Şampiy10
Magazin
Gündem

Bu da benim “mesıc”ım. Hem de “dayrekt!”

“Nice zamandır konuşulan bir konu bu” cümlesindeki “nice” sözcüğünü, ilk anda “nays” diye okuyan bir yeni nesil ile birlikte yaşıyoruz.

Artvin ve yöresinin eski adı olan “Livane” kelimesi ile karşılaştığında, “Liveyn ne demek?” diye soran bir yeni nesil.



Hayal kırıklığı yaşadığını “Down oldum” diye ifade eden,

Ruh hâlinin uygun olmadığını “Hiç o ‘mood‘ta değilim” diye anlatan bir nesil.

Google Çeviri ile herkesin her yabancı dili bildiği bir dönemi yaşıyoruz.



El yazısı mektupları unutalı çok oldu da, artık telefon görüşmesi ya da SMS ile bile değil; internetteki mesajlaşma uygulamaları ile yazışılıyor.

Ya da sosyal paylaşım ortamlarının “dayrekt mesıc” yani “doğrudan mesaj”ları vasıtasıyla haberleşiyor gençler. Hatta bizim nesil de öyle.

En meşhurları, dolayısıyla kullanıcısı en fazla olanlar WhatsApp, Facebook, Twitter ve Instagram, mâlum...

Onlarcası var...

Hepsi ayrı bir iletişim platformu.

Ve dediğim gibi, artık çoğumuz telefonumuzun kısa mesaj servisi yerine çoğu ücretsiz olan bu yeni iletişim kanallarını tercih eder olduk.



Biri gelip, herhangi birimize bedava bir ürün verse, “Al bunu kullan” diye, huylanırız hemen.

Bırakın onu, bir kitap verse hiç tanımadığımız biri “Al oku” diye; şüpheleniriz, “Bunu bana niye verdi?” diye. Kitabı okumakta, ürünü kullanmakta tereddüt ederiz. Hatta sonuçta okumaz, kullanmayız bile büyük olasılıkla.

Ama ‘ücretsiz’ iletişim eplikeyşınlarını (!) cihazlarımıza yükleyip kullanmakta birbirimizle yarışıyoruz.



Şahsi bilgilerimizi, özel hayatımıza dair detayları büyük bir rahatlık içinde paylaşıyoruz dünya ile.

Nerelerden, kimlerin ulaşabileceğini düşünmeden açık açık, uzun uzun yazışıyoruz ‘siber âlem’de.

Havaya yazı yazıyoruz.

Her şeyimiz havada uçuşuyor.

Her şeyimiz ortada.



Ve arşivden bir haber... 7 ay kadar önceden...

Tarih 28 Şubat 2013.

“TBMM Yasa Dışı Dinlemeleri Araştırma Komisyonu dün Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan (MİT) üç görevliyi dinledi. MİT görevlileri yasaların izin verdiği ölçüde Facebook ve Twitter’ın takip edildiğini açıkladı.”



Bu, açıklanan.

Ve sadece Türkiye’den, üstelik sadece bir örnek.

Gerisini tahmin etmek için “jinyıs”(*) olmaya gerek yok herhâlde.

(*) Genius (İngilizce): Dâhi.

KEŞKE...

Saha içinde sporcular, dışarıda ise yöneticiler ve başkanlar, ‘racon’ kesmekte değil, başarılı olmak konusunda yarışsalar.


Yazının devamı...

Başbakan’ın tercihi barajsız dar bölge

“(...) Seçim sistemini değiştirmek için önemli bir adım atıyor, tartışmaya açıyoruz. (...) Tüm öneri, tavsiye, eleştirileri gözden geçirdik. Bir adım atıyoruz. Yeni seçim sisteminin nasıl olması gerektiği konusunda biz üç farklı alternatifi tartışmaya açıyoruz. Yüzde 10 barajıyla devam edebiliriz. İki, barajı yüzde 5’e çekip, beşli gruplandırmayla daraltılmış bölge seçim sistemi. Üçüncü olarak da, ülke barajını tamamen kaldırarak, dar bölge seçim sistemini getirebiliriz.”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘Demokratikleşme Paketi’nin ‘seçim sistemi’ başlığını bu sözlerle açıkladı, biliyorsunuz.

Konu da şimdi bu çerçevede tartışılıyor.



Muhalefet partilerinin bu seçim sistemi alternatifleri hakkındaki ‘kurumsal’ tavrı henüz netleşmiş değil. Sadece bazı parti yetkililerinden gelen ‘ilk işaretler’ var.

Hangi muhalefet partisi, bu üç seçeneğin (daha doğrusu mevcut sistemin dışındaki diğer iki seçeneğin) hangisinden yana, daha kesin olarak bilmiyoruz.

Partiler konuyu kendi içlerinde değerlendirme aşamasında. Doğal olarak her parti, hangi sistemin kendisi açısından daha avantajlı sonuç vereceğini hesaplayarak, buna göre pozisyon belirliyor.



İktidar partisindeki durum ise şöyle:

AK Parti’de ağırlıklı olarak, ‘yüzde 5’lik ülke barajıyla daraltılmış bölge sistemi’ne sıcak bakılıyor.

Meclis grubu, parti yönetimi, hatta bakanlar arasında çoğunluk bu seçenekten yana. Bu formülü tercih ettiğini daha ilk günden açıklayan isimler bile var.

Ama...

Başbakan Erdoğan’ın tercihi diğer seçenek. Yani ‘ülke barajı olmaksızın, dar bölge sistemi’.



Pekiyi Tayyip Erdoğan, neden ‘barajsız dar bölge’yi istiyor?

Çünkü Başbakan, dar bölge sisteminin;

1) Seçmen iradesinin Parlamento’ya doğrudan yansımasını sağlayacağını,

2) Siyaseti ve demokrasiyi konsolide edeceğini,

3) Seçmenin vekilini tanıması demek olduğunu ve böylece ‘güçlü milletvekili’ modelini ortaya çıkaracağını düşünüyor.

Başbakan Erdoğan ‘barajsız dar bölge sistemi’ ile birlikte aynı zamanda;

1) Mevcut parlamenter sistemin, doğacak ‘güçlü milletvekili’ yapısını taşıyamayacağını,

2) Oluşacak bu yeni siyaset gerçeğinin, bir dönem sonra ‘başkanlık sistemi’ni zorunlu kılacağını,

3) Böylece, başkanlık sisteminin de, altyapısı oluşmuş şekilde hayata geçeceğini ve sağlıklı işleyeceğini öngörüyor.



Adalet ve Kalkınma Partisi’nin nihai kararı, söz konusu iki seçim sistemi üzerindeki çalışmaların ve yetkili kurullarda yapılacak görüşmelerin ardından şekillenecek.

Ancak...

Kendi içindeki bu durum, iktidar partisinin şu anda öncelikli meselesi olarak görünmüyor.

Başbakan Erdoğan da, kurmayları da, öncelikle muhalefetin tavrının netleşmesini bekliyor.

Diğer partilerin, gündemdeki seçeneklerden herhangi biri üzerinde konsensüs sağlaması hâlinde, AK Parti diğerlerinin üzerinde uzlaşacağı o formüle “Tamam” diyecek.

Tabii bunun için CHP, MHP ve BDP’nin aynı seçim sistemine “Evet” demesi gerekiyor.

DÜZELTME VE ÖZÜR

Dün bu köşede Kara Kuvvetleri Komutanı Sayın Org. Hulusi Akar yerine Jandarma Genel Komutanı Sayın Org. Servet Yörük’ün fotoğrafı sehven yer aldı. Özür dileriz.

Yazının devamı...

Org. Akar açık konuştu

“Askerin görevi yasalarla belli. Silahlı Kuvvetler naralar, çığlıklar atılacak yer değil.”

Bu sözler Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar’a ait.



Önceki akşam Ankara’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) yeni yasama yılının açılış resepsiyonunda sohbet etme imkânı bulduğum isimlerden biri de Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar oldu.




Orgeneral Akar daha beş gün önce Hakkari’de, arşivlerde acı anılarla yer alan noktalardaydı.

Geçmişte yaşanan baskınlarda çok sayıda şehit verilen Aktütün, Dağlıca, Baski Tepe ve Süngü Tepe gibi üs bölgelerini denetlemiş, askerlerle beraber karavana yemiş ve geceyi de Mehmetçik ile birlikte Aktütün’de geçirmişti.

Komutan ile sohbete bu noktadan başladık. Bölgeden izlenimlerini sordum önce.

- Çok acı hatıraları var Aktütün ve Dağlıca’nın. Nasıl gördünüz bölgeyi?

- Her şey yolunda. Sıkıntı yok.

- Askerin morali nasıl?

- Çocuklarımızın hepsi çok iyi. Moralleri de çok yüksek. Hepsi görevlerinin başında ve bilincinde.

5442(*) vurgusu

Org. Akar’a kritik bir konuyu da sordum:

- PKK’lıların çekilme sürecinin bölgede görev yapan askerler üzerinde olumsuz bir etkisi var mı? Bu yönde iddialar da duyuyoruz zaman zaman.

- Hiç öyle bir şey yok. Öyle bir rahatsızlık ya da olumsuz etki yok. Dediğim gibi herkes görevinin başında ve çocukların hepsi gayet yüksek moralle görev yapıyor.

Ve aynı konuda bir başka soru.

Açık açık...

- Örgütün çekilme sürecini destekleyenlerin yanı sıra terör örgütü ile görüşmelere karşı çıkan bir kesim de var. Hatta, “Bunca yıldır boşuna mı mücadele edildi, boşuna mı binlerce şehit verildi, boşuna mı bu kadar genç gazi oldu?” diyenler de var. Sizin bu bahsettiğim görüş hakkındaki düşünceniz nedir?

- Bakın, ben sadece şu kadarını söylerim. İşte 5442 orada duruyor. Herkes açıp okusun 5442 sayılı yasayı. Bazı meslektaşlarınız bile okumuyor. Gazeteciler de okusun lütfen. Askerin görevi yasalarla belli. Biz, bize çizilen yasal çerçeve içinde görevimizi yaparız ve layıkıyla yapıyoruz. Silahlı Kuvvetler naralar, çığlıklar atılacak yer değil.

Emekli astsubaylara yakın ilgi

Orgeneral Hulusi Akar ile sohbetimiz, yanımıza gelen ve kendini tanıtan Yüksel Binici’nin “Merhaba”sı ile noktalandı.

Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği’nin Genel Başkan Vekili Binici kendini tanıtıp, Kara Kuvvetleri Komutanı’ndan dernek yönetim kurulu adına randevu istedi.

Akar içten bir üslup ile “Tabii ki, memnuniyetle beklerim” dedi ve şöyle devam etti.

- Terörle mücadelede yıllarca hep birlikte emek verdik. Subayı, astsubayı, uzmanı, er ve erbaşı; hepimiz kader birliği yaptık. Siz astsubaylarımızın da çok büyük emeği, hakkı var. Sorunlarınızı, sıkıntılarınızı biliyoruz ve gereken ne varsa yapılacak, hiç şüpheniz olmasın. Özlük haklarından diğer bütün konulara kadar, hepimizde bu konuda tam bir kararlılık var. Bekliyorum. Geldiğinizde de ayrıntılı şekilde konuşuruz.

(*)5442 sayılı İl İdaresi Kanunu: http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.3.5442&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=

Yazının devamı...

Asıl olan uygulama ise...

Sadece ‘gazete okuru’ olsam, bugün her gazetede, hemen her köşe yazarının aynı konuyu kaleme almış olmasından pek mutlu olmazdım doğrusu.

Ne var ki, Ankara’da habercilik yapıp da, böyle bir günde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı ‘demokratikleşme paketi’nden bahsetmemek de mümkün değil.

Kaldı ki, edilmesi gereken birkaç kelam da var.



Dün saat 12.20 itibariyle, yani Yeni Başbakanlık Binası’ndaki basın açıklaması bittiği andan itibaren herkesin sorduğu soru şuydu:

“Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında ve açıkladığı pakette, size göre en dikkat çekici kısım neresiydi?”

Cevap veriyorum:

Kimilerine çok uzun gelmiş olsa da, Erdoğan’ın paketin içeriğine geçmeden önce yaptığı konuşmada temas ettiği bazı noktalar, neredeyse pakette yer alan maddeler kadar önemliydi.

Özellikle de şu aşağıda, tırnak içinde okuyacağınız kısım:

“(...) Bundan sonra da hak ve özgürlük talepleri olacaktır. Tartışmalar yaşanacaktır. Esas olan hak ve özgürlük taleplerinin -altını çiziyorum- siyasi bir zeminde, demokratik bir kültürle oluyor olmasıdır. Esas olan hak ve özgürlük taleplerinin, şiddetin, silahın dışlandığı ortamda dillendirilmesidir.

Hiçbir silah, şiddet gösterisi, meşru bir hak talebinin yerini tutamaz. Yumruklar sıkılıysa, tokalaşma, ellerin birleşmesi mümkün değildir. Kalpler birbirine karşı kaskatı kesilmişse oradan gönül birlikteliği çıkmaz.

Sorunları siyaset kurumu çözecekse elbette halkla beraber çözecektir. Toplumsal destek her türlü adımın enerji kaynağını oluşturur.”



Pakette yer alan konular ve bunlara farklı kesimlerin bakışlarını VATAN’ın haberlerinde bulacağınız için ben içeriğe girmeden yukarıdaki bölümü cımbızladım Erdoğan’ın konuşmasından.

Çünkü bu bölüm bir ‘anlayış’ın, bir ‘yaklaşım’ın ilânı.

Ve...

Alınan kararlar ne kadar önemli olursa olsun, asıl olan ‘uygulama’ aşaması ise (ki öyle) bence en fazla dikkat edilmesi gereken nokta, uygulayıcının ‘anlayış’ ve ‘yaklaşım’ı çünkü.

Sırada yöneticiler var

Üç büyük kulübün tribün liderleri ve bazı taraftarlarına yönelik operasyonu biliyorsunuz. Birçok iddia var gözaltına alınanlar hakkında.

Ben bu satırları yazarken, mahkemeye sevk edilmişlerdi. Hangisi hakkında ne karar verileceği belli değildi yani.

Ancak belli olan, soruşturmanın bu kişiler ile yani taraftarlar ile sınırlı kalmayacağı.

Aldığım bilgi, yakın zamanda üç büyüklerin 4 - 5 yönetici ya da eski yöneticisinin de -ifadelerine başvurulmak üzere- kapılarının çalınacağı yönünde.

Turgut Özakman’ın vasiyeti

Neredeyse bir yıl oldu... Eserinden uyarlanan ‘Çanakkale 1915’ filminin Ankara galasında görmüştüm en son onu.

Sağlığı pek iyi değildi. Yürümekte zorlanıyordu.

Eşi Ayla Hanım ile birlikte gelmişti sinema salonuna. Ağzını kapatan hijyenik maskenin ardından sohbet etmiştik.

Kurtuluş Savaşı dönemine dair konuşurken, her detaydan aynı heyecan seviyesinde bahsediyordu.

“Bugünümüzü, o günlere; o destanı yazanlara borçlu olduğumuzu” söylerdi hep.

Ve “Unutmamamız gerektiğini”...

Haklıydı.

Unutmamak gerekiyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl ve ne koşullarda kurulduğunu unutmamamız gerekiyor.

Açın okuyun.

Onun kitaplarını okuyun. O döneme dair nerede, ne bulursanız okuyun.

Çocuklarınıza da okutun lütfen.

Bana kalırsa Turgut Özakman’ın vasiyetidir bu.

KEŞKE...

Bazılarına ‘meslektaş’ dediğimizde bu sözcük tam olarak içimize sinse.

Yazının devamı...

Demirel: ‘Taraf değilim’

Konuyu biliyorsunuz.

28 Şubat davasında tutanakların açıklanmasının ardından başlayan tartışma ortamında, müşteki avukatlardan biri, o tarihi toplantıya başkanlık eden dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hakkında suç duyurusunda bulundu.

Mahkeme bu konuda ne karar verecek göreceğiz ama Demirel’in şu aşamadaki tavrı net:

“Taraf değilim, olmak da istemiyorum” diyor eski Cumhurbaşkanı.



Dün yaptığımız telefon görüşmesinde konuyla ilgili görüşlerini almak istedim Süleyman Demirel’in.

Aramamın nedenini tahmin ettiğinden şüphem yok...

“Buyur, söyle bakalım Murat” diye açtı telefonu, gayet dinç ve dinamik bir ses tonuyla.

“Konu malum Sayın Cumhurbaşkanı” dedim; “28 Şubat davası”...

“Ben bu konuda taraf değilim” dedi Demirel.

“Ama” dedim...

“Malumunuz tutanaklar açıklandı ve tartışma farklı boyutlarıyla sürüyor. O toplantı sizin başkanlığınızda yapıldı ve tutanaklarda sizin cümleleriniz de var doğal olarak...”

“Taraf değilim. Taraf olmak da istemiyorum.”



“Ama...” diye başlayan ve farklı cümlelerle, aynı konu etrafında ısrarla sorduğum 10’dan fazla soruya sadece şu yanıtları verdi Demirel:

- Yazılanları, konuşulanları görüyorum. Cereyan eden bu tartışmaya katılmak istemiyorum. Hiçbir yerinden katılmak istemiyorum.

- Senin sorduğun bu sorulardan herhangi birine cevap vermem de, bu tartışmaya katılmak olur. Bu yüzden beni hoş gör olur mu?

“Beni hoş gör olur mu?” diyen bir eski Cumhurbaşkanı’nı anlayışla karşılamaktan başka ne yapabilirdim?..

Tavrına saygı gösterip, “Tamam” dedim Süleyman Demirel’e.

Karşılıklı teşekkürler ile kapattık telefonu.

Özbolat neden Çankaya’yı istiyor?

Geçenlerde yazmıştım burada; Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) Çankaya ilçe belediye başkan adaylığına ne kadar çok aday olduğunu.

Onlardan biri, CHP Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat bugün basın mensupları ile bir araya gelecek. Kendisi bunun bir ‘adaylık tanıtım’ toplantısı olmadığını söylüyor. O toplantıyı daha sonra yapacakmış ama gündem kaçınılmaz olarak “Durdu Özbolat’ın Çankaya adaylığı” olacak.



Dün aradım Özbolat’ı. “Bir milletvekili neden o koltuğu bırakıp Çankaya da olsa bir ilçe belediye başkanlığını ister?” diye sordum.

Anlattı...

- Ben iki dönemdir Kahramanmaraş’tan milletvekiliyim. Şehrimde açıkladım devam etmeyeceğimi. Oradaki genç arkadaşlarımızın önünü açmak istedim. Ayrıca milletvekilliğinde de, belediye başkanlığında da öyle 10-15 yıl kalınmasını doğru bulmuyorum. Düşünün ki, CHP gibi bunca senedir iktidar olamamış bir partide 3-4 dönemdir vekillik yapan arkadaşlarımız var. Bu düzenin değişmesi lâzım.

- Biz parti olarak Ankara metropol belediyesini kaybettik, bir daha da geri alamadık. Benim inancıma göre Çankaya belediye başkanı olan kişi, burada yapacağı hizmet ile anakent belediyesini hedeflemeli ve alabilmeli. Ankara’yı alabilmenin yolu Çankaya’dan geçer ve ben bunun için yola çıktım. Bir dönem Çankaya belediye başkanlığı yaptıktan sonra, burada yapacaklarımla, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı alabilmek için aday oluyorum.



Detaylarını zaman içinde anlatacak ama Durdu Özbolat’ın Çankaya adaylığının ardındaki temel düşüncesi bu.

KEŞKE...

Siyasetçilerin, sanatla ilgilenmek başta olmak üzere, hobileri olsa.

Yazının devamı...

Bugün bana yarın sana

Dilimizde tüy bitti...

Bu işin Beşiktaş’ı, Galatasaray’ı, Fenerbahçe’si yok arkadaş.

Trabzon’u, Diyarbakır’ı, Bursa’sı, Göztepe’si, Karşıyaka’sı yok.

Bugün birine ise yarın diğerine.

Bugün bana ise yarın sana.

Ya da tam tersi...

Bugün sana, yarın bana.

Aynı şey yani.



Kapı kırmakla, turnikeden atlamakla, demir parmaklıkları aşmakla övünürsen...

Koltuk kırıp atmakla, sahaya girmekle, özel güvenlik kovalamakla gururlanırsan...

Küfürlerle var olduğunu, kavga ederek kendini kanıtladığını, adam bıçaklayarak adam olduğunu düşünürsen işin sonu belli arkadaş.



Bugün başka renklerin birbirlerine girmesini ya da birilerinin kendi içinde birbirine girmesini uzaktan sessizce izliyor, hatta içten içe buna seviniyorsan; bil ki yarın, en geç ertesi gün sen yaşayacaksın aynısını. Senin başına da gelecek aynısı.

Dün bu durumda olup ellerini ovuşturanların bugün başına gelen tam da bu çünkü.

Yarın sıra sende arkadaş. Emin ol böyle.

Hep böyle oldu. Yine öyle olacak, bil.



Konu futbolun, sporun ötesinde bir gerçeğin tezahürü.

Konu bir ‘çifte standartlar sarmalı’nın sonucu.

Konu şu...

Sana, “Arkadaş, bak şu konuda hatalısın, yanlış yapıyorsun” diyene; “Sen de şu şu konularda hatalısın, yanlışlar yapıyorsun” cevabını verip duruyorsun ya sürekli...

Konu bu işte.

Başkasının yanlışları, başkalarının hataları; senin yaptıklarını temize çıkarmaz, çıkarmıyor arkadaş. Seni aklamıyor.

Ve bil ki bu durum, sadece senin için geçerli değil.

Benim için de geçerli.



Bil ki bu durumun futbolla, sporla ilgisi de yok.

Bu durum bir anlayışın, bir yaşam biçiminin göstergesi.

Bir kere de, “Ama sen de...” diye başlamadan önce dur ve sadece aynadaki insanın ne yaptığına bak.

Bir kerecik be arkadaş.

Dünya derbileri, bizim derbi

Dünyada ‘derbiler haftası’ydı bu hafta sonu.

İtalya’da Roma Lazio’yu yendi 2-0.

İngiltere’de Manchester City Manchester United’ı 4-1 ile geçti.

Rusya’da Spartak Moskova CSKA Moskova’yı 3-0 mağlup etti.

Roma’da, Manchester’da, Moskova’da hep futbol konuşuldu.

Takımların oynadığı futbol, hakemlerin yönettiği futbol, seyircinin izlediği ve katıldığı futbol...

Konuşulanlar hep futbola dairdi.

İstanbul’da da bir derbi vardı malum.

Beşiktaş-Galatasaray derbisi.

Adı ‘futbol’ maçıydı ama biz neler konuşuyoruz?

Futbol dışında her şeyi!

Tamam; “Futbol sadece futbol değildir”, doğru.

Doğru da; futbol, futboldan başka her şey de değildir.

KEŞKE...

Çocuklar artık futbol izlemeyi istememekte haksız olsa.

Yazının devamı...

Bir güneydoğu açılımı da TÜGİAD’tan

Türkiye Genç İşadamları Derneği (TÜGİAD) pazartesi (23 Eylül 2013) günü Diyarbakır’da çok önemli bir süreç başlatıyor.

TÜGİAD Başkanı Ali Yücelen, “Bu da bir başka güneydoğu açılımı” diyor.

Bölgeye yatırımı artıracak ve bölge ekonomisine (ama bugüne kadar olduğu gibi ‘sözde’ değil, gerçekten) olumlu katkı yapacak bir ‘açılım’.



Ali Yücelen, Diyarbakır’da atacakları adımın, Güneydoğu Genç İşadamları Derneği Başkanı Hakan Akbal’ın isyanı ile ortaya çıktığını anlattı:

- Hakan Akbal, birçok sivil toplum kuruluşunun (STK) Güneydoğu gezileri ve sonu gelmeyen vaatlerine isyan edip, “Zaman geçti ama verilen yatırım sözleri havada kaldı. Türkiye’de ekonomiye yön veren pek çok STK, Diyarbakır’dan rüzgâr gibi geçti gitti ama somut bir gelişme olmadı. Gelip, kebap yiyip gidiyorlar, kebap yemeye her zaman bekleriz ama biz artık somut adım istiyoruz” diye konuşunca biz de kendisine somut adım projelerimizden bahsettik. Sonra da birlikte çalışmaya başladık.



Ali Yücelen Güneydoğulu genç iş adamları ile birlikte vardıkları noktayı şu sözlerle özetledi:

- Yatırımcı, kârlı olan her işe, getirisine göre, yatırım yapar. İnsanlara, bir bölgeye zorla yatırım yaptıramazsınız. Çözüm süreci ile birlikte Güneydoğu Anadolu’muza yatırımda artış bekliyoruz ama bu asla yeterli olmayacak çünkü maalesef bölgeler arası yatırım koşulları farkı çok fazla. Dolayısıyla, bizim iyi niyetli fakat yetersiz birkaç yatırımdan daha kalıcı bir işi başarmamız lâzım.



Yücelen’in dikkat çektiği bazı noktalar var ki; bölgede yaşayanlar dışında pek kimsenin bilgisi de yok, ilgisi de:

- Bakın, Diyarbakır’da trafikteki araçlar genellikle 01, 33 ya da 27 plakalı. Çünkü Diyarbakır plakalı bir aracın kasko sigortası bedeli diğer illerden 4 kat civarında fazla. Ayrıca bankalar, Diyarbakır’da verecekleri kredilere teminat olarak, batı’da aldıklarının 2 veya 3 katı ipotek veya teminat istiyorlar. Finansal Hizmetler Sektörü çözüm sürecine pek inanmamış gibi görünüyor. Ayrıca, bizim başımıza da bela olan, bankaların uzun vadeli kredileri istedikleri zaman geri çağırmaları (ödemelerde aksama ya da finansal tablolarda bozulma olmadan bile) durumu orada çok daha vahim. İsteyen banka, kredili çalışan, geleceğe yönelik yatırım yapmış her firmayı istediği zaman batırabilir.



Pekiyi TÜGİAD ne yapacak da bölge ekonomisinde bir şeylerin değişmesine katkı sağlayacak?

Ali Yücelen bu soruya gerçekçi ama umutlu yanıt veriyor:

- Dünyada uygulanan yöntemleri hayata geçireceğiz. Profesyoneller, girişimciler, iş adamları ve akademisyenler dersler verecek. Üniversiteler ve eğitim kurumları ile birlikte girişimcilik alanında eğitim ve sertifika programları, yarışmalar, sempozyumlar düzenlenecek. Girişimcilik merkezleri, ofisleri kurulacak. Özetle, bölge gençliğini girişimciliğe teşvik edeceğimiz ama aynı zamanda bunun nasıl yapıldığını onlara anlatacağımız bir süreç başlıyor. KOBİ’lerle, yeni firmalarla ilgili değil, fikri olan girişimcilerle ilgili bir süreç. Diğer yatırımcıların, fon sağlayanların, büyük şirketlerin insafına bırakılmamış, halk tarafından, daha az kaynakla gerçekleştirilecek değerlerin ortaya konulmasını sağlayacak bir süreç.

KEŞKE

‘Gaziler Günü’ diye bir günümüz hiç olmasaydı.

Yazının devamı...

Öcalan karşısına siyasetçi istiyormuş

“Öcalan’ın istediği müzakere; siyasi müzakere. Siyasi müzakere de siyasetçi ile yapılır. Şu andaki bürokrat seviyesini aşan siyasetçilerle yapılır. Öcalan, bürokratlarla, istihbaratçılarla yapılacakların buraya kadar olduğunu, artık onlarla konuşulacak bir şey kalmadığını düşünüyor.”

Bu sözler, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a ait.

Hangi seviyeden siyasetçi?

Demirtaş ile dün Diyarbakır’dan telefonla görüştük.

Bu hafta Brüksel’e, gelecek hafta da Kandil’e gideceğini söyledi.

Ardından da İmralı’da Abdullah Öcalan ile yaptıkları son görüşmeye ilişkin sorularımı yanıtladı.

Demirtaş yazının girişinde yer verdiğim şekilde “Öcalan artık diyalog değil, müzakere aşamasına geçilmesini istiyor ve siyasi müzakere siyasetçiler ile yapılır” deyince “Peki hangi seviyeden siyasetçi?” diye sordum.

Selahattin Demirtaş, “Hangi kademesi olur bilemem ama illa bakan, illa başbakan olacak diye bir şart ya da beklentisi yok. Müzakereyi yürütecek olan siyasetçinin seviyesini hükümet belirler” cevabını verdi.

Öcalan: “Ben değil, devlet bana geldi.”

Demirtaş’ın, Abdullah Öcalan ile yaptıkları görüşmeye dair diğer anlattıkları da şöyle:

“Öcalan;

- Geçen bir yılı müzakereye geçilememiş, diyalogda kalınmış bir süreç olarak tanımlıyor,

- ‘Benim hedefim bir yıl içinde silah bırakma ve çekilme aşamalarını tamamlamaktı ama hükümet çok yavaş davrandı’ diyor.

- Bu bir yılın, tarafların birbirlerini tartma, ölçme ve güven oluşturmasıyla geçtiğini söylüyor ve ‘taraflar artık müzakere etmelidir‘ görüşünü dile getiriyor.

- ‘Ben kimseyi zorla masaya oturtmadım. Benim ne böyle bir gücüm, ne de imkânım vardı. Devlet bana geldi, hükümet adına geldi ve kendisi başladı benimle görüşmeye. Hükümet şimdi müzakereye açıksa, ben mektubuma cevap bekliyorum‘ mesajını iletiyor.

- Kendisiyle müzakere edeceklerse, kendisinin de müzakere edebilmek için şartlarının oluşması gerektiğini söylüyor.

- Müzakere şartlarını, örgüt ile temas, medya ve sivil toplum örgütleri ile görüşme ve süreci takip edecek sivil bir ‘Hakikatler Komisyonu’ kurulması şeklinde sıralıyor.”

Öcalan neye öfkeleniyormuş?

Selahattin Demirtaş, telefon görüşmemizde, Abdullah Öcalan’ın “Öfkeleniyorum” dediği iki konuyu da aktardı:

- Birincisi Öcalan, “Apo af istedi söylemi beni çok öfkelendiriyor” dedi. “Benim böyle bir derdim yok. Benim istediğim buradan dış dünya ile temas kurmak. Talebim siyasi müzakere ve demokratik sürecin işlemesi” diye konuştu.

- İkincisi de şu: Dedi ki; “Bazı AKP’lilerin ‘Öcalan bir enstrümandır, onu terörü bitirmek için kullanıyoruz’ sözlerine öfkeleniyorum. Ben kullanılıp bir kenara atılacak bir enstrüman değilim. Ben siyasi müzakerenin yapılacağı kişiyim.”

Şu ‘Drogba’ mevzuu...

Radikal Gazetesi Genel Yayın Müdürü Eyüp Can dün, “Öcalan’ın BDP’ye Drogba’yı örnek gösterdiğini” yazdı.

Demirtaş bu konuda da şunları anlattı:

- Drogba örneği sadece BDP’ye özel bir mesaj değildi. Öcalan, genel siyaset için bir örnek olarak şunları söyledi: “Sahada çok koşmak, çok yorulmak önemli değil. Önemli olan gol atmaktır. Yani hedefe ulaşmaktır. Geçmişte Metin Oktay vardı, hatırlıyorum, şimdi Drogba var. Bunlar golcü isimler. Gol atanlar takımlarını taşır. Gol atamadıktan sonra, ‘Çok koştum, çok yoruldum’ demenin bir anlamı yok.” Böyle dedi. Belli ki Galatasaray’ı oradan da yakından takip etmeye devam ediyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.