Şampiy10
Magazin
Gündem

Neden şişmanlıyoruz?

Bazen az hareket ettiğimiz...Bazen çok fazla yediğimiz...Bazen de her iki yanlışı birlikte yaptığımız için vücudumuz aşırı yağ depolamaya başlar...

Yiyip içtiklerimizin kalorisi harcadığımız kaloriden daha fazla olunca yağlanmak;

Yani enerji (kalori) fazlasını göbekte, kalçada ya da karaciğerde yağ olarak depolamak kaçınılmaz olur...

ERGENLİK, MENOPOZ, ANDROPOZ...

Bazıları metabolizmaları yavaşladığı için...

Bazıları hormonal değişiklikler nedeniyle kilo alıyorlar...

Vücutları neredeyse bir yağ üretme makinesi haline geliyor...

İnsülin direnci buna örnektir...

Az yeseler bile hızla yağlanıyorlar...

Kolayca kilo alıyorlar...

***

Daha da kötüsü; diyet yapsalar da yağlarını eritemeyip, fazla kilolardan kurtulamıyorlar...

Ergenlik dönemi...

Kadınlarda menopoz...

Erkeklerde andropoz dönemleri kilo almayı kolaylaştıran dönemler...

***

Sigarayı bırakmak, alkol tüketimini artırmak da kilo almaya yol açabilir...

Ayrıca bazı ilaçların da kilo almayı hızlandırabileceği biliniyor...

Psikolojik soranlar da yeme davranışlarını değiştirip kilo aldırabiliyor...

***

Stres bazılarına kilo verdirirken bazılarının neden oluyor...

Bazen sadece fiziksel aktivitemiz sınırlandığı için kilo alıyoruz...

Düzenli egzersiz yapan aktif fiziksel hayatı olan biri, belirli bir dönem geçirdiği bir ameliyat ya da kaza nedeniyle 3-4 ay süreyle aktivitesi sınırlanmışsa, enerji dengesi bozulup yağ depoları artacağından kilo alabiliyor...

***

Genetik miras da çok önemli...

Ailede şişman insanlar çoksa; bu insanın şişman olma riskini en az yüzde 30 artırıyor...

Uzmanlara göre şişmanlık yüzde 25-40 oranında kalıtsal...

BAŞ DÜŞMAN ŞEKER...

Son yıllarda yaygınlaşan kilo salgınının birinci sorumlusu şeker tüketimindeki artış...

Unlu; nişastalı ve yüksek kalorili diğer besinlerin fazla yenmesi de önemli bir kilo tehdidi...

***

Ancak şeker tüketimindeki artış, ilk sırada... Araştırmalara göre, gelişmiş ülkelerde, kişi başı yıllık şeker tüketimi 100 kiloyu aşmış durumda...

***

Gelişmekte olan ülkelerde bile 40-50 kilonun altına düşmüyor...

Oysa 1900’lü yılların başında, bu rakam dünyanın en zengin ülkelerinde bile yılda 20 kiloyu bulmuyordu...

Ne zaman ki şeker; bir sanayi ürünü haline gelip ucuzladı; o zaman şeker tüketimi de patladı...

‘TATLI YİYELİM TATLI KONUŞALIM’ DEYİMİNİ SÖZLÜKTEN ÇIKARTIN...

Meşrubat üreticileri; Şekerleme imalatçıları...Tatlıcılar; pastane ve fırın sahipleri;

Bakkal şekerinin yerine daha ucuz olduğu için nişasta bazlı şeker hatta tatlandırıcı kullanmaya başladılar...

***

Aşırı şeker tüketimi önce insülin direncini tetikledi...

Sonra şişmanlık salgınına yol açtı...

Sorun şişmanlıkla da sınırlı kalmadı...

Şeker tüketimi, diyabet salgınının başlıca nedeni haline geldi...

***

Şişmanlıkta olduğu gibi, diyabet salgınında da nişastalı ürünlerin, fast-food besinlerin etkisi var...

Ama temel sorun şeker olduğuna hiç kuşku yok...

İsterseniz hala şeker yemeye, şekerli ve tatlı yiyecek içecekleri tüketmeye devam edin...

Ancak doğrusu “tatlı yiyelim tatlı konuşalım” deyimini lügatten çıkartmaktır...

GİZLİ ŞİŞMANLAR

Vücudunuzda ne kadar kas dokusu varsa, o kadar sağlıklısınız demektir...

Görünürde kilo sorununuz olmayabilir... Ama kilolu olup olmadığınızı belirleyen, sadece kıyafetinizin üzerinizde nasıl durduğu; tartıda gördüğünüz rakamlar değildir...

Bunlar kadar vücudunuzun yağ oranı da önemlidir...

***

Dışarıdan bakıldığında zayıf bile görünebilirsiniz... Ama yağınız çok fazla, kasınız az olabilir...

İnce olduğunuzu düşünseniz de; maalesef tıbbi olarak siz bir gizli şişmansınız...

***

Ya da vücut yapınız itibariyle, bacaklarınız kollarınız inceciktir...

Ama kocaman bir göbeğiniz vardır...

Tartı üzerinde kilo fazlanız yok gibi görünür... Ancak yine, tehlike sinyalleri çalan gizli bir şişmansınız demektir...

YAĞLANMA VE TANSİYON...

Göbek ve karın bölgesindeki yağlanma eşittir tansiyon, şeker, kalp krizi ve felçtir...

Anlaşılacağı gibi bu sorunu anlamak için tartılmak yetmiyor...

O halde ne yapacaksınız?..

Mutlaka vücudunuzun yağ; kas oranını öğreneceksiniz...

Erkekler için yüzde 25’in; kadınlar için yüzde 35’in üzerinde bir yağ oranı eşittir şişmanlıktır...

***

Önce bel çevresini ölçmelisiniz...

Eğer kadınsanız bel çevreniz 90;

Erkekseniz 100 santimi geçmişse kendi kendinize diyet yapmaya kalkmayın...

Bir doktora görünün...

KİMLER DİYET YAPMAMALI?..

12 yaşından küçük çocuklara asla diyet yaptırmamalısınız... Yaptıkları beslenme yanlışlarını ya da yaşadıkları sorunları ortadan kaldırmaya yönelmek en doğru yöntemdir...

***

60 yaş da üstü kişiler de, eğer mutlaka diyet yapmaları gerekiyorsa, doktor gözetiminde olmaları gerekir...

Ayrıca ayda iki buçuk kilodan fazla vermemelerine dikkat etmek gerekir...

***

Kemoterapi ya da radyoterapi gören kanser hastaları; çok özel bir durum yoksa, hele doktor kontrolü altında değilse, asla ve asla diyet yapamazlar...

Geçmişinde kanser olanlar da ayda en fazla iki kilo vermeye dikkat etmeliler...

(Hayatı Uzatmanın Sırları Prof. Dr. Osman Müftüoğlu)

Yazının devamı...

Vikipedia’nın düştüğü acıklı durum...

İnsanlar kendilerine haksız olduklarına inandıkları bir saldırı geldiğinde; “buna büyük bir tepki” duyuyorlar...

Haysiyetleriyle oynandığını söylüyorlar...

Buna gerçekten inanıyorlar...

Haksızlığın; kendilerine nasıl reva görüldüğünü, örnekleriyle anlatıyor; durumlarının yarattığı mağduriyet için, insanlardan manevi destek istiyorlar...

***

Toplumun bütün kesimleri, ya taarruz halinde, ya da taarruz altında olduğundan; kimsenin kimseye verecek desteği yok aslında...

Herkes “acıklı bir şekilde” kendisine yapılan saldırıların “büyük haksızlıklar içerdiğini” ileri sürerek, bir diğerinden yardım istiyor...

Herkes herkesten yardım istiyor...

Bir taratan da saldırıya ve taarruza bütün şiddetiyle devam ediyor...

Böyle bir kaostan, fasit bir sarmal haline gelen labirentten çıkmanın hiç kimse için mümkünü yok...

Yine de insanlar umutsuzca; birbirlerinden yardım dileniyor; aynı anda benzer yöntemlerle “haysiyet cellatlığına devam ediyor...”

***

Birkaç gün önce Muratero gizli kod adlı; kullanıcının; Vikipedia’nın resmi sitesinde yazdığı yazıyı aktarıyorum...

Yazıda;

Benim Milliyet Gazetesi’nin değil Resmi Gazete’nin Atina Temsilcisi olduğum;

Babamın profesör değil okutman olduğu;

Benim Ankara Mülkiye’nin Gazetecilik okulundan mezun değil; sadece lise baabında Kolej’i bitirdiğim...

Berlin’de Uluslararası Gazetecilik Enstitüsü mezuniyetimi;

‘Ankara-Atina Savaşa Bir Var’ diye bir kitabı yazdığımı özellikle gizleyen...

Milliyet gazetesinde on yıl çalışmışlığımı hasıraltı eden...

Resmi Gazete’de Atina muhabiri olduğum gibi abuk bilgiler yer alıyor...

*****

KOD ADI KULLANAN MURATERO’NUN İNANILMAZ HAMLESİ...

Yazının yayınlanmasından sonra çok ilginç bir olay oluyor... Arif Kaptan isimli bir Vipikepida üyesi; benim söylediğim ve abukluğu ayan beyan ortada olan Resmi Gazete muhabirliği ile babamın profesörlüğü gibi iki üç küçük düzeltme yapıyor...

***

Vikipedia’yı “maddi yanlışlardan kurtarmaya yönelik” bu ufak düzeltmelerin ardından trafik bir daha karışıyor ve inanılmaz bir olay meydana geliyor...

Muratero isimli “gizli kullanıcı”, şok edecek şekilde maddi hatalarla ilgili yapılan düzeltmeleri yeniden bozuyor ve Vikipdeia’nın resmi sayfasına yine aynı maddi hataları içeren eski yazıyı koyuyor...

Okuyanların aklının duracağı bir gerekçeyle... Reha Muhtar’ın babası profesör olabilir... Ancak bizim belirttiğimiz Reha Muhtar, Ankara’da okulda okuduğu tarihte okutmandı diyerek; inanılmaz bir çarpıtmaya imza atıyor...

***

“Reha Muhtar’ın Resmi Gazete muhabirliği yalanı” da yazıda aynen devam ettiriliyor... Yanlış değil, çünkü yazan Muratero yanlış olduğunu biliyor ve özellikle yine değiştirmiyor... Kasıtlı bir şekilde yalanı yazmaya devam ediyor...

Gerekçesi ise abuklukla bile anlatılamayacak bir gerekçe:

-“Vandalizm olarak değişiklikleriniz reddedilecek...”

Koskoca Vikipedia’da şaka gibi bir olay meydana geliyor; ve yalanlar hiçbir gerekçe gösterilmeden aynen devam ettiriliyor...

***

Bu olayın devam etmesinin tek bir anlamı var... Bunlar yazıldıkları günde de bir hata olarak yanlış bilgilendirme sonucu yazılmıyorlar...

Bilinçli, taammüden karakter suikastına, itibarsızlaştırmaya, değersizleştirmeye, haysiyetsizleştirmeye yönelik, hakkında şüphe uyandıracak bir “yalan üretim makinesi” söz konusu... Ben bunlarla ilgili değilim...

Neyi isterlerse yazsınlar Vikipedia’ya... Fakat bu kadar değerli bir internet ansiklopedisinin bu gizli ellerin istilasında, ne idiğü belirsiz yalanlarla dolup taşması acınacak bir durum...

*****

MURATERO’NUN LİSTESİNDE; DEVLET BAHÇELİ’DEN TUNCAY GÜNEY’E, NECMETTİN ERBAKAN’DAN; ALPARSLAN TÜRKEŞ’E VE ASİL NADİR’E KADAR...

Şimdi söyleyeceklerime dikkat kesilin lütfen...

İnsanların kendi öz geçmişiyle ilgili bu derece yalanı taammüden Vikipedia’da yazan, değiştirmeyen Vandalizmle kendini savunan Muratero isimli kullanıcı bakın hangi şahsiyetler hakkında siteye istediği zaman girip istediği şeyleri yazıyor, tarihi değiştiriyor?..

Sadece Reha Muhtar hakkında birkaç kelime yalan yanlış bilgi veren herhangi bir kişi ve yorumcu değil bu kişi?..

***

Karakter suikastını yapmaktan çekinmeyen Muratero Vikipedia’nın; Türkiye’deki bütün önemli şahsiyetlerinin “özgeçmişlerinin bilgilerini; siteye istediği gibi girip yazabilen, değiştirebilen çok önemli güçlere haiz bir gizli isim...”

Onun içi direkt maddi hataları düzelten yazıyı bile değiştirip, aynı yalanların aynen yazılmaya devam etmesini sağlayabiliyor bu kişi...

***

Muratero kod adlı kullanıcının; Vikipedia’da isimlerinin içine girip, haklarında, bilgi verdiği, tanımlama yaptığı, yazı yazıp, yazı değiştirdiği insanların, cemaatlerin, kuruluşların bazılarının isimlerini veriyorum...

Okunduğunuzda gözleriniz faltaşı gibi açılacağı inanılmaz bir liste bu...

***

- “Dengir Mir Fırat... - Nur Cemaati... - Kenan Işık... - Alparslan Türkeş... - Devlet Bahçeli... - Kenan Evren... - Tuncay Güney... - Kenan Işık... - Kadri Gürsel... - Gülse Birsel... - Mirat Başoğlu... - Adolf Hitler... - Bengi Su... - Necmettin Erbakan... - Şeyh Said İsyanı... - Haşim Kılıç... - Asil Nadir... - Ekmeleddin İhsanoğlu... - Abdüllatif Şener... - Gültan Kışanak... - Türkiye Türkmenleri... - Mehmet Ali Talat... - Nazlı Ilıcak... - Mehmet Ali Alabora...”

*****

HANIMEFENDİ VE MURATERO...

Gördüğünüz gibi, yapılan en açık maddi hataları bile Vikipedia’da düzeltmekten imtina eden, yalanı yazmaya devam eden gizli isim; Türkiye’nin hatta dünya tarihinin “Vikipedia’daki yazıcısı” haline getiriliyor Vikipedia’nın içinde...

***

Suçsuz insanlara karakter suikastı yapmaktan çekinmeyen “kod adlı gizli ismin”, Vikipedia’da Türkiye’nin gayr-ı resmi tarihini yazan, bir profesyonel olduğu ortaya çıkıyor... Bu yazdığım isimler hakkında yazı, yorum ve bilgi yazma hakkını alan bu profesyonel kim acaba?..

Kim bu Muratero?..

***

Ben size bir sır vereyim...

Muratero önemli; ama Muratero değil esas buradaki isim...

Muratero’nun arkasında bir Hanımefendi olabilir mi acaba?..

Muratero O Hanımefendi’nin Vikipedia’ya ulaşan gizli ve derin güçlerinin sayesinde bu karakter suikastlerını yapıyor olabilir mi acaba?..

***

O bağlantılar Muratero’yu bu kadar fütursuzca yalan yazmaya, tarihi değiştirmeye, insanlara karakter suikastı yapmaya, istediklerini allayıp pullayıp, istediklerini rezil etmeye teşvik etmiş olabilir mi?..

***

Acaba o Hanımefendi’nin kimliği bir gün bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarsa ne yapacak o Hanımefendi?..

Vikipedia’sız, çıplak ve gerçek haliyle...

Sadece Hanımefendinin değil; aynı zamanda eşinin... Yazık olmayacak mı elli yılık emeklere?..

Çok fazla günah işliyor Hanımefendi çok... Ben yaptıkları her şeyi unuttum diyorum... Ama o yaptıklarıyla kalmıyor; yaptıklarına yenilerini ekliyor...

Bu karakter suikastları size “Tanrı tarafından başka türlü döner...” yanınıza kar kalmaz...

Allah sizi affetsin Hanımefendi...

Gerçekten affetsin...

Yazının devamı...

Kaliteli yaşamak...

HAREKET EDİN...

Mutlaka egzersiz yapın... Sporu hayatınıza dahil etmek size birçok yönden fayda sağlar...

Geceleri rahat uyursunuz ve gün içinde daha zinde hissedersiniz...

Mümkünse sabahları egzersiz yapmaya çalışın...

Sabah egzersizleri kan dolaşımını hızlandırarak daha kolay ayılmanızı sağlar...

Stresten kurtulursunuz ve işinize daha kolay odaklanırsınız...

BUGÜNÜN İŞİNİ YARINA BIRAKMAYIN

Yarın henüz var olmamış hayali bir kavramdır... İnsanlar çoğu zaman ‘yarın hallederim; şimdi vaktim yok’ cümlesini kurar... Fakat bunun asıl sebebi üşengeçliktir... Bugün yapmanız gereken şeyi; yarına ertelemek yarının yükünün artması demektir...

Ertelememek düzenli yaşamın ve başarının sırlarından biridir...

MAZARET ÜRETMEYİN

Yapın gitsin... Kendinizi daha iyi hissedeceksiniz... Sadece iyi vakit geçirmek istiyorsunuz; yeni bir deneyim yaşamak mı?.. Neyi bekliyorsunuz?..

Zaman geçiyor ve hayat bahaneler üretecek kadar uzun değil... Eğer hala mazeretleriniz varsa, yeterince istekli veya olgun değilsiniz demektir...

KİTAP OKUYUN

Kitap okumayı ihmal etmeyin...

Okumak kelime haznenizi ve hayal gücünüzü genişletiyor...

Yaratıcılığınızı artırıyor...

PARA BİRİKTİRİN...

Para harcayarak kendinizi mutlu etmeye çalışmayın... Gereksiz harcama yapmaktan kaçının...

5-10 yıl içinde bunu yaptığınız için kendinize müteşekkir olacağınız kesin...

Yarın ne olacağı belli olmaz...

KİN TUTMAYIN...

İçinizde kin ve nefret barındırmayın... Bu duygular sizi boş yere yorar... Kendinizi sürekli kötü hissedersiniz... Zamana bırakmayı öğrenin... Sizde kötü duygular uyandıran insanları hayatınızda bulundurmayın... Bu kadar basit...

KAHKAHA ATIN...

Gülümsemeyi ve kahkaha atmayı ihmal etmeyin...

Kötü bir gün mü geçiyorsunuz?..

İlk iş olarak gülümseyin...

Hatta biraz daha zorlayın... Ağzınız kulaklarınıza varsın... Sadece mutlu olduğunuzda gülümsemek zorundasınız diye bir kural yok... Gülümsemenin ve kahkaha atmanın bizzat kendisi insanı mutlu eder... En kötü ihtimalle komik film seansları düzenleyin...

Mutlaka yardımı dokunacak...

KENDİNİZE VAKİT AYIRIN

Hayatınızı daha iyi bir hale getirmenin ilk koşullarından biri kendinize vakit ayırmaktır... Kendinizi dinlemeli ve dinlendirmelisiniz...

YARDIMSEVER OLUN

Yardımseverlik yalnızca, paranızı ya da vaktinizi paylaşmak değildir... Bu özelliği kişiliğinizin bir parçası haline getirin... Yalnızca ‘Kim olsa aynı şeyi yapardı’ dediğiniz durumlarda değil; her zaman yardımsever olmak için çaba gösterin...

Trafik ışıklarında beklerken, yanınızda yaşlı biri olmayabilir... Yardım edebileceğiniz kişi o sırada daha uzakta olabilir... Yalnızca size gülümseyenlere değil; üzgün görünen insanlara da gülümseyebilir, hatta dertlerini sorabilirsiniz... Bahşiş bırakmak için, garsondan güler yüz beklemeyin... Belki kötü bir gün geçiriyordur... İyi niyetinizin kaybolmasına izin vermeyin...

ARADA BİR BENCİL OLUN

Her zaman olmasa da arada bir bencillik yapın... Ruhsal ve fiziksel sağlığınıza verin... Bir kez de kendinizi başkalarının yerine değil, kendiniz yerine koyun... Saçma gelebilir ama; kendinizi tamamlamadan başka insanlara faydanız dokunmaz...

CEP TELEFONUNUZ CEBİNİZDE KALSIN...

Arkadaşlarınız ve ailenizle vakit geçirirken, cep telefonunuzdan kurtulun... Onlarla geçirdiğiniz zamanın tadına varın... Teknolojiyi nasılsa kullanırsınız... Ama sevdikleriniz her zaman sizinle olmayacaklar...

MUTLU OLMAYI ÖĞRENİN...

Hayatınızda yalnız olumsuzluklara odaklanmayın...

Herkes zor dönemlerden geçebilir...

Ama önemli olan onlardan geçtikten sonra daha güçlü ve deneyimli olabilmektir...

Eğer üzgün ya da mutsuz hissediyorsanız; birkaç dakikalığına durup düşünün...

Hayatınızdaki her şey kötüye gidiyor olamaz...

İyi şeyleri görmezden gelmeyin...

Mutlu olmanın yollarının başında; bir şeyi olduğu gibi kabul edip, ona göre hareket etmek gelir...

Yaşamınızda görmezden geldiğiniz iyi yanlarınızın değerini sonradan anlama hatasına düşmeyin...

ÇEKİNGEN OLMAYIN

Konuşmaktan utanmayın...

Tanımadığınız insanlarla iletişim kurmaktan korkmayın... En kötü ne olabilir ki?..

Size kulak asmasalar ya da kaba davransalar ne fark eder?..

Onlarla tekrar konuşmak zorunda değilsiniz ki?.. Ancak buna karşın; yaşadığınız yeni deneyimler; insanlarla kolaylıkla bağ kurmanızı ve onları daha kolay tanımanızı sağlayacak...

DİNLEMEYİ ÖĞRENİN...

Karşınızdakinin sözlerine kulak verin...

Karşılığında ne söyleyeceğinizi düşünmek yerine; karşınızdakinin ne söylediğini dinleyin ve anlamaya çalışın... Daha sonra ne söyleyeceğinize karar vermek kolay olacak...

KENDİNİZ OLUN...

Kendiniz olmaktan korkmayın... Başkaları ne düşünür diyerek yaşayacağınız hayat asla sizin olmayan bir hayattır... Sizi olduğunuz gibi kabul edemeyen insanlar, hayatınızdan çıkıp gitmekte özgür... Aslında oldukça basit... Eğer herkesten aynı eleştirileri alıyorsanız; durup düşünmenin vakti gelmiş olabilir... Kendinizi sorgulamaktan kaçınmayın...

SEYAHAT EDİN...

Seyahat etmek ve farklı yerler görmek, kendiniz için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri...

Otobüs, uçak, tren ya da belki bir bisiklet ile... Yeni insanlarla ve kültürlerle tanışmak size unutulmaz deneyimler yaşatabilir...

Hatırlamaktan zevk alacağımız anılarımız ve daha geniş bir bakış açımız olur...

YENİLİKLERE AÇIK OLUN...

Her şeyi bilmeniz ya da anlamanız pek mümkün değil...

Bunun farkında olmanız açık görüşlü olmanız için yeter de artar...

SEVMEYİ ÖĞRENİN...

İnsanlarla aranıza sınır koymaktan vazgeçin ve karşılıksız sevin...

Kırılsanız da bunun geçici olacağını ve olaydan daha güçlü çıkacağınızı unutmayın...

MERAK DUYUN...

Heyecanınızı yitirmeyin ve ‘neden’ diye sorun... Bu çok güçlü bir sorudur...

Size birçok kapıyı açar...

Bir dahaki sefere size söylenenlerin üzerine nedenini sorun ve öğrenin...

Değişimi fark edin...

HAYALLERİNİZİN PEŞİNDEN GİDİN...

Sevdiğiniz şeyleri yapmayı unutmayın ve yaptıklarınızdan zevk alın...

Tutkularınızın ve hayallerinizin size yol göstermesine izin verin... Daha iyisini ya da fazlasını yapabileceğinizi biliyorsanız durmayın...

Sahip olduklarınızın kıymetini bilin ama kanaatkar olmayın...

KENDİNİZİ SEVİN...

Her şeyden önce kendinizi sevin ve kendinize saygı duyun... Sonrasında aynı şeyleri karşınızdakinden bekleyebilirsiniz...

ÇOCUK OLUN...

Kendinizi sevmek, hayallerinizin peşinden gitmek, yeniliklere açık olmak, ya da merak etmek... Yukarıda bahsedilen her şey; aslında bir “çocuk” olmanın incelikleri...

Aynı zamanda vaktinizi, yalnızca dış dünyayı yargılamakla harcamadığınız kaliteli bir yaşamın öğeleri bunlar...

STEVE JOBS...

“Eğer bugün hayatımın son günü olsaydı; bugün normalde yapacağım şeyleri yapmak ister miydim?.. Uzun süre art arda ‘Hayır’ yanıtını verdiğimde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım... İnsanın kısa süre içinde öleceğini bilmesi, yaşantısına damga vuracak kararlar vermesi açısından büyük önem taşır...

Çünkü her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları; tüm bunlar ölüm karşısında değerini yitirir...

Yalnızca ölümdür önemli olan...

Steve Jobs...

(Her Gün 1 Yeni Bilgi tweet hesabından)

Yazının devamı...

Monica Seles; 30 yaşında bir gazetecinin doğmamış kızına yönelik rüyası...

Avustralya Açık Tenis Turnuvası’nın finalinde, Steffi Graf’la karşılaştıktan sonra o talihsiz olay başına geldi Monica Seles’in...

En sevdiğim kadın tenisçiydi...

Yüreğiyle; haykırarak topa vurur, tüm coşkusu ve vücudundan fışkıran enerjisiyle oynardı tenisi...

Alman Steffi Graf’ın kortlarda fırtına gibi estiği yıllardı...

Monica ise, çok genç yaşına rağmen, muhteşem bir tenis oynuyor; yüreğinin götürdüğü yere; tenisin bir numaralı koltuğuna doğru adım adım yürüyordu...

***

Atina’da gazetecilik yapıyordum...

Yunan başkentinde beş yıldan fazla bir zamandır bulunuyordum...

Şehir zihinsel olarak kontrolümdeydi...

İlişkiler, sorunlar, Yunan başkentindeki gazetecilik noktaları, ezberimdeydi...

Kentin siesta saatlerinde 15-18 arası, home office şeklinde dizayn ettiğim evimde; dünya tenisinin belli başlı şampiyonalarını izliyor; kadın; erkek favori tenisçilerimin maçlarını kaçırmamaya çalışıyordum...

***

Monica Seles; dünyanın bir numaralı kadın tenisçisi olmaya doğru gidiyordu...

Ben daha o yolun çok başlarındayken onu keşfetmiş; izlemeye almıştım...

Turnuvalarda; ikinci turdan, en geç, çeyrek finalden itibaren maçlarını izlemeye alıyordum Seles’in...

Steffi Graf’ın “cool” tavrına karşın; Monica Seles; heyecanlı, coşkulu, her vuruşun sonunda topa vurmayla birlikte yaptığı haykırışlarıyla; Sırp kökenli olmasına rağmen; tam bir Akdeniz’li tenisçi imajı yaratıyordu...

***

Monica’yı seyrederken; istikbalde bir gün kızım olursa; onu tıpkı Monica gibi dünya çapında bir tenisçi yapmayı düşlerdim...

30 yaşındaydım henüz...

Atina’da, eşinden birkaç yıl önce boşanmış; hayatında yeni bir evliliğe yer olmayan bir konumdaydım...

Gazetecilik mesleğinin labirentlerinde ve basamaklarında kaybolmadan, yukarılara çıkmaya çalışıyordum...

Sadece kalbimden geçen, o safiyane niyetten ibaretti; Monica ve ilerde olmasını düşlediğim kızımla ilgili rüyalarım...

******

DÜNYANIN BİR NUMARASI OLDUĞU MAÇ VE O TALİHSİZ OLAY...

Monica Seles; benim Atina’daki son iki yılımda, turnuvaları birer birer kazanarak, yukarılara doğru tırmanıyordu...

Adı 1 numara ile 2 numara arasında gidip geliyordu...

Steffi’ye göre daha gençti ve gelecek onundu...

***

Bense o yıllarda, gazeteciliğimin yine en zorlu virajlardan birini yaşamak üzereydim...

O keskin viraj beni; her şeyi bir kenara bırakarak; Atina’dan kopartacak ve hayata sıfırdan başlamak üzere doğduğum kente İstanbul’a doğru savuracaktı...

***

Yedi yıl sonra, doğduğum kentte sıfırdan başladığım hayat mücadelesi, beni dünya tenis şampiyonalarından uzak bırakmıştı...

Haberleri gazetelerden göz ucuyla izliyor; Seles’in bir numara olup olmadığına bakıyordum sadece...

Maçlarını izleyemez hale gelmiştim...

Televizyon programları, arka arkaya gelmeye başlamış hayatım inanılmaz bir ivme kazanmıştı...

***

1993’de Avustralya Açık’ta Steffi Graf’la karşılaştı Monica...

Maçı, finali kazanırken; Avustralya Açık’ı üçüncü kez kazanıyor; dünyanın bir numaralı kadın tenisçisi olduğunu dosta düşmana tescil ediyordu...

Haberi okuduğumda tebessüm etmiş; geçmiş bir rüyanın Monica’da gerçekleşmesinden mutlu olmuştum...

***

Ekim ayında Hamburg’daki tenis turnuvasında; inanılmaz bir talihsizliğin Monica’nın başına geleceğini elbette o sırada bilemezdim...

Gunter Parche 39 yaşında işsiz bir Doğu Alman vatandaşıydı...

İddiaya göre, Monica’nın en büyük rakibi Steffi Graf’ın hayranıydı ve Monica’nın Steffi’yi birkaç ay önce yenerek şampiyon olmasını hazmedememişti...

***

Monica; Bulgar tenisçiyle oynarken, ikinci setin sonlarına doğru, Gunter Parche tribünlerden korta yaklaştı ve Monica’nın sırtına 25 santim uzunluğundaki bıçağı sapladı...

Monica yere yığıldı...

Tenis maçının ortasında, rakibinin bir fanı tarafından saldırıya uğramış, boynundan yaralanmış, tenis hayatı büyük ölçüde tehlikeye girmişti...

Yaşadığı psikolojik şok ise inanılmazdı...

***

O sırada maç yaptığı rakibi Bulgar kadın tenisçi, korkusundan ağlamaya başlamıştı...

Monica ağlamıyordu; ancak kan akıyordu sırtından ve ağır bir psikolojik şok geçiriyordu...

***

Tam 27 ay ayrı kaldı tenisten...

27 ay sonra katıldığı Kanada Açık Tenis Turnuvasını kazandı...

Grand Slam turnuvalarında çeyrek finaller gördü...

Dünya tenis sıralamasında kadınlarda yeniden 4. sıraya yükseldi...

Ama eski günlerine bir daha tam anlamıyla dönemedi...

Gerçekte kim olduğu ve niye yaptığı belli olmayan Gunter Parche, Seles’in hayatının kırılma anına imzasını atmıştı...

*****

“TENİS AŞKTAN ÇOK DAHA ZOR...”

O Monica geçen hafta; TEB BNP Paribas İstanbul CUP için İstanbul’a geldi...

Efsane tenisçi kız; 41 yaşına gelmişti...

Onu Atina’da izlerken henüz 18 yaşındaydı Monica...

***

“Tenis aşktan çok daha zor...” diyordu İstanbul’da verdiği röportajında...

İstanbul’a hayran olduğunu söylüyor; “15 yaşında bile aşık olabiliyorsunuz... Ama tenis süreklilik istiyor... Biz tenise genç başlayıp, erken yaşlandık...” diyordu...

-”Şimdi daha geç profesyonel oluyorlar...”

***

Monica’nın haline baktım...

41 yaşında yine asil bir kadın olarak duruyordu...

Kadın tenisçilerin, üzerinden geçen yıllara rağmen, asaletlerinden ve zerafetlerinden hiçbir şey kaybetmemelerini; Chris Evert’i gördüğümde de fark etmiştim...

61 yaşındaki Chris sanki 40’lı yaşlarında bir prenses gibi duruyordu...

Monica da öyle...

***

Atina’da 30 yaşındaki gazeteciye ve o yıllardaki rüyasına gelince...

Önceki gün sabah saatlerinde gazetecinin 6 yaşındaki kızı, ikizi erkek kardeşiyle birlikte tenis antrenmanından çıkıyordu...

Hocaları 50 vuruşun 50’sini de mükemmel vurduğunu söylemişti küçük kızla erkek kardeşinin...

İki kardeş; her sabah tenis antrenmanında, birlikte tenis çalışıyorlar, forehand, backhand, smash vuruşları yapmaya çalışıyorlardı...

***

Bruce Willis’in başrölünü oynadığı The Kid isimli bir filmi vardır...

Hayatı, çocukluğu, gençliği, kariyeri, olgunluğu ve yaşlılığı “rüyalarıyla birlikte” muhteşem bir kurguyla anlatır o film...

The Kid; kim bilir nereden geldi şimdi o film aklıma...

Yazının devamı...

Wikipedia’daki etki ajanı olayı; “Türkmen asıllı Türk...”

Benim babam Kerkük’lü...

Annem Trabzon’lu...

Misak’ı Milli sınırları içindeki; Kerkük; Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye’ye dahil edilemediğinden, babamın memleketi vatan toprakları dışında kalıyor...

Dedem; Sarıkamış’ta Osmanlı ordusunda savaşırken, ayak parmakları donduğu için kesilen bir gazi...

Evinde Atatürk’ün resmiyle, Kerkük’ün bir gün Türkiye topraklarına dahil edilmesinin özlemiyle ölüyor...

O kadar Türkiye diyor ki; oğlunu etkiliyor ve babam; Trabzon’lu olan annemle tanışıp aşık oluyor ve hemen nişanlanıyor...

Daha sonra Ankara’ya iki fakülteye öğretim görevlisi olarak geliyor ve annemle dört yıl nişanlı kaldıktan sonra evleniyor...

***

Ben; bu evlilikten dünyaya geliyorum... Doğum yerim İstanbul...

Nişantaşı; Maçka...

Nüfus kütüğüm ise; annemin o tarihlerde nüfusunun bulunduğu Trabzon ilinin merkez ilçesi İskenderpaşa olarak yazılıyor...

Daha sonra annem ve babam nüfuslarını İstanbul’a aldırıyorlar...

Ben aldırmıyorum nüfusumu İstanbul’a...

Trabzon’da tutmaya devam ediyorum...

***

Sonuç olarak Kerkük’lü bir babayla, Trabzon’lu bir annenin; İstanbul’da doğan bir çocuğuyum...

Dedemin gazi oluşunu, babamın hayatını köşemde yazıyor, okuyucumla paylaşıyorum...

Babamın altmış yıl önce, Türkiye’ye geldiği sırada, üniversitedeki görevini yazarak, 30-35 yıldır binbir emekle sürdürdüğü profesörlüğünü, yok eden Wikipedia’daki etki ajanları; bir de ilginç bir not düşüyorlar ismimin başına:

-“Türkmen asıllı Türk gazeteci...”

***

Benim dedem ve babam Kerkük’lü...

Annem de Trabzon’lu...

Hayatım boyunca 55 yıldır ne aile içinde; ne aile dışında kimseden; “Türkmen asıllı Türk” ifadesi duymuyorum...

Türkmen asıllı Türk diye bir şey ne demek?..

Türkmen demek zaten Türk demek, Türk soyundan demek...

Ben Türkmenistan doğumlu, Türkmenistan vatandaşı, Türkmenistan’da görev yapan bir Türkmen gazeteci-televizyoncu değilim ki; Türkmen asıllı Türk diye bir kavramla anlatılayım...

KÜRT KÖKENLİ İBRAHİM TATLISES; KÜRT KÖKENLİ MAHSUN KIRMIZIGÜL LAZ KÖKENLİ VOLKAN KONAK...

Türkiye’de doğmuşum...

İstanbul’da dünyaya gelmişim...

Annem Karadeniz’li; babam Kerkük’lü; Türkiye’de doğmuş, büyümüş, okumuş yaşıyorum...

Türkmen kökenli Türk ne demek?..

Türkmen zaten Türk demek...

***

Kaldı ki Wikipedia’da Kürt kökenli bir ünlünün biyografisi verilirken; Kürt kökenli İbrahim Tatlıses veya Kürt kökenli Mahsun Kırmızıgül mü deniyor?..

Ya da “Laz kökenli Volkan Konak” ifadesi mi kullanılıyor?..

***

Wikipedia’ya bu metinleri yazmak üzere sızan etki ajanlarının; nickname’lerin, kamufle isimlerin arkasına saklandıkları gerçek kimliklerini biliyorum...

O kimliklerin; “insanları suni bölünmelerle ayrıştıran ve toplumda bölünmeyi ve düşmanlığı körükleyen karakter yapılanlarının” mazideki tezahürlerinin bilincindeyim...

***

Etki ajanlarının temel zaafı, kendileri ajan olduğundan, sıradan insanları aptal yerine koymalarıdır...

“Kendilerini zeki, başkalarını ise aptal zannederler...”

Ve iyot gibi açığa düşerken, kim olduklarını kimselerin anlayamayacağını sanırlar... Esas mesele şu;

Wikipedia gibi, dünya çapında saygın bir kurulukendisini nasıl bu kişilerin kullanım aracı haline böyle kolay getirebiliyor?..

RESMİ GAZETENİN ATİNA TEMSİLCİSİ...

Wikipedia gibi entelektüel bir internet ansiklopedisi olmaya soyunan ve bir bilgi bankası işlevi gören bir kuruluş; “Resmi Gazete’nin Atina muhabirliğinin ne demek olduğunu” dünyada okumuş yazmış herhangi bir insana izah edebilir mi?..

***

Resmi Gazete nedir?..

Bunun Atina Temsilciği, Atina muhabirliği mi vardır?..

Böyle komik ve seviyesiz bir itibarsızlaştırma operasyonunu nasıl bu kadar etkin bir bilgi bankasında yapılmasına olanak veriyorlar?..

WIKIPEDIA’DA DÜZELTMEK İSTEDİĞİMİZDE NELER OLDU?..

Türkiye’de 35 yıldır gazetecilik, köşe yazarlığı, kitap yazarlığı, televizyon programcılığı, genel yayın yönetmenliği yapan bir insanım...

Bu pespaye değersizleştirme ve itibarsızlaştırma operasyonunu gördüğümde, iki kez arkadaşlarım aracılığıyla Wikipedia’daki bilgileri düzeltmeye çalışıyorum...

***

Güya; kişinin kendisi girip yanlış bilgileri düzeltebiliyor Wikipedia’da... Giriyoruz doğrusunu yazıyoruz; ancak bilgiler değişmiyor... Resmi Gazete’nin Atina temsilcisi olarak kalmaya devam ediyoruz!..

***

Bir hafta önce; bir başka arkadaşım Wikipedia’nın yurt dışındaki sorumlularına durumu geniş olarak izah eden, bir e-mail gönderiyor...

Duruma muhatap olan gazetecinin; yani benim konumumu, durumumu ve pozisyonumu anlatıyor... Bir gün sonra mail aynen geri geliyor... Wikipedia belli ki; Türkiye’de bunu yazan “etki ajanının” kimlik bilgilerine ve entelektüel! değerine, muhatabın kendisinden daha fazla değer veriyor ve itibarsızlaştırma eylemine devam ediyor...

Bir değişikliğe gitmiyor...

Yazının devamı...

Wikipedia’ya sızan ajanlar...

Yeni çağın internet ansiklopedisi Wikipedia... Her şeyi oradan aldığımız bilgilerin bazında değerlendiriyor, diğer kaynaklara sonra bakıyoruz...

***

Arkadaşların yaptığı araştırmalara göre, merkezi Amerika’da San Fransisco’da bulunan entellektüel kimliklerin kurduğu kar amacı gütmeyen, seçtikleri üye editörlerin yazdıkları bilgilerle donatılan ve güncellenen bir yeni çağ ansiklopedisi Wikipedia...

Dünyada bu bilgi bankasının sisteminin mümkün olduğunca doğruya yakın çalıştığını tahmin ediyorum... Türkiye’de Wikipedia’nın bilgileri “etki ajanlarının” içine girdiği manipüle bilgilerle dolu...

Yazılanlar; etki ajanlarının hedefe koydukları insanları etkisizleştirme, itibarsızlaştırma; değersizleştirme amacıyla manipüle amaçlı verdikleri bilgilerle dolu...

WIKIPEDIA’YA GÖRE BEN RESMİ GAZETEDE ÇALIŞIYORUM; BABAM PROFESÖR DEĞİL...

Geçen gün hiç tanımadığım bir okuyucum bana bir mail gönderiyor:

-”Reha Bey...” diyor...

-”Wikipedia’da sizin Resmi Gazete’de çalıştığınız yazıyor... Okuyunca çok güldüm... Nedir bu?.. Bir espri mi?..”

***

Okuyucuma cevaben;

Muratero isimli benim bilgilerimi güncellediği yazılan; gizli; kamufle kullanıcının; “beni Resmi Gazete’de çalışmış olduğum yalanını yazarak; aklı sıra geçmişimi itibarsızlaştırmaya çalıştığını” yazmıyorum elbette...

***

Resmi gazetede çalışan hiçbir gazetecinin olamayacağını, Resmi Gazete’nin, bildiğimiz anlamda bir gazete olmadığını, orada Meclis’te yasalaşan, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın onayladığı kanun ve kararnamelerin yer aldığını; resmi gazetenin kontrolünün devletin bürokratlarında olduğunu söylemiyorum...

***

Hayatımda; değil resmi gazete; devletin resmi ve gayr-ı resmi hiçbir kuruluşunda çalışmadığımı; yıllar yılı haber hizmeti verdiğim TRT’nin bile kadrolu muhabiri olmadığımı, dışarıdan haber hizmeti verdiğimi söylemiyorum...

***

Türkiye’nin binlerce gazetecisi arasında “en sivil gazetecisi” olduğumu, ne devletle, ne derin devletle, ne resmi ne gayr-ı resmi; herhangi bir organla, açık, kapalı, gizli, saklı, aleni hiçbir bağlantımın olmadığını da belirtmediğim gibi...

***

Yıllar önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir komisyon başkanı milletvekilinin; sorusuna verdiğim cevabı, o komisyon başkanını neye mahkum ettirdiğimi ise hiç anlatmıyorum..

WIKIPEDIA’YA SIZAN MANİPÜLASYONUNUN DERİN ANLAMI...

Wikipedia’ya Türkiye’den sızan “etki ajanı” manipülatörler, benim tam 10 yıl boyunca Milliyet gazetesinde Ankara ve Atina’da büro şefi olarak yaptığım çalışmaları, “Resmi Gazete’de muhabir” olarak gösteriyorlar...

Böylece benim gazeteci olduğum algısını yok etmeye çalışıyorlar...

35 yıllık gazeteciyi; derin bir manipülasyonla bir televizyon figürü olarak gösteriyorlar...

***

Etki ajanlarının derin operasyonu o kadar ileri safhalara varıyor ki; Milliyet’in Atina büro şefiyken yazdığım Ankara-Atina Savaşa Bir Var kitabı bile yok farz ediliyor... Çünkü Wikipedia’ya göre ben o sırada Resmi Gazete muhabiriyim!..

***

30 yıldır profesör olan babamı okutman, yedi yıl Türkiye’de bütün rating rekorlarını kıran Show Ana Haber Bülteni’nin izlenme oranlarını bile yok farz eden bir yer halini alıyor Wikipedia... Wikipedia’ya göre, ben 10 yıldır gazetelerde köşe yazarlığı yapmıyorum...

Bir zamanlar televizyonlarda boy göstermiş, sonra da yok olmuş bir komedi figürü gibiyim...

***

Wikipedia’nın Muratero isimli kullanıcısı 20 gün önce benimle ilgili bilgileri güya! güncelliyor...

Güncellemeye rağmen, geçmişte yazılan bütün değersizleştirme, etkisizleştirme ve itibarsızlaştırma operasyonu aynen devam ediyor...

***

Amerika’daki entellektüel insanların kar amacı gütmeden, insanlara bilgi versin ve çağdaş ansiklopedi olabilsin niyetine kurdukları sistem; etki ajanlarının elinde kötü bir manipülasyon aracına dönüşüyor...

***

Türkiye’de insanlar hep; “neden dünyada bizim başımızın beladan bir türlü kurtulmadığını” sorup duruyorlar...

Oysa “bela”yı çağıran, “bela”yı yaşayan, insanları manüplasyonlarla her türlü “bela”nın içine atan insanlar; gün gelip kendileri de “kazdıkları kuyularda aynı belalara mazhar oluyorlar...”

Hayatın karma yasasını anlamak çok kolay aslında...

Görmek isteyene elbette...

İstemeyen “yarattığı belaların denizinde boğulmaya devam ediyor...”

HAYATIN 7 TEMEL ŞİFRESİ...

1) Geçmişinizle barışın;

Böylece şimdiyi mahvetmemiş olursunuz...

***

2) Başkalarının düşündükleri sizi hiç ilgilendirmesin...

***

3) Zaman her şeyi iyileştirir...

Zamana bırakın...

***

4) Yaşamınızı başkalarıyla kıyaslamayın...

Ve kimseyi yargılamayın... Onların ne yaşadığını bilemezsiniz...

***

5) Çok fazla düşünmeyin...

Cevapları hiç beklemediğiniz bir anda gelecektir...

***

6) Nasıl hissettiğinizin sorumlusu sizsiniz...

Sorumluluğu kimseye yüklemeyin...

***

7) Gülümseyin...

Dünyanın tüm sorunlarının sahibi sadece siz değilsiniz...

BİR YAZ RÜYASI...

1) Ufak şeyleri dert etmeyin...

2) Erkenden kalkmaya alışın...

3) Hayatı olduğu gibi kabul edin...

4) Tenkit etme isteğinizi bastırın...

5) Bırakın ara sıra canınız sıkılıversin...

***

6) Rastgele iyilikler yapmaya çalışın...

7) Başkalarını suçlamayı artık bırakın...

8) Her şeye hakim olmaya çalışmayın...

9) Her an bir şeyler öğrenmeye açık olun...

10) İnsanların gözlerine bakın ve gülümseyin...

***

11) Bırakın; çoğu zaman başkaları haklı olsun...

12) Herkesin onayını alamayacağınızı unutmayın...

13) Her gün biraz vaktinizi minnettarlık için harcayın...

14) Hizmeti; hayatınızın vazgeçilmez bir parçası haline getirin...

15) Sevgi kapasitenizi geliştirip; hayatınızı sevgi ile doldurun...

16) Gerçeği olduğu gibi kabul edin; çünkü hayat adil değildir...

***

Her Gün 1 Yeni Bilgi hesabındaki “aspirin niyetine basit ama etkili” bu önermelerin bir kısmını ben de günlük hayatımda henüz uygulamıyorum...

***

Sevgi kapasitesini yükseltmek...

Minnettarlık ve şükran duygusunu geliştirmek... Herkesin onayını alamayacağını bilerek yaşamak...

İnsanların gözlerine bakıp gülümsemek ve onlara sevgiyle yaklaşmak... Her an bir şeyler öğrenmeye açık olmak...

Her şeye hakim olmaya çalışmamak...

Erkenden kalkmaya alışmak...

Rast gele iyilikler yapmak...

Ufak şeyleri dert etmemek gibi insanı ağırlıktan kurtulan duyguları birer birer bırakıyorum...

***

Ancak henüz; “başkalarının haklı olmasına izin verme noktasına” gelemediğimi hissediyorum...

Başkalarını suçlamayı çoktandır bırakıyorum...

Ancak başkalarının olaylardaki sorumluluğunu halen tamamen yok etmiyorum...

Kim bilir belki bunları da yaptığımda iyice rahatlayacağım ve hafifleyeceğim...

Mutlulukla kanatlanacağım...

Ben bir yaz çocuğuyum...

Bir yaz günü, bir yaz çocuğu olarak bu rüyayla uyumak ve uyanmak güzel bir duygu...

Yazının devamı...

Benden ‘aptal’ yaratmak isteyenler ‘abdal’ anlamını bilemediler...

Dil eğitimi üzerine akademik kariyer sahibi olan bir ailenin içinde büyüyorum ben... Annem Türkoloji mezunu bir edebiyat öğretmeni...

Babam Osmanlıca ve Arapça üzerine çalışmalar yapan bir profesör...

***

Çocukluktan itibaren evin içinde; en fazla konuşulan konu, kelimelerin, deyimlerin, takıların doğru kullanılması meselesi...

Televizyon programları yaparken, derin operasyonlarla; ticari ve siyasi çıkarlar adına beni itibarsızlaştırmaya çalışanlar; “Acı var mı acı?..” yollu soruları tedavüle sokup benden bir “aptal” yaratma uğraşına girseler de, ‘evren’ kendi mecrasında bana “aptal değil ‘abdal’ olma hakkını” veriyor...

“Aptal”la “abdal” arasındaki farkı ise, derin operasyonları yapıp, bugün kendi cehennemlerinde yanmakta olanlar, yeni yeni anlamaya başlıyorlar...

***

Her Gün 1 Yeni Bilgi tweet hesabında “yanlış atasözü ve deyimler” başlığını görünce, bir çocukluk ezberinin üzerinde yarattığı vazgeçilmez tutkunun sonucu, konuyu atlayamıyorum... Yalan yanlış atasözlerinin esas söyleniş biçimleri ve anlamlarını aktarmanın; hayat için çok doğru ve değerli bir katkı olacağına hükmediyorum... Bu noktada bu katkıya olanak sağlayan Her Gün Yeni 1 Bilgi hesabına teşekkür etmeyi görev biliyorum...

*****

“GÜZELE BAKMAK” DEĞİL; “GÜZEL BAKMAK SEVAPTIR...”

Yıllar yılı, “Güzele bakmak sevaptır” diye bir söz, milyonlarca insanın ağzında sakız gibi çiğnenip duruyor... Oysa Her Gün 1 Yeni Bilgi hesabı; bu yanlış söylenen sözün doğrusunu şöyle aktarıyor:

“Güzel bakmak sevaptır...”

***

Böyle okuyunca, sözün anlamı ve güzelliği hemen fark ediliyor...

Sevap olan şey; “güzel” bakmak...

Güzele bakmak değil...

Kimse yıllar yılı sorgulamıyor; “Niye güzele bakmak sevap oluyor” diye...

Güzel olmayana bakmak haram mı olacak bu durumda?..

Dinler; insanları güzel ve çirkin diye sınıflandırıyorlar mı ki “Güzele bakmak sevap olsun, güzel olmayana bakmak haram?..”

“Güzel bakmak sevaptır...”

Şimdi oturuyor yerli yerine anlam...

*****

“EŞEK HOŞAFTAN NE ANLAR DEĞİL; EŞEK HOŞ LAFTAN NE ANLAR?..”

Dilimize yer eden, sözlerden birisi “Eşek hoşaftan ne anlar?..” deyimi... Eşek ile hoşaf arasında ne türden bir ilişki olduğunu kimse sorgulamadığından; birisi bir şeyden anlamadı mı aşağılamak için “Eşek hoşaftan ne anlar” deyişi hatırlanıyor...

***

Onun doğrusu da yayınlanıyor Her Gün 1 Yeni Bilgi hesabında...

Doğrusu şöyle:

“Eşek hoş laftan ne anlar?..”

*****

“APTALA MALUM OLUR DEĞİL; ABDALA MALUM OLUR...”

İtiraf edeyim...

Sıkça kullandığımız; “Aptala malum olur” sözünün ironik bir anlamı var ve bu anlam da cuk oturan bir deyim yaratıyor...

Aptal olan insana; bir şeyin malum olması durumu, espritüel bir ironik gerçeği içinde barındırıyor...

***

Ne ki; sözün aslı ve gerçeği bu değil...

Sözün gerçeğinin anlamında espri yok...

Deyimin doğrusu; “Abdala malum olur...” şeklinde...

(Aptal alık anlamında... Abdal ise ‘derviş’ anlamını taşıyor...)

Sözün doğrusu “dervişe malum olur” anlamını içeriyor...

*****

“KISA KES AYDIN HAVASI OLSUN” DEĞİL; “KISA KES AYDIN ABASI OLSUN...”

Keza uzun yıllardır “Kısa kes de Aydın havası olsun” deyişini anlayabilmiş değilim...

Aydın havası kısa mı oluyor da böyle söyleniyor?..

Yoksa deyimdeki “aydın”; Aydın şehrini değil, “aydınları” mı kastediyor...

Öyle olsa bile; “aydın (entelektüel) havası kısa olmaz ki”, öyle söylensin...

***

Doğrusu şöyle sözün;

“Kısa kes, Aydın abası olsun...”

(Aba bir giysi ve Aydın efesinin abası kısa ve dizleri açık oluyor...)

*****

ATASÖZÜNÜ GÜZELLEŞTİREN YANLIŞ... “SU KÜÇÜĞÜN SÖZ BÜYÜĞÜN...”

Sözlerin içinde öyle bir tanesi var ki; “sözün yanlış kullanımı, atasözünü güzelleştiriyor, anlamlandırıyor...”

Orijinali ise yanlış;

Hatalı kullanılanı daha güzel ve anlamlı...

***

Söz yanlış kullanımıyla şöyle:

“Su küçüğün; söz büyüğün...”

Bu haliyle; önemli ihtiyaçların önce çocuğa verileceği, buna karşın sözün ise büyüklerde kalacağı işaret ediliyor...

***

Oysa deyişin gerçeği pek güzel değil... “Sus küçüğün; söz büyüğün...” bu özdeyişin gerçeği; orijinali...

Orijinal haliyle, çıkmış olduğu tarihi düşünürsek eski eğitim anlayışını yansıtan; çocukların susmalarına işaret eden, konuşmayı ve sözü büyüklere hak gören; geleneksel ve iptidai bir anlayış var...

Oysa “Su küçüğün söz büyüğün” özdeyişi; sözü yine büyüğe vermekle birlikte; karşılığında hiç olmazsa; hayati derecede önemli bir ihtiyaç olan suyun önce küçüklere verilmesini öngörüyor;

İnsani bir adiliyet sağlıyor en azından...

***

“Sus küçüğün; söz büyüğün” lafı ise, çocuklara susmasını öğbaşka bir işe yaramayan, iptidai bir önerme olmaktan öteye geçemiyor...

*****

İZAN!..

Bunun gibi;

Elinin körü değil; ‘ölünün kuru’ (Kur mezar anlamında);

Yani ölünün mezarı...

***

“Sıfırı tüketmek” değil;

“Zafiri tüketmek” (Zafir; soluk anlamında;

Zafiri tüketmek “soluğu tüketmek...” anlamında...

***

“Eni konu” değil...

“Önü sonu...”

Eninde sonunda değil;

Önünde sonunda...

***

“Saatler olsun” değil;

“Sıhhatler olsun”

(Sıhhat: sağlık)

***

“Su uyur düşman uyumaz değil”

“Sü uyur; düşman uyumaz...” sözünün doğru olduğu anlatılıyor...

Sü asker demek...

Deyim “askerin uyuyacağını; ama düşmanın uyamayacağını anlatmak istiyor...”

***

Bunlara ekleme yapmak istersem;

Eski camlar bardak oldu deyişinin de doğru olmadığını;

Doğrusunun “Eski çamlar bardak oldu” şeklinde olduğunu söylemeliyim...

***

Keza “göz var nizam var” sözü de doğru bir saptama gibi görünse de; özdeyişin orijinali “göz var izan var...” şeklindedir...

İzan; Anlayış; anlama yeteneği demektir...

Türkiye’de nadir kullanılan, nadir bulunan ve içinde muhteşem ölçekte bir estetiği barındıran bir sözcüktür...

İzan!..

Çok fazla kişide bulunmayan bir özelliğin adı...

Yazının devamı...

Bilinçaltı...

Bilinçaltında her sorunun cevabı vardır...

‘Sabah altıda kalkacağım’ komutunu verirseniz, sizi tam saatinde uyandıracaktır...

***

Her gece yatarken, kendi kendinize söylediğiniz olumlu ifadeler sağlığınızın ve yaşantınızın kusursuz olması yönünde olsun...

Bilinçaltınız bu ifadeyi buyruk olarak algılayıp, buyruğunuzu yerine getirecektir...

***

Bir kitap, ya da harika bir tiyatro eseri yazmak, olağanüstü bir konuşma yapmak istiyorsanız, bu fikri sevgiyle hissederek bilinçaltınıza iletin...

O da size istediğiniz karşılığı verecektir...

***

Asla ‘bunu yapamam’, ya da ‘şunun olması imkansız’ gibi sözler söylemeyin...

Bilinçaltınız bunu yalın anlamlarıyla alacak ve bu düşüncelerden dolayı yapmak istediğiniz şey için yeteneğinizin olmadığını kabul edecektir...

***

Size zarar verecek; ya da canınızı yakacak şeyler düşünmeyin...

Çünkü neye inanırsanız onunla karşılaşacaksınız...

***

En doğru şekilde düşünüp hissetmeye başlarsanız huzurlu bir zihne sahip olmanız kaçınılmaz olur...

Bilinçaltınız zihninizden geçirip doğru olduğunu iddia ettiğiniz her şeyi kabul edecek ve size bunu yaşatacaktır...

***

Bilinciniz kapıdaki bekçidir...

En önemli işlevi bilinçaltını yanlış izlenimlerden korumaktır...

İyi şeylerin olduğunu ve şu anda olmakta olduğunu düşünmeyi her zaman tercih edin...

ÖZÜR...

İtiraf edeyim;

Önceki günkü yazıyı okuyana kadar, “benden özür dileyen insanlardan, neden tatmin olmadığımı, öfkemin neden geçmediğini, rahatlayamadığımı” bilmiyordum...

Öfkemin geçmemesinin, sinirimin yatışmamasının nedeni, özür dileyen ya da yanlış yapan kişinin; yaptıkları şeyin sonuçlarının değişmemesiydi...

Ben sonuçların olumsuzluğuyla ilgiliydim... Özür üzerinden; egostantrik bir hınç alma merasimiyle değil...

***

İş hallolduktan bir süre sonra sinirim kendiliğinden geçiyor; ‘özrü kabul etmesem’ de, hatanın üzerimde yarattığı etki, o kişiye yönelik olumsuz duygularımı bertaraf ediyordu...

O zaman neydi beni “özre” rağmen tatmin etmeyen davranışın kodu?..

***

Önceki gün; Her Gün Yeni 1 Bilgi tweet hesabında; özrün 3 bölümünü okuyana kadar bu durumun gerçek nedenini kavrayamadım...

Özrün 3 bölümü başlığında yayınlanan önermede; ‘özür dilemek isteyen kişinin yapması gereken davranışlar’ 3 bölüm halinde sıralanıyordu:

***

1) Özür dilerim...

2) Benim hatamdı...

3) Bu durumu düzeltmek için ne yapabilirim?..

Önermenin sonunda küçük bir not da vardı...

“Çoğu insan özür dilerken bu 3. şıkkı unutur...” diyordu...

***

Kafamda şimşek o sırada çakacaktı...

Benden; yaptıkları hatalardan dolayı özür dileyen kişiler; esasen özür dileme kelimesini kullanmakla yetiniyor ve “ neden olan olayın yarattığı sonuçları giderme yönünde hiçbir davranış modeli geliştirmiyorlardı...”

***

Sanıyorlardı ki “özür diledikleri zaman” karşıdaki ego dilenen özürle tatmin olacak, eşitlik sağlanacak ve hayat sorunsuz devam edecekti...

Oysa ben hayatı “kendi egomun tatmini üzerinden” yaşamıyordum...

Yapılacak şeylerin mükemmel yapılmasıyla ilgileniyor; hayatın onlar mükemmele yakın yapıldıkça, güzelleşip estetikleştiğine inanıyordum ben...

***

Birisi önemli bir şeyi yanlış, eksik, hatalı yaptığında, onun yanlış yapılmasından doğan eksiklik devam ediyordu...

Bu durumda dilenen özrün pratikte bir anlamı olmuyordu; çünkü hayat eksik ve yanlış olarak sürmeye devam ediyordu...

Bir özrün gerçekten özür olabilmesi ve karşısındakini tatmin edebilmesi için; üçüncü sorunun sorulması elzemdi...

***

-“Bu durumu düzeltmek için ne yapabilirim?..”

Esasen özrün temel felsefesi sadece üçüncü aşamada gizliydi...

Birinci ve ikinci aşamaların; üçüncüsü kadar önemi bile yoktu...

Üçüncüyü yaptıktan; yani hatasını telafi ettikten ve bir daha aynı hatayı yapmadıktan sonra o kişi özür dilemese de olurdu...

NE ZAMAN ZENGİN OLURSUNUZ?..

Paranın sahip olamayacağı bir şeye sahip oluncaya kadar, zengin değilsiniz...

TELAFİ ETMEK İÇİN NE YAPIYORSUN?..

Televizyonu yönetirken; haber merkezindeki arkadaşlar benim özrün kendisiyle ilgilenmediğimi fark etmişlerdi...

Bana yakın çalışan ve işinde ‘iyi’ olanlar televizyoncular benden özür falan dilemezlerdi...

Sadece “olmaz” denilen şeyi “olur”a çevirirlerdi...

Benim ifrit olduğum “bu yapılamaz” denilen şeyin kendisiydi...

Bunun için ortaya atılan binlerce “özür”, ya da gerekçeydi...

Oysa yapılması istenen şey “yapıldığında”; olmaz denilen şey “olur” haline geldiğinde ben zaten tatmin olur rahatlardım...

Kimseden özür mözür de aramazdım...

Onlar da bu özelliğimi bilir; özür falan dilemezlerdi...

***

Buna karşın işi doğru yapmayıp özür dileyerek durumu kurtarmaya çalışanlar; ağızlarıyla kuş tutsalar beni ikna edemezlerdi...

Diledikleri özrün, döktükleri dilin bunca etkisiz kalmasına hayıflanır; benim çok zor bir adam oluğuma hükmederlerdi...

Oysa zor bir adam falan değildim ben...

Sadece “özrün gerçek aşamasını”; yani “bu durumu düzeltmek için ne yapabilirim?..” sorusunun cevabıyla ilgileniyordum...

İşe ve sonuca odaklıydım...

Gerisi bana teferruat geliyordu...

Çocukların yalvar yakar özür dilemeleri beni, mutlu etmiyor tersine mutsuz ediyordu...

***

Beni yıkayıp yağlamaya çalışmaları, dil döküp, karşımda ezilip büzülüp egom üzerinden beni tatmin etmeye çalışmaları ızdırap vericiydi; mutluluk verici değil...

Nihayet Her Gün 1 Yeni bilgi tweet hesabında “özrün” gerçek anlamını okuyorum da, neyi istemiş olduğumu anlayıp ferahlıyorum...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.