Şampiy10
Magazin
Gündem

Sıkıcı insanlardan dinlediklerinizi, beyin değiştiriyor...

İnsanın kendi kendini gıdıklayabilmesi mümkün değil... Ancak bazı şizofren hastalar, kendi kendilerini gıdıklayabiliyorlar...

***

Dünyada psikologların tanımlayabildiği 400’ün üzerinde fobi türü var...

Yükseklik korkusu bilinen, yaygın fobilerden bir tanesi...

***

Beyin; sıkıcı insanlardan dinlediğiniz, sıkıcı konuşmaları olduğu gibi kaydetmiyor...

Onları daha ilginç hale getirerek yeniden yazıyor...

ÇOK FAZLA SELFİE YÜKLEYEN ERKEKLER, PSİKOPAT...

Yapılan bir araştırmaya göre, profil sayfalarına çok sayıda selfie yükleyen erkek kullanıcıların, psikopat ve narsistik kişilik bozukluğuna sahip olma olasılığı çok yüksek...

***

Dinlediğiniz müzik türü, dünyayı algılayış biçiminizi de etkiliyor...

***

“Aşık olmak” ile “Obsesif kompulsif kişilik bozukluğuna sahip olmak, vücutta aynı biyokimyasal etkiyi yaratıyor...

***

Araştırmaya göre, parayı fiziksel olarak bir şeylere sahip olmak için değil de, ‘deneyim kazanmak’ için harcamak insanı daha çok mutlu ediyor...

BİRİNE UZUN SÜRE SARILDIĞINIZDA...

Bir şarkının ‘en sevdiğiniz şarkı’ olmasının sebebi; onu hayatınızdaki duygusal bir an ile eşleştirmenizden ileri geliyor...

***

Truman sendromlu insanlar; hayatlarını filmlerdeki gibi zannederler...

Her an gizli kamerayla çekiliyormuş gibi hissederler...

***

Paris sendromu; özellikle Japonların yakalandığı garip bir psikolojik rahatsızlık...

***

Doğuştan görme engelli kişiler şizofren hastalığına yakalanmıyor...

***

Nomofobi; cep telefon ve bağlantısını kaybetme korkusu anlamına geliyor...

***

Birisine uzun süre sarıldığınızda, beyinde oksitosin hormonu salgılanıyor... Böylece bu kişinin size daha çok güvenmesini sağlıyorsunuz...

YORGUN OLDUĞUNUZ ANDA DAHA DÜRÜSTSÜNÜZ...

İnsanlar fiziksel açıdan, yorgun olduğunda dürüst olmaya daha eğilimliler...

Bu nedenle gece geç saatlerde yapılan konuşmalarda, itiraflar daha sık oluyor...

***

Hedeflerinizi her zaman kendinize saklayın... Çünkü yapılan araştırmaya göre, hedeflerinizi başkalarına ilan ettiğinizde, onları gerçekleştirme ihtimaliniz düşüyor...

***

Sevdiğiniz birini gördüğünüz zaman, gözbebekleriniz büyüyor... Aynı şey nefret ettiğiniz birini gördüğünüzde de meydana geliyor...

***

Bugün liseye giden sıradan bir öğrenci; 1950’lerde psikiyatrik tedavi gören ortalama bir hasta ile, aynı kaygı seviyesine sahip...

KORKULARINIZ GENETİK

Son bulgulara göre, fobiler aslında DNA aracılığıyla nesilden nesile aktarılan hatıralardan ibaret...

***

Yürüyen ceset sendromu;

Bu ruhsal bozukluğa sahip olan hastalar; ölü olduklarını, etlerinin çürüdüğünü, organ ve kanlarının olmadığını düşünüyor...

***

Psikologların yaptığı incelemeye göre, “Internet trolleri” Narsistik, psikopat ve sadistik kişilik özellikleri gösteriyor...

KADINLAR GÜN İÇİNDE ERKEKLERİN 2.5 KATI KONUŞUYORLAR...

Her 90 saniyede bir kadın, hamileyken ya da doğum anında hayatını kaybediyor...

***

Kadınlar günde 20 bin kelimelik süre boyunca konuşurken, erkekler 7 bin kelimelik sürede günü tamamlıyorlar...

***

Dünyanın en zengin 20 kadını, (17. sıradaki hariç) servetlerini eşlerinden ya da babalarından elde etmişlerdir...

(Paris Hilton ilk 20 sırada değildir...)

***

Kadınların sır saklayabildikleri ortalama süre, 47 saat 15 dakikadır...

RUSYA’DA KADIN SAYISI ERKEKLERDEN 9 MİLYON FAZLA...

Antik Roma döneminde kadınlar, parfüm olarak gladyatör kanı kullanırlardı...

***

İngiltere’de bir kadının ortalama 19 çift ayakkabısı var... Bunların 7’sini kullanıyor...

***

Rusya’da kadın sayısı erkek sayısından 9 milyon fazla...

***

ABD’deki doğumların yüzde 40’ı evlenmemiş anneler tarafından gerçekleştiriliyor...

KADIN ÖMRÜNÜN BİR YILI NE GİYECEĞİNİ...

Kadınlar ömürlerinin bir yılını ne giyeceklerini düşünerek geçiriyorlar...

***

Boşanmış en genç kadın; 10 yaşında boşandı...

***

Topuklu ayakkabılar ilk olarak 1600’lı yıllarda erkekler tarafından giyildi...

Daha sonra kadınlar, daha erkeksi görünmek için topuklu ayakkabıyı giymeye başladılar...

***

İsrail; kadınlara askerliği zorunlu kılan tek ülkedir...

KADINLARDA KALP KRİZİ...

Kadınlarda kalp krizi, göğüs ağrısı olarak değil, mide bulantısı ve omuz ağrısı olarak kendini gösterir...

***

Şu anda ABD’deki kadınların yüzde

4’ü hamiledir...

***

Kadınların kalbi, erkeklerden daha hızlı atar...

Yazının devamı...

Jean Paul Sartre...

“Sanıyorlar ki korkak ya da kahraman olarak dünyaya gelir insan; anasından nasıl doğmuşsa kalır, hiç değişmez?..

Neden böyle düşünüyorlar dersiniz?..

Neden olacak, işlerine gelmiyor da ondan: ya korkak doğmuşsanız suç sizin mi?..

Bu durumda kim ne diyebilir size?..

Hiç kimse!..

Onun için yaşamanıza bakın...

Öte yandan kahraman doğmuşsanız yine kimse suçlayamaz sizi, üstünüze toz konduramaz...

İçiniz rahat etsin, değin kahraman kalacaksınız... Kahraman gibi yiyecek, kahraman gibi içeceksiniz!..

***

Hayatta yapılacak o kadar çok hata var ki, aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin anlamı yok...

***

Sırtım olmasın isterdim;

Ben onları görmediğim zaman insanların bana bir şeyler yapmalarından hoşlanmıyorum...

***

Yalnızlık; düşündüklerinizin kafanızın duvarlarına çarpıp tekrar içerde kalmasıdır...

*****

SAVAŞ...

Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür...

***

İnsanoğlu özgürlüğe yazgılıdır; çünkü, bir kere dünyaya geldikten sonra yaptığı her şeyden sorumludur.

*****

BİR ŞEY SONA ERMEK ÜZERE BAŞLAR...

Umutsuzluk; insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastlerin en korkuncudur... Umutsuzluk manevi intihar anlamınıa gelir...

***

Bir şey sona ermek için başlamıştır...

Serüven uzamaya geImez...

Ona anIam veren öIümüdür...

***

Resmi payeIeri hep reddettim... Legion d’honneur’ü de kabuI etmemiştim...

Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürüImesini reddetmeIidir... Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenIerim... Ayrıca şu da var: ben iki küItürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. EIbette çelişki ve çatışma var ve olmalı...

Burjuva bir aiIede yetiştiğim halde sosyalist oldum...

Sempatim sosyalizmden yanadır... Bir de bu yüzden, bu ödüIü verenlerin konumundan doIayı , kabul edemem...

***

Nesnelerin bir ters yüzü vardır...

İnsan aklını kaçırdığı zaman bunu görür...

***

İnsan özgürlüğe mahkumdur...

*****

DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ...

Düşünce özgürIüğünden yoksun olmak düşündüğünü söyleyememek değil hiç düşünememiş olmaktır...

***

İntihar kaçış değil, reddediştir...

***

İnsanın özgürIüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir...

***

-“Niçin bu kadar içiyorsun?..”

-“Kederlerimi boğmak için...”

-“O kadar içtin ki?.. Kederlerin haIa boğulmadı mı?..”

-“Maalesef yüzmeyi öğrenmişIer...”

*****

CEHENNEM BAŞKALARIDIR...

Birini sevmeye, koyulmak başlı başına bir iş, bir girişimdir... Güç ister, yürek ister, körlük ister...

Hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister; düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu...

***

Cehennem başkalarıdır...

***

İnsan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe, insan değildir, adam değildir...

***

Benim gibi yaşlı bir devrimciye böyIe bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir...

*****

AŞK...

Aşk; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır...

Beyhude bir çaba...

Çünkü insan kendi bilincine mahkumdur...

*****

İNSANLAR KAHRAMANLARI OYNUYORLAR; ÇÜNKÜ KORKAKLAR

İnsan sahip oIduklarının toplamı değil, fakat henüz gerçekleştiremediklerinin toplamıdır...

***

İnsanlar kahramanları oynuyorlar; çünkü korkaklar...

***

AzizIeri oynuyorlar; çünkü kötü ruhlular...

***

Suikastçiyi oynuyorIar; çünkü yanı başlarındaki komşularını öldürmek için yanıp tutuşuyorIar...

***

İnsanlar oynuyorlar; çünkü doğuştan yalancılar...

***

Var olmak; susamadan içmek gibi bir şeydir...

*****

KÖTÜLÜK BİSİKLET GİBİDİR...

Kötülük, ancak tam hızla giderken dengede durabiliyordu...

Tıpkı bisiklette olduğu gibi..

***

Her var olan nedensiz doğar ve rastlantı sonucu olur...

Kendimi geriye doğru bırakıp gözlerimi kapadım...

Ama görüntüler, etekleri tutuşup hemen yerlerinden sıçradılar ve kapalı gözlerimi varoluşlarla doldurmaya geldiIer...

***

Var oluş kişinin terk edemeyeceği bir doluştur...

Varlığında, varlığın var olmasının söz konusu olduğu bir varlık olarak var olan bir varlığım...

*****

HER SEÇİŞ BİR VAZGEÇİŞTİR...

Her seçiş bir vazgeçiştir...

Hayat üç bölümdür:

Dünyayı değiştireceğini sandığın...

Değişmeyeceğini anladı...

Ve dünyanın seni değiştirdiğine emin olduğun...

***

Dostluk, birbiri hakkında hüküm vermek demek değildir...

Dostluk, o insana inanmak demektir...

***

En büyük günah pişmanlıktır...”

Yazının devamı...

Hayatında nelere sahip olduğun değil; kiminle olduğun önemli...

“Öğreniyorum ki; Güveni geliştirmek yıllar alıyor; kaybetmek ise bir dakika...

***

Öğreniyorum ki; Hayatında nelere sahip olduğun değil; kiminle olduğun önemli...

***

Öğreniyorum ki; İnsanın başına ne geldiği değil; O durumda ne yaptıkları önemli...

***

Öğreniyorum ki; Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerekiyor... Hangisi son görüşme olacak bilmiyorsun...

***

Öğreniyorum ki; Bittim dediğin andan itibaren, pilinin bitmesine daha çok var...

***

Öğreniyorum ki; Sen tepkilerini kontrol edemezsen; tepkilerin hayatını kontrol ediyor.

***

Öğreniyorum ki; Ne kadar ilgi ve özen gösterirseniz gösterin; bazıları buna hiç karşılık vermiyor...

***

Öğreniyorum ki; Düştüğün anda; seni tekmeleyeceğini düşündüğün birileri seni kaldırmak için ellerini uzatıverir...

***

Öğreniyorum ki; İki insan aynı şeye bakıp; tamamen farklı şeyler görebilir...

***

Öğreniyorum ki; Anlatmak ve yazmak, ruhu rahatlatıyor...

***

Öğreniyorum ki; Gerçek arkadaşların arasına mesafe girmiyor. Gerçek aşkların da.

***

Öğreniyorum ki; Tecrübe denilen şeyin kaç doğum günü geçirdiğinizle bir ilgisi yok... Nasıl deneyimler yaşadığınızla da...

***

Öğreniyorum ki; Bazen başkalarını affetmek yetmiyor... Bazen insanın kendisini affetmesi gerekiyor...

***

Öğreniyorum ki; Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın; dünya siz ağlıyorsunuz diye dönmekten vazgeçmiyor...

***

Öğreniyorum ki; Her problem; kendi içinde bir fırsat saklıyor... Ve problem, o fırsatın yanında çok cüce kalıyor...

***

Öğreniyorum ki; Sevgiyi çabuk kaybediyorsun. Pişmanlığın ise uzun yıllar sürüyor.”

*****

40 YIL SONRA SINIF ARKADAŞLARIYLA...

Dün akşama doğru saatlerde, “Her Gün 1 Yeni Bilgi” portalında, “ki” diye başlayan bu önermeleri okuyorum...

Bunları okumamın önemli bir nedeni var...

Bu satırları yazdıktan sonra, çocukları alıp Kolej’deki lise sınıf arkadaşlarım, çocukları ve eşleriyle buluşacağım...

Amerika’dan yaz için gelen Muzaffer; Bodrum’da bulunan sınıfın altın kızları; İrem, Ruhat, Nilüfer ve Deniz’in aileleriyle birlikte bir yemek yapmayı düşündüklerini söylüyor...

Bana dönüyor;

“-Ama...” diyor;

-“Kıvırmayacaksın... Çocukları da alıp mutlaka getireceksin...”

Benim çocuklar; içlerinde en küçükleri...

20-22 yaşlarına gelen gençler var, sınıf arkadaşlarımın çocukları arasında...

14-15 yaşında olanlar

ha keza...

Ayşe Nazlı benle olsa, onun 15 yaşıyla durumu bir nebze kurtaracağım...

Ama o önümüzdeki hafta burada olacak... Ben 6 yaşımdaki ikizlerimle, “son baba” konumunu aşamıyorum...

***

-“Merak etme...” diyorum...

-“Gelirim elbet... Çocukları da getiririm...”

Nereye gidelim derken ona;

-“Siz bırakın ben ayarlarım...” diyorum...

Mavi Otelin işletmecisi Cemal Yarar’ı arıyorum...

-“Sess kulübünün yanındaki Arnavutköy Balıkçı’sını yapalım Cemal’im... Sınıf halinde geliyoruz... Sess’te de müzik dinleriz az biraz...” diyorum...

-“Önemli bu yemek...”

Cemal o sırada; Sess’in işletmecisi Nedim Binler’le tavla oynuyor...

Nedim benden de sonra baba olanlardan...

18 kişilik kare şeklinde bir masa hazırladıklarını söylüyor...

*****

DOKTOR VE MÜHENDİS YETİŞTİREN SINIF

Buluşmamız Kolej’i bitirmemizden 39 yıl sonra gerçekleşiyor...

Bu akşam göreceğim kızlardan üçünü, Kolej’i bitirdiğim 39 yıldan beri ilk kez görüyorum...

Bizim sınıf doktor, mühendis, ekonomist çıkartan bir sınıf... Çok çalışkan...

Buluşacağım kızlardan ikisi doktor çıkıyor... Sınıfın yarısı doktor çıkıyor...

***

Dün sabah spor yaparken elim ister istemez Elvis Presley’in My Way şarkısına gidiyor... Buluşacağım arkadaşlarla mezuniyetten bir yıl önceki 1975 yazını hatırlıyorum... Kırk yıl öncesi...

***

Hayatımın en önemli “makas değişikliğini” yaptığım, kendi hayat hikayemi yazmaya başladığım tarih 1975 yazı...

My Way şarkısının bende tohumunun atıldığı yaz 1975 yazı... 40 yıl sonra, yine bir yaz günü; sınıf arkadaşlarımla buluşmaya gidiyorum... Şarkının sözleri, içimde önüne geçemediğim keskin kraşendolar yaratıyor...

***

“Now, the end is near;

Artık sona yaklaşıyorum...

And so I face the final curtain.

Ve son perde ile yüzleşiyorum.

***

My friend, I’ll say it clear...

Dostum, samimiyetle anlatacağım..

I’ll state my case, of which I’m certain...

Neden eminsem onu anlatacağım...

***

I’ve lived a life that’s full.

Dopdolu bir hayat yaşadım...

I’ve traveled each and ev’ry highway;

Bütün yolları tek tek dolaştım..

***

And more, much more than this,

Ve dahası; Daha önemlisi,

I did it my way...

Bunu kendi bildiğim gibi yaptım..

***

Regrets, I’ve had a few;

Pişmanlıklar mı?.. Birkaç tane var...

But then again, too few to mention...

Ama yine de, bahsedilmeye değmeyecek kadar azdı...

***

I did what I had to do

Ne yapmam gerektiyse onu yaptım

And saw it through without

exemption...

Hiç ayırt etmeksizin...

***

I planned each charted course;

Her bir yaşanmışlığı tecrübe ettim...

Each careful step along the byway...

Bu zorlu yol boyunca her bir adımı

dikkatli attım...

***

And more, much more than this,

Ve dahası...

I did it my way...

Bunu kendi bildiğim gibi yaptım.

***

Yes, there were times, I’m sure you knew...

Evet bazı zamanlarım oldu, eminim sizler de bilirsiniz

When I bit off more than I could chew...

Yutabileceğimden daha büyük lokmalar yutmaya çalıştım...

***

But through it all, when there was no doubt,

Ama gerçek şu ki, hiç süpheniz olmasın

I ate it up and spit it out...

Hepsini de yutmasını bildim ve hiç

saklamadım...

***

I faced it all and I stood tall;

Hepsiyle yüzleştim ve dik ayakta

kalmaya çalıştım....

And did it my way.

Ve bunu kendim bildiğim yolla yaptım...

***

I’ve loved, I’ve laughed and cried...

Sevdim, güldüm ve ağladım...

I’ve had my fill; my share of losing...

Kaybetmekten payımı fazlasıyla aldım...

***

And now, as tears subside...

Ve şimdi, gözyaşlarım dindiğinde

I find it all so amusing...

Onların her birini tebessümle

hatırlıyorum...

***

To think I did all that;

Bütün bu yaptıklarımı düşündüğümde

And may I say - not in a shy way,

Utanç duymadan söyleyebilirim ki?

No, oh no not me...

Oh, hayır, hayır hem de hiç utanç duymuyorum... I did it my way.

Kendi bildiğim gibi yaptım...”

*****

ELVİS’TEN SONRA...

Elvis’in sahnede söylediği şarkı bitiyor... Benim ise şarkımın henüz bitmediğini hissediyorum...

“Kendi bildiğim gibi yapacağım daha çok şeyin olduğunu” biliyorum...

“I will continue to do it my way... (Kendi bildiğim gibi yapmaya devam edeceğim)” diye içimden geçiriyorum...

Sınıf arkadaşlarıyla 40 yıl sonraki buluşmamıza gitmek için otelden çıkıyorum...

For what is a man, what has he got?

Zaten bir erkek başka neye sahiptir ki?

If not himself, then he has naught.

Kendi olamayan bir erkek zaten erkek değildir ki!

To say the words he truly feels;

Gerçekten neye inanıyorsa onu söylemelidir!

And not the words of one who kneels.

Aciz birinin sözlerini asla değil!

The record shows I took the blows -

Tarih gösterecek, rüzgarı arkama aldım

And did it my way!

Ve kendi yoluma gittim!

Yazının devamı...

Her şeyiyle sev ve her şeyiyle acı çek

“Aşk özgürlük verir... Eğer özgürlük ve aşka sahip olursan başka şeye ihtiyacın kalmaz... Elde etmişsindir...

Sana yaşam işte bunun için verildi...

***

Her şeyi kabul eden insan neşeli olur… Böyle birisi şükran dolu olur; var oluşa şükran duyar, bütünlüğe şükran duyar, bu kişi en üstündür...

***

Neden korkuyorsun?..

Dünya sana ne yapabilir?.. İnsanlar sana gülebilir; bu onlara iyi gelir… Gülmek her zaman bir ilaçtır, sağlıklıdır.

***

Sevgi bir tutku değildir...

Sevgi bir duygu değildir...

Sevgi birisinin, bir şekilde seni tamamladığının derinden anlaşılmasıdır... Sevgide minnettarlık, sevecenlik ve birlik duygusu vardır...

Eğer bu üç duyguyu da hissediyorsan, seviyorsun demektir...

***

Ego; toplumun yaratmış olduğu ve senin bu sayede oyuncakla oynamaya devam edebildiğin ve asla gerçek şeyi sorgulamadığın bir kandırmacadır...

Sev ve daha derinden sev...

Acı çek ve daha derinden acı çek...

Her şeyiyle sev ve her şeyiyle acı çek... Çünkü saf olmayan altın, bu yolla ateşten geçerek saf altına dönüşür...

Ego bir buzdağıdır...

Onu erit...

Onu derin sevginin içinde erit, böylelikle o kaybolsun ve sen okyanusun parçası haline gel...

*****

KENDİ BEDENİNDEN KEYİF AL...

Bugün mevcut olan her şeydir; şimdi senin var olduğun, her zaman var olacağın yegâne zamandır...

Yaşamak istersen ya şimdi olacaktır ya da asla olmayacaktır...

Neyi reddedersen et, onu başka bir yere koymak zorunda kalacaksın...

Onu başka birisinin üzerine yansıtacaksın... Reddedilen kısım, bir yansımaya dönüşecektir... Kendini kabul ettiğin an güzelleşirsin... Kendi bedeninden keyif aldığında başkalarına da keyif verirsin... Pek çok insan sana âşık olacaktır...

Çünkü sen kendine âşıksın... İlişki kuracaksın; ama muhtaç olmayacaksın; seveceksin ama sevgin bir ihtiyaç olmayacak... Seveceksin ama sahip çıkmayacaksın; seveceksin ama kıskanmayacaksın...

Ve sevgi, içinde kıskançlık olmadığı, sahip çıkma olmadığı zaman sevgidir...

***

Gerçek aşkta bölünme olmaz. Sevenler birbirinin içine erir... Sadece egoistçe aşkta büyük bir bölünme vardır, seven ve sevilen ayrılır...

Gerçek aşkta ilişki yoktur... Çünkü ilişki kurulacak iki insan yoktur...

Gerçek aşkta sadece sevgi olur, bir çiçek açma, güzel bir koku, bir erime, bir birleşme yaşanır...

*****

BİR ŞEYDEN KURTULMUYORSUN; BİR ŞEYİ KABULLENİYORSUN

Varlığına bütünüyle sahip çıkmalısın...

İyisiyle, kötüsüyle her yönünü kabullenmelisin kendinin... Herhangi bir şeyden kurtulmak söz konusu değildir...

Kimse asla hiç bir şeyden kurtulmuyor, kişi sadece yavaş yavaş her şeyi kabullenmeyi öğreniyor...

*****

HİÇBİR ŞEYİ AYIPLAMA; ONU KULLAN...

Hiçbir şeyi ayıplama... Aksine, onu kullan... Herhangi bir şeye karşı olma... Nasıl kullanılabileceğinin ve dönüştürülebileceğinin yollarını ara...

Sakın unutma, ne zaman karşına bir seçenek çıksa, bilinmeyeni, riskli olan, tehlikeli ve güvencesiz olanı seç... Hiçbir zaman zarara uğramazsın...

*****

KADIN VE ERKEK FARKLIDIR...

İnsan anlamaya çalışacağına baskı kurar, ilişki kuracağına manipüle eder çünkü birisiyle ilişki kurmak büyük bir anlayış gerektirir...

Kadın ve erkek, insanlığın tamamen farklı iki kategorisidir. Kıyaslanamazlar...

Onları kıyaslama düşüncesi bile aptalcadır ve kıyaslamaya başladığın zaman, işin içinden çıkamazsın...

***

Güçlü rüzgârlar seni oraya buraya sürüklüyorsa, onlara direnme: Onlar, sen direndiğin için güçlü görünüyorlar... Rahatla ve bırak seni götürsünler...

Onlarla git, bütün olarak git... Öncelik sensin...

Köklerine git, kendini bul, bir asi ol ve mümkün olduğunca çok sayıda asi yarat...

Gelecekteki insanlığın altın bir gelecek yaratmasına yardım etmenin tek yolu budur...

***

Ne kadar çok düşünürsen, egon o kadar daha ortaya çıkar...

Ego, geçmişte birikmiş düşüncelerden başka bir şey değildir...

Sen olmadığın zaman Tanrı vardır... Yaratıcılık budur...

*****

BİR SORUNLA ÇATIŞIRSAN ONU BÜYÜTÜRSÜN

Neşe bedenin senfonisi anlamına gelir, başka bir şey değil... Bedenin musiki bir ritm tutturması demektir, hepsi bu... Neşe zevk değildir; zevki başka şeylerden alırsın... Neşe sadece kendin olmaktır... Capcanlı, hayat dolu, zinde…

***

Bedeninin içinde ve çevresinde çalan belli belirsiz bir müzik, bir senfoni, neşe budur işte...

***

Bir sorunu kabul edersen kaybolur ve eğer o sorunla bir çatışma yaratırsan, sorun giderek büyür...

Hayat, küçük şeylerden ibarettir, ama eğer küçük şeylere mutluluk katabilirsen, toplamı muazzamdır. O yüzden her şeyi neşeyle yap ve her şey bir duaya dönüşsün... Coşkuyla yap... Olumsuzluklar seni rahatsız etmesin...

***

Bir mum yakabilirsin ve karanlık kendiliğinden kaybolur...

Bazen gökyüzünde siyah bulutlar olur; gökyüzü bu siyah bulutlar yüzünden değişmez...

Ve bazen beyaz bulutlarda olur ve gökyüzü bu beyaz bulutlar yüzünden de değişmez... Bulutlar gelirler ve giderler gökyüzü baki kalır... Sen gökyüzüsün ve düşünceler de bulutlardır...

Bu senin aydınlanmanın başlangıcıdır... Artık sen uykuda değilsin, artık gelip giden bulutlarla özdeş değilsin, artık sonsuza dek baki kalacağını biliyorsun...

Tüm kaygı yok olur...

İnsanlar tekrar tekrar mutsuzluklarını anlatıp duruyorlar...

***

Hatta abartıyorlar bile, süslüyorlar, büyütüyorlar... Olduğundan daha kötüymüş gibi gösteriyorlar. Neden? Riske atacak hiçbir şeyin yok. Ama insanlar bilinene tanıdık olana yapışıp kalıyorlar...

Tek bildikleri mutsuzluk bu onların hayatı... Kaybedecek bir şey yok ama kaybetmekten de çok korkuyorlar...

*****

KADIN ERKEKTEN NEDEN DAHA ÖNEMLİDİR?..

Düzyazı şeklinde düşünen zihni bırak... Şiirle düşünen bir başka zihin türünü uyandır...

Hece uzmanlığını bir kenara koy...

Yaşam tarzın şarkılar olsun... Zihinden sezgiye geç...

Kafadan, kalbe...

***

Kalp, gizemlere daha yakındır... Kadın erkekten çok daha önemlidir...

Çünkü o rahminde hem erkeği hem kadını taşır...

Erkekle yarışıyorsun; yarışmana gerek yok; sen zaten üstünsün...

*****

İNSAN YERYÜZÜNDEKİ EN ZAYIF HAYVANDIR...

İnsan; yeryüzündeki en zayıf hayvan olduğu kabul edilmek zorundadır...

Onun bütün davranışlarının, bütün aidiyetlerinin, gruplaşmalarının temeli budur...

O kendisinden daha büyük bir şeyin parçası olmak zorundadır; ancak o zaman kendisini güvende hisseder...

***

Sana söylüyorum; gidecek hiçbir yol yok...

Her şey bu anda… Bütün var oluş, bu anda toplanmıştır. Bu anın içine sığar. Bütün var oluş, yaşadığın anda akmaktadır. Hepsi bu...

Hayatın hedefi özgürlüktür... Özgürlük olmadan hayatın anlamı yoktur...

***

Özgürlük politik, sosyal ya da ekonomik özgürlük anlamına gelmez...

Özgürlük zamandan, zihinden, arzudan özgür olmaktır...

Zihnin var olmadığı anda evrenle bir olursun; evren kadar sınırsız ol...

Yaşam kısa değil, sonsuzdur... Var oluşun acele içinde olduğunu gördün mü hiç?..

Mevsimler zamanında gelir, çiçekler zamanı gelince açar, ağaçlar hayat kısa diye hızla büyümek için koşuşturmazlar...

Tüm var oluş, yaşamın sonsuzluğunun farkında gibi görünür...”

(Osho)

Yazının devamı...

Eğer bir hikayeyi anlatıyorsan ondan kurtulamamışsın demektir...

“Eğer bir hikayeyi anlatıyorsan, ondan hala kurtulamamışsın demektir...

***

Hayat yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur...

***

İnsan her zaman aynı insanları görürse, bunları yaşamının bir parçası saymaya başlar...

İyi...

Ama bu kişiler de bu nedenle, yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar...

Biz; görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır.

Herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır...

Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini bilmez...

***

Döktüğüm yaşları bağışlıyorum... Acıları ve aldatmaları bağışlıyorum...

İhanetleri ve yalanları bağışlıyorum... İftiraları ve ahlâksızları bağışlıyorum...

Nefreti ve zulmü bağışlıyorum... Yüreğimi yakan darbeleri bağışlıyorum...

Yıkılan hayallerimi bağışlıyorum...

Ölen umutlarımı bağışlıyorum... Sevgisizliği ve kıskançlığı bağışlıyorum...

Umursamazlığı ve kötü niyeti bağışlıyorum...

Haklılık uğruna haksızlık edenleri bağışlıyorum...

Öfkeyi ve şiddeti bağışlıyorum...

İhmalkârlığı ve unutkanlığı bağışlıyorum...

Bütün kötülükleriyle dünyayı bağışlıyorum...

*****

ÇOCUĞUN BÜYÜĞE ÖĞRETTİĞİ ÜÇ ŞEY...

Bir çocuğun bir erişkine her zaman öğretebileceği üç şey vardır:

Nedensiz yere mutlu olmak...

Her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak ve elde etmek... İstediği şeyi var gücüyle dayatmak...

***

Bir şey, bir insanın başına, bir kez gelirse, ikincisi olmaz...

Ama iki defa gelmişse muhakkak üçüncüsü de olacaktır...

***

Hayat bazen insanları, birbirleri için ne kadar çok şey ifade ettiklerini anlasınlar diye ayırır...

***

Seni seviyorum demeyi sadece seni affediyorum diyebilenler becerir...

***

Gideceğin yoldan eminsen, engeller ‘mola noktası’ olmaktan öte bir anlam taşımaz...

*****

SİZ CENNETTEYDİNİZ AMA FARKINDA DEĞİLDİNİZ...

Siz cennetteydiniz ama bunun farkında değildiniz... Dünyada pek çok insan da böyledir...

Mutlu olmayı hakketmediklerini sanarak en büyük sevinçleri bulabilecekleri yerlerde; kederi aramakla meşguldürler...

***

Eğer bütün kelimeler bitişik olsaydı bir anlamı olmazdı...

***

İnsan fırsatların gelmesini bekler, fırsatlar da insanın gelmesini...

Fırsatlar bekler, insanlar bekler: kazanan hep mazeret olur...

*****

ERKEKLERİ AYRILIK; KADINLARI AYRILIK SONRASI ACITIR...

Erkekleri ayrılık, kadınları ise ayrılıktan sonraki süreç acıtır; Beklemek kadınlığa verilen en büyük cezadır!..

***

İlk bakışta güvendiği şeylere, bir kez daha bakılması gerektiğini mutluyken değil, hep mutsuzken anlar insan...

***

Ne yaparsan yap, aklın hep seçemediğinde kalır...

Ve olmasını istediğin bir şey ancak ondan vazgeçince gerçekleşir...

***

Aslında bütün kadınlar tatlı sözleri sever; ama iltifatların yalan mı gerçek mi olduğunu anlayacak kadar da zekidirler...

***

Küçümsemek yanlış, çünkü aptallık bir kusurdur; ama öyleleri vardır ki aptallığı kusursuzdur...

***

Yaşama sevincimizi kimlerin öldürdüğünü, bunu hangi güdüyle yaptıklarını, suçluların nerede bulunacağını bilemeyiz...

En kusursuz cinayet budur...

*****

GÜZEL KADINLAR NİYE YALNIZ KALIR?

Güzel kadınlar aşkla aptallaşır... Ama hem akıllı hem güzel kadınlar, aşıkken de akıllıdır...

Bu yüzden hep yalnız kalırlar...

***

İnsanlar hile ve üç kağıtçılıkta o kadar ustalaşmıştırlar ki, şeytanın bu konudaki şöhreti unutulup gitmiştir...

***

Doğduğumuz andan ölene kadar hayatımız sürekli bir yolculuktur...

Manzara değişir, insanlar değişir, ihtiyaçlar değişir...

Ama tren hep ileri gider... Hayat bir trendir...

İstasyonu değil...

***

Bir erkekle mutlu olmak istiyorsan onu anla...

Sevmesen de olur...

Bir kadınla mutlu olmak istiyorsan onu sev, anlamasan da olur...

***

Bazen insanlar kabahatli olduklarını kabullendikleri için değil, sadece karşıdaki sussun diye özür dilerler...

***

Giden sizin için çok değerli de olsa, kapıyı örtün ki; içeride kalanlar üşümesin...

*****

ERKEK ULAŞAMADIĞI KADINA...

Erkek ulaşamadığı kadına ‘telefonu duymadı galiba’ derken;

Kadın ulaşamadığı erkeğe, ‘aradığımı görüyor ama açmıyor’ der...

***

Yüreğin neredeyse hazinen de oradadır... Kadın psikolojisi üzerine 35 yıl okumama rağmen, bir soruya cevap bulamadım...

Bu kadınlar gerçekten ne istiyor?..

***

Bütün kadınlar melektir aslında. Sadece kanatları kırıldığında süpürgelerine binerler...

Hepsi bu...

***

Kelimelerin kötü yanı, kendimizi başkalarına anlatabileceğimiz ve başkalarının söylediklerini anlayabileceğimiz hissini uyandırmalarıdır...

Ancak dönüp kaderimizle yüzleştiğimizde kelimelerin hiçbir şeye yetmediklerini görürüz...

***

Biz insanların iki sorunu var; birincisi ne zaman başlamak gerektiğini, ikincisi ise ne zaman duracağını bilememek...

***

Acı çekmemek için, aşkı reddetmek gerekiyordu... Bu da hayattaki kötülükleri görmemek için kendi gözlerini çıkarmak gibi bir şeydi...

***

Kişiye göre davranacaksın, küçükle küçük olacaksın hatta; ama seviyesizin seviyesine inecek kadar düşmeyeceksin hayatta... Dalından şüphe ettiğin ağacın, gölgesinde soluklanmayacaksın!..

*****

SEVİŞMEK...

Her adam; hayatında bir kadını mutlaka ömür boyu sever...

Ve her kadın; bir erkeğe mutlaka ömür boyu acı çektirir...

***

Kadın sevgi uğruna her şeye hazırdır, sevişmeye de...

Erkek sevişmek için her şeye hazırdır; sevmeye bile...

***

Çocukken; her şeyin sahibi olmak için büyümek isterdik...

Büyüdük; Şimdi her şeyden uzak olmak için hep çocuk kalmak istiyoruz...

***

Gitmek için sebep çoktur; ama sevmeye bahane arar kalan... Unutma, kapının koluna uzanacak yaşa geldiğinde, gitmeyi öğrenir insan...

***

Kabul ediyorum! En büyük hatam, yüzüme gülen herkesi, kendim gibi sanmamdı...

***

“Birinin gerçek yüzünü görmek istiyorsan, kendisine hiçbir iyiliği dokunmayan birisine nasıl davrandığına bak...”

(Paulo Coelho)

Yazının devamı...

Yaşadığımız şiddete karşı; muhteşem bir şarkının öyküsü...

İtiraf ediyorum...

Sting’in unutulmaz parçası Fragile’ı; Sting’in sesinden bugüne kadar boşuna dinlediğimi fark ediyorum...

Sting gibi kısık ve cool bir sesin sahibi bir yorumcunun “kendi yaptığı besteyi”, kendisinden daha iyi seslendirebilecek bir adam olduğunu düşünmüyordum hiç...

***

Stevie Wonder’ı, Sting’in yanında, tek başına Fragile’ı seslendirdiği konseri izleyene kadar...

Parçayla, Stevie Wonder’la ilgili tüm görüşlerimin tuzla buz olduğunu o anda fark ediyorum...

***

Stevie Wonder; Sting’ı enstrümantal vokalinde yorumladığı Fragile şarkısını dinlerken ve mızıkasını kullanırken kendimi bir tuhaf hissediyorum...

Çok az parça beni; bu yorumdaki kadar derinden etkiliyor...

***

Parça mükemmel bir parça...

Parçanın bestecisi ve yorumcusu dünya çapında bir sanatçı Sting...

Ne ki; Stevie Wonder parçayı söylerken, Fragile’ın sanki Stevie Wonder için bestelendiğini fark ediyorum...

O derece muhteşem bir yorum...

Bundan böyle elimden geldiğince Fragile’ı bu muhteşem siyahi ama sanatçıdan dinlemeye karar veriyorum...

‘ŞİDDETİN ASLA KAZANDIRMAYACAĞINI PERÇİNLEMEK İÇİN BU SON SAHNE...’

Fragile Türkçe’de “kırılgan, kolay kırılabilir, narin” anlamına geliyor...

Ancak “şiddete karşı evrensel” bir parça olan Fragile parçasında; fragile sözcüğünü Sting, kırılgan olmaktan çok “güçsüz” anlamında kullanıyor...

***

“Bir ömür boyu süren bu kargaşada

Şiddetin hiçbir şey kazandırmadığı

ve asla kazandırmayacağını

Anlamamızı perçinlemek içindir bu son sahne...

Öfkeli bir yıldızın altında doğan biz insanlar

Ne denli kırılgan (güçsüz) olduğumuzu unutmayalım diye...”

‘YAĞMUR HEP BİZE NE KADAR KIRILGAN VE GÜÇSÜZ OLDUĞUMUZU ANLATACAK’

Parçanın devamında Sting’in yazdığı o muhteşem nakaratın sözleri gelir;

***

“On and on

The rain will fall

Like tears from a star...

(Yağmur bir yıldızdan akan gözyaşları gibi hep yağacak...)

***

On and on

The rain will say...

How fragile we are...

How fragile we are...

(Yağmur hep anlatacak...

Ne kadar güçsüz olduğumuzu...

Ne kadar kırılgan olduğumuzu...)

***

Yüzlerce kez dinlediğim parçayı, son günlerde bu kez Stevie Wonder’ın sesinden ve mızıkasından dinliyorum...

İnsanın “yıldızlar altında, evren karşısındaki güçsüzlüğünü, kırılganlığını, birbirine karşı kullandığı şiddeti” bu kadar iyi anlatabilen, bir sanat eserini yazmış olmanın, söylemiş olmanın verdiği hazzı düşünüyorum... İzlerken ve dinlerken aldığım haz, öylesine muhteşem izler bırakıyor ki yüreğimde, parçayı sabahın erken saatlerinde defalarca dinledikten sonra güne bir başka başladığımı hissediyorum...

15 YAŞIMDAN BERİ...

Bir süredir farkındayım ki;

Türkiye’nin; şiddeti çağıran, şiddeti kutsayan, şiddeti çözüm aracı olarak gören, kavga ve kargaşa ortamı, 14 yaşımı bitirip 15 yaşıma girdiğim günlerden beri beni etkisi altına alıyor...

***

Hayır...

Hayatım boyunca şiddete hiç bulaşmıyorum...

Şiddetin hiçbir türünün içinde hiçbir şekilde yer almıyorum...

15 yaşımdan beri “şiddetin her türüne karşı çıkmaya” çalışıyorum...

Ne ki bu tutumum beni tatmin etmiyor...

Çünkü esas mesele; şiddet ortamının siyasi hırgüründe; şiddete karşı lafazanlık etmek, laf yetiştirmek, şiddetin ne kadar kötü bir şey olduğunu papağan gibi tekrarlayıp, bitmek bilmeyen demagojik tartışmaların içinde, kendini kaybetmek değil; bunu fark ediyorum...

***

Ben şiddetin hırgürü içinde, ona laf yetiştireceğim derken “şarkılarımı kaybetmişim” bunu görüyorum...

Son aylarda yeniden şarkılarımı dinlemeye, şarkıları söylemeye, nakaratları ruhumda ve tüm benliğimde hissetmeye başlıyorum...

***

Ömrümün kırk yılı boyunca; beynimi, kalbimi, ruhumu esir alan “Bu coğrafyanın şiddeti çağıran hesaplaşma, vuruşma, kırıp dökme ve kalleşçe katletme” kültürünü toptan reddetmenin, evrensel şarkılara sığınmaktan, evrensel şarkılar yaratmaktan, evrensel şarkıları söylemekten, yeniden yaratılacak evrensel sinemadan, romandan, öyküden, şiirden geçtiğini fark ediyorum...

FRAGILE...

Toplumlar bir sarmalın içine girince, hayatı okuyamaz hale geliyorlar...

Türkiye 30 bin insanını kaybediyor bu uğursuz şiddetin dehlizinde...

***

Şimdi yine uğursuz planlar yürürlüğe konsun; yine birileri pozisyon kazansın, istedikleri zemin oluşsun, işleri görülsün diye, insanların ölmesi için düğmeye basılıyor...

***

Bir toplum;

Kendi hayatına;

Çocuklarının yaşamına...

İstikbaline...

Kendisinin, ailesinin, yakınlarının, dostlarının sevdiklerinin, ülkesinin ve milletinin barış ve huzuruna

Kastedenlerin;

Kim olduklarını?..

Ne yaptıklarını?..

Neyi amaçladıklarını?..

Niçin insanların canını acımasızca aldıklarını bilmek durumundadır...

Bunları bilmek; en azından geleceği kurtarmak demek...

***

“Bir ömür boyu süren bu kargaşada;

Şiddetin hiçbir şey kazandırmadığını

Ve asla kazandırmayacağını

Anlamamızı perçinlemek içindir bu son sahne...

***

Yağmur bir yıldızdan akan gözyaşlarıymışcasına...

Hep yağacak, hep yağacak...

Ne kadar güçsüz olduğumuzu anlatmak istercesine...”

Yazının devamı...

Baba...

Dün Hıncal Uluç yazıyor...Marlon Brando yıllar yılı başına gelen olayların yaşattığı duygularını, kasetlere kaydediyor...

300 saati bulan Marlon Brando monologlarından, yapımcılar bir belgesel çıkarıyorlar...

Adı; “Dinle Beni Marlon”...

***

Marlon Brando’nun belgeselinin yayınlanacağını duyunca, Brando üzerinden hayatın bize sunduğu inanılmaz çelişkiyi fark ediyorum...

Alkolik bir anneyle, çocuğuna sefkat ve güven vermeyen bir babadan dünyaya gelen Marlon Brando; sinema tarihinin en unutulmaz “Baba” karakterini canlandırıyor Godfather filminde...

Oscar alıyor bu filmdeki performansıyla...

***

Sinemayı iyi bilmeyenler; Marlon Brando’nun Godfather’daki “Baba” portresini, “vahşi bir suç örgütünü yöneten gaddar bir Mafya liderinin yasadışı olayları” olarak görebilirler...

Oysa “Baba” filminde Marlon Brando’nun çizdiği “Baba” figürü, dışarıda bir Mafya lideri olsa da, ailesi içinde, çocuklarına ve eşine kol kanat geren...

Onları yaşatabilmek için inanılmaz savaşlara ve mücadelelere girmekten bir an olsun çekinmeyen...

Çocukları ve ailesi için her şeyi göze alabilen gözüpek Sicilyalı bir erkeğin portresidir...

*****

ŞEYTAN ÜÇGENİ...

“Baba” (Godfather) filminin üç bölümünü de izleyenler, gerek Marlon Brando’nun; gerek onun gençliğini oynayan Robert De Niro, gerekse Brando’nun oğlu Michael Corleone’yi oynayan Al Pacino’nun çizdiği “Baba” karakterlerinin, çocuklarına ve ailenin değerlerine karşı inanılmaz bir “bağlılık” taşıdığını bilirler...

***

“Ailelerine düşkünlükleri, kopmaz aile bağları ve aile kültürleriyle, ayakta kalır İtalyan’lar...”

Baba filmi; İtalyan; özellikle Sicilya karakterinin bu olmazsa olmaz unsurunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer...

Filmin Oscar’lı unutulmaz aktörü Marlon Brando’nun, çocuklarının yaşadığı trajedi...

Kendi çocukluğunda baba korumasından yoksun kalarak yaşamış olduğu dram...

Ve sinema tarihinin en büyük Oscar’ına layık “Baba” karakterindeki performansı ve kazandığı zafer; bir şeytan üçgeninin sacayakları gibidir...

***

Hayatın babasız başlayan dramasını, daha sonra en büyük “Baba”yı oynayarak dünya çapında kazınılan büyük zaferi ve en sonunda geçek hayatta çocuklarını kaybederek yaşanabilecek en büyük trajediyi aynı insan üzerinde yaşatan bir şeytan üçgenidir bu...

*****

MARLON BRANDO’NUN KAYBETTİĞİ ÇOCUKLARI...

Dünyada milyarlarca insanın beynine, “Baba” figürünü kazıyan sanatçı Marlon Brando; kendi özel hayatında şefkat yoksunu bir babanın ve alkolik annenin, garip büyüyen bir çocuğu olmanın trajedisini yaşıyor...

Hayatın paradoksuna bakın ki; “doğru düzgün baba figürü olmayan çocuk” dünyanın en meşhur “baba”sı oluyor; dünyaya “baba” imajını veren kişi haline geliyor...

***

Acı olan şu ki; sanatçılar oynadıkları rollerle özdeşleşseler de, hayat maratonlarında, o unutulmaz rolün insanı olamıyorlar...

Tıpkı Marlon Brando gibi...

Baba şefkatinden yoksun büyüyen çocuğun; iki çocuğundan Christian, kız kardeşi Cheyenne’nin sevgilisini vurarak hapse giriyor...

Cheyenne ise bu olay üzerine intihar ediyor... Dünyanın en büyük ve karizmatik “baba”sı iki çocuğunun trajedisiyle son yıllarını geçiriyor...

*****

BİR AİLENİN MADDİ MANEVİ SORUMLULUĞUNU ALMAYANLAR; HAYATI DOGMALARLA YAŞARLAR...

Şimdi o şeytan üçgeninin ortasında yaşamak zorunda kalan Marlon Brando’nun, hayatında yaşadığı bunca olayı kasetlere anlattığını öğreniyoruz...

“Dinle Beni Marlon” belgeseli, işte hayatın bu dramatik rezümesi...

***

Bir aile kurmayanlar; aile kurmanın ne kadar meşakkatli ve zor bir iş olduğunu bilmezler... Bir ailenin sorumluluğunu taşımayanlar;

“Hayatı ne kadar dogma yaşadıklarının hiç farkına varmazlar...”

Bir ailenin maddi ve manevi ihtiyaçlarından kendilerini sorumlu hissetmeyenler;

“Aileyi ve ‘baba’ olmayı”; hayatın tüm koordinatlarını değiştiren, her şeyi sil baştan sorgulatan özelliğinin ayrımına varamazlar...

***

Gerçek sevgi dolu güven verici bir aile içinde büyümek...

Çocukken bir ailenin; sıcaklığını, güvenini, sefkatini, sevgisini ve emniyetini içinde hissetmek, elde olan bir mevzuu değil maalesef...

O güven, sevgi ve emniyet hissi yoksa, insana hayat boyu yalpalama ve bir türlü yolunu bulamamak ihtimalleri düşüyor; hayatın piyangosunda...

***

Ne ki; bütün bunlara karşın dünyaya yeni gelen bebelere, emniyet, şefkat ve sevgi hissini vermek; ona zamanıda kendi ailelerinde sahip olamayanların bile kendi ellerinde...

Hayat; bu hakkı verenlere; müteşekkir kalıyor...

Bu hakkı veremeyenler “huzursuz ve endişeli oluyorlar” hayat karşısında...

Marlon Brando’nun Godfather Corleone’sini...

Robert De Niro’nun gençliğini oynadığı Vito Corleone’sini...

Al Pacino’nun Michel Corleone’sini izlemeden;

“Mafyöz anlamların çok ötesinde, “Baba” olma kültürünü anlamak hiç mümkün değil...”

***

“Dinle Beni Marlon” belgeseli işte bu yüzden, bir belgeselin olmanın çok ötesinde anlamlar taşıyor...

Umarım ki Ennio Morricone ile Nino Roti’nin unutulmaz Godfather müziğinin; en vurucu yerleri en çarpıcı görüntülerin üzerine döşedi...

Bir filmin soundtrack’i gibidir umarım belgesel müziği...

***

Marlon Brando görüntüsüyle o unutulmaz parçayı ve filmin görüntülerini izleme zamanı; şimdi...

Brando’nun şu meali repliği eşliğinde:

-“Seni her zaman farklı olacaksın diye düşünmüştüm Michael...

Bu ailenin geçmişini arkada bırakıp, geleceğe taşıyacak kişi olacaktın...

Belki bir senatör, belki bir vali...

Olmadı Michael gerçekleştirmedim bu rüyamı...

Senin bu olayların ve bataklığın içine sürüklenmene göz yummak zorunda aldım... Üzgünüm Michael...”

Ölmeden önce; oğluna söylediği bu sözler Baba Coleone’yi yaşatan Marlon Brando’nun en dramatik sözleridir...

The Godfather’ını soundtrack’ini çalma zamanı şimdi...

Yazının devamı...

Diyette başarının püf noktaları...

Bir dilim pastayı; ayva tatlısını, patlıcan kebabını ağzınıza attıktan sonra; bunun karnınızda, ya da kalçanızda yağ olarak depolandığını basit olarak bilmeniz gerekiyor...

Kilo vermeye başladığınız zaman, hangi süreçlerle bacaklarınızdaki, göbeğinizdeki yağın eriyerek kasa dönüştüğünü ya da vücudu terk ettiğini öğrenmeniz gerekir...

***

Genellikle kendimize bir zayıflama programı çıkartırız...

“Tatlıları ekmeği keseceğim... Bol zeytinyağlı bir salata yiyeceğim...”

Duymuşuzdur zeytinyağının yararlı olduğunu; zeytinyağlı salata yiyerek zayıflamayacağımızı sanırız...

Bir yemek kaşığı zeytinyağı 120 kaloridir...

Bu da iki dilim ekmeğe eşittir...

Faydalı şeyleri gereğinden fazla kullandığınız zaman, onları zararlı hale getirirsiniz...

*****

İKİ SALKIM ÜZÜM 500 KALORİ...

Meyve de bu besinlerdendir...

Bir akşamda dört beş elma yiyenler, bir oturuşta koca bir çanak kirazı bitirenler; tek bir kirazda 5 kalori olduğunu biliyorlar mı?..

***

Sabah kahvaltıda 100 tane zeytin yiyebiliyor musunuz?..

Hayır...

Zeytinin her bir tanesinde 10 kalori bulunur...

Bir oturuşta yediğiniz koca bir çanak kiraz, 100 adet zeytine eşittir...

***

Üzüm harika bir meyvedir...

Bunu herkes bilir...

Ama iki salkım üzümün 500 kalori olduğunu pek az kişi bilir...

Üstelik bu kalorilerin hemen hepsi früktozdan gelir...

“Bir şey yemedim... Biraz üzüm işte...” der geçer ve neden kilo alığımızı, ya da neden kilo vermediğimizi fark etmeyiz...

*****

ALKOL VE MEYVE SULARI KALORİSİ...

Çoğu insan meyve sularını ve alkolü kaloriden saymaz...

-“Hiçbir şey yemiyorum...” diyen bir insan; eğer gecede 3-4 kadeh viski içiyorsa; çok şey yiyor demektir...

Günde 12 şişe kola ve meyve suyu tipi içecekler içen çocuklar var...

Bunlar sadece bu içeceklerden 1500 kalori alıyorlar...

Gündelik kalori ihtiyaçları ise 2000 kalori...

Bu durumda sadece kola ve meyve suyuyla şişmanlamaları kesindir...

*****

İLK HAFTADA DİYETTEN VAZGEÇERLER...

Kilo sorununu çözmeye karar verenlerin neredeyse yarısından fazlası, daha ilk haftada bu işten vazgeçerler...

Bunun pek çok nedeni var...

En önemli nedeni kilo problemini sadece kalorileri azaltmaya çalışmakla çözmeye çalışmalarıdır...

Kilo verme programınızı aksatmadan yürütmek istiyorsanız, bedeninizdeki fazla yağları sanki bir toksin deposu olarak düşünün...

Daha başarılı sonuçlar alacağınıza bahse girerim...

*****

DİYETE ŞEKERDEN BAŞLAYIN...

Kilo detoksuna başlarken atacağınız ilk safra; şeker ve şeker yüklü yiyecekler olmalı...

İşin en zor noktasının bu iş olduğunu itiraf etmek gerekir...

Şeker ve rafine karbonhidratlar; (beyaz un, buğday unu, nişasta...)

Ya da, yüksek früktozlu mısır şurubu yüklü meşrubatlar, kolalı içecekleri birdenbire kesmek muhakkak ki kolay olmayacak...

***

Çoğumuz için şeker, tatlı ve çikolatalardan uzak bir hayatı düşünmek bile can sıkıcı...

Ancak emin olun başlangıç için şekerin tüm çeşitlerinden uzak durmak sorundasınız...

Hangi düzeyde bir şeker bağımlısı olursanız olun; şeker yeme isteğiniz ya da tatlı nöbetleriniz birkaç gün içinde kesinlikle bitecektir...

***

(Burada önemli bir saptama yapmak durumundayım...

Söylendiği gibi; tatlı nöbeti, şeker yeme isteği, birkaç gün içinde azalabiliyor, yok olabiliyor...

Fakat çok önemli bir şartı var bu işin...

Şekeri bıraktığınızda, bir daha kesinlikle tek bir lokma şeker, ya da şekerli bir ürün ağzınıza atmamanız gerekiyor...

Bunu attığınız anda, şeker yeme isteği ve tatlı nöbetleri yeniden aynı etkiyle tetikleniyor... R.M.)

*****

YEMEMENİZ GEREKENLER...

Atıştırmalık olarak üretilmiş, işlenmiş, paketlenmiş her türlü abur cuburdan uzak durun... Cips paketlerini, bisküviyi, gofreti, çikolatayı, şeker ve un karışımlı atıştırmalıkları evinize sokmayın...

***

Yüksek früktozlu, mısır şurubu içeren besinlerden uzak durun...

Bu tür şekerlerin, kolalı içeceklerde, meşrubatlar ve tatlandırılmış her türlü hazır gıdada bulunabileceğini unutmayın...

***

Son yıllarda meyveli yoğurtlara, kahvaltı gevreklerine ve hatta salata soslarına bile früktozlu şurup eklemeye başladılar...

Aklınızda olsun...

***

Yasaklar listesine; fazla miktarda beyaz un ve şeker ihtiva eden, beyaz ekmek, açma, poğaça, börek, kurabiye, beyaz pirinç, pirinç patlakları, kahvaltılık mısır gevreği ve makarnayı da unutmayın...

***

Bazı meyve suları; (özellikle şişelenmiş meyve suları ve aromalı içecekler) sık tüketildiğinde meyve suyundan çok früktoz ihtiva eder...

***

Patates püresi, erişte, şehriye, mantı gibi unu, nişastası bol yiyeceklerden de uzak durmayı ihmal etmeyin...

***

Kahveden mümkün olduğu kadar uzak durun... Alkol kilo açısından zararlıdır...

Ciddi bir kalori kaynağıdır...

İştah açar...

Özellikle yemeklerden önce alındığında, daha fazla yemek yemenize neden olur...

Ya kesin, ya da çok azaltın...

*****

BİR DİLİM TATLI 500 KALORİ

Bir dilim tatlı en az 500 kalori içerir...

Bir öğünün ortalama 700-800 kalori olması yeterli... Yemeğin üstüne tatlı yemek, kilo verme ya da koruma çabanızı sabote eder... Tatlı kısıtlamaları arasına, meyveleri, meyve salatalarını, meyveli tatlıları, eklemeyi unutmayın...

Özellikle akşam meyvelerini azaltın...

(Hayatı Uzatmanın Sırları Prof. Dr. Osman Müftüoğlu)

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.