Şampiy10
Magazin
Gündem

O açıklama neden yapıldı?

“Son zamanlarda sık sık ‘Neden konuşmuyor?’ sorusu ile karşılaşıyorum.”

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, üzerindeki baskıyı bu cümleyle kayda geçirdikten sonra “neden konuşmadığını” izah etti.

Lakin bunu yaparken de, yani “neden konuşmadığını” anlatırken de, konuştu. Böylece bir anlamda, “Neden konuşmuyor?” diyenler, öyle ya da böyle, bir şekilde Orgeneral Özel’i konuşturmuş oldu.

Ankara’da konuşulanlara göre, Orgeneral Özel’i bu açıklamayı yapmaya iten; o gün yani 21 Ekim Pazartesi sabahı yapılan önemli bir toplantı olmuş.

Başkent kulislerinde, TSK’nin komuta kademesini oluşturan orgenerallerin Ankara’da olağanüstü bir toplantıda bir araya gelip, durum değerlendirmesi yaptıkları bilgisi dolaşıyor.

Askeri kulislerde, orgenerallerin, özellikle de Yargıtay’dan çıkan Balyoz Davası kararları sonrası TSK içinde oluşan atmosfere ilişkin bilgileri Genelkurmay Başkanı’na aktardıkları konuşuluyor. Ve Orgeneral Necdet Özel’in de, silah arkadaşlarının kendisine ilettiği bu ‘nabız’ üzerine söz konusu açıklamayı yapmaya karar verdiği...

Korgenerallerin düzenli mesaisi

Genelkurmay Başkanı’nın yaptığı yazılı açıklamada altı çizilmesi gereken bir bölüm var. Şöyle:

“(...) arkadaşlarımın durumuna hukuki çözümler aradığımı ve bu yöndeki düşüncelerimi ilgili ve yetkili olduklarını düşündüğüm makam sahipleri ile paylaştığımı, tutuklu olan personelimizin, hiçbir ayrım yapılmadan, tamamen yasal mevzuat içerisinde kalınarak, düzenli olarak ziyaret edilmesini, istek ve ihtiyaçlarının tespit edilerek karşılanmasını, savunmalarına yardımcı olacak bilgi ve belgelerin kendilerine ve/veya avukatlarına zamanında ulaştırılmasını, ayrıca TSK’nın geleneksel aile yapısı nedeniyle aile bireyleri ile ilgilenilmesini sağladığımı bilginize sunmak istiyorum.”



Bu kısım önemli çünkü bunlar, Genelkurmay Başkanı Özel’in bugüne kadar kamuoyu ile paylaşmadan hayata geçirdiği faaliyetler.

Anlaşılıyor ki Özel, bu durumu açıklamak zorunda kaldı.

Orgeneral Necdet Özel, yukarıdaki ifadelerle aslında şunu söylüyor:

“Beni eleştiriyorsunuz ama ben yasal mevzuat içinde yapılabilecekleri zaten yapıyorum. Ancak bunun reklamını yapmıyorum, yaptıklarımızı medyayla, kamuoyuyla paylaşmıyorum. Bu yüzden de sarf ettiğim çabalar bilinmiyor. Bilinmesine de gerek yok. Yaptıklarımı silah arkadaşlarım, ben, ilgilileri ve Allah biliyor, bu da bana yetiyor”

Özel’in verdiği asıl mesaj bu.



Askeri kaynaklardan aldığım bir bilgi de bu tabloyu teyit ediyor.

Aldığım bilgi, ‘TSK’da, korgeneral rütbesindeki hemen her komutanın, düzenli olarak cezaevlerini ziyaret edip, silah arkadaşları ile görüştüğü’ yönünde. Tabii yasal mevzuata uygun şekilde, ilgili makamlardan gerekli izinler alınarak...

Bu noktada akla hemen, “Neden sadece korgeneraller?” sorusu geliyor.

Bu soruya aldığım yanıt da;

“Genelkurmay Başkanı’nın, bu ziyaretlerin ‘orgeneraller’ seviyesinde yapılması hâlinde farklı yansıtılabileceği ve kamuoyunda, ‘yargıya müdahale’ edildiği şeklinde yanlış bir algılamaya yol açabileceği, yani bu durumun istismar edilebileceği endişesi taşıdığı” oldu.

KEŞKE...

Bu bölüme yazdığım her cümle, içinde bulunduğu makalenin konusuna dairmiş gibi algılanmasa.

Yazının devamı...

Gökyüzünde gezi gündemi

Bayram haftası Güney Kore’deydik. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız Dünya Enerji Kongresi’ne katıldı, biz de temaslarını izledik.

Güney Kore’nin, aynı günlerde bir başka uluslararası toplantıya daha ev sahipliği yaptığını, dönüş uçağında yan koltuğumda oturan yolcudan öğrendim.

THY’nin Seul İstanbul uçuşunda yanımda, ISO yani Dünya Standartlar Enstitüsü’nün toplantısına katılan Polonyalı bir iş adamı vardı.

Yıllardır Berlin’de yaşayan ve sektöründe dünya devi bir Alman firmasında çalışan genç iş adamına Berlin’den Seul’e gidip dönmek için neden THY’yi tercih ettiğini sordum.

“Uçuş saatleri makuldü ama daha önemlisi kalite. Ve tabii aktarmayı İstanbul’da yapmak” dedi koltuk komşum.

İstanbul Atatürk Havalimanı’nı öven cümleleri üzerine, “Birkaç sene sonra çok daha büyük ve yeni bir havalimanı yapılacak İstanbul’a” dedim.

“Biliyorum” dedi Avrupalı iş adamı. Sonra da bakın nereden bildiğini nasıl anlattı:

“Türk gençlerinin yaptıkları protesto eylemlerinin bir nedeni de o proje değil mi?” “Hayır” dedim.

“Protesto gösterilerinin sebebinin İstanbul’daki bir parka sahip çıkmak ve o havaalanının yapımına gösterilen tepki olduğunu okudum ben” dedi Polonyalı.

“Eylemlerin nedenleri arasında bu konu yoktu. Sadece eylemcilerin bir kısmının talepleri arasında yer aldı” diye izah etmeye çalıştım.



Demek ki neymiş?..

Gezi Parkı gündemini Alman medyasından takip edenler, bazı noktaları olduğundan farklı öğrenmişler.

Bu durumun sadece Alman medyası ve dolayısıyla Almanya kamuoyuna özel olduğunu hiç sanmıyorum.

Dünya, ‘Gezi gündemi’ni bazı yönleriyle, olduğundan daha değişik biliyor.

Bu da ‘dış dünyadaki Türkiye algısı’nı farklılaştırabiliyor. Daha başka birçok konuda olduğu gibi.

Dünya küçük bir köy

Başlıktaki tanımlama, globalleşme kavramının mottosu sayılır.

‘Küresel köy’ ifadesinin sahibi Kanadalı yazar Marshall McLuhan’ın bu tespitinde haklı olduğununun son kanıtını geçen hafta bizzat yaşadım.

Şöyle...

Güney Kore ’nin Daegu kentindeki bir kafeden yarım kilo kavrulmuş çekirdek kahve satın aldım.

Kahve, El Salvador kahvesi.

Paketin üzerinde “Made in Italy” yazıyor. İtalya’da kavrulup paketlenmiş.

Yani...

Bir Türk;

Güney Kore’den satın aldığı,

El Salvador’da üretilip İtalya’da işlenmiş çekirdek kahveyi,

Ankara’da,

Bir Amerikan kahve zincirinin, Avrupa Birliği standartlarına uygunluğu ifade eden CE damgası taşıyan lakin Çin malı değirmeninde öğütüp,

İtalyan patentli ama yine Çin’de üretilmiş bir makinede hazırlayıp,

Hollanda’dan aldığı bir fincandan içti.

Biz dünyalıların durumu ve bizim köydeki vaziyet böyle işte.

KEŞKE...
Biraz tarih okusak ve ‘tekerrür’ sözcüğünün anlamını hatırlasak.



Yazının devamı...

SMS rekorundan enerji gündemine



- Son Kadir Gecesi’nde Türkiye’de, 24 saat içinde kaç cep telefonu mesajı gönderildiğini tahmin edebilir misiniz?

Soruyu soran Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, bizim tahminlerimizi gülümseyerek dinledikten sonra cevabı verdi:

- 1 milyar 40 milyon mesaj atılmış! Ve GSM operatörlerinin o gün yaptığı cironun toplamı tam 90 milyon TL. Sadece bir günde...



Üç gazeteci, Dünya Enerji Kongresi’ne katılan Taner Yıldız ile birlikte Güney Kore’nin Daegu kentindeydik üç gündür.

Günlük programının ardından, kaldığımız otelde Bakan Yıldız ve Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) Başekonomisti Fatih Birol ile bir saatten fazla sohbet ettik.

Sektörden haberleri birazdan aktaracağım ama önce yazının başındaki mevzu ve Yıldız’ın ‘SMS örneği’ni verme nedenini anlatayım.



Taner Yıldız; Türkiye’nin enerji ihtiyacının her yıl yüzde 8’e yakın arttığını, örneğin Almanya’da bu oranın sadece yüzde 0,5 olduğunu söyleyip, “Bu artış, insanımızın yükselen refah seviyesine bağlı olarak gereksinimlerinin çeşitlenerek artması ile doğrudan bağlantılı. Bakın şimdi size bazı rakamlar vereyim, sanırım o zaman durum daha net anlaşılacaktır.”

İşte Enerji Bakanı Yıldız’ın verdiği rakamlar:

Türk insanı 2012 yılında:

- Mazot ve benzine 75 milyar,

- Elektriğe 60 milyar,

- Cep telefonu faturalarına da 22 milyar TL ödedi.

(Not: Akaryakıta ödediğimiz 75 milyar liranın 46 milyarı vergi olarak devletin kasasına girdi. Türkiye’de akaryakıtın üzerindeki vergi yükünün boyutunu bir kez daha hatırlatması açısından kayda geçireyim dedim.)



Çevremize şöyle bir bakınca, Türkiye’nin enerji ihtiyacındaki yüksek artışa şaşırmamak gerekiyor. Otomobil sahibi olanlarımızın oranı, evlerimizdeki televizyon değil, televizyonlar, sahip olduğumuz cep telefonu değil telefonları vb. örnekleri bir düşünün...

Enerji Bakanı, “Bu boyutta bir tüketim karşısında; su, güneş, rüzgâr gibi kaynakların tümünü kullansak bile yetmiyor” diyor.

Bu noktada da konu, ‘nükleer enerjinin gerekliliği’ mevzuuna geliyor ve sözü UEA Başekonomisti Fatih Birol alıyor.

“Bakın ben Paris’te yaşıyorum. Paris dünyanın en çok turist çeken kenti ve o Paris’in çevresi nükleer santraller ile dolu. Gerektiği gibi, olması gerektiği gibi kurulup işletildiğinde endişe edilecek hiçbir şey yok. Dünyanın iklim değişimindeki nedenlerinin üçte ikisini enerji oluşturuyor. Herkes düşük maliyetli enerjiyi tercih etmek zorunda çünkü.”



Soruyoruz:

- (Gülerek) Türkiye’de her seçim öncesi petrol ya da doğalgaz bulunur malum. Önümüzde 3 seçim var. Nedir durum?

Bakan Yıldız cevaplıyor:

- Sırf böyle bir algı var diye bazı gelişmeleri açıklamıyoruz bile. Mesela, Istıranca’nın 64 km kuzeyinde doğalgaza rastlandı ama henüz rezerv tespiti aşamasındayız ve bu çalışmanın biteceği 2014 Kasım ayına kadar duyurulmasını istemedim ama böyle durumlarda genellikle de yerel yöneticiler, olayın heyecanı ile açıklamalar yapıyor.

Soruyoruz:

- Klişedir; “Musul - Kerkük bölgesinin altı petrol deposuyken, bizim Güneydoğu’da nasıl petrol olmaz? Aslında var ama bize çıkarttırmıyorlar” denir hep. Öyle mi gerçekten?

Bakan Yıldız cevaplıyor:

- Soru şu olmalı: Petrol mü sınıra göre var yoksa sınır mı petrole göre çizildi? Size sadece, “Sarkis Gülbenkyan” diyeyim ben. Diğer adı, biliyorsunuz, “Bay yüzde 5”. Portekiz’deki vakfına 3 milyar dolar bırakıyor. yüzde 5’i 3 milyar dolar ediyorsa hesap ortada. 150 milyar dolarlık bir hesap.



Son haber Fatih Birol’dan:

- ABD, 5 yıl içinde petrolde Suudi Arabistan’ı, doğalgazda da Rusya’yı geçip, dünyanın en büyük üreticisi olacak. Buldukları yeni teknoloji sayesinde kayagazını (doğalgaz) Avrupa’nın 4’te, Japonya’nın 5’te biri maliyetle çıkaracaklar. Bu da ABD ekonomisinin geri dönüşü anlamına geliyor.

Yazının devamı...

Dünyanın bir ucundan bakınca...

Dünya enerji sektörünün kalbi gelecek ay Fransa’da atacak.

19-20 Kasım 2013 tarihlerinde, Uluslararası Enerji Ajansı Bakanlar Kurulu toplantısı var Paris’te.

ABD ve Rusya dâhil 26 ülkeden enerji bakanları ve Shell, Total, Siemens gibi sektörün dev markalarının CEO’ları iki gün boyunca bir arada olacak. Gündem, ‘Enerji arz güvenliği’ ve ‘İklim değişikliği’.

Ve bu önemli toplantının başkanlığını Türkiye’nin Enerji Bakanı yapacak.



Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile birlikte Güney Kore‘deyiz. Daegu kentindeki Dünya Enerji Kongresi’nde...

Bakan Yıldız ile Exco Kongre Merkezi’ndeki Türkiye Standı’nı ziyareti sırasında sohbet ettik. Yanımızda, alanında dünyaca tanınan, Uluslararası Enerji Ajansı Başekonomisti Fatih Birol da vardı.

Taner Yıldız’ın bir ay sonra Paris’te düzenlenecek o önemli toplantıya başkanlık edeceği haberini bu sohbette öğrenmiş olmak, hepimize Türkiye’nin gergin ve yorucu gündemine ne kadar mahkûm yaşadığımızı gösterdi bir kez daha.

Düşünsenize... Bir Türk bakan, dünya enerji sektörüne yön verenlerin buluşacağı zirvenin başkanlığına seçiliyor ve bu gelişmeden, ilgilileri dışında neredeyse hiçbirimizin haberimiz bile yok.

Sanırım; ‘Enerji Bakanı’ deyince aklımıza, “Doğalgaza zam var mı?”dan başka sorular da gelmesi gerekiyor.



Daegu’daki sohbette, konumuz “Yenilenebilir enerji”ydi.

‘Hazırladığı raporlar ile dünyada petrol fiyatlarını belirleyen adam’ olarak adlandırılan Fatih Birol, bu konuda dünyanın bulunduğu noktayı şöyle özetledi:

* Enerji sektöründe reklamların yüzde 95’i ama yatırımların sadece yüzde 1’i yenilenebilir enerji ile ilgili. Yani işin aslı, bu konuda bütün dünya tribüne oynuyor.

Bakan Taner Yıldız da, Birol’a şu örnekle destek verdi:

- Şimdi düşünün... Karnınız aç, sofraya oturmuşsunuz... Çorbayı ve ana yemeği yedikten sonra küçük bir tabakta getirdikleri “Salatadan da alır mısınız?” diye soruyorlar. Enerji sektöründeki ‘yeşil’, o salata işte.

Yıldız, bu sözlerine bir de ek yapıyor:

- Yalnız buna rağmen unutulmamalı ki; Türkiye’deki yenilenebilir enerji oranı, dünya ortalamasının iki katı.

Enerji gündemi ve Bakan Taner Yıldız ile konuştuklarımıza yarın farklı konu başlıklarıyla devam edeceğiz.

Kimin milli takımı!

Gerçekten ne acayip insanlar ile aynı havayı soluyoruz...

Daegu’da izledim A Milli Takım’ın Hollanda ile mücadelesini. Dünya 3’üncüsü olduğumuz 2002 Dünya Kupası’nda Ay - Yıldızlılarımızın kaldığı otelde...

Yerel saat ile sabaha karşı 03.00’te geçtim bilgisayarın başına.

Maçı izlerken Twitter’ı da takip ettim. Bu yüzden diyorum, “Aramızda ne acayip insanlar var” diye.

Bir bakan; (Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış) protokol tribünündeki yerini, üzerinde Milli Takım forması ve elinde Türk Bayrağı ile almış.

O siyasetçiyi seversiniz, sevmezsiniz ayrı mesele. Ama o görüntüyü ‘ti’ye almak neyin nesi?

O kişinin de, sizin gibi, benim gibi sadece bir ‘taraftar’ olarak heyecanlandığını düşünmek çok mu zor?

Garipsenecek, hele de dalga geçilecek ne var ortada?



Bir başka nokta...

Oynanan bir ‘milli’ maç. Hepimizin takımı o ‘Milli Takım’.

Evet, ben de Beşiktaş’ın bir futbolcusu milli forma ile öne çıkar, gol atarsa, bir kat daha fazla seviniyorum, tamam.

Fakat, yediğimiz golde Galatasaraylı savunma oyuncusu mu hatalı, Fenerbahçeli kaleci mi tartışmasının anlamı nedir mesela?

O oyuncular bir sezon önce ya da sonra o rakip takımın formasını giyebildiğine göre, neyin hesabıdır yapılan, anlayamıyorum.

KEŞKE...

Enerjimizi kısır tartışmalar ile tüketmesek.

Yazının devamı...

Hükümetlerin politikaları çevreye borcunu ödemeli

Dünya Enerji Kongresinde konuşan Enerji Bakanı Taner Yıldız, uluslarası sermayeyle birleştirilecek hükümet politikalarının çevreye olan borcunu ödemek üzere kurgulanması gerektiğini vurguladı.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, uluslarası sermayeyle birleştirilecek hükümet politikalarının aslında çevreye olan borcunu ödemek üzere kurgulanması gerektiğini belirterek, “Kendimizden daha çok sevdiğimiz çocuklara ve geleceğimize daha iyi bir dünya bırakabilmek adına bunun mutlaka yapılması lazım” dedi.

Yıldız, Güney Kore’de düzenlenen 22. Dünya Enerji Kongresi’nde “Enerji Politikası Üçleminin Üstesinden Gelinmesi” oturumuna katıldı. Enerji politikaları ve enerjide arz güvenliğini oluşturmanın ve bütün bunları halka adaletli şeklide yaymanın önemini vurgulayan Yıldız, ayrıca bunları çevreye rağmen değil, çevreyle yapabilmenin dikkat istediğini, büyüyen ülkeler açısından ise bu dikkatin son derece önemli olduğunu ifade etti.

Gözden kaçırılmamalı

Hükümetlerin bu politikalarını ortaya koyarken hem fizibiliteyi hem de vatandaşıyla özel sektör arasındaki dengeyi tutturmasının önemine vurgu yapan Yıldız, bu anlamda dünyanın ithalata bağımlı ülkeleri ile enerji arz güvenliğinde primer enerji kaynaklarına sahip ülkeler arasındaki ilişkinin de gözden kaçırılmaması gerektiğini belirtti.

Yıldız, hükmetlerin enerji sektöründe vatandaşları ile özel söktör arasındaki ilişkiyi doğru kurdukları kadar başarılı olabileceklerini anlatarak, enerjide dünyadaki bütün finansmanın tarifeler yoluyla vatandaş tarafından karşılandığını söyledi.

Paradoks çözülmeli

Enerjide tüketicilerin daima pahalı, özel sektörün, yatırımcının ise daima ucuz bulduğu paradoksun çözülmesi gerektiğine işaret eden Yıldız, hükümetlerin her iki konuya da kayıtsız kalamayacağını kaydetti. Yıldız, Türkiye’nin yüzde 6-8’lik büyüme rakamlarını son 10 yılda sürdürülebilir hale getirdiğini ve yaklaşık 8 milyar dolarlık bir yatırımı her yıl gerçekleştirdiğini ifade etti.

Dünyada hâlâ 1.4 milyar insanın elektrikle tanışmamış olmasının, Güney Afrika hariç Afrika’da ekvatorun altında kalan 890 milyon nüfusun 19.5 milyon nüfuslu New York’un kullandığı kadar elektrik kullanmasının enerjinin eşit dağılımı konusunda önemli gerçekler olduğuna dikkati çeken Yıldız, ülkelerin bir anlamda hak ettiklerinden daha önce refah seviyesinde yol aldıklarını ifade etti. Yıldız, enerji ve sanayi kalemlerinin iklime ve çevreye borçlu olarak yaşadıklarını, sanayileşme uğruna dünyada bir iklim değişikliği yaşandığını belirtti.

Finansman yapısı oluşmalı

Enerjide nimet külfet dengesinin önemini vurgulayan Yıldız, şöyle konuştu: “Vatandaşlarımızın alım gücünün hangi ülkede olursa olsun dahilinde kalabilmek şu anda dünyadaki 90 milyon varillik günlük tüketimi dengede tutabilmeyi gerektiriyor. Bunların yapılabilmesi için liberalleşen, gerçek ekonomi üzerinde rol oynabilecek finansman yapısı ve enerji sermayesinin oluşması lazım. Uluslararası sermaye şu anda her ülkede belli kârlılık oranlarıyla bunu finanse etmek durumunda.”

Türkiye’de enerji tüketiminin son 10 yılda 2 katına çıktığını, 2023’te 2 kat daha artmasının beklendiğini anlatan Yıldız, bu büyümeyi doğru ve ithal enerji kaynaklarını kendi içinde balanse ederek sürdürmenin önemini vurguladı. Yıldız, Türkiye’nin yenilenebelir enerji kaynaklarıyla alakalı dünya ortalamasının 2 katı bir kullanım oranını yakaladığı için primer enerji kaynaklarına ilişkin maliyetleri balanse edip düzenleyebildiğini ifade etti.

Koltuk değneğiyle ülkenizi koşturamazsınız

YENİLEneBİLİR enerji kaynaklarına ilişkin politikaları değerlendiren Taner Yıldız, enerji kaynaklarının kullanımına ilişkin dengenin de önemini vurguladı. Bunu dengeyi koltuk değneklerine benzeten Yıldız, sözlerini şöyle sürdürü: “Koltuk değnekleriyle sürdürülebilir bir şekilde yürüyemezsiniz, hatta ülkenizi koşturamazsınız. Bugün Dünya Enerji Kongresi’nde verdiği sübvansiyondan vazgeçen ülkeleri buradan saymayalım. Ülkesine göre 17 milyar, 30 milyar euro civarında sübvansiyon verip de ‘Bu politiklardan nasıl vazgeçerim’ diye düşünen ülkeler var. O zaman politikaların sürdürülebilir olmasını sağlamak hükümetler için aslında en önemli noktalardan bir tanesi.”



İstanbul 9 bin kişiyi ağırlayacak

Türk heyeti ve basın mensuplarıyla bayramlaşan Bakan Yıldız, 6 trilyon dolarlık bir ticari hacmin, enerji sektörünün kalbinin Daegu’da attığını söyledi. Bir sonraki kongrenin Türkiye’de yapılacak olmasının bu yılki kongreyi daha anlamlı hale getirdiğini ifade eden Yıldız, 2016’da aralarında cumhurbaşkanları, başbakanlar ve bakanların bulunacağı yaklaşık 9 bin kişiyi İstanbul’da ağırlayacaklarını belirtti. Yıldız, Türkiye’nin sergilediği istikrarla böylesine prestijli bir organizasyonu hak ettiğini dile getirdi. Kongrede yaptığı konuşmada arz güvenliği, nimet ve külfetin eşit paylaşımı ile iklim değişikliği konularına vurgu yaptığını belirten Yıldız, “Biz hep şunu söylüyoruz; dünyayı kim kirlettiyse onlar temizlesin. Biz kirletmedik, bundan sonra da kirletmeyeceğiz. O yüzden temizleme için de ayrı bir fon ayırmayı düşünmüyoruz. Tabii ki dünyayla beraber hareket edeceğiz, davranacağız ama şu ana kadar bütün bunları yapmış olanların fona daha büyük katkıda bulunacakları aşikardır” diye konuştu.

2.5 milyar $’lık tasarruf hedefi

Kongre delegelerine Enerji Hanım uygulamasını anlatan Bakan Taner Yıldız, şunları ifade etti: “Somut olarak elle tutulabilir, kendileri için küçük ama bizim için büyük adımlar oluşturacak 2.5 milyar dolarlık bir tasarruf hedefi koyduk. Evde beyaz eşyayla, tarımsal sulamada pompayla, sanayide sanayi uygulamalarıyla beraber evlerde yalıtımla Türkiye gibi 8 milyar dolarlık enerji yatırımı yapan bir ülkede her yıl 8 milyar dolar tasarruf yapma imkanı çıktı. Bu, çok ciddi bir rakam. Yani yatırımlarımızı kendi içimizden finanse etme imkanı çıktı. Bu bizi çok heyecanlandıran bir husus ve 2023 yılına kadar inşallah bu hedeflerimizi yakalayacağız.”

Yazının devamı...

İstihbarat oyunları

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) önemli gazetelerinden Wall Street Journal’da (WSJ) yayınlanan “Hakan Fidan analizi”ne tepki ve cevap, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’dan geldi.

İstihbarat kaynaklarından aldığım bilgiye göre:

1) Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), söz konusu yazıya ‘kurumsal ve resmi bir yanıt’ vermeyi uygun bulmadı.

2) Beşir Atalay, o açıklamayı MİT ile istişare ettikten sonra yaptı.



Konuyla ilgili üst düzey kaynakların WSJ’da çıkan yazıya ilişkin değerlendirmelerini şu başlıklarda toplamak mümkün:

- Yazı, MİT Müsteşarı Fidan’a yönelik bir eleştiri olmakla birlikte, aynı zamanda ‘saygı duyan’ bir ton içeriyor çünkü Fidan’ın, Türkiye’nin çıkarlarını ABD’nin çıkarlarının önüne koyduğu kaydediliyor.

- Yazıda aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel aktör olarak, istihbarat alanında son yıllarda sergilediği atılım da ortaya konuluyor.

- Ankara’nın Washington ile istihbarat alanında tabii ki işbirliği var ama Türkiye bu işbirliğini kendi hedef ve çıkarını öne koyan bir anlayışla yapıyor. Bu durumun belli oranda bir rahatsızlık yaratması da normal.

- Yazıdaki ‘anormal’ unsur ise ‘İran meselesi’. Yani daha önce İtalyan Corriere della Sera’nın (İsrail’de 4 yıl yaşamış bir muhabirinin imzasıyla) yayınladığı ve MİT tarafından yalanlanan, “Fidan, İran’a çok önemli sırları verdi” şeklindeki haberin hatırlatılması.



İstihbarat kaynaklarının bu noktada verdiği önemli bir bilgi var.

Amerikalı yetkililer, Türk makamlarına bugüne kadar bu yönde (yani Fidan’ın Tahran ile sıra dışı bir ilişki içinde olduğu iddiasına itibar ettiklerine dair) hiçbir beyanda bulunmamış. Üstelik Amerikalılar, Türk muhataplarına bu konuda, “Bu, İsraillilerin seslendirdiği bir görüş ve düşünce” demişler.



Ankara, WSJ’daki yazının ardında iki ana unsur olduğu görüşünde.

Güvenilir kaynaklar, yazının bir kısmında Beyaz Saray’ın izni olduğunu, bir kısmında ise ABD yönetimi dışındaki lobilerin etkisinin gözlendiğini söyleyip, bu bağlamda iki tespitte bulunuyorlar.

Bu yazıyla yapılan hamle:

1) İkinci Cenevre Anlaşması’na doğru giderken, Suriye konusunda pozisyon değiştirmek isteyen ABD Yönetimi’nin, bu durumu meşrulaştırma ve eski politikalarının maliyetini Türkiye’nin üzerine yıkma çabası.

2) İsrail lobisinin çıkarlarının sanki ABD’nin çıkarlarıymış gibi gösterilmesini hedefleyen, ana akım medya üzerinden yapılan bir yönlendirme faaliyeti olarak görülebilir.



Bayram mesaisi uzaklarda

Siz bu satırları okurken, biz dünyanın farklı bir coğrafyasında olacağız.

Güney Kore’de...

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Türkiye adına Dünya Enerji Kongresi’ne katılacak. Biz de Bakan Yıldız’ın temaslarını izlemek için Güney Kore’nin Daegu kentine gidiyoruz.

Dünya Enerji Kongresi’nde bu yılın teması, “Yarının enerjisi, bugünün güvenliği”.

Daegu’da gerçekleşecek olan, 22’nci kongre.

Bir sonraki buluşma, 2016’da İstanbul’da.

23’üncü kongrenin ev sahibi Türkiye’nin, Daegu’da ilgi odağı olacağına şüphe yok.

Toplantının gündemine dair detayları da, Enerji Bakanı Yıldız’dan alacağımız haberleri de hafta boyunca VATAN’da bulacaksınız.

Çoğunuz bayram tatilindeyken, biz haber mesaisine uzaklarda devam edeceğiz yani.

Gönlünüze göre bir bayram dileğiyle...


KEŞKE...

Düne takılıp kalmayı da, yarını planlamaktan yorulmayı da bir yana bırakıp; öncelikle bugünün kıymetini bilsek.

Yazının devamı...

Köşk’ün ziyaretçileri ve Gül’ün bir cümlesi

“Eğer bir gün aktif siyasete dönmeye karar verirsem, bunu yapacağım yer bellidir. Böyle olacak diye demiyorum ama şu anki görevim biter ve tekrar politikaya dönersem, elbette partimde, AK Parti’de siyaset yaparım.”

Kelimesi kelimesine bu şekilde olmasa da, bu sözler Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ait.

İktidar partisi içinde konuşulana göre; Gül, kendisini ziyarete giden AK Partili milletvekillerinden bazılarına -mealen- böyle demiş.



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı’na aday olacak mı?

Erdoğan Köşk’e aday olursa, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ne yapacak?

Gül, Cumhurbaşkanlığı görevine devam etmezse aktif siyasete dönecek mi?

Dönerse AK Parti’nin başına mı geçecek?

Bu sorular ve her birinin içinden ihtimallere göre çıkan daha birçok soru var Ankara’nın gündeminde.

Genelde siyasetin, özelde ise Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu bol soru işaretli gündeminde, Çankaya Köşkü’nün çok sayıda ‘özel ziyaretçi’si oldu son aylarda.

Konuşulanlara göre, birçok iktidar partisi milletvekili Cumhurbaşkanı Gül ile görüşmüş son dönemde.

Köşk’ten randevu alan milletvekili sayısı kesin olarak bilinmiyor ama zaman zaman haftada 4 - 5 milletvekilinin Çankaya’da kabul edildiği bilgisi var.

Gül, ziyaretine gelen milletvekillerine hep özel randevu vermiş. Misafirleri ile bire bir görüşmeyi tercih etmiş.



İktidar partisinin kulislerinden gelen haberlerin kaynağı da, Cumhurbaşkanı’nın baş başa görüştüğü işte bu milletvekillerinin arkadaşlarına anlattıkları.

Herhangi bir milletvekili Gül’e doğrudan, “Siyasete dönecek misiniz?” diye sorabilmiş midir bilmiyorum. Doğrusu pek de sanmıyorum.

Ama belli ki, bu ikili görüşmelerin bazılarında, ‘gelecekteki muhtemel gelişmeler’den söz edilmiş. Olasılıklardan bahsedilmiş. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, milletvekilleri ile yaptığı görüşmelerden kulislerde yankı bulan sözler de yazının başında aktardıklarım.



Yani Cumhurbaşkanı Abdullah Gül;

- Geleceğe dair kesin bir ifadede bulunmuyor. Kendini bağlayacak hiçbir beyanı yok.

- Siyaset üstü konumu ile yürütmekte olduğu görevin hassasiyet ve kutsiyetine vurgu yapıyor.

- “Aktif siyasete döneceğim” demiyor, “dönerim” de demiyor. Hâtta “dönebilirim” bile demiyor; sadece “Eğer bir gün dönersem...” diyor.

- Eğer bir gün yeniden aktif siyasette yer alırsa, bunun (kimilerinin iddia ettiği şekilde) herhangi başka bir parti çatısı altında olmayacağının altını çiziyor. “Benim zaten kurucusu olduğum, kendi partim var” demeye getiriyor. Böyle bir durumun ortaya çıkması hâlinde, adresinin tabiatıyla Adalet ve Kalkınma Partisi olacağını söylüyor.

Kulislerin son ve sıcak gündemi işte bu.

Yazının devamı...

Dün Yargıtay’da tanık olduklarım

“Allahım’a şükürler olsun. Ben eşime, çocuklarım babalarına kavuşuyor. Birkaç saat sonra evimizin neşesi, ağzımızın tadı geri gelecek ama bu kadar insan, yakınlarımız, komutanlarımız içeride kalmışken ben bu mutluluğu yaşayamıyorum. Eşimin özgürlüğüne kavuşmasına doya doya sevinemiyorum.”

Balyoz Davası’nın Yargıtay aşamasının tamamlanıp, yüksek mahkemenin kararının açıklanmasının hemen ardından, 16 yıllık hapis cezası bozulan ve tahliyesine karar verilen bir emekli subayın eşinin sözleri bunlar.

Özgür hayata geri dönenler ve yakınlarının hemen hepsinin hissiyatının özetiydi bu.



09.15’te girdiğim binadan 10.30 civarında çıktım.

Yargıtay’da, kararın açıklandığı salonda, mahkeme heyetinin açıklayacağı kararı nefesini tutmuş bekleyenleri izledim dün sabah.

Yüzlerindeki ifadeleri gözlemledim.

Umut ile endişenin aynı simada buluştuğuna şahitlik ettim.



Ve orada ‘çektiğim fotoğrafı’ paylaşıyorum buradan sizlerle.

‘Çizdiğim resmi’ değil, ‘çektiğim fotoğrafı’.

Yani olduğu gibi... “Neyse o” şekilde.



Çoğu kadındı ‘izleyici’ bölümünde yer alan sanık yakınlarının. Bir bölümü de gençler.

Eşleri cezaevinde olan kadınlar...

Babaları cezaevinde olan çocuklar...

Her sanığın sadece bir yakınına salona giriş izni verildiğinden bazılarının çocukları dışarıda, kapıda bekliyordu heyecan içinde. Bazılarının da anneleri.



Kararlar açıklandı sonra.

Önce, sanıkların sadece bir bölümüne ‘iyi haberler’ verildi.

Sonra da çoğunluğa ‘kara haber’ geldi.

Yüzler karardı bir anda.

Bazı başlar aşağı düşüverdi.

Bazı eller, gözyaşlarını gizlemek için kapandı yüzlere.

Bazıları sessiz hıçkırıklara boğuldu, bazıları fenalaştı.

Kimiyse tam manasıyla ‘apati’ durumundaydı.

Farklı tepkilerden müteşekkil bir ‘çaresizlik resmi’ydi salonda ortaya çıkan.



Kimi mahkeme heyetine tepki gösterdi, kimi bize; yani medyaya.

Kimi dava sürecinde adeta akrabaya dönüştüğü diğer sanık yakınına “ağlama” dedi. “Bizi kimse böyle görmemeli, başımız dik çıkacağız bu salondan da. Bizim eşlerimiz, babalarımız kurban seçildi ve bunu aslında herkes biliyor” diye devam etti sözlerine.



Umutların tükendiği noktada, “Bundan sonra tek umut, çıkacak bir af mı yani?” diye sordu biri diğerine, kapıdan çıkarken.

Cevap vermedi karşısındaki, veremedi. Sustu, yutkundu...

Bir başkası, “mücadeleye devam” dedi o sırada.

“Bu dava başından beri hukuki değil, siyasiydi. Sonu da aynı şekilde geldi. Yargıtay da siyasi karar sürecine dâhil oldu” diye katıldı söze bir diğer sanık yakını.



Karar duruşmasının yapıldığı Yargıtay’ın içinde ve önünde tanık olduğum manzara, diyaloglar ve hava böyleydi. Evet, ortada kesinleşmiş bir yargı kararı var.

Evet, evrensel kurallar gereği herkesin bağımsız yargının kararına saygı göstermeli.

Benim orada gördüğüm ise; tahliyesine ya da beraatine karar verilenler de dâhil, sanıkların aile üyeleri ve yakınlarını, Türkiye’de yargının bağımsız olduğuna inandırmanın ‘zor’ değil, ‘imkânsız’ olduğu.

KEŞKE...

Bizim meslekte ‘megalomani’ yasaklansa.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.