Hoyrat doktorluk
.
Dün (yine) doktordaydım. Doktorum, sanki “tırnağın kırılmış” der gibi “menopoza girmişsiniz” dedi... “Hormona mormona hiç gerek yok. Zaten risklisiniz... Geçen sene kanser tehlikesi atlattınız... İyi böyle..”
42 yaşındayım.. Nedir acelem inanın en ufak bir fikrim yok... İçine virüs girmiş Windows işletim sistemi gibiyim. Durmadan “bilmemne eklentisine cevap veremiyor” durumu...
Sonra robot gibi başladı saymaya...
“Artık beliniz kalınlaşacak, saçınız dökülecek, kemikleriniz kırılacak, dişleriniz çürüyecek, uykularınız kaçacak, cildiniz bozulacak, muhtemelen cinsel isteğiniz azalacak, sıcak basmaları olacak, eklemleriniz ağrıyacak, eh tabiatıyla psikolojiniz dalgalanacak...”
42 yaşında bir kadından değil de...
Bir arabadan söz ediyor gibiydi.
“Yağ kaçıracak, frenleri tutmayacak, hızı düşecek, kaportası dağılacak...”
O kadar yabancı ki karşısındaki “nesneye”...
Üzülmeme bile şaşırdı!
Suskunlaşıp gözlerim dalınca...
“Sıkmayın canım canınızı. Aaaa! Üzülecek ne var? Hayat devam ediyor...”
Evet, ne var di mi bütün bunlarda! Alt tarafı tombul, saçı dökük, elinde kahverengi lekeleri olan ve “alıcısı” olmayan bir teyzeye döneceğim! Pazarcıların lüferci “deli” teyzesi!
Hayat devam ediyordu ama di mi? Evet. Nasıl da unutmuşum!
“Kadınlar! Meme hadisesini büyütmeyin! Memeden ibaret değilsiniz! Aldırın gitsin” demiş meme kanserinden korkmayıp ameliyat olmamızı salık veren sayın doktor.
Ne kadar da sevimli...
Memeden ibaret olmadığım gibi ince bir belden, cinsel istekten, kaliteli bir uykudan, gür saçlardan, lekesiz ve düzgün bir ciltten, ağrısız eklemlerden, pırıl pırıl dişlerden, dalgalanmayan bir psikolojiden de ibaret değilim elbette!
Varsa yoksa yüksek bilgim, üstün analiz yeteneğim! Ve onun da o kadar çok meraklısı var ki sormayın... Kapımda yatıp kalkan en az bin kişi var! Hizmetçim her gün çay, su ve sandviç dağıtıyor zavallıcıklar helak olmasın diye!
Bu doktorlar galiba unuttu...
Araba tamircisi değil de...
İnsan iyileştiricisi olduklarını...
“Bu ayna süs olsun diye burada var. Söksek de olur...” “Bu düğme manasız. Koparsak da olur... ” “Meme dediğin kuyrukyağıdır, gereksiz bir organdır, emzirmek ve erkeği kandırmak için o, aldırın gitsin” denmeyeceğini unuttular...
Erkeği mi aşağılıyor, kadını mı yoksa seksi mi? Hem erkek “kandırmak” niye kabahatsa... Kansınlar ki yanımızda kalsınlar! Ayrıca 30 yıllık karısını terk edip 25’lik “dik memeliye” kaçanlar uzaylıların erkekleri değil.
Çok tuhaf bir “yaşatma” derdi içindeler. Yarım, eksik, sakat olsun da nasıl olursa olsun... Kadını memesinden ve cinselliğinden soğutarak yaşatma da dahil buna.. Aaa ama hayat devam ediyordu değil mi ya!
“Meme dediğin nedir ki” diyen doktor tek memeli bir kadınla sevişmek için can atan bir erkek de göstersin lütfen...
Sorun doktorlukta mı erkeklikte mi yoksa her ikisinde birden mi?
Nasıl anlatmalı bu “kadın tanımaz” doktorlara durumu bilmiyorum.
Plastik cerrahi bambaşka bir yöne kaymışken diğer cerrahlar nasıl böyle “kasap havasında” devam ediyorlar cidden anlamakta güçlük çekiyorum...
Fakat memenin fonksiyon olarak değilse de fikren lüzumsuz olmadığını (çok şükür) bilenler de var.
Size yeni bir trendden söz edeyim. Türkiye’de de uygulayanlar var.
“Aldırın ve yaptırın!” artık aynı pakette!
Gen testiyle meme kanserine yakalanma riski çok yüksek olduğu saptanan kadınların memelerinin içi, daha hiç hastalık başlamadan boşaltılıyor, yerine silikon protez takılıyor. Bu kadınlar, doğursalar da emziremiyor elbette ancak çok çok çok şanssız değillerse meme kanserine de yakalanmıyor çünkü kanser gelişecek doku yok ortada. Üstelik daha yirmi yaşından itibaren de taş gibi memeleri oluyor.
Nasıl?
Çok güzel değil mi? Genel cerrahi ile plastik cerrahisi el ele!
İğrenç de denilebilir gayet pratik de...
Bana sorarsanız en iyisi meme kanserinden de memesizlikten de korkmak! Memenize sahip çıkmak için her yıl kontrole gidin. Mamografi canınızı sıkıyorsa ultrasona girin. Benim kanser başlangıcı öyle bulundu. Erken teşhis ve hemen ameliyatla mememden de feragat etmeden acısız bir tedavi süreci yaşadım. Şimdilik durum iyi...
Meme lüzumsuz diyenin de aklına şaşarım...