Söylemesem olmazdı
.
Geçen Perşembe günü Koruyucu Ailelikle ilgili konuşmak için Gülben Ergen’in Show TV’deki programına davetliydim.
Şimdi ben kendimce bir misyon edindim ya. En az bin çocuğu “ailelendireceğim” ya… Koruyucu aile olmayı teşvik edeceğim ya… O yüzden nereye çağırırlarsa, tarzı bana uysun uymasın gidiyorum.
Gülben Ergen de sevilen, geniş bir kitleye hitap eden bir insan. Koruyucu Aileliği tanıtmak için harika bir fırsat diye düşündüm.
İki gün önce beni arayan program editörü hanım ile çok da içten bir telefon görüşmesi yaptık.
Programda benimle birlikte bir çocuğu evlat edinmiş bir aile daha vardı. 10 yıllık bir uğraşıdan sonra hamile kalamayınca bir çocuğu evlat edinmişler ama daha sonra bir mucize gerçekleşmiş, Dilek hanım hamile kalmış ve ikinci çocukları olmuş. Programa da dünya tatlısı iki çocuklarıyla katıldılar.
Programda çok manasız bir gerginlik yaşadık.
Benim anlatmak istediğim çok basit bir şeydi. İnsanlar doğurmak istiyorlarsa elbette doğursunlar. Buna kim ne diyebilir? Ancak Türkiye’de evlat edinmek konusunda bana göre yanlış ve kalp kırıcı bir algı var: Evlatlık (veya koruyucu ailelik) en son düşünülen bir şey. Yani ancak çaresizliğin dibine vurunca binlerce tereddüt, kaygı ve gönülsüzlükle gidilen bir yol… Özellikle de erkeklerin istemediği sürekli duyduğum bir şey…
Bir başkasının çocuğunu büyütmek istememeyi de anlarım. İstemez istemez! Ne yapacaksın yani? Sevaptır da desen ikna olmaz, kendi çocuğundan bir farkı olmuyor da desen ikna olmaz.
Ancak sen sürekli olarak “çaresizlerin son çaresi” diye lanse edersen farkında olmadan şu algıları da desteklemiş olursun:
- Doğurmak kutsaldır.
- Doğuramadım, ben eksiğim, ben zavallıyım.
- Evlatlık çocuk almışlar eksiktir, zavallıdır
- Evlatlık 2. kalite çocuktur.
Bir evlatlık olsanız kalbiniz kırılmaz mıydı? Bir evlatlığı büyütmüş bir ana olsanız burulmaz mıydınız?
Bana programda şu soruyu sordu Gülben Ergen: “Yalnızlığını paylaşmak için mi aldın Piti’yi?”
Ki program başlarken de şu cümlemi etmiştim: Ben imkanlarımı paylaşmak, birine faydalı olmak istedim. Yani yalnızlığımı değil kalabalığımı paylaşmak için. Yazdığım birmilyonyüzyirmialtıbin yazım da bunun üzerineydi.
Ancak ikna etmek bir türlü mümkün olmadı. Sonraki sorunun da “doğuramadığın için mi aldın” olacağından endişe edip rejiyi uyardım. Zira ne koruyucu aile olmak için ne evlatlık almak için böyle şartlar gerekli değil. İnsan sadece ve sadece kimsesiz bir çocuğa sahip çıkmak için de bu yola gitmiş olabilir.
Gelişmiş ülkelerde kendi çocuğun başkasının çocuğu kavramları her geçen gün sınırlarını yitiriyor. Doğurabildikleri ve doğurdukları halde evlat edinen, koruyucu aile olan binlerce çift var. Madonna, Angelina Jolie, Brad Pitt bu konuda müthiş örnek olan ünlüler…
Türkiye’de de eskiden böyleydi. “Ben başkasının çocuğuna bakmam” kafası yoktu. Ne oldu da biz bu kadar “illa kendi genimizden, kendi kanımızdan” der olduk bilmiyorum…
Ama dediğim gibi kimseyi ikna etmek gibi bir derdim yok. Benim öncelikle derdim bir: evlatlık veya benzer statüde olan insanların kendilerini kötü hissetmemeleri. İki: bu çocukların anne babalarının “çaresizdi de ondan böyle yaptılar” damgasını yememeleri. Ve en önemlisi bu yola baş koymak isteyenlerin bu tip algılar nedeniyle kararlarından vazgeçmemeleri.
İşte anlatmak istediğim buydu. Fakat “doğurmak bir haktır” “kim daha iyi anne” “koruyucu aileliğe karşıyım çünkü ölürüm de çocuğumu vermem (sanki ben vermek istiyorum) ” “göğsümden süt geldi/gelmedi” tartışması içinde izleyiciler tarafından anneliği sorgulanan, gıcık entel bir tip oldum çıktım.
“Çok iyi programdı ama o kim olduğunu bilmediğimiz bayan olmasaydı daha iyi olurdu” twitiyle de ağzımın payını aldım. Programı geren insan olarak da anneler günüm elbette ki kutlanmadı.
N’apalım... Herkesin canı sağ olsun ama söylemeden edemeyecektim.