Şampiy10
Magazin
Gündem

Bodrum; Ortadoğu’nun Saint Tropez’i...

Lübnan’lı işadamı; Ali Salhab ile Aya Khalil Bodrum’da Cennet Koy’da evleniyorlar...

Üç gün üç gece sürüyor düğün...

Ortadoğu milyarderlerine uygun bir şatafat, sultan tarzı bir ambiyans içinde geçiyor düğün...

***

Geçen yaz fark ediyorum...

Bu yaz bir kez daha konfirme ediyorum; Bodrum artık başka türlü gelişiyor...

Rus; Azeri ve Kazak petrol milyarderlerinin, çoğunlukla geldiği...

Katar ve Suudi Arap zenginlerinin hatırı sayılır oranda arttığı, Ortadoğu bölgesinin yeni turistik çekim merkezi Bodrum...

Fransız Riviera’sının, 1980’lerde Avrupa ve Amerikan sosyetesi için ifade ettiği anlam ve ambiyans, Saint Tropez isminin cazibesi; yavaş yavaş Bodrum’a sirayet ediyor...

Bodrum; bölgenin Rus, Kazak, Azeri, Suudi Arap, Katar ve İran’lı milyoner ile milyarderleri için aynı şeyi ifade etmeye başlıyor...

DÜNYA MİLYARDERLERİNİN GELDİĞİ BODRUM...

Kabul etmek gerekiyor ki; Mübariz Mansimov isimli işadamının Yalıkavak Marina’yı inanılmaz paralar harcayarak yapmasının bu gelişmede payı çok büyük...

Yalıkavak Marina’ya demirleyen yatların değerleri onlarca milyon dolardan yüzlerce milyon dolara kadar çıkıyor...

***

Bölgede, çok lüks yatlar için hizmet verecek bir marinayı açabilmek ve işletebilmek, Bodrum’u milyarder işadamlarının çekim merkezine sokuyor... Milyonlarca dolarlık yatlar birbiri ardına Bodrum’a sökün ediyor...

DÜNYA ÇAPINDA BİR BODRUM...

Bodrum’un dünya zenginlerine ev sahipliği yapmaya başlaması, yüz milyonlarca dolarlık yatların Türkiye’ye uğraması, zengin Rus ve Arap oligarkların aileleriyle birlikte, yaz aylarında Bodrum’u mesken tutması, beni mutlu ediyor...

***

Turgut Reis’te Fazıl Say’ın ve daha birçok değerli ismin klasik müzik konserleri, devam ederken;

Türkiye’nin en popüler sanatçıları Bodrum Antik Tiyatro’da arka arkaya konser verirken;

Bodrum her gece bir sanat ve kültür olayına imza atarken;

Hep birlikte oluşturdukları tablo; Türkiye’nin sınıf atladığını gösteriyor...

BODRUM CENNET KOY’DAKİ MİLYARLIK DÜĞÜN...

Bodrum Cennet Koyu’ndaki Mandarin Otel, milyarlık yatırımların içinde en belli başlılarından biri...Lübnanlı işadamı Ali Salhab ile eşi Aya Khalil bu otelde, bölgesel kültürlerine, sınıfsal aidiyetlerine ve şatafatlı zenginliklerine uygun bir düğün töreniyle evleniyorlar...

***

Düğüne katılan davetlilerden biri, “belki de biraz reklam olsun” diye; olayı dışarıdan izlemek zorunda kalan magazin muhabirlerine, “Düğünde Pink Floyd’un da sahne aldığını” söylüyor...

***

Bodrum’a artık dünyanın üst düzey herhangi bir ünlüsünün gelmiş olması, “yadırgatıcı bir durum değil” magazin muhabirleri için... Daha üç gün önce, Arcadia Grubun sahibi milyarder İngiliz işadamı Philip Nigel’in 220 milyon poundluk yatında Kevin Costner ve eşinin fotoğraflarını çeken magazin muhabirleri, için Pink Floyd ismi de yadırgatıcı değil...

***

Otel Cennet Koyu’ndaki Mandarin otel... Evlenen dünya sosyetesinden Lübnan’lı bir işadamı olunca, kimse olayı fazla sorgulamıyor ilk anda...Haber, ilk anın sıcaklığıyla kulaktan kulağa sosyal medyada ve geleneksel medyada paylaşılıyor...

PİNK FLOYD O DÜĞÜNDE MİYDİ?..

Televizyonda haber yöneticiliği yaptığım yıllarda, günün hayhuyu sanatçılarla ilgili içinde bir hata yapıldığında, “fanların gösterdiği aşırı tepkiyi”, anlayamaz;

-“Bu fanlar niye bu kadar aşırı tepki gösteriyorlar?.. Alt tarafı istenmeden yapılan bir hata... Düzeltiriz olur biter... Herhalde sevdikleri ‘star’larına özel bir garezimiz yok... Bu kadar alınganlık göstermek niye?..” diye düşünürdüm...

***

O günlerde “fan”ların gösterdiği tepkiyi anlayamayan ben, tipik bir “Pink Floyd fan”ı olmadığım halde, Pink Floyd’a duyduğum saygıdan, parçalarına duyduğum sevgi ve empatiden mütevellit, korkunç bir şoka uğruyorum...

***

-“Nasıl olur?.. Nasıl olur?..” diye haykırıyorum...

-“Pink Floyd nasıl Lübnanlı milyarder bir işadamının üç gün üç gecelik Alaaddin’in Sihirli Lambası benzeri bir masal düğününün mezesi ve şarkıcısı olabilir?..”

O Pink Floyd ki; Ortadoğu masallarının çok ötelerinde; The Wall albümüyle, Another Brick In The Wall parçasıyla, dünyanın köhnemiş eğitim sistemini sorgulayan; Savaş karşıtı albümüyle dünyada bir numaraya çıkan; Gelmiş geçmiş zamanların en devrimci rock grubu olmayı sonuna kadar hak eden bir dünya efsanesi...

MİLYARDER; PİNK FLOYD’U RAHAT BIRAK...

We don’t need no education...

(Eğitiminize ihtiyacımız yok)

We don’t need taught control...

(Düşünce kontrolünüze ihtiyacımız yok)

No dark sarcasm in the classroom...

(Sınıflardaki karanlık küçük düşürmelere hayır...)

Hey teacher leave the kids alone...

(Hey öğretmen çocukları rahat bırak...)

All in all you’re just another brick in the wall...

(Hepsi hepsi, duvardaki bir tuğladan ibaretsiniz...)

***

Bu parçanın efsanevi grubunun...

Hayatta protest olmanın vazgeçilmez gururunu yaşatan topluluğun;

Birey olmanın farklılığını;

Kendi içinden geldiği gibi hareket etmenin protest felsefesini müzikleştiren rock efsanesinin...

Bizlere yaşadığımız 40 yıllık gençliğimizin, temel ilhamını veren parçanın bestecileri ve solistlerinin;

***

Bodrum ne kadar zenginleşirse zenginleşsin...

Milyarder işadamları Alaaddin’in Sihirli Lambasına layık ne düğün yaparlarsa yapsın...

Milyarlık yatlar, Bodrum’un hangi koyuna ve oteline demirlerse demirlesin...

***

“Hey teacher leave the kids alone” parçasının efsanevi grubu buralarda şarkı söylemez...

“Hey The Bilionere...

Leave The Pink Floyd alone...”

Hey Milyarder...

Pink Floyd’u rahat bırak...

Yazının devamı...

Yanlış hissedemezsin...

“Yanlış düşünebilir...

Yanlış anlayabilir...

Veya yanlış yapabilirsin...

Ama yanlış hissedemezsin...”

***

Hayatımın temel şiarını bu cümledeki kadar veciz; bu tümcedeki kadar yalın, bu sözcüklerdeki kadar berrak, bu ifadelerdeki kadar sarih; ifade edilebileceğini düşünmüyorum...

***

Tanıştığım insanlar benim akıllı olduğumu düşünüyorlar... Oysa ben farkındayım ki; ben akıllı bir insan değilim...

Akıllı insan kararlarını akılla alır... Hiçbir kararımı aklımla almıyorum ben...

***

Alacağım kararın artılarını eksilerini düşünmüyorum... Artılarla eksilerle zerrece ilgilenmiyorum... Kararlarımı “aklıma göre değil, hislerime göre” alıyorum... Hislerim neyi söylüyorsa; insanlarla ilgili görüşlerim, olaylarla ilgili düşüncelerim, durumlarla ilgili tavırlarım o şekilde belirleniyor...

GAZETECİLİK KARARIM...

Yanlış yapma olasılığımın hiç az olmadığını biliyorum... Fakat yanlış yapmayla zerrece ilgilenmiyorum... Hislerim neyi söylüyorsa, onu yapıyor... Yaptıklarımın yanlış olduğunu düşünmüyorum...

***

Duygularımın hissettiğini yaptığımdan, sonraları zerrece pişmanlık duymuyorum... Gazeteciliği seçtiğimde; varolan bütün olasılıklar ‘beş parasız bir meslek seçtiğim ve çulsuz bir adam olarak hayatımı sürdüreceğim’ yönünde şekilleniyor...

***

Ancak ben olasılıkların değil, hislerimin beni götürdüğü yere gidiyorum... O sırada “gazetecilik yapmak istiyorum...”

Öyle yapıyorum...

AŞK HAYATIM...

Aşık olduğum, aşk yaşadığım kadınların araştırmasını yapan, yeni kadınlar bana; “Aşk yaşadığım kadınlar arasında hiçbir ortak nokta bulamadıklarını” söylüyorlar...

Doğru söylüyorlar...

Ne boyları, ne posları, ne fiziksel, ne sosyal, ne karakter boyutları, ne CV’leri, ne seviyeleri birbirine benziyor aşık olduğum kadınların...

***

Aşk hayatımdaki kadınların arasındaki farklılıklar; Aşkları zerrece bir hesap... Zinhar bir plan... Allah yazdıysa bozsun; Bir kurmaca üzerine inşa etmediğimi gösteriyor...

***

Bulunduğum hayatlarda ve sektörlerde; “Reklam aşkları yaşanıyor... Reklam birliktelikleri hatırı sayılır oranda varlık gösteriyor...” Bana sormadan geçmiyorlar; -“Reklam birlikteliği mi bunlar?” diye nabız yokluyorlar...

***

Oysa; ben biliyorum ki; “Yanlış düşünebilirim... Yanlış anlayabilirim... Yanlış yapabilirim... Ama yanlış hissetmem...” Onun için ne hissediyorsam onu yaşıyorum.

MANEVİ KIZIM...

Bir aşk ilişkisinin, sonunda manevi kızım hayatıma giriyor... Yine aynı terane, aynı koro tarafından aynı perdeden seslendiriliyor:

“Kızımla ilişkim; bir reklam ilişkisi olarak” lanse ediliyor...

***

Yunanlıların dediği gibi, bunu söyleyenlere acı (yamuk) bir gülümseme fırlatıyorum... Kızım birkaç gün önce 15 yaşına basıyor...

Onun 15 yaşına kadarki her döneminde bulunmaya çalışıyorum... Oysa annesinden ayrılalı, 12 yıl oluyor...

12 yıldır, bütün gözlerden uzakta, resimlerden, fotoğraflardan olabildiğince ırakta, hafta sonlarını ve annesinin izin verdiği ölçüde tatillerini, kızımla bir arada geçirmeye çaba gösteriyorum... Onu bir hesap... Bir reklam... Bir pazarlama... Bir marka yönetimi olan görenlerin zavallılığında;

“Hayatımın en büyük hazinelerinden birinin; manevi kızımın adım adım büyümesinin mucizesini yaşıyorum...”

HAYATIN ACITAN SAHİCİLİĞİNDE...

Biyolojik çocuklarım dünyaya geldiği ilişkim esnasında, “birlikteliğimin, gerçek değil, planlı olduğu”, iftirası atılıyor...

***

Ayrılığımda ve sonrasında yaşadığım mecra, dört yıldır her dakikasında yanlarında bulunarak büyütmeye çalıştığım çocuklar, hayatın acıtan sahiciliğini yüzüme vururken, “sahici yaşamımın, hissettiğin şekilde davranmanın” mucizevi mutluluğunu bana tattırıyor...

***

O zaman fark ediyorum ki;

Hayatımda zamanında gazeteciliği her şeyiyle sahici... Televizyonculuğu bütünüyle hissi... Aşklarımı her şeyiyle kalbi... Çocuklarımı ve ailemi sadece duyguyla yaşıyorum...

“Yanlış düşünebilirim...

Yanlış anlayabilirim...

Yanlış yapabilirim...

Ama yanlış hissetmem...”

KALBİMİN ŞEKLİ...

En sevdiğim parça neden acaba “Shape Of My Heart”...

Türkçesiyle “Kalbimin Şekli...”

***

He deals the cards as a meditation

And those he plays never suspect

He doesn’t play for the money he wins

He doesn’t play for the respect

He deals the cards to find the answer

The sacred geometry of chance

The hidden law of probable outcome

The numbers lead a dance

***

I know that the spades are the swords of a soldier

I know that the clubs are weapons of war

I know that diamonds mean money for this art

But that’s not the shape of my heart

***

He may play the jack of diamonds

He may lay the queen of spades

He may conceal a king in his hand

While the memory of it fades

***

I know that the spades are the swords of a soldier

I know that the clubs are weapons of war

I know that diamonds mean money for this art

But that’s not the shape of my heart

That’s not the shape, the shape of my heart

***

And if i told you that i loved you

You’d maybe think there’s something wrong

I’m not a man of too many faces

The mask i wear is one

Those who speak know nothing

And find out to their cost

Like those who curse their luck in too many places

And those who smile are lost

***

I know that the spades are the swords of a soldier

I know that the clubs are weapons of war

I know that diamonds mean money for this art

But that’s not the shape of my heart

That’s not the shape of my heart.

KALBİMİN ŞEKLİ

Kağıtları bir meditasyon olarak dağıtıyor

Ve onlarla oynarken hiç şüphe etmiyor

Kazandığı para için; oynamıyor

Saygı için oynamıyor

Kartları cevabı bulmak için dağıtıyor

Şansın kutsal geometrisi

Muhtemel sonucun gizli kanunu

Sayılar bir dansa öncülük ediyor

***

Biliyorum ki maçalar bir askerin kılıçları

Biliyorum ki sinekler savaş silahları

Biliyorum ki karolar bu sanat için para demek

***

Ama hiçbiri kalbimin şekli değil

Karo valesini oynayabilir

Maça kızını serebilir

Elinde bir papaz gizleyebilir

Onun hatırası solarken

***

Biliyorum ki maçalar bir askerin kılıçları

Biliyorum ki sinekler savaş silahları

Biliyorum ki karolar bu sanat için para demek

***

Ama hiçbiri kalbimin şekli değil

Hiçbiri kalbimin şekli, kalbimin şekli değil

Ve eğer sana seni sevdiğimi söyleseydim

Bir şeylerin ters gittiğini düşünebilirdin

***

Ben çok yüzü olan biri değilim

Taktığım maske bir tane

Konuşanlar hiçbir şey bilmiyor

Ve hayatları pahasına öğreniyorlar

Çok fazla yerde şanslarını lanetleyenler gibi

Korkanlar kayboldular şimdi

***

Biliyorum ki maçalar bir askerin kılıçları

Biliyorum ki sinekler savaş silahları

Biliyorum ki karolar bu sanat için para demek

Ama hiçbiri kalbimin şekli değil

Hiçbiri kalbimin şekli, kalbimin şekli değil.

Yazının devamı...

'Eğer kızınız size sık sık küsüyorsa...'

“Sizin attığınız her adım, ağzınızdan çıkan her güzel söz bizim bütün hayatımızı şekillendiriyor... Kızlar ya babalarına inat yaşar, ya da onların takdirini toplamak için... Hangisi olacağına siz karar verin...” diyor; Her Gün 1 Yeni Bilgi portalında yazan uzman kadın...

***

Devam ediyor:

“Annemizle ve diğer kadınlarla olan ilişkiniz, bizim ilerde erkeklerle kuracağımız ilişkinin seyrini belirliyor...”

***

“Eğer kızınız size sık sık küsüyorsa, hatta küsse ve konuşmuyorsa, sebep; kızınızın şımarıklığı değil, ona yeterince değerli olduğunu hissettirmemeniz oluyor...”

***

“Kızınızın güçlü, kendine yeten özgüvenli bir kadın olmasını istiyorsanız, ona saygı duymanız, fikirlerine kulak vermeniz, kararlarını kabullenmeniz gerekiyor...”

***

“O gıcık kaptığınız, asla yanımıza yaklaştırmadığınız adam var ya...

İşte o adam öyle ya da böyle bir yerinden size benziyor... Benden söylemesi...” diyor...

İKİ KIZIMLA TATİLDE...

İki gün önce, yaz için bulunduğumuz Bodrum’a Ayşe Nazlı da geliyor...

Önceki sabah, oğlum ve iki kızımla aynı odada uyanıyorum...

Sabahın erken saatleri...

Hepsi mışıl mışıl uyuyorlar...

***

Uzunca bir süre onları seyrediyorum...

Her biri benim hayatımın değişik merhalelerini... Yaşadığım sevgileri, aşkları, kadınları, duyguları ve olayları sembolize ediyorlar...

***

Onları seyrederken; “ne kadar çok şey yaşamış olduğumu” düşünüyorum...

Hayatın bana getirdiği mucizelerin bir kez daha farkına varıyorum...

Sabah uyandığımda gördüğüm ve yaşadığım bu tablonun hiçbir tarafını “planlamadığımı, hesaplamadığımı, hayatın beni savururken ayakta tuttuğunu, ayakta kalmaya çalışırken mucizelere taşıdığını” fark ediyorum...

***

Biri müzisyen, diğeri oyuncu ülke çapında iki kadından, üç çocukla babaları olarak; sabah güne uyanmak, inanılmaz bir duygu...

Artık büyüdükleri için çocuklar, dört kişilik mini bir aile halinde yaşadığımız yeni hayatın, gerektirdiği yeni ihtiyaçları yerine getirmeye uğraşıyorum...

***

Onun için babalara yönelik; “Sizin attığınız her adım, ağzınızdan çıkan her söz, biz kızların bütün hayatımızı şekillendirir... Kızlar ya babalarına inat yaşar... Ya da onların takdirini toplamak için... Hangisi olacağına siz karar verin...” yollu uyarıları can kulağıyla dinliyorum...

ERKEKLERLE ANLAŞAMAYAN KADINLARIN SIRLARI...

Bir süre önce, kadınlarla ilgili bugüne kadar fark edemediğim bir gerçeği, buluyorum...

Annesi ve babası ayrı olan, ya da annesiyle babası çatışma halinde olan kız çocukları, anneye yakınlarsa, ilerki hayatlarında “beraber oldukları erkeklerle mutlaka ağır sorunlar yaşıyorlar...”

***

Kocasıyla sorun yaşayan, kocasını artık sevmeyen, ona kızgınlık duyan anneler, kız çocuklarına elde olmadan, “kendi duygularını empoze ediyorlar...”

***

-“Baban şöyle; baban böyle... Erkekler şöyle olurlar... Erkekler böyle olurlar...” gibi öğreti ve telkinleri kızlarının yanında yapan anneler, ilerde “kendi kızlarının geleceklerini bilmeden mahvediyorlar...”

***

Anneler bu sözleri, kendi kocaları ve kızlarının babalarına duydukları kızgınlıktan ötürü söylüyorlar...

Ancak bu empoze fikirler, genç kızların bilinçaltına işleniyor... Genç kızların bilinçaltları, anne okumasıyla “baba”yla ilgili olumsuz düşünceler biriktiriyor...

Baba hakkında anneden ve çevresinden duyulan olumsuz düşünceler genç kızları, gelecekte kendi erkeklerine karşı bilinçaltlarında; aynı negatif düşünceleri besleme sonucunu doğuruyor...

***

Annesi babasıyla sorunlu olan genç kızlar, kendi geleceklerinde “kocaları ya da sevgilileriyle” ağır sorunlar yaşıyorlar... Bilinçaltları; onlara karşılarında gördükleri erkeğin, “güvenilmez, ne yaptığını pek bilmez, her an kadını yarı yolda bırakabilecek, çocuğunu fazla önemsemeyecek” birisi olarak görünmesini tetikliyor...

***

Anneden; kendi babaları üzerinden; erkeklerle ilgili bu düşünceleri alan genç kız bilinci, bunu bir ezber olarak kendi istikbalinde; yürürlüğe koyuyor...

Genç kızların hayatı; babalarıyla çatışan anne figürünün, erkek hakkındaki olumsuz empozeleriyle berbat oluyor...

İleride bu durumun telafisi pek mümkün görünmüyor...

ASLA ASLA DEMEMEYİ İNSAN ÇOCUK SAHİBİ OLDUKTAN SONRA ÖĞRENİR...

Bu gerçeği fark edince, iki maddeye özel bir önem atfediyorum...

“Eğer kızınız size sık sık küsüyorsa, hatta küsse ve konuşmuyorsa sebebi kızınızın şımarıklığı değil, ona yeterince değerli olduğunu hissettirmemeniz oluyor...”

Birinci önem verdiğim önerme bu...

***

İkincisi de şöyle:

“Kızınızın güçlü, kendine yeten, özgüvenli bir kadın olmasını istiyorsanız, ona saygı duymanız, fikirlerine kulak vermeniz, kararlarını kabullenmeniz gerekiyor...”

***

Hepsinden önce, “çocukların anneleriyle iletişimin sağlam ve düzgün olması gerekiyor...”

Geçen gün, henüz evlenmemiş ve çocuk sahibi olmamış 35 yaşlarında bir genç kadınla sohbet ediyorum...

Yanında aynı yaşlarda anne olan bir kadın daha bulunuyor...

***

-“Benim çocuklar konusunda prensiplerim var ve asla değişmezler...” dediği zaman ona şöyle söylüyorum...

-“Çocukların hayatta ebeveynlere öğrettiği ilk gerçek, esnek olmayı göstermeleridir... ‘Asla asla dememeyi’ insan çocuk sahibi oluktan sonra öğrenir...

Hayatımda birçok aşk yaşadım... Sevgililerim oldu... Ama iki kadın hayatımdan hiçbir zaman gitmeyecek ve ben hep onlarla yaşayacağım... Onlar benim çocuklarımın anneleri... Çocuklarım varoldukça anneler de hayatımda olacaklar...

Hayat bir kadından ayrıldıktan sonra, o kadınla yakın bir düzlemde yaşamayı, çocukların üzerinden öğretecek insana...”

Yazının devamı...

Hırs üzerine...

Anlamsız hırs; aslanı fare yapan bir kapandır...

(Dr. Ivy)

***

Hırs yelkenleri dolduran bir rüzgârdır, asla yön belirlemez...

***

Hırs ve para düşkünlüğü, belki de bütün diğer ihtiraslardan daha fazla suç sebebidir...

(Aristoteles)

***

Hırs ile mutluluk, birbirlerini hiç görmezler...

(B. Franklin)

***

Hırs ve tamahın başladığı noktada, saf duygular sona erer...

(Balzac)

NİCE BALIKLAR HIRSLARI YÜZÜNDEN OLTAYA TAKILDILAR... (MEVLANA)

Nice balıklar vardır ki, su içinde her şeyden eminken; boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur...

(Mevlana)

VİCDANINI HIRSTAN KORU... (HAZRETİ MUHAMMED)

Vicdanını, hırstan koru...

(Hazreti Muhammed)

***

İnsanlar büyük hırslar gütmeseler, küçük şeylerle mutlaka mesut olurlar...

(Fitzgerald)

***

İnsanoğlu kocar da onda iki huy; hırs ve tûl-i emel gençleşir...

(Hazreti Muhammed)

HIRS VE GÖKKUŞAĞI...

Hırs ve tamahın başladığı noktada, saf duygular sona erer...

(Balzac)

***

Hırsların sonuna erişmek, gökkuşağının ucuna erişmeye benzer; Biz ulaşırken, onlar kaçıp gider...

(R. Browning)

***

Yanık olur eski sacın yufkası, yırtık olur tamahkârın çuhası...

(Atakan Korkmaz)

***

Hırs göstererek arzulayan; kaybetmeye, şükrederek arzulayan da kazanmaya mahkumdur...

(M. Bozdağ)

TAMAHKARLIK FAKİRLİKTİR... (HAZRETİ ÖMER)

Hırslı mahrum kalır, cimri kötülenir, kıskançlıkta insan üzülür...

(Hz. İbrahim)

***

Tamahkârlık fakirliktir, kanaat ise servettir...

(Hz. Ömer)

***

Hırs, başarısızlığın son sığınağıdır...

(Paul Klee)

***

İnsanların hırsı ve tamahı, mesut olmamalarının tek sebebidir....

(Fenelon)

Hırs yelkenleri dolduran bir rüzgârdır, asla yön belirlemez..

***

İnsanoğlu kocar da onda iki huy; hırs ve tûl-i emel gençleşir...

(Hz. Muhammed)

***

Hırs gelir göz kararır, hırs gider yüz kızarır...

(Voltaire)

***

Hırs, bir sandalın yelkenini şişiren rüzgara benzer; fazlası gemiyi batırır, azı da gemiyi olduğu yerde tutar...

(Voltaire)

HIRS VE GÖKKUŞAĞI...

Biri ilmin hırslısı, diğeri de malın harisidir...

Hadis

***

İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, ikincisini ister...

İki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister...

Üç vadi dolusu altını olsa diğerini ister. İnsanoğlunun gözünü, topraktan başkası dolduramaz...

Allah c.c. tevbe edenin tevbesini kabul eder...

Hadis-i Şerif

***

Bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun, o

sürüye verdiği zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın

dinine verdiği zarardan daha büyük değildir...

Hadis-i Şerif

***

Tamahkârlık, şaraptan daha çok aklı baştan alır...

Hz. Ömer (r.a)

***

En hakiki düşmanlarımız kalbimizde yaşayan şu üç şeydir: Hırs, haset ve kıskançlık...

Abdülkadir Geylanî

***

Çok kucaklayan, çok döker...

Atasözü

***

İnsanlar büyük hırslar gütmeseler, küçük şeylerle pekala mesut olurlar...

Henry Lonfeloıv

***

Yoksul, çok şey ister; haris her şeyi...

P. Syrus

***

Hırs gelir, göz kızarır; hırs gider, yüz kızarır...

Atasözü

***

Haris kimse, cihana malik olsa yine aç; kanaatkar bir ekmek ile bile toktur...

Şeyh Sadi Şirazî...

***

İhtirassız insanlar, çok mutludur...

Voltaire

***

Yenilmez düşman, öfke; şifası olmayan hastalık da hırstır...

Muhabbarata

***

Hırs başta karar eyleyince, akıl baştan firar eyler...

Atasözü

***

Köle; bir kimseye köle olur, muhteris ise faydalanacağını umduğu herkesin kölesi olur...

La Bruyere

***

En kaba, bayağı ve göz karartan ihtiras; iktidar hırsıdır...

William Pitt

***

En büyük suçlar, zaruri olanı değil; fazla olanı elde etmek için işlenir...

Aristo

***

Biz sahip olduklarımızı az, sahip olmadıklarımızı çok düşünürüz... Schüpenhaur

***

Karınca, şeker içinde ölür.

Malezya Atasözü

***

“Demiri pas, insanı hırs kemirir. Az tamah, çok ziyan getirir...” Atasözü

***

“Olma aç gözlü ey gönül, gözün aç. Bil ki, aç gözlü olan olmaz tok...”

Edirneli Nazını

***

Gözü tanede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulamaz...

Türk Atasözü

***

İhtiras; doymak bilmeyen bir canavardır. Brachvogel

Yazının devamı...

Kadın her ihtiyacını karşılayacak tek bir erkeği...

Güçlü bir ruha ve yaradılışa sahip kadınlar hele tutkuluysalar başka türlü severler...

Acımasızca severler.

***

Kadın, her ihtiyacını karşılayacak tek bir erkeği ister...

Erkek ise, tek ihtiyacını karşılayacak her kadını...

***

Biri eğer gözlerini senden kaçırıyorsa; emin ol ki o gözlerde sana ait bir şeyler vardır....

***

Sevmek; güzel birinde aşkı aramak değil. O kişide, bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında, kendini bulmaktır...

HER ŞEY ÜSTÜNE ÜSTÜNE GELİYORSA...

Düşün; her şey üstüne üstüne geliyorsa, belki de sen ters gidiyorsundur...

***

İnsan bir şeyi elde etmek için çabalar...

Onu elde edince de bir kenara atar...

Gerçek değerini ise onu kaybedince anlar...

SEVDİĞİMİZ İNSANIN HER YALANINDA BİR DOĞRU...

Ne garip... Sevdiğimiz insanın her yalanında bir doğru; Sevmediğimiz insanın her doğrusunda bir yalan ararız...

***

İnsanların mutluluk kadar felakete de ihtiyaçları vardır...

***

Düştüğünde yanında olan değil, kalkman için elini uzatan dosttur...

Unutma, kötü günde katkısı olmayanın iyi günde hissesi yoktur...

HAYATTA YAPTIĞIN BİR YANLIŞ...

Hayat bir sınavdır ama diğer sınavlara pek benzemez; bazen yaptığın bir yanlış, tüm doğrularını götürebilir...

***

Hayatta hep mutlu olursam, hayalini kuracak neyim kalır?..

***

Konuşarak anlatılmaz her şey, bazen susmak yeter aslında... Unutma; Konuşmak bir ihtiyaç olabilir, ama susmak cevaptır anlayana...

***

Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıkları değil... Yaşanması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklardır...

***

Başkaları için kendinizi unutun o zaman onlar da sizi hatırlayacaklardır...

***

Herkesin yolu ayrı.

BABA EVİNDEKİ HATIRALAR...

Hayatımızda en yüce, en güçlü ve faydalı dayanağımız, ana baba evinden kalma hatıralarımızdır...

***

İster tatlı, ister acı olsun, hatıra insana ızdırap verir...

***

İnsan yaşamayı ve yaşamamayı aynı şey diye kabul ettiği anda özgürlüğe kavuşur...

KADIN VE KILIÇ...

Kadın, her şeyi gören gözü bile aldatır...

***

Kılıcı kınından çekenin kendisi de kılıç altında can verir... Sönmüş dostluklar üzerine dökülen aşılı kin ağacı en öldürücü yemişleri verir...

***

Sevgi ile kin kalpte uzun süre barınamaz...

KORKU YALAN DOĞURUR...

Korku, yalan doğurur... İnsanlar mutsuz olmadıkça başkalarının mutsuzluğunu anlayamaz...

***

Para bir hiçliği bile zirveye konduran yegane yoldur...

***

Sevgi her zaman karşılık görür, kin de...

***

Hiçbir sır yoktur ki herkes duymuş olmasın...

***

Yargıç doğru karar verseydi, belki de suçlu suç işlemezdi...

***

Tabiata karşı işlenen bir suçun öcü, insan adaletinden daha zorlu olur...

BABA...

Büyük insanlar bu dünyada büyük acılar çekmek zorundadırlar...

***

İnsanın aklı çoğaldıkça can sıkıntısı artar...

***

Aşk olduktan sonra saadetsiz yaşanabilir...

***

İnsanların birbirlerini tanımaları için en iyi zaman ayrılmalarına yakın zamandır...

***

Sadece hayat veren değil, hayat verip hak eden, baba adını taşıyabilir...

***

Bir insan ne denli faziletli ise o denli bencildir.

GÖZYAŞI...

Bilim çağımızın en tehlikeli belasıdır... Onun verdiği zararları savaşlar, kıtlıklar, hastalıklar bile veremez...

***

İyi kalpli bir insanın aptallığından daha büyük aptallık olur mu?.. Çocuk, dünyanın en büyük saadetidir...

***

Dilenenin gururu olmaz...

***

Evlenme, boşanma işi sırf kadınların elinde olsaydı, bir tek nikâh sağlam kalmazdı...

Felaket, bulaşıcı bir hastalıktır.

***

Gözyaşları kurur...

(Dostoyevski)

DOSTOYEVSKİ’NİN YAZDIĞI VİCDAN AZABI...

Hayatın içinde, insanlara kötülük yapan, onların yaşamlarını altüst etmeye çalışan insanları gördüğümde, hep Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanı aklıma gelir... Dünya edebiyatının ön önemli romanlarından biridir Suç ve Ceza...

***

Raskolnikov Rusya’nın St. Petersburg şehrinde hukuk fakültesinde okuyan başarılı bir öğrencidir...

Fakir olduğu için hayatını ve öğretimini devam ettirmekte oldukça zorlanır ve hukuk fakültesini bırakmak zorunda kalır...

Yaşadığı hayat iç dünyasında kalıcı zararlar vermeye başlar ve kendi içinde birçok çelişkiye düşmeye başlar...

***

Okumak için geldiği St. Petersburg şehrinde oturduğu evin kirasını ödeyemez...

Yakınlarda bulunan hiç kimsenin sevmediği tefeci bir kadına giderek saatini satar... Karşılığında aldığı para ile de meyhaneye gider...

Bir taraftan içerken diğer taraftan meyhanedeki insanların hayatları içini daha da karartır...

Fakirler ile zenginler arasında acımasız ayrıma bir anlam veremez...

***

Raskolnikov ruhundaki çatışmalara daha fazla dayanamaz ve içindeki şeytana kulak vererek eline bir balta alır ve tefeci kadının evine gider...

Baltayı kadının kafasına indirerek onu öldürür...

Tam bu sırada yaşlı kadının kız kardeşi gelir ve Raskolnikov görgü tanığı olduğu için onu da öldürmek zorunda kalır... Tefeci kadının kötülüğünün yanında bir masumun ölmesi pek önemli değildir...

Birkaç altın alarak oradan hızla uzaklaşır...

***

İşlediği cinayet sonrası Raskolnikov’un durumu daha da kötüye gider...

Bir zamanlar iç çelişkiler yaşamasına neden olan şeytan ortadan kaybolmuş fakat ondan daha da kötü olan vicdan azabı gelmiştir...

Duyduğu pişmanlıklar ve iç çekişmeler Raskolnikov’u iyice bitkin düşürür ve hastalanır... İmdadına en yakın arkadaşı olan Razumikin yetişir...

Ona destek olur, doktor bulur ve elinden gelen her şeyi yapar...

***

Raskolnikov’un kötüye giden durumuna bir de şüphecilik ve korku eklenir. Sürekli birilerinin onu izlediğini düşünür... Cinayeti birilerinin gördüğü yada en azından onun yaptığını bildiğini düşünür...

Bu tedirginlik onun durumunu daha da kötüye sürükler... Raskolnikov bu duruma daha fazla dayanamaz ve işlediği cinayeti Sonya’ya anlatır...

Ardından polise teslim olur ve cezasını çekmek üzere hapse gönderilir...

Yazının devamı...

Bodrum buluşması...

Oturduğum masa; Ferzan Özpetek’in filmlerindeki İtalyan yemek masalarını andırıyor...

Uzun dikdörtgen masanın etrafında; beş kız; bir erkekten oluşan altı eski sınıf arkadaşı, kocalar, arkadaşlar, 20 yaşına gelmiş çocuklar, koyu bir sohbetin içindeler...

***

40 yıl önceki TED Koleji sınıfının “Bodrum Buluşmaları”nın ikincisi, bu kez sınıfın kızlarından birinin Bodrum’da evinde yapılıyor...

Masa; Ferzan Özpetek’in filmlerinden fışkıran bi İtalyan masası gibi...

Bir ara herkesin birbirine bir şeyler söylemekte olduğunu fark ediyorum...

***

Masayı “İtalyan filmlerinin dekoru haline getiren” esas özellik; oturanlar arasında “samimiyetsiz herhangi bir duvarın esamesinin okunmadığı sıcak bir sohbetin arenası olması...”

-“Çehov’un Sovyet Devrimi öncesi anlattığı Beyaz Rus öykülerin sıradan kahramanları gibiyiz...” diyorum onlara...

BATILI MİSYONER OKULLARI KARŞISINDA, BİR CUMHURİYET MODELİ... TED KOLEJİ...

Masada bulunan çekirdek sınıf kadrosu; Türk Eğitim Derneği tarafından kurulan Ankara Kolej’inin mezunları...

Kolej’i başka okullardan ayıran iki özellik var...

Birincisi; o yıllarda Batı’lı dilde yoğun eğitim veren nadir okullardan birisi olması...

İkincisi; bu yönde eğitim veren diğer okullardan onu ayıran daha temel bir fark...

TED Koleji yabancı dil eğitimini yoğun veren ve direkt Amerikan, Fransız, İngiliz, İtalyan, Alman, Avusturya menşeili okullarından birisi değil...

***

Cumhuriyetin kuruluş ideolojisinin egemen kılındığı, şiar haline getirildiği, “Cumhuriyet’in Batı’lı yüzünü göstermeye yönelik; Cumhuriyet kimliğini batılı dille eğitimle birlikte sentezleyen bir öğrenci profili yetiştirmeye yönelik” bir okul...

Sınıf arkadaşları; kendi okudukları okullarıyla yetinmiyor çocuklarını da zaman içinde aynı okula kaydediyorlar...

***

Herkesin birbirinden habersiz çocuklarını kendi mezun olduğu Kolej’e göndermesindeki “benzerlik”;

Okulun, Cumhuriyet ideolojisiyle bezenmiş, Batılı dilde eğitim yapan kimliğinin, mezunların beyinlerine ve ruhlarına ne derece nakşolmuş olduğunun belirgin bir göstergesi...

***

Masayı; Çehov’un Sovyet’lerdeki Bolşevik ihtilali öncesi Beyaz Rus karakterlerin yer aldığı öykülerine benzetmemdeki temel neden bu...

Masadakiler, koyu bir sohbetin göbeğinde, daldan dala konarlarken, diğer yandan AKP-CHP koalisyon görüşmelerinin akibetini merak ediyorlar...

KOLEJ’LİLERDE AKP-CHP KOALİSYONU ARZUSU...

İçlerinde CHP’ye oy verenler çoğunlukta... AKP’ye oy verenler de var...

Son seçimlerde HDP’ye oy verenlerin olduğunu da fark ediyorum...

Muhtemelen MHP’ye oy verenler de mevcut...

***

Ancak temel mesele hangi partiye oy verdikleri değil...

Toplum içinde gittikçe “azınlığa düştüklerinin” farkındalar... Masadaki herkes farkında bu gerçeğin...

Toplumsal kültür muhafazakarlaşıp, Türkiye Batı’dan gün geçtikçe uzaklaşıp, Ortadoğu coğrafyasının temel taşlarına oturdukça, masadaki kültürel doku; kendisini “yalnız, öksüz ve vatansız” hissediyor...

***

Önü alınamayan, yeni dünya düzeninin muhazafazakarlaşan ve yeni rollere ihtiyaç duyan coğrafyası, TED Koleji’nin 76 mezunlarının payına bu kültürel izdüşümünü yaşatıyor...

***

Büyük çoğunluğu bir umut AKP-CHP koalisyonun gerçekleşmesini istiyor...

Arada bir televizyona gidip, son dakika haberlerini almaya çalışmalarının altında bu neden yatıyor...

KOLEJ’Lİ YAŞAM BİÇİMİ...

Fark ediyorum ki; son 13 yılın toplumsal ve siyasal konjonktüründe, bir zamanların “egemen kültürünün abidesi Kolej’liler” çoktan kayboluyor, yerine “kendi kurdukları bir ‘adada’ yaşam tarzlarından ve kendilerinden taviz vermeden yaşamaya çalışan azınlık insanlar geliyor...

***

Yaşadığım gecenin; Ferzan Özpetek’in filmlerindeki İtalyan masalarını andırmasının altında, bir Kolej sınıfının 40 yıl geçse de, eskimeyen dostluğunun ötesinde, gittikçe azalmaya yüz tutan bir yaşam biçiminin paydaşlığı var...

KOLEJ VE MUHAFAZAKAR EĞİTİM VEREN OKULLAR

Onlara hiç beklemedikleri bir haber veriyorum;

-“Bizim TED Koleji; Türkiye’nin dört bir yanında açıldı, açılıyor...” diyorum...

-“70’den fazla şubesi olacak okulun...

Sadece İstanbul’da üç tane TED Koleji var...

Bodrum’da bile açıldı...

Artık Bodrum’da yaşayıp, çocuğumuzun TED Kolej’inden mezun olduğunu görebiliriz...

Azalıyor gibi yaşam tarzı olarak...

Ancak devlet ikili bir sistem geliştiriyor...

Muhafazakar eğitim veren okulların sayılarındaki artışa paralel olarak bizim okul da her yerde şube açıyor...

Türkiye çapında bütün illerde okul açan bir örgütlenmeye gidiyor...

Sanıyorum bu devletin bildiği; planlı bir örgütlenme...

Moral bozmaya gerek yok...

Yaşam devam ediyor... Kolej yaşamaya devam ediyor... Temsil ettiği yaşam biçimine ait mezunları ve gençleriyle...”

MODERN FOLK ÜÇLÜSÜ VE DOSTLUĞA DAVET...

Ev sahibesi;

-“Oğlum bir Modern Folk Üçlüsü koysan kasete de dinlesek...” diyor...

-“Hep beraber...”

Modern Folk Üçlüsü...

Kolej’li bir diş doktoru mezunuyla iki arkadaşının, buram buram Batılı bir Cumhuriyet kokan unutulmaz triosu...

O kaset; o sırada kasetçalara konuyor mu konmuyor mu fark etmiyorum...

Kaset çalıyor mu çalmıyor mu ayrımına varamıyorum...

***

Ancak içimde Modern Folk Üçlüsü çalmaya ve söylemeye başlıyor: 1978 yılında Nükhet Duru’yla Eurovision sarkı yarışmasında söyledikleri şarkı içimde yankılanmaya başlıyor:

Dostluğa Davet o şarkının adı...

-“Dur dur yetişir bunca keder elem...

Dostlar kenetlensin şimdi bu eller...

İçimizde bir sevinç bir umut var...

Şarkımızda dostluğa bir davet var...

Size size size sesleniyoruz...

Lay lay liri liri lay lay lom...”

Yazının devamı...

'Erkek bedeninin yükünü üstünde arzulayan kadın...'

“Ağırlık gerçekten nefret edilesi, hafiflik ise göz kamaştırıcı mıdır acaba?.. Yüklerin en ağır olanı ezer bizi... Onun altında eziliriz, çöker kalırız...

Bizi yere yapıştırır bu ağırlık...

***

Öte yandan tüm çağlarda yazılan aşk şiirlerinde, kadın; erkeğin bedeninin ağırlığı altında ezilmeyi özler...

O halde yüklerin en ağırı aynı zamanda yaşamın sağladığı en şiddetli doyumun imgesidir...

***

Yük ne kadar ağır olursa, yaşamlarımız o kadar yaklaşır yeryüzüne... Daha gerçek ve daha içten olur...

***

İşi tersten ele alırsak, bir yükten mutlak biçimde yoksun kalmak; insanoğlunu havadan hafif kılar; Göklere doğru kanat açar insan...

***

Bu dünyadan ve dünyasal varlığından ayrılır, yalnızca yarı yarıya gerçek olur...

Hareketleri; önemsizleştiği ölçüde özgürleşir...

Hangisini seçmeli o halde?.. Ağırlığı mı, hafifliği mi?..

SEVGİLİYLE OLMAK MI İYİ, YALNIZ KALMAK MI?...

Ne istediğini bilememenin aslında son derece doğal olduğunu anlayıncaya kadar kızdı kendine Tomas...

Sadece bir tek hayat yaşadığımız için; bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; Bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz...

***

Tereza’yla olmak mı daha iyiydi, yalnız olmak mı?..

Karşılaştırma fırsatı olmadığı için hangi kararın daha iyi olduğunu sınamanın yolu yoktu...

Olaylar nasıl gelişirse öyle yaşıyoruz...

Önceden uyarılmaksızın...

Rolünü ezberlemeden sahneye çıkan bir tiyatro oyuncusu gibi...

***

Yaşam öncesi ilk prova; yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın?..

Yaşamın hep bir taslak olması bundandır işte...

BİR KADINLA SEVİŞMEK VE BİR KADINLA UYUMAK ARZUSU...

Şu sonuca vardı Tomas:

Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur...

sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular...

Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) göstermez kendisini... Uykuyu paylaşma arzusunda duyurur ve tek bir kadınla sınırlı olan bir arzudur...

AŞKIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI...

“İçinde yaşadığı yeri terk etmek isteyen kişi mutsuz kişidir...”

***

Tereza’nın, arkadaşı Z.’yi değil de kendisini sevmiş olmasının sadece şans eseri olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu...

Tomas’a duyduğu, birleşmeyle sonuçlanan aşkın dışında, olasılıklar düzleminde, öteki erkeklere yönelik sonsuz sayıda birleşmeye dönüşmemiş aşk vardı...

***

Hepimiz yaşamımızın en büyük aşkının hafif, ağırlıksız bir şey olabileceği düşüncesini yekten reddederiz;

***

Aşkımızın ‘dört dörtlük’ olması gerektiğini, onsuz yaşamımızın hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını varsayarız...

ANNE VE ÖZVERİ...

Tereza onun söylediklerini dinler ve anne olmanın yaşamdaki en büyük değer, anneliğin ise büyük bir özveri olduğuna kanaat getirirdi. Eğer anne, ‘özveri’nin cisimleşmiş haliyse, o zaman kız çocuk da onarılması mümkün olmayan ‘kabahat’ti demek ki...

RASTLANTININ GÜCÜ...

Raslantıların, sadece raslantıların söyleyecek bir sözü vardır bize...

Gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir...

Sadece raslantılar bir şeyler söyler bize...

DÜŞME KORKUSU...

Gözü ‘daha yükseklerde bir yerde’ olan herkes günün birinde gözünün kararabileceğini, başının döneceğini hesaba katmalıdır... Nedir göz kararması, baş dönmesi?..

Düşme korkusu mu?..

Gözetleme kulesinin sapasağlam trabzanları da olsa bu korkuya kapılırız; neden?

***

Yok, gözün kararması düşme korkusundan farklı bir şey...

Bizi çağıran, bizi kışkırtan, altımızdaki boşluğun sesidir göz kararması; düşme arzusudur... Bu arzunun karşısında dehşete kapılır, kendimizi korumaya çalışırız...

SAVUNMASIZ AŞK...

Güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca...

Güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar.

Franz için aşk kendini eşinin merhametine bırakmayı özlemek demekti...

***

Bir savaş tutsağı gibi teslim olan kişi aynı zamanda silahlarını da bırakmak zorundaydı...

Gelebilecek darbeye karşı daha baştan savunmasız olduğu için de darbenin ne zaman geleceğini merak edip durmaktan kendini alamazdı... Franz için aşk sürekli bir darbe bekleyişi idi...

POLİGAMİK ERKEKLER İKİ TÜRLÜDÜR

Oysa Sabina’nın içine girdiği an gözlerini kapıyordu...

Tüm bedenini kaplayan zevk, karanlığı gerektiriyordu, o karanlık anı, kusursuz, düşüncesiz, görüntüsüzdü; o karanlık anı sonsuz, sınırsızdı; o karanlık her birimizin içinde taşıdığı sonsuzdu...

***

Çok sayıda kadının peşinde koşan erkekleri rahatlıkla iki kategoriye ayırabiliriz...

Bazıları bütün kadınlarda kendi öznel ve değişmez kadın düşlerinin gerçekleşmesini beklerler...

Ötekiler ise nesnel kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini ele geçirme isteğiyle davranırlar...

MUTLULUK TEKRARLANMAYA DUYULAN ÖZLEMDİR...

İnsanoğlunun bütün bahtsızlığı şurada yatıyor...

İnsan zamanı; bir döngü izlemiyor; Onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor...

***

İnsan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir...

Evet, mutluluk tekrarlanmaya duyulan özlemdir, dedi Tereza kendi kendine...

AŞKLAR İMPARATORLUKLAR GİBİDİR

Aşklar da imparatorluklar gibidir; Üzerine dayandırıldıkları düşünceler un ufak olduğunda, onlar da silinir gider...

CENNETE DUYULAN ÖZLEM...

Cennete duyulan özlem insanın insan olmaya duyduğu özlemdir...”

(Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği... Milan Kundera)

VAROLMANIN İÇİMDEKİ DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ...

Kolej’in son iki yılındaki sınıf arkadaşlarımla geçen hafta buluştuğumda; yaşamımın My Way (Kendi bildiğim gibi) biçiminde özetlenecek hayatının, lise ikinci sınıfı bitirdiğim 1975 yazından itibaren başladığını fark etmiştim...

***

40 yıldır süregelen, kendi yolunda gitme mecramın önemli duraklarından birisiydi Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği romanı ve filmi... Kundera Nobel alan bu romanı 1982 yılında yazdı...

1988 yılında film Philip Kaufman’ın yönetmenliğinde vizyona girdi...

***

Tomas isimli poligamik, çapkın, genç bir Çek doktorun, 1968 Çekoslovakya’sındaki hayatını konu alıyordu film...

Doktorun hayata ve kadınlara yönelik beşeri arzularına karşın, Sovyetler’in Çekoslovakya’ya ihraç etmeye çalıştığı “radikal komünist rejime” karşı, insancıl duruşunun; başına açtığı belaları konu alan bir roman ve filmdi...

***

Genç doktorun, hayata ve kadınlara karşı duyduğu poligamik yaşam arzusuyla, genç bir kadına hissettiği saf aşk arasında kalan, bitmek bilmeyen ikilemi, insanı sonsuz çelişkiler içinde bırakıyordu...

***

Keza hayata ve kadınlara karşı duyduğu yaşam şehvetine karşın; bir “evet” karşılığı; her şeye yeniden sahip olabilecekken; bunu kabul etmeyip “mesleği olan doktorluğu kaybetme noktasına getirildiği rejim karşısındaki taviz vermez insancıl duruşunun, ideolojik olmayan cazibesi romana ve filme buruk bir tat katıyordu...

***

Hayatımın; ve hayatımızın kilometre taşlarından biriydi Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği...

Yazının devamı...

Aldırmadan gidemiyorsa; aldırmadan kalmalı insan...

“Adını duyunca değil, yanında başka bir ad duyunca yanar aslında canınız.

***

Aldırmadan gidemiyorsa, aldırmadan kalmayı bilmeli insan... Çünkü henüz icat edilmedi; anlamayana anlamayı öğretecek bir lisan...

***

Aşk ne kadar kısa ve unutmak ne kadar uzun...

***

Aşk tabiatımdır benim...

AŞK ACISI ÇEKEN BİRİNE AŞIK OLMAK

Asla aşk acısı çeken birine aşık olmayın...

O kişi yaralıdır...

Yara bandı olarak sizi kullanır...

KADININ GÜZEL OLDUĞUNU ANLADIĞI AN...

Aslında kadın; erkeğin beğenen bakışlarından çok, hemcinsinin kıskançlık dolu bakışlarını görünce, güzel olduğundan emin olur...

***

Bazen dudakların bitiremediği sözleri, gözler tamamlar...

***

Bir gün bir yerde tekrar karşılaşırsak eğer;

Benimle yeniden tanışırsın...

BİR KADIN SUSUYORSA...

Bir kadın, söyleyecek çok şeyi olduğu halde susuyorsa, erkek artık tüm şansını kaybetmiştir...

***

Biten bir aşkın hemen ardından bir başkasıyla başlayan şeyin adı, “İlişki değil çelişkidir...”

***

Biz şairler nefretten nefret ederiz; ve savaşa karşı savaşırız...

***

Eskiden hayallerimiz vardı, gerçekleştirmeyi umduğumuz... Şimdi bırakın gerçekleştirmeyi, umut edebilmek en büyük hayalimiz oldu...

GÖZYAŞIM KADAR DEĞERLİSİN...

Gözyaşım kadar değerlisin; ama nasıl gözyaşlarım gözümden düştüyse şimdi sen gözümden düşmektesin...

***

Hayat sana hep ekşi limonlar sunuyorsa, sen de tekila ve tuz iste...

***

Hayatta hiç bir zaman bir başkasına tüm benliğinle güvenme;

Çünkü; hiç kimse sana tüm benliğiyle görünmez...

SEVSE GİTMENE İZİN VERİR MİYDİ?

Hiç sevmediği halde neden hep değerli olur bırakıp giden ve neden hiç düşünmeden teslim olur kalbin; o seni hiç sevmemişken...

Hiçbir zaman anlayamazsın: Giden sevse gitmeyi ister miydi?..

Peki ya kalan sevse; gitmesine izin verir miydi!

***

İnsan ulaşamadığı her şeyin “delisi”, ulaştığı herseyin “nankörüdür...”

***

İnsanlar seninle konuşmayı bıraktığında, arkandan konuşmaya başlarlar...

***

İnsanlarla yüz yüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin...

KALBİNİ KIRDIKTAN SONRA GELEN ÖZÜR

Kalbi kırdıktan sonra gelen özür, doyduktan sonra sofraya gelen tuz gibidir... “İhtiyaç” kalmamıştır...

***

Korkar olduk artık ‘seviyorum’ demeye... Kimi sahiden değiyor sevmeye, Kimi ise pişman ediyor insanı sevdiğine...

***

Ne uzundur unutuş, ah ne kısadır sevda... Seni sevdiğimi anlayacaksın, sevmediğim zaman...

***

Senin için yapraklarını kopardığım papatyalardan özür diledim dün gece...

Haklısınız dedim, ne sevdiği belli, ne sevmediği...

***

Seviyorum suskunluğunu, sanki sen yokmuşçasına burada uzakta ve hüzün dolu, sanki ölmüşsün gibi...

***

Sırf birisi iyi geceler demediği için, iyi geçmeyen geceler vardır...

TÜM ÇİÇEKLERİ KOPARTABİLİRLER AMA YİNE DE BAHARIN GELMESİNİ ENGELLEYEMEZLER...

Tüm çiçekleri kopartabilirler ama yine de baharın gelmesini asla engelleyemezler...

***

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına...

***

Yalnızlığa yenilmemek için, sık sık hayaller kurulur; ama aslında neyin hayalini kurarsan kur, yalnızlık her hayalin sonudur...” (Pablo Neruda)

SİYASET DEĞİL; AŞKTIR SAHİCİ OLAN...

Gençliğimin baharında; politikadan çok önceleri edebiyatı severdim...

Edebiyattaki sözcükler; bana duygusal, sahici, kalıcı, şiirsel, müzikal ve estetik gelirdi...

***

Şili’li ünlü şair Pablo Neruda hayatında sadece aşk yazmadı...

Daha çok politik, daha çok antifaşist bir şair olarak bilindi...

***

Ne ki; ben siyaseti ve siyasetin aktörlerini “sahici” bulmuyorum...

Çünkü “sahici” değiller...

Bir tiyatro oyununun, hayat sürdükçe değişen başrol, yardımcı oyuncu, oyuncu ve figüran kadrolarında replik bulmaya çalışan; senaryosunu başkalarının çok başka yerlerde yazdığı bir oyunun parçası onlar...

***

Dün siyaset yorumcusu bir arkadaşıma şöyle söylüyordum;

-“Bugün 8 Ağustos... Genel seçimler yapılalı tam iki ay oldu...

O gün sandıktan çıkan tabloya bakıp; “Bu tablodan çıkacak en mantıklı sonuç AKP-CHP koalisyonu olur” dedim...

Sonra da bir daha siyaset yazmadım...

Üzerinden iki ay geçti...

İki binden fazla siyasetçi, yazar ve yorumcu, iki ay boyunca konuştu durdu...

***

Boşuna ve boş yere hiçbir değeri olmayan astronomik bir enerji harcandı durdu...

Hayat ve gerçekler hala iki ay önce yazdığım birkaç satırda öylece duruyorlar...

Ben bir daha hiçbir şey yazmaya gerek duymadım politikayla ilgili...

Şimdi ben mi az yazmaktayım?..

Onlar mı çok konuşmaktalar?..

***

Onun için bu sıcak yaz ayının tatil gününde; size Pablo Neruda’nın siyaset değil, aşk dolu sözlerini, hayal kırıklıklarından toplanmış kır çiçeklerinden oluşan duygusal demeti sunmayı uygun buluyorum...

İyi Pazarlar...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.