Şampiy10
Magazin
Gündem

Efes Pilsen Kıbrıs Blues Festivali notlar

- Efes Pilsen’in her yıl düzenlediği dev Blues Festivali’nin Kuzey Kıbrıs ayağını izlemek üzere Girne’ye geldim. Bu yılın sanatçıları Billy Branch, grubu The Sons of Blues, Zora Young ve Smokin’ Joe Kubek ile Bnois King.

- Efes Pilsen Blues Festivali’ni gazeteciliğe ilk başladığım yıllardan beri izliyorum. Bu yıl 23.’sü yapılıyormuş. Vay canına dedim.. Ben emekli olacağım, onlar hâlâ aynı coşkuyla devam ediyor.

- Türkiye gibi Blues müziğine gayet uzak bir ülkede, Efes Pilsen’in yaptığı son derece cengâverce aslında. Üstelik hadiseyi İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerle sınırlı tutmuyor. Diyarbakır, Trabzon, Erzurum, Gaziantep, Kayseri, Denizli gibi şehirler dâhil ülkenin hemen hemen her şehrine götürüyor.

- Bu yıl 20 şehir dolaşıyor festival. 22 yılda ise toplam 355 konser verilmiş. Konserleri 425 bin kişi izlemiş.

- İki sene önce Diyarbakır’daki ayağını izlemiştim. “Diyarbakır’da Blues ne kadar ilgi çekebilir ki?” demiş ve gidip görünce ağzımın payını almıştım. Çoğunluk erkek de olsa epeyi bir kalabalık toplanmıştı. Üstelik coşkuyla da dans ediyorlardı. Müzisyenlerle çarşı içinde gezerken gördükleri muazzam ilgiden ise hiç söz etmeyeyim...

- Girne’deki konserde yaş ortalaması bir hayli yüksekti. Aa nasıl olur dedim önce, sonra fark ettim ki o orta yaşlılar, Kıbris’ta yaşayan emekli İngilizler! Deli gibi bira içip çılgın gibi dans ettiler! Ne mutlu onlara! Allah hepimize böyle bir emeklilik versin...

- Daha fazla bilgi için:

Sivrisinek Cennetinde bir gece

Bana kalırsa ismi pekâlâ “Kuzey Kıbrıs Sivrisinek Cumhuriyeti” olabilir. En son bu yoğunlukta sivrisineğe Özbekistan pamuk tarlaları arasındayken rastlamıştım. Bir sivrisinek bulutuyla dolaşıyorsunuz. Pek de zeki ve marifetliler. Giysi üzerinden de sokup kanınızı emebiliyorlar. Üstelik çok enteresan tiplemeler mevcut. Mesela siyah üzerine beyaz puantiyeli bir modele rastladım ki öldürmeye kıyamadım, o derece. Uzman kişilere göre yavruyken böyle oluyormuş. Ay dedim ne cici! Martı yavrusu gibi.

Sivrisinek, sıtma taşıyan cins olmadığı sürece dünyanın sonu değil.

Huzur kaçırıcı ama çaresi var. Nedir mesela? Cam ve balkon kapılarına sineklik takmak. Veya odalarda sivrisinek kaçıran elektrikli aparatlardan bulundurmak. Olmadı resepsiyonda fısfıs bulundurmak.

Kaldığımız otel Jasmine Court Otel. Otelin olağanüstü demodeliğine hiç girmeyeceğim. Yenilemek para ister, zevk ister vs. Fakat bir sivrisinek deryası ortasına bir otelde, yukarıda saydığım hiçbir önlemin olmamasına ne demeli?

Gece yarısı, kudurtan kaşıntılarla uyanıp resepsiyonu aradım. Dedim “ölmek üzereyim. Lütfen bir fısfıs...” “Tabi efendim, derhal.”

Bir saat sonra, tableti kullanılmış bir elektrikli aparat geldi. Tableti taze dahi olsa başımdaki bulutu kovabilmesi için aralıksız 10 saat çalışmış olması lazım.

“Allah rızası için fısfıs” diye yalvardım tekrar.

Bir saat sonra telefon. “Bulamadık. Yerine sıvılı aparat versek?”

“Peki dedim neden camlarda tel yok?”

Cevap: “Camlara sineklik takmadık çünkü siz de takdir edersiniz ki estetik değil”

Ay dedim ne cici... O an “Bataklığın Estetiği” diye bir roman yazmaya karar verdim... Siyah üzerine beyaz puantiyeli bir sivrisineğin gözünden Kıbrıs... Mmmmm.... Nefis olacak...

Yazının devamı...

Spor yapıp şişmanlamak

Spor yapmaktan evvel ezel hoşlanmadım. Denemelerim çok oldu. Hiçbir şeye 15 seferden fazla devam edemiyorum. Tenis kursu mu? 15 derslik paket bitince bay bay. Yoga mı? 15 dersten sonra hadi güle güle.

Şimdi moda olduğu üzre pilatese dadandım. İlk defa bir sporu sevdim. Vasabi veya çok acı hardal gibi. Nasıl acı hardalı yerken kulaklar yerinden fırlar, burun düşer ama 8-10 saniye sonra hiç yememiş gibi olunur, işte pilates de öyle bir spor. Hareketi yaparken kaslar yanıyor, yanıyor, yanıyor ama “8.. 9..10” deyince geçiyor. Spor yorgunluğu, kas ağrısı, erkenden uyuma ihtiyacı olmuyor.

İlk günler iyiydi. Göbeğim kaybolmaya, karın kaslarım ortaya çıkmaya başladı. Sonra işler tersine döndü.

Sporun çok pis bir huyu var. Nasılsa spor yapıyorum diye “hassas” beslenmeni bırakıyorsun. Daha önce hiç yemediğim halde ufak ufak ekmek yiyorum mesela. Daha önce elimi sürmediğim tatlılardan bir kaşık, iki kaşık alıyorum.

Sonuç: Spora başladıktan sonra 3 kilo aldım!!! Yahu ben 5-6 kilo vermek için başlamıştım, bu ne???

O göbek kaslarım nefis bir yağ battaniyesinin altında kalmasın mı? Başladığımdan çok daha fenayım yani.



Şunu anladım:

- Spor olsa olsa kilo almamana neden olabilir. O da kafayı kırıp her gün iki saat yapmak suretiyle.

- Diyet yapmadığın sürece hiç bir manası yok. Hatta benim durumumda olduğu gibi şişmanlamak da mümkün.

- “Efenim, sarkmış kollarınızı, aşağıya inmiş poponuzu toparlıyoruz biz...” Hade len! Kaldırmadığım ağırlık kalmadı, kol altlarım hala yayık ayranı kıvamında.

- İnsanın mesleği sporculuk değilse kaslı bir vücuda zor kavuşuyor. Hele de kadınsa. Ne yaparsan yap. Yuvarlak hatlar, gitmiyor, yerçekimi galip geliyor.

- Spor estetik nedenlerle yapmamak gerek galiba. O zaman motivasyon kayboluyor.

- Diyetten kaçış yok yok yok anasını satayım...



Kadınlarda çok ama çok sinirlendiklerim:

- Yemişler içmişler, akıllarına ben gelmişim. Ararlar! “Hadi gelsene! Bak çok eğleneceğiz”. Saat 12 ve ben çoktan pijama terlik kostümündeyim. Peki dersin, giyinir gidersin “a bizim uykumuz geldi, kalkmaya karar vermiştik” der.

- Ben topuklu pabuç vardır onda spor ayakkabısı. “Gidip bir kahve içeceğiz sadece, valla bak alışveriş yapmayacağım, zaten param yok” dediği yerde “bu son” diye diye 25 dükkan dolaştırır.. Üstelik de hepi topu saçma bir kolye alır. Hatta onu bile almaz.

- Köye, dağa taşa gidiyoruz dersin topuklu ile gelir. Oraya gidemez buraya çıkamaz... “Ya niye bunları giydin?” dersin “E demedin ki” der.

- “Hadi bilmem nerede kahvaltı yapalım” der, tamam dersin, gidersin, bir buçuk saat sonra gelir.

- Seksi görünecek diye mini etek, şort takılır, üzerine adam gibi bir mont, kaban almaz, bir yer bulmuşuzdur, tam eğlenirken “ben çok üşüdüm” der.

- Bir hafta önceden beraber yemek yemeğe karar vermişizdir, özel bir yere rezervasyon yaparım, o sabah ölümüne rejime girmeye karar vermiştir. Ertesi gün bozacağını bilirsin ama o akşam seni sap gibi bırakır.

Yazının devamı...

Dil Yarası: Anadilde eğitimsizlik

Arkadaşımın oğlu, Beyaz Türklük gereği, çokçokçok pahalı, çokçokçok havalı fanfinfon okullarından birine başladı. Anaokulundan itibaren İngilizce öğretiyorlar. Okulda Türkçe konuşmayı yasaklamışlar. Oğlan nasıl mutsuz, nasıl mutsuz! “Gitmem ben oraya bir daha” diye ter ter tepiniyor evde...

Arkadaşımla kocasını son bıraktığımda “okulla gidip konuşalım veya olmadı okuldan alalım” noktasındaydılar...



Bugün açlık grevlerinin 61. günü. Greve gidenlerin 3 talebinden biri “anadilde eğitim” biliyorsunuz.

Anadilde eğitim talebini çoğu Türk, yetişkin Kürtlerin binbir “ideolojik” talebinden biri olarak görüyor. Çocuklar açısından “anadilde eğitim”in önemi hakkında en küçük bir fikre ve bilgiye sahip değiller. Çok çok “canım hepsi Türkçe biliyor zaten artık” veya “Türkçe’yi öğrensin işte fena mı” veya “biz de İngilizce öğrenirken zorlandık.. ne var yani” düzeyindeler.

Cuma günü Boğaziçi Üniversite’sinde DİSA (Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü)’nün düzenlediği “Önce Anadili: Eğitimde Anadili ve Çokdillilik” toplantısına katıldım. Vahap Coşkun ve Şerif Derince Kürt öğrencilerin eğitiminde kullanılabilecek modeller hakkında bir sunum yaptılar.



Fakat öncelikle anadilde eğitim olmayınca ne oluyor ona bakalım.

- İletişimsizlik: Türkçe bilmeyen veya çok az bilen öğrenciler öğretmenlerini anlamıyor. Anlamadıkları için öğrenmeleri gerekeni öğrenemiyorlar. Türkçe bilmedikleri için genelde susmak zorunda kalıyorlar. Öğretmenler de çocukları anlayamıyor, yıpranıyor. Öğrenciler bu nedenle çok geride kalıyor, kapasitelerini kullanamıyor. Kendilerini ifade edemedikleri için “zekâ eksikliği olan” “kafası çalışmayan” “algılayamayan” öğrenciler olarak değerlendiriliyorlar. Öğretmenler, bir şeyler öğretmek için önce Türkçe öğretmeye çalışıyor ancak bu öğrencilerin kendilerini Türkçe ifade edip okuduklarını anlamaları için 3-4 yıl geçmesi gerekiyor. Müfredatı ancak 3-4 yıl sonra takip edebiliyorlar.

- 1-0 yenik başlama: Anadiliyle eğitime başlamayan öğrencilerin hepsindeki yaygın duygu 1-0 yenik başladıkları. Bilmedikleri bir dilde okuma yazma öğrenmelerini beklemek küçük bir çocuğun kapasitesinin çok üstünde bir beklenti. Araştırmalar, öğrencilerin en iyi bildikleri dilde okuyup yazabildiklerini gösteriyor. Kültürel olarak öğrencilere daha tanıdık okuma materyaller okumayı hızlandırıyor. Anadilinde eğitim görmeyen öğrenciler, anadilinde eğitim görenlere göre 5 yıl gecikerek aynı yere geliyor.

- Sınıfta kalma ve okulu terk etme: Türkçeyi çok az veya hiç bilmeyen çocuklar okuma yazmaya oldukça geç başlıyor ve genelde sınıfta kalıyor. Sınıf tekrarı yapan öğrenciler kendilerine güvenlerini kaybediyor. Türkçe öğrenmekte güçlük çeken ve sınıfta kalan öğrenciler genelde birkaç sene sonra okulu terk ediyor. Bu da okula devam etme oranın azlığını ve ortaöğrenim ve üniversite sınavlarındaki düşük başarıyı açıklıyor.

- Kürtçe bilen öğretmen olmak veya olmamak: Öğretmenin Kürtçe bildiği sınıflarda başarı oranı çok daha yüksek, sınıfta kalma oranı çok düşük çünkü öğrenciler Türkçe anlamadıkları zaman öğretmen Kürtçe tekrar ediyor dersi. Kendilerini ifade edebilen öğrenciler çok daha şevkle okula gidiyor derslere katılıyor.

- Damgalamalar: Kürtçe konuşan öğrenciler özellikle lise yıllarında okul içinde veya dışında muhtelif şekillerde “damgalanıyor”. Bazıları Peşmerge veya terörist gibi isimlerle çağrılıyor. Öğretmenlerin öğrencilere tekrar tekrar “Sakın Kürtçe konuşmayın” demesi Kürtçeyi bir yük ve utanılması gereken bir özellik haline gelmesine yol açıyor.

- Ebeveynler: Anadilde okuma yazma öğrenmeyen çocuklara ebeveynleri yardımcı olamıyor. Türkçe bilmeyen ebeveyn Kürtçe bilmeyen öğretmenle iletişim kuramıyor. Çocuğunun durumuyla ilgili bilgi alamıyor. Bu yüzden okula gelmiyor. Halbuki çok iyi biliyoruz ki öğrencinin başarısı okul aile ilişkisiyle doğrudan ilgili.

(Vahap Coşkun, Şerif Derince ve Nesrin Uçarlar, 2010’da hazırladıkları “Dil Yarası: Türkiye’de Eğitimde Anadilinin Kullanılmaması Sorunu ve Kürt Öğrencilerin Deneyimleri” raporundan)



Hiçbir şey boşuna olmuyor. PKK’ya ne kadar uzaksam Kürt halkını yok sayan ve doğrudan veya dolaylı şiddet gösterenlere de o kadar uzağım. Kendinizi bu insanların yerine koyun bir. Konuşamadığınız, anlaşamadığınız bir öğretmene, onunla konuşamayan, anlaşamayan çocuğunuzu teslim ettiğinizi hayal edin bir...

Yazının devamı...

Hoyrat doktorluk


Dün (yine) doktordaydım. Doktorum, sanki “tırnağın kırılmış” der gibi “menopoza girmişsiniz” dedi... “Hormona mormona hiç gerek yok. Zaten risklisiniz... Geçen sene kanser tehlikesi atlattınız... İyi böyle..”

42 yaşındayım.. Nedir acelem inanın en ufak bir fikrim yok... İçine virüs girmiş Windows işletim sistemi gibiyim. Durmadan “bilmemne eklentisine cevap veremiyor” durumu...

Sonra robot gibi başladı saymaya...

“Artık beliniz kalınlaşacak, saçınız dökülecek, kemikleriniz kırılacak, dişleriniz çürüyecek, uykularınız kaçacak, cildiniz bozulacak, muhtemelen cinsel isteğiniz azalacak, sıcak basmaları olacak, eklemleriniz ağrıyacak, eh tabiatıyla psikolojiniz dalgalanacak...”

42 yaşında bir kadından değil de...

Bir arabadan söz ediyor gibiydi.

“Yağ kaçıracak, frenleri tutmayacak, hızı düşecek, kaportası dağılacak...”



O kadar yabancı ki karşısındaki “nesneye”...

Üzülmeme bile şaşırdı!

Suskunlaşıp gözlerim dalınca...

“Sıkmayın canım canınızı. Aaaa! Üzülecek ne var? Hayat devam ediyor...”

Evet, ne var di mi bütün bunlarda! Alt tarafı tombul, saçı dökük, elinde kahverengi lekeleri olan ve “alıcısı” olmayan bir teyzeye döneceğim! Pazarcıların lüferci “deli” teyzesi!

Hayat devam ediyordu ama di mi? Evet. Nasıl da unutmuşum!



“Kadınlar! Meme hadisesini büyütmeyin! Memeden ibaret değilsiniz! Aldırın gitsin” demiş meme kanserinden korkmayıp ameliyat olmamızı salık veren sayın doktor.

Ne kadar da sevimli...

Memeden ibaret olmadığım gibi ince bir belden, cinsel istekten, kaliteli bir uykudan, gür saçlardan, lekesiz ve düzgün bir ciltten, ağrısız eklemlerden, pırıl pırıl dişlerden, dalgalanmayan bir psikolojiden de ibaret değilim elbette!

Varsa yoksa yüksek bilgim, üstün analiz yeteneğim! Ve onun da o kadar çok meraklısı var ki sormayın... Kapımda yatıp kalkan en az bin kişi var! Hizmetçim her gün çay, su ve sandviç dağıtıyor zavallıcıklar helak olmasın diye!



Bu doktorlar galiba unuttu...

Araba tamircisi değil de...

İnsan iyileştiricisi olduklarını...

“Bu ayna süs olsun diye burada var. Söksek de olur...” “Bu düğme manasız. Koparsak da olur... ” “Meme dediğin kuyrukyağıdır, gereksiz bir organdır, emzirmek ve erkeği kandırmak için o, aldırın gitsin” denmeyeceğini unuttular...

Erkeği mi aşağılıyor, kadını mı yoksa seksi mi? Hem erkek “kandırmak” niye kabahatsa... Kansınlar ki yanımızda kalsınlar! Ayrıca 30 yıllık karısını terk edip 25’lik “dik memeliye” kaçanlar uzaylıların erkekleri değil.

Çok tuhaf bir “yaşatma” derdi içindeler. Yarım, eksik, sakat olsun da nasıl olursa olsun... Kadını memesinden ve cinselliğinden soğutarak yaşatma da dahil buna.. Aaa ama hayat devam ediyordu değil mi ya!



“Meme dediğin nedir ki” diyen doktor tek memeli bir kadınla sevişmek için can atan bir erkek de göstersin lütfen...

Sorun doktorlukta mı erkeklikte mi yoksa her ikisinde birden mi?

Nasıl anlatmalı bu “kadın tanımaz” doktorlara durumu bilmiyorum.

Plastik cerrahi bambaşka bir yöne kaymışken diğer cerrahlar nasıl böyle “kasap havasında” devam ediyorlar cidden anlamakta güçlük çekiyorum...

Fakat memenin fonksiyon olarak değilse de fikren lüzumsuz olmadığını (çok şükür) bilenler de var.

Size yeni bir trendden söz edeyim. Türkiye’de de uygulayanlar var.

“Aldırın ve yaptırın!” artık aynı pakette!

Gen testiyle meme kanserine yakalanma riski çok yüksek olduğu saptanan kadınların memelerinin içi, daha hiç hastalık başlamadan boşaltılıyor, yerine silikon protez takılıyor. Bu kadınlar, doğursalar da emziremiyor elbette ancak çok çok çok şanssız değillerse meme kanserine de yakalanmıyor çünkü kanser gelişecek doku yok ortada. Üstelik daha yirmi yaşından itibaren de taş gibi memeleri oluyor.

Nasıl?

Çok güzel değil mi? Genel cerrahi ile plastik cerrahisi el ele!

İğrenç de denilebilir gayet pratik de...



Bana sorarsanız en iyisi meme kanserinden de memesizlikten de korkmak! Memenize sahip çıkmak için her yıl kontrole gidin. Mamografi canınızı sıkıyorsa ultrasona girin. Benim kanser başlangıcı öyle bulundu. Erken teşhis ve hemen ameliyatla mememden de feragat etmeden acısız bir tedavi süreci yaşadım. Şimdilik durum iyi...

Meme lüzumsuz diyenin de aklına şaşarım...

Yazının devamı...

Böyle din adamları da var...

Yunanistan’da ileri derece ırkçı bir parti var: Altın Şafak. Daha önce yazdım: Yunanistan’da yaşayan yabancılara karşı alçakça bir kampanya yürütüyorlar. Sokaklarda zenci avına çıkıyorlar, bulduklarını dövüp hastanelik ediyorlar. Kan topluyorlar ama sadece Yunan ve Ortodoks olanlara vermek üzere. Fakirlere bedava gıda dağıtıyorlar ama sadece vaftiz kağıdını getirene... Türk ve Müslüman düşmanlığını hiç saklama gereği duymuyorlar elbette ki. Demek istediğim açık ve seçik bir ırkçı söylem ve edimleri mevcut. Bunlara oy verenler de oldu, mecliste 17 sandalye ile temsil ediliyorlar.



Yunanistan’da Altın Şafak’ı eleştiren de partiyle alay eden de çok. Ancak hepsinden daha anlamlı bir eleştiri bundan dört beş gün önce Batı Yunanistan’ın Mesolongi şehrinden geldi. Nafpaktos bölgesinin Metropoit’i (bölgenin en yüksek mertebeli din adamı/dini yöneticisi) Ierotheos Altın Şafak’ın nazi ve faşist saldırılarının kabul edilemez olduğunu söyledi.

“Fakir, savunmasız, hasta insanlara karşı yapılanlar insanlık dışıdır. Aynı zamanda din dışıdır. Belki bazı din adamları (Ortodoksluğu bayrak edindikleri için) Altın Şafak’a destek verebiliriler. Geçmişte diktatörlere destek veren din adamları da olmuştur. Ancak bunlar tekerrür etmemeli. Tarihten ders almalıyız. Dinimiz adına yapılanlar dinimize aykırıdır”



174 fasa fisosu

Tane tane yazacağım.

- Lüfer diye bir balık var.

- Bu hayvanın her boyuna başka isim vermişiz.

- En bebeği: Defne yaprağı. İlkokula başlayanı: Çinekop. Liseye gideni: Sarıkanat. Evleneni: Lüfer.

- Bir hayvanı evlenip çoluk çocuğa kavuşmadan yersek o hayvan tükenir. Doğurmamış/yumurtlamamış hayvan yenirse bir daha geri gelmemek üzere tükenir! Tekrar ediyorum: TÜ-KE-NİR! Almayın ve aldırmayın!

- Hadi bu umurunuzda değil o zaman son kartımızı oynayalım: 20 santimin altındaki lüfer artık YASADIŞI! Avlayan suçlu, satan suçlu. Vicdanen alan da suçlu... Uyuşturucu almak farz edin. Veya hırsız malı almak...

- Gel gör ki pazar tezgâhlarında çinakop da var, sarıkanat da. Marifetmiş gibi en önde!

- İkna ederim belki deyip balık satıcısına “yapmayın bunu” diyorum... Cevaplar “Halde satılıyor...” “Aynı ağdan çıkıyor, balıkçı ne yapsın...” “hiç işin yok mu senin abla?” “yeaa manyak mısın yeaaa...”

- Her bir şeye höt zöt devletimiz kendi yasağını kendi uygulamakta nedense pek aciz. Yavru balık ihbar hattı 174 telefonu bazen açıyor bazen açmıyor. “Pazarda gördüm” diyorsun, “pazarlara biz bakmıyoruz” diyor. Zabıtaya gidiyorsun “tamam bakarız” deyip sallıyor. Gelinim sana yasak koydum, kızım sen bil işini...

- Beni mahallenin deli teyzesi/manyak karısı haline getiren bu sistemden bıktım usandım. Şimdi hakaret etsem mahkeme açmaya üşenmezsiniz ama balığımız kurtaralım deyince yoksunuz... Bravo!



Tamer’in şiirindeki dizeyi hatırladım yeniden ve yeniden

“Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?

Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.”

Yazının devamı...

Manidar Pazar ilanları

- Devren Kiralık Ruh: Az bulunur cinsten, antika bir yapıt. Ana babanın uzun uğraşları sonucu tiftik tiftik olmuş. Yer yer dökülmüş. Yıllar süren bir ihmalden sonra alt yapı yeni elden geçti. Boşanmaya, yalnız kalmaya, işten çıkarılmaya, parasız ve itibarsız kalmaya dayanıklı. Üst yapı zevke bağlı olarak biraz masraf ister.

- Kelepir Kupon Aşk: Sadece 1 ay kullanıldı. Hırpalanmamış, solmamış durumda paketinde duruyor. Terk sebebiyle mecburen satılık. Paketin içindekiler: 4 günlük tatil anısı, 15 kahkaha, 5 sevişme, bir kavga, bir düğün hayali... Kişi değiştirilerek kullanmaya müsait.

- Sahibinden satılık eğitimli ideoloji! Kaçmaz fırsat. İstenilen her halka veya zümreye karşı itinayla düşman olabilir. Bir aylık bir gazla yapmayacağı rezillik, insan dışılık, barbarlık, gaddarlık yoktur. Putlaştırılacak lider, kutsal kitap, uydurulmuş tarih, kibir, kendini bir halt sanma, mesnetsiz büyük iddialar gibi aksesuarları mevcuttur.

- Satılık Asırlık Kin: Taşıdıkça ağırlaşacak, ağırlaştıkça acılaşacak, her tür körlüğe, dar bakışa, vizyonsuzluğa sebebiyet verebilecek, yeri geldiğinde bölücü faaliyet, yeri geldiğinde operasyonel maksatlar için kullanılabilecek multi fonksiyon döner başlıklı bilenmiş kin. Her tür yalan dolan, eza, zulüm, hak yeme fiyata dahil.

- Yer Darlığı Nedeniyle Elden Çıkarmalık Akıl: Kibir, açgözlülük, megalomani, “oldum ben tamam”cılık, tribünlere oynama, kontrol manyaklığı evin her yerini doldurduğu için akla yer kalmadı. İhtiyacı olana bila ücret verilecektir.

- Sömürülecek acele bir sevgi aranıyor: Karşılığında hiçbir şey verilmeden, zerre sorumluluk ve vicdan azabı hissetmeden, tamamen menfaate dayalı bir şekilde istismar edilebilecek bir dostluk aranıyor. Vermek isteyenler, 1500 TL iliştirilmiş CV’lerini posta yoluyla yollasın...

Müteahhit kimdir?

- Ülkenin her tarafına dünyanın en çirkin binalarını dikmeleri için görevlendirilmiş dönem zengini...

- Her pazar bütün medyayı cömertçe “sulayan” kişi...

- Aleyhinde hiç bir haber çıkamayacak bir canlı türü...

- Kesinlikle eğitimli, zevkli, güngörmüş ve kibar OLMAMASI gereken bir insan evladı...

- Sonradan görme olması mecbur tutulmuş şahıs...

- “Allahım neden o? Neden? Neden?” sorusunu sordurtan insan...

- Daha bir tane bile yakışıklı versiyonu gelmemiş erkek...

- “Al beni” yerine “döv beni”si olan tip.

- Dönemi geçince kimsenin suratına bakmadığı, o kibrinden, küstahlığından eser kalmayan ademoğlu...

Yazının devamı...

Sonrası karanlık. Ama hepimiz için!

Sağlık Bakanı, 52 gündür açlık grevinde olanlar için “kritik durumda olan yok, sağlık durumları iyi” dedi dün. Düzenli olarak tuz, bal, limon, şeker ve vitamin verildiğini, kilo kaybının ortalama 10 kilo olduğunu, iaşelerinin bu yönde verildiğini, aksine iddiaların yalan olduğunu, hayati tehlikenin olmadığını söyledi...

Sağlık Bakanı, açlık grevinden değil de zayıflama kampından söz ediyor sanki. “Ortalama 10 kiloyla gayet iyi gidiyoruz arkadaşlar! Aman sakın şekerinizi, balınızı unutmayın! Önemli olan sağlıklı zayıflama” diyecek neredeyse. Haberin başını ve sonunu okumasak, yakın zamanda başlattığı “obezite ile mücadele” kampanyası hakkında bilgi veriyor sanabiliriz...



Açlık grevini yöntem olarak beğenmeyebilirsiniz. “Böyle hallolacaksa bütün sorunlar, o zaman siyasi partilerin ne manası var?” diyebilirsiniz. İBDA-C de “şeriat isteriz” diye açlık grevine girerse onu da mı kabul edeceğiz diyebilirsiniz...

Ancak ölüme yatmış insanları aşağılamaya hakkınız yok. Onlarla dalga geçer gibi, “şekerleri, balları, vitaminleri, doktorları yanlarında, gayet iyiler” demeye hakkınız yok.

Bu insanlar kurbanlık koyun değil. Kurban oldukları kesin ama kurbanlık koyun değiller.



Yazımı yazarken haberler geliyor. Diyarbakır Cezaevi’nde açlık grevindeki iki kişi ihtiyaçlarını kendi başlarına gideremeyecek hale gelmişler. Son gelmekte... Başkaları da takip edecek. Gözümüzün önünde 682 kişi ölecek...

Sonrası karanlık. Ama hepimiz için!

Kendini yıkmak


Anglo saksonlar “self destruction” diyor. “Öz yıkım” diye çevrilmiş Türkçeye.

Kişi çeşitli yöntemlerle kendi sonunu hazırlar. İntiharın uzun soluklusu da diyebiliriz. Sonu ölümle bitmek zorunda değil. Uzun soluklu bir sosyal intihardır öz yıkım. Sonunu getirecek ortamı, sonunu getireceğini bile bile, ilmek ilmek örmektir...

Kişi neden öz yıkım yoluna girer peki?

Zira meselenin halledemeyeceği kadar büyüdüğünü düşünür. Sorunları çözmenin stresini kaldırmak istemez. Problemleri çözmek yerine toptan yok etme yoluna gider. Sınavlara çalışmak yerine kendini okuldan attırır. Eşine yardım etmek, onunla oturup konuşmak, en basitinden beraber alışverişe çıkmak yerine, terk eder veya terk edilene kadar çabalar... İşini yapmak yerine büsbütün karmaşık hale getirip kendini kovdurur veya bizzat kendi kurduğu şirketi batırır.



Sistem bir yere kadar sabreder. Eşin seni hemen terk etmez. İşyerin seni hemen kovmaz. Şirketin, müdürler sayesinde belki bir süre daha ayakta durur... Ama öz yıkıma başlamış kişi üzerine sağlığı da bozulsun diye sigara, aşırı alkol ve uyuşturucu ekler. İnsanlarla sürekli kavga halindedir. Herkese hakaret eder. Didişir. Uzlaşmaz. Saldırır. Kovar. Sonu daha hızlı gelsin diye elinden geleni yapar.

Öz yıkımcı sonunda her şeyini kaybeder. İtibarını, parasını, işini, ailesini... Ve o meşhur cümle gelir: “Ben sistemin kölesi olamam... Ben başkayım.”

Aslında istediği tek şey stresten kurtulmaktır. Her şeyle beraber stresten de kurtulmuştur gerçekten.



Tanıdık mı geldi?

Yazının devamı...

Yeni bir beceri isteyenler buraya!

Bildiğiniz gibi öğrenme delisi bir insanım. Bugün tam da bana göre bir site keşfettim: www.yeniyeti.com.

Buradaki yeti, beceri manasında. Sloganı şu: “İstediğini öğren, bildiğini öğret”.

Yeni bir beceri mi kazanmak istiyorsunuz? Asla kursu olmayan bir şey mi öğrenmek istiyorsunuz? Buyrun size nefis bir paylaşım sitesi.

Geçen haftalarda sözünü ettiğim www.zumbara.com (yenilendi, çok güzel oldu bu arada!) takas usulü ve bire bir çalışıyordu. Ahmet’e iki saat yelken öğretiyorsunuz, karşılığında Mehmet’ten iki saat sosyal medya dersi alıyorsunuz.. Gibi.

Yeniyeti.com’da verilen dersler paralı. Saati 1 liralık ders de var 100 liralık ders de. Yanlış anlaşılmasın: Burası bir kurs merkezi değil. Herkes öğretmen ve öğrenci olabiliyor. Diyelim çok güzel midye dolma yapıyorsunuz, öğretmek istiyorsunuz, verin ilanınızı, öğrenmek isteyenler site üzerinden size başvursun.

Dersler konseptine göre cafe, bar veya sokaklarda yapılıyor. Yeri ve zamanı önceden belli. Eğer bir mekan sahibiyseniz ve mekanınızda dersler verilsin istiyorsanız yine siteye kayıt olabilirsiniz...



Hâlihazırda verilen “yeti”ler şunlar:

- Elindeki imkanlarla en iyi otomobili al! (20 TL)

- Aradığın kolye ucunu kendin yap! (40 TL)

- Etkini ortaya koy (1 TL)

- Pratik sihir (30 TL)

- Pantomim Hareketle var olmak (40 TL)

- Şeker hamuruyla eğlenceli kurabiyeler (50 TL)

- Ev koşullarında profesyonelce kahve (50 TL)

- Adobe Illustrator’da ustalaşın (100 TL)

- Köpekleri anlamak (20 TL)

- Güneş, ay ve yükselen burcunuz ne anlatır? (30 TL)

- Kundalini Yoga ve Meditasyon ile Bolluk Bereket Çalışması (80 TL)

- Girişimler için Kullanıcı Deneyimi ve Kullanılabilirlik (1 TL)



Sevgilisinden ayrılana kafa dağıtma vermek istiyorum

Bu arada www.zumbara.com iyice eğlenceli olmuş. Daha önceki yazımı okumamışlara kısa bilgi: Zumbara (zaman kumbarası) “zaman takası” üzerine çalışan bir sistem. Kumbaraya kaç saat koyuyorsanız sonrasında o kadar saat alma hakkınız var. Her tür “zamanı” teklif edebiliyorsunuz. Bu günlerdeki en eğlenceli istek ve öneriler şunlar:

- “İşe geç kalmama” almak istiyorum

- “Macera” vermek istiyorum

- “Aknelerden çok hızlı kurtulma” vermek istiyorum

- “Gerçek dostluk” almak istiyorum

- “Sevgilisinden ayrılmış adama veya kadına kafa dağıtma” vermek istiyorum

- “Sağlıklı beslenme, yürüyüş, koşu arkadaşı” almak istiyorum

- “Tavla” öğretmek istiyorum

- “Avrupa’da nasıl yabancı dil öğrenilir” almak istiyorum

- “Pozitif bakış açısı” almak istiyorum

- “Beden dili” vermek istiyorum

- “Herhangi bir ürünün satışı konusunda püf noktası” vermek istiyorum

- “Hula hup dersi” almak istiyorum

- “Aydın Nazilli’ye gelenlere evimde ağırlama” vermek istiyorum

- “Birer bira ve muhabbet” vermek istiyorum

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.