Bilinçaltı...
.
Bilinçaltında her sorunun cevabı vardır...
‘Sabah altıda kalkacağım’ komutunu verirseniz, sizi tam saatinde uyandıracaktır...
***
Her gece yatarken, kendi kendinize söylediğiniz olumlu ifadeler sağlığınızın ve yaşantınızın kusursuz olması yönünde olsun...
Bilinçaltınız bu ifadeyi buyruk olarak algılayıp, buyruğunuzu yerine getirecektir...
***
Bir kitap, ya da harika bir tiyatro eseri yazmak, olağanüstü bir konuşma yapmak istiyorsanız, bu fikri sevgiyle hissederek bilinçaltınıza iletin...
O da size istediğiniz karşılığı verecektir...
***
Asla ‘bunu yapamam’, ya da ‘şunun olması imkansız’ gibi sözler söylemeyin...
Bilinçaltınız bunu yalın anlamlarıyla alacak ve bu düşüncelerden dolayı yapmak istediğiniz şey için yeteneğinizin olmadığını kabul edecektir...
***
Size zarar verecek; ya da canınızı yakacak şeyler düşünmeyin...
Çünkü neye inanırsanız onunla karşılaşacaksınız...
***
En doğru şekilde düşünüp hissetmeye başlarsanız huzurlu bir zihne sahip olmanız kaçınılmaz olur...
Bilinçaltınız zihninizden geçirip doğru olduğunu iddia ettiğiniz her şeyi kabul edecek ve size bunu yaşatacaktır...
***
Bilinciniz kapıdaki bekçidir...
En önemli işlevi bilinçaltını yanlış izlenimlerden korumaktır...
İyi şeylerin olduğunu ve şu anda olmakta olduğunu düşünmeyi her zaman tercih edin...
ÖZÜR...
İtiraf edeyim;
Önceki günkü yazıyı okuyana kadar, “benden özür dileyen insanlardan, neden tatmin olmadığımı, öfkemin neden geçmediğini, rahatlayamadığımı” bilmiyordum...
Öfkemin geçmemesinin, sinirimin yatışmamasının nedeni, özür dileyen ya da yanlış yapan kişinin; yaptıkları şeyin sonuçlarının değişmemesiydi...
Ben sonuçların olumsuzluğuyla ilgiliydim... Özür üzerinden; egostantrik bir hınç alma merasimiyle değil...
***
İş hallolduktan bir süre sonra sinirim kendiliğinden geçiyor; ‘özrü kabul etmesem’ de, hatanın üzerimde yarattığı etki, o kişiye yönelik olumsuz duygularımı bertaraf ediyordu...
O zaman neydi beni “özre” rağmen tatmin etmeyen davranışın kodu?..
***
Önceki gün; Her Gün Yeni 1 Bilgi tweet hesabında; özrün 3 bölümünü okuyana kadar bu durumun gerçek nedenini kavrayamadım...
Özrün 3 bölümü başlığında yayınlanan önermede; ‘özür dilemek isteyen kişinin yapması gereken davranışlar’ 3 bölüm halinde sıralanıyordu:
***
1) Özür dilerim...
2) Benim hatamdı...
3) Bu durumu düzeltmek için ne yapabilirim?..
Önermenin sonunda küçük bir not da vardı...
“Çoğu insan özür dilerken bu 3. şıkkı unutur...” diyordu...
***
Kafamda şimşek o sırada çakacaktı...
Benden; yaptıkları hatalardan dolayı özür dileyen kişiler; esasen özür dileme kelimesini kullanmakla yetiniyor ve “ neden olan olayın yarattığı sonuçları giderme yönünde hiçbir davranış modeli geliştirmiyorlardı...”
***
Sanıyorlardı ki “özür diledikleri zaman” karşıdaki ego dilenen özürle tatmin olacak, eşitlik sağlanacak ve hayat sorunsuz devam edecekti...
Oysa ben hayatı “kendi egomun tatmini üzerinden” yaşamıyordum...
Yapılacak şeylerin mükemmel yapılmasıyla ilgileniyor; hayatın onlar mükemmele yakın yapıldıkça, güzelleşip estetikleştiğine inanıyordum ben...
***
Birisi önemli bir şeyi yanlış, eksik, hatalı yaptığında, onun yanlış yapılmasından doğan eksiklik devam ediyordu...
Bu durumda dilenen özrün pratikte bir anlamı olmuyordu; çünkü hayat eksik ve yanlış olarak sürmeye devam ediyordu...
Bir özrün gerçekten özür olabilmesi ve karşısındakini tatmin edebilmesi için; üçüncü sorunun sorulması elzemdi...
***
-“Bu durumu düzeltmek için ne yapabilirim?..”
Esasen özrün temel felsefesi sadece üçüncü aşamada gizliydi...
Birinci ve ikinci aşamaların; üçüncüsü kadar önemi bile yoktu...
Üçüncüyü yaptıktan; yani hatasını telafi ettikten ve bir daha aynı hatayı yapmadıktan sonra o kişi özür dilemese de olurdu...
NE ZAMAN ZENGİN OLURSUNUZ?..
Paranın sahip olamayacağı bir şeye sahip oluncaya kadar, zengin değilsiniz...
TELAFİ ETMEK İÇİN NE YAPIYORSUN?..
Televizyonu yönetirken; haber merkezindeki arkadaşlar benim özrün kendisiyle ilgilenmediğimi fark etmişlerdi...
Bana yakın çalışan ve işinde ‘iyi’ olanlar televizyoncular benden özür falan dilemezlerdi...
Sadece “olmaz” denilen şeyi “olur”a çevirirlerdi...
Benim ifrit olduğum “bu yapılamaz” denilen şeyin kendisiydi...
Bunun için ortaya atılan binlerce “özür”, ya da gerekçeydi...
Oysa yapılması istenen şey “yapıldığında”; olmaz denilen şey “olur” haline geldiğinde ben zaten tatmin olur rahatlardım...
Kimseden özür mözür de aramazdım...
Onlar da bu özelliğimi bilir; özür falan dilemezlerdi...
***
Buna karşın işi doğru yapmayıp özür dileyerek durumu kurtarmaya çalışanlar; ağızlarıyla kuş tutsalar beni ikna edemezlerdi...
Diledikleri özrün, döktükleri dilin bunca etkisiz kalmasına hayıflanır; benim çok zor bir adam oluğuma hükmederlerdi...
Oysa zor bir adam falan değildim ben...
Sadece “özrün gerçek aşamasını”; yani “bu durumu düzeltmek için ne yapabilirim?..” sorusunun cevabıyla ilgileniyordum...
İşe ve sonuca odaklıydım...
Gerisi bana teferruat geliyordu...
Çocukların yalvar yakar özür dilemeleri beni, mutlu etmiyor tersine mutsuz ediyordu...
***
Beni yıkayıp yağlamaya çalışmaları, dil döküp, karşımda ezilip büzülüp egom üzerinden beni tatmin etmeye çalışmaları ızdırap vericiydi; mutluluk verici değil...
Nihayet Her Gün 1 Yeni bilgi tweet hesabında “özrün” gerçek anlamını okuyorum da, neyi istemiş olduğumu anlayıp ferahlıyorum...