ten kopmak zorunda kalmış; Türkiye’ye dönüp her şeye sıfırdan başlamış ve yedi yıl sonra; her gece ratingleri altüst eden bir televizyon programına imza atmaya başlamıştı...
-“Demek ki doğru karar vermişim...” diye düşünüyordu...
*****
GAZETECİ’YE “TANRI”NIN VERDİĞİ HEDİYE...
Ne iktidarla, ne muhalefetle...
Ne asker ne de sivil etkili bürokratik düzenekle...
Ne iş dünyası, ne sendikalarla...
Özel, genel, tüzel; hiçbir ilişkisi bulunmadan; Gazeteciler Cemiyeti dahil, hiçbir derneğe, sendikaya, sivil toplum kuruluşuna üye olmadan “Gazetecilik” yapmaya uğraşıyordu...
***
Onun bir gazetede ya da televizyonda genel yayın yönetmenliğini isteyecek ne bir siyasi parti, ne derin bir merkez, ne asker ne sivil bir derin irade bulunmuyordu...
Ancak evrenin şaşmaz iradesi; “hayatı size öğretmek için kaderinizde yazılan şeyleri ortaya çıkarmakta mahirdi...” Milliyet’in yazı işleri müdürlüğü teklifinden yaklaşık yedi yıl sonra; Gazeteci’ye “Genel Yayın Yönetmenliği” teklif edilecekti...
***
Tanrının iradesi; Gazeteci’yi bu kez Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapması için, öyle bir ikilemde bırakacaktı ki; Gazeteci bu teklifi kabul etmese; ‘programcı’ olarak yayınlarını sürdüremeyecekti...
***
Medya tarihine “yaptığı televizyon programına devam edebilmek için, genel yayın yönetmenliği yapmak durumunda kalan tek “gazeteci” olarak geçecekti muhtemelen...
Herkesin güle oynaya kabul edeceği, yıllarca planını, programını yaptığı genel yayın yönetmenliğini, o “televizyon programına devam edebilmek için” kabul ediyordu...
*****
UFUK GÜLDEMİR’İN EROL AKSOY’LA KAVGASI...
SHOW’da genel yayın yönetmeni olan yakın arkadaşı Ufuk Güldemir; ani bir olayla Erol Aksoy’la çatışmış ve kanaldan istifa etmişti... Gazeteci; Ufuk Güldemir’i geri getirtmek için Erol Aksoy nezdinde birbuçuk ay uğraştı...
***
Aksoy’un Yeniköy’deki yalısına kadar gitti bu konuyu konuşmak için...
Erol Aksoy eşi ve çocuklarıyla televizyon seyrediyordu...
Gazeteci’ye bunun hiçbir şekilde mümkün olmadığını hissettirdiler;
-“Sen boşver bunları... Gel hamburger yiyelim...” dedi Erol Aksoy; ve eşi, çocuklarıyla birlikte Gazeteci için MC Donalds’dan hamburger ısmarladı...
***
Yaz gelmişti...
Gazeteci her gece program yaptığından 8 haftalık iznini kullanmak üzere yurt dışına gitti...
8 haftanın sonunda dönmesine iki gün kala; bir zamanlar “ustam” dediği, zaman içinde meslekte ilerleyememesi için önüne her türlü takozu koyan kendi Salieri’sinin, çalıştığı televizyona genel yayın yönetmeni olacağını öğrendi...
***
Londra’da İngiliz fotoğrafçı bir kız arkadaşının beyaz badanalı, muşamba kaplı evindeydi...
Londra’ya yağmur yağıyordu...
İngiliz kız arkadaşı; güzel bir Cuma gecesini geçirmek için, Gazeteci’nin telefonunun bitmesini bekliyordu...
***
-“O’nun haber merkezini yöneteceği yerde, ben bu programı yapamam... Bana yaptırtmaz... Engeller beni... Program geçen sezon sağladığı başarıya ulaşmaz... Ufuk (Güldemir) benim arkadaşımdı; bana hiç engel olmazdı... Ama o öyle değildir... Biteriz... Haber merkezinden ayrılıp, bağımsız yapayım bari programı, ya da televizyon dairesindeki yöneticilerle... Haber merkezinde çalışırsam, bu programın ratingleri ve başarısı biter...” dedi telefonda genel müdür Murat Saygı’ya Gazeteci...
***
Doğru söylüyordu...
Yıllar önce Aydın Doğan’a “beni İstanbul’da yazı işlerinde bitirirler...” dediği gibi, bu sefer de SHOW TV’de onu bitirirlerdi...
***
İstanbul’da Milliyet’te onu bitirecek olanlar; “Derin Milliyet’in esas unsurlarıydı...” SHOW TV’de onu bitirecek olan “eski usta”sı! da; aynı Milliyet’in bir başka kanadıydı...
Milliyet Gazetesi ayrılışından yedi yıl sonra da Gazeteci’nin peşini bırakmıyordu...
Bu sefer de çalıştığı televizyondan ayrılık günleri görünmüştü ufukta...
*****
“TERK ETMİYOR MİLLİYET BENİ VALERY...”
O gece İngiliz fotoğrafçı kız arkadaşı Valery’yle bütün bir gece Londra’nın altını üstüne getirdiler... Çok ünlü bir uzakdoğu restoranında yemek yediler...
***
Sonra bir bara, arkasından çok “in” olan bir gece yarısı kafesine götürdü, kız arkadaşı onu...
Eve döndüklerinde sabahın beş buçuğuydu... Gazeteci çok ünlü bir televizyoncu olmuştu... O akşam üstü Londra’yı terk edecekti... Yeni sezon başlıyor ve gazeteci ne olacağını bilmiyordu... O gece Londra’da her şeyi unutmak istemiş, yıllar öncesinden kalan kız arkadaşıyla, felekten bir gece çalmıştı...
Giderken Valery sordu: -
“Ne yapacaksın... Kalacak mısın, ayrılacak mısın televizyondan?..” - “Bilmiyorum Valery...” dedi...
-“Terk etmiyor Milliyet beni...”
*****
“USTA! DEDİĞİ KİŞİ YERİNE; GAZETECİ’YE VERİLEN GENEL YAYIN YÖNETMENLİĞİ...
Dönüşte ilk televizyon programını yaptığı Pazartesi gecesi saat 01’de; Erol Aksoy Gazeteci’yi aradı...
-“Yarın bankadaki odama gelir misin?..” dedi... -“Erkenden... Sana bir teklifim olacak?..”
***
-“Ertesi sabah; saat 10.30’da Gazeteci Erol Aksoy’un yanındaydı...
Aksoy söze hemen girdi...
-“Televizyonun genel yayın yönetmeni ve haber bülteninin anchormani olmanı yapmanı istiyoruz...” dedi...
-“Yönetim Kurulu olarak...”
***
-“Diğer kişiye teklif yapmışınız Erol bey...” dedi Gazeteci...
-“Sorun olur böyle bir durumda genel yayın yönetmenliği...Ben her gece programıma devam etmek istiyorum... Ancak onun yönettiği haber merkezinde yapamam... Televizyon programını bağımsız yapmayı istemiştim...” diyebildi...
***
Erol Aksoy; pragmatikti...
-“Senin hem haber merkezini yapıp, hem de anchormanlik yapman daha mantıklı... Ben diğer arkadaşa, durumu anlattım... Senden sonra gelecek, konuşacağız... Bir sorun çıkmayacak emin olabilirsin... Öğleden sonra onu da alıp, kanala beraber gideceğiz ve senin genel yayın yönetmenliğini birlikte açıklayacağız...” dedi...
***
Bir zamanlar “usta” olarak gördüğü, yolunu takip etmek için can attığı kişi onun önüne aşamayacağı mesleki bariyerler koymuş, Gazeteci o hayal kırklığıyla tek başına, yalnız dünyalara savrulmuştu...
Kader nasıl bir şeydi?..
Şimdi eski “usta”sına! teklif edilen görev; ondan alınıp Gazeteci’ye veriliyordu... Erol Aksoy’un dediği gibi, o gün 3 Eylül 1996’da hiçbir sorun yaşanmadı... Haber merkezine Gazeteci, eski ustası! ve Erol Aksoy beraber gittiler... Birlikte açıkladılar Gazeteci’nin Genel Yayın Yönetmenli’ğini...
***
Bu olayı izleyen 20 yılda; 2016’nın Eylül’üne kadar eski usta’nın!, NATO’da özel görevli eşi Hanımefendi üzerinden “hayatın kendisine zindan edilmeye çalışılacağını, doğmamış çocuklarının bu karardan etkileneceğini nasıl ve nereden bilebilirdi ki Gazeteci?..
***
“Hiçbir şeyi unutmadığını” röportajlarında söyleyen Hanımefendi; bu olayı da sonra olanları da unutmamıştı...
İntikamını hiç aksatmadan, hiç hissettirmeden, hiç fark ettirmeden, gizli gizli usul usul almaya uğraştı...
***
Kimselerle hiçbir bağlantısının olmadığı bir dünyadan gelip “güç merkezlerinin cirit attığı vahşi düzende; genel yayın yönetmeni” oldu Gazeteci... Onu genel yayın yönetmeni yapan tek güç; “rating başarısıydı...”
***
Halk onu izliyordu...
İzleyen yıllarda “halkın onu izlemesinin, onu tercih etmesinin cefasını da aynı insanların etkilediği derin odaklar yoluyla nasıl çektirildiğini yaşayacaktı Gazeteci...
Ne demişti 1 Eylül akşamüstü Londra’dan ayrılırken İngiliz kız arkadaşına; -“Terk etmiyor Milliyet beni Valery...”