Şampiy10
Magazin
Gündem

Biliç 2040’a kadar Beşiktaş’ta kalır mı?

Geçen sene yaza doğruydu...

Çalan cep telefonumun ekranında beliren isim, Serhan Asker’di.

TRT Spor ’un programcısı ve Hürriyet Spor’un yazarı arkadaşım.

Serhan o günlerde, TRT’de yayınlanan “EURO-2012’ye Doğru” programının kayıtları için Avrupa başkentlerini geziyordu.




Serhan’ın “Bil bakalım neredeyim?” sorusuyla başlayan görüşmemiz şöyle devam etti:

- Bilmiyorum.

- Split’teyim... Peki bil bakalım kimle beraberim şu anda?

- Hırvatistan’dan bu şekilde aradığına göre... Biliç mi yanındaki kişi?

- Evet, çekimleri yaptık, sohbet ediyoruz. Beşiktaş’tan bahsediyoruz. Hoca, “İnönü” diyor, “Çarşı” diyor... Çok yakından takip ediyor sizin takımı da, tribünü de.

- Tanışmıyoruz ama selam ve sevgi ilet benden. Bizim taraftar da çok sever kendisini biliyorsun.

- İletiyorum selamını... Biliyorum. Zaten o yüzden aradım. Murat, bak hoca burada. Yanından konuşuyorum. Ve ne diyor biliyor musun? Avrupa Şampiyonası sonrası, yeni sezon için Rusya, İtalya, Almanya ve İngiltere’den teklifler almış. “Ama benim aklım Beşiktaş’ta” diyor.

- Ah keşke... Ne iyi olur. Ama bizde “Feda” sezonu başlayacak biliyorsun...

- Biliyorum, biliyorum. Kendisi de biliyor ama senin tanıdıkların vardır yönetimde. İstersen bir sor. İlgilenirlerse, hoca gelmeye hazır. Çok istekli. “Koşullarda bir şekilde anlaşırız. Beşiktaş tam benlik, ben de tam Beşiktaşlığım” diyor.

- Serhan, bana sorarsan sadece bu tavır bile o insanı gözümde özel kılar. “Pazarlık gücüm düşer mi” diye düşünmeyip, istekli olduğunu açıkça söylemesi ne güzel. Olur, memnuniyetle... Hemen sorup arayacağım seni.




Telefonu kapatır kapatmaz, Beşiktaş Yönetim Kurulu’ndan yakın bir arkadaşımı aradım. Durumu anlattım.

Yetinmedim, kulübün üst düzey profesyonellerinden biri olan bir başka dostumu aradım. Ona da aktardım Split’ten gelen haberi.




Zaman geçti, bizim kulüpten ses seda çıkmadı.

Dolayısıyla benden de Serhan vasıtasıyla Biliç’e bir dönüş olmadı.

Sonrası malum...

Beşiktaş Yönetim Kurulu takımın başına Samet Aybaba ’yı getirdi.

Slaven Biliç de Rusya’nın Lokomotif Moskova kulübü ile anlaştı.

Geçen sezonu biliyorsunuz; Beşiktaş Aybaba’da aradığını bulamadı, Biliç de Moskova’da...

Ve Hırvat teknik direktör (bir yıl gecikmeyle de olsa) bu sezon kavuştu Beşiktaş’ına.

Tabii Beşiktaşlılar da ona.




Bu yazıyı yazmadan önce Serhan’ı arayıp, yukarıda aktardığım telefon görüşmemizin tarihini sordum. Arşivine baktı ve “12 Mayıs 2012 Cumartesi” dedi.

Serhan bir bilgi daha verdi bu arada.

Biliç’in idolünün Sir Alex Ferguson olduğunu söyledi.

“Umarım kaderi aynı olur idolü ile” dedim.



1941 doğumlu Alex Ferguson, 1986’da United’ın menajeri olduğunda 45 yaşındaydı.

1968 doğumlu Slaven Biliç, 2013’te Beşiktaş’ın teknik direktörlüğüne geldi ve 45 yaşında.

Belki de bu tesadüf, Biliç’in çok isteyerek geldiği ve çok da iyi başladığı Beşiktaş kariyeri için ilahi bir işaret tir, kim bilir...

Bu arada unutmadan...

Ferguson’un Manchester

United kariyeri tam 27 sene sürdü.


Yazının devamı...

Kapadokya-Tokyo yüksek gerilim hattı

Kapadokya’ya gelen Japon gazetecilerin ilk sorduğu soru şu olmuş: “Bu olayın 2020 Olimpiyat oyunlarını İstanbul’un kaybetmesi, Tokyo’nun kazanması ile ilgisi var mı?”

Japonya’nın başkenti Tokyo şu günlerde, dünyanın sayılı turizm ve tanıtma fuarlarından birine, JATA 2013’e (Jata Tabihaku Travel Showcase) ev sahipliği yapıyor.

Ve bu fuarda Türkiye’nin de büyük bir standı var.

Türkiye’den, özellikle de Japon meslektaşlarıyla iş yapan turizmcilerin (ki bunların birçoğu Kapadokya bölgesinde faaliyet gösteriyor) hemen hepsi şu anda Tokyo’da.

Tokyo’daki fuarda, Türkiye standının gündemi maalesef Kapadokya’da yaşanan olay. Türk turizmciler yaşananın, ‘bir sapık katilin yaptığı münferit bir hadise’ olduğunu
anlatmaya çalışıyor.





Turistlere yönelik tecavüz ve cinayet, Kapadokya bölgesinde ilk kez yaşandı.

Bölge halkı da, yıllardır o bölgede turizm işi yapanlar da şaşkın.

Bu arada...

Olayın bir gün sonrasında meydana gelen bir başka hadise de konuşuluyor Kapadokya’da.

Göreme’de Hint asıllı bir İngiliz kadın, kaldığı otele gelip, vadi yürüyüşü sırasında birinin kendisine tecavüz etmeye kalkıştığını anlatınca ortalık karışıyor.

Kadın, cinsel saldırıda bulunduğunu iddia ettiği kişinin kendisine telefon numarasını da verdiğini söylüyor.

Otel çalışanlarından birkaçı, müşteriden aldığı numaradan ulaştığı kişiyi bulup ciddi şekilde dövüyor. Konuşulanlara göre jandarma, adamı zor alıyor otel çalışanlarının elinden. Söz konusu kişinin hastanede tedavi altında olduğu söyleniyor.

Göreme’de kulaktan kulağa şimdi bu olay da konuşuluyor. “Bu iş biraz karışık. Tecavüz etmeye kalkan insan neden telefon numarasını versin?” şüphesi ile birlikte...



Dönelim gündemdeki

mevzuya...

Japon medyasının üzerinde en çok durduğu nokta, tecavüz ve cinayet vakasının zamanlaması.

Kapadokya’ya gelen Japon gazetecilerin ilk sorduğu soru şu olmuş: “Bu olayın 2020 Olimpiyat oyunlarını İstanbul’un kaybetmesi, Tokyo’nun kazanması ile ilgisi var mı?”

Japonca turist rehberliği de yapan, aynı zamanda eşi bir Japon olan Kapadokyalı turizmcilerden biri Japon televizyonlarına (ve tabii Japonca) “Olayın olimpiyat konusuyla hiçbir ilgisi bulunmadığını, yaşananın bir sapığın yaptığı çok üzücü bir saldırı olduğunu” anlatmış.



Kapadokya’da çoğunlukla da Japon turistleri ağırlayan turizmcilerden biriyle konuştum dün.

“İnsanlarda bir miktar tedirginlik oldu tabii” diye başladı söze ve bölgedeki durumu şöyle anlattı: “Avrupa’daki ekonomik kriz ortamı, Gezi olayları, Suriye krizi ve bizim burada yaşanan balon kazası zaten bu sezonu olumsuz etkiledi. Şimdi bu olay da maalesef son halka oldu. Bakın mesela Mayıs ayında her sabah 100 - 110 balon havalanırdı Kapadokya’da. Bu sabah bu sayı sadece 50 civarındaydı. Japon gruplarda, kayda değer oranda rezervasyon iptalleri de geldi şimdi. Yaşanan bu son olay üzerine büyük turların tepkisel iptalleri bunlar.”



Kapadokya yöresinde ‘güvenlik’ ile ilgili konuşulanlara

gelince...

Bölgede yaşayanlar, yürüyüş yapılan vadilerde, bir süre öncesine kadar jandarmanın yaya ve atlı devriye görevi yaptığını, ancak son aylarda bu güvenlik faaliyetinin gözlenmediğini belirtiyorlar.

Özel güvenlik formülünün de konuşulduğu Kapadokya’da, bölge halkı da, turizmciler de Turizm Polisi ya da Jandarması’nın tekrar aktif olarak görev yapmasının, öncelikle caydırıcılık anlamında olumlu sonuçlar vereceği görüşünde.

Yazının devamı...

İnsanlar ne istiyor?

Bugün Türkiye’de insanlar polisin ‘hakkaniyetli’ davranmasını istiyor.

Türkiye’de insanlar savcıların, hâkimlerin, yani yargının ‘adil’ olmasını istiyor.

İnsanlar, hangi siyasi ideoloji ya da partiden olursa olsun, politikacıların ‘dürüst’ hizmet vermesini istiyor.

Bugün Türkiye’de insanlar medyanın sadece ‘haber’ vermesini, gerçekleri yansıtmasını istiyor.

Türkiye’de insanlar tüccarın kendisini kazıklamamasını istiyor.

İnsanlar devlete, hükümete, sivil toplum kuruluşlarına, sanatçısına, sporcusuna; özetle karşısına çıkan kurumlara ve insanlara ‘güvenmek’ istiyor.

Bugün Türkiye’de insanlar verilen sözlerin tutulduğu bir atmosferde huzur içinde yaşamayı; gerektiğinde hakkını arayabileceğini ve alabileceğini bilmek istiyor.

Fatih Terim’in sırrı ne?

Herkes “Fatih Terim’li Milli Takım”ı konuşuyor.

Terim’i sevip sevmemek, tarzını beğenip beğenmemek değil konu.

Konu, Fatih Terim’in teknik direktörlük yeteneği, donanımı ve birikimi.

Ve tabii bir diğer konu; insan (özellikle de yönetici) seçimindeki temel kriterin, ‘hatır - gönül’ ya da ‘ilişkiler’ değil, ‘liyakat’ olması gerektiği gerçeği.

Aslında her alanda ve her yer için olduğu, daha doğrusu olması gerektiği gibi...



Galatasaraylıların bir bölümünü mutsuz ya da rahatsız etse de, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören ve çalışma arkadaşlarının Fatih Terim’i göreve getirme kararının yerinde bir tercih olduğuna şüphe yok.

İlk iki maç da bu durumun teyidi zaten.

Pekiyi, Fatih Hoca’nın sırrı ne?

Bu soruyu eski öğrencilerinden Vedat İnceefe‘ye sordum dün telefonda.

İnceefe çok açık anlattı hocasını:

* Her ne olursa olsun bir teknik direktörün ‘hâkimiyeti’ olması lazım. Türkiye’de oyuncular üzerinde en tesirli hoca, tartışmasız Fatih Terim’dir.

* Sadece ne istediğini değil, aynı zamanda oyuncu grubunun ne verebileceğini, o oyuncu grubundan ne isteyebileceğini çok iyi bilir.

* Liderlik vasıfları çok yüksektir. Maç öncesi, oyun içinde, devre arasında ve maç sonundaki tepkileri bazen sert, bazen de tepkisizlik şeklinde olur. Gereken kişilere gereken uyarıları yapar. Kimin ne yaptığını ya da yapmadığını görür ve ona göre, adil tepkiler verir. Bazen sert, bazen sevecen... O anki atmosfere göre o dozu çok iyi ayarlar.

* Hoca ile 6 sene beraber çalıştım, hiçbir oyuncuya küfür ettiğini hiç görmedim. Tabii ki sert uyarıları oldu. Oyuncu da bu sayede kendine geldi. Türk futbolcusunun kültürü, yapısı, karakteri bu. Fatih Hoca da bu yapıyı çok iyi bilir. Uyarıcı etkenler olmazsa hocaların oyuncu grubuna hâkimiyeti çok zor olur.

- İş zamanı iş, eğlence zamanı da eğlence diyen bir teknik direktördür. Aldığı kararların arkasında durur her zaman. Yüreklidir.

- Kendisini geliştirmeye çalışır. Dünya futbolundaki her gelişmeyi takip eder.

- Sabah 7 buçuktan gece yarısına kadar çalışan belki de tek futbol adamı o. Tesislerin çiçeğine böceğine kadar ilgilenir. Her yerine girer, çıkar.



Eski öğrencisinin gözünden Fatih Terim işte böyle bir ‘model’.

Egosu yüksek ama çalışkan, risk alan, güçlü bir figür.

Başarısının kaynağı da bu yapısı.



KEŞKE...

Herkesin sırtına, geçici süreyle de olsa bir yumurta küfesi yükleyebilsek.


Yazının devamı...

İstanbul 2020’den geriye kalanlar

Buenos Aires’te geçen üç günde bir kez daha anladım ki; ‘hoş’ ya da ‘nahoş’, davulun sesi uzaktan ‘olduğundan farklı’ geliyor. Bu kesin.

Son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim: İstanbul 2020 için çalışan, çabalayan herkes, en azından, asgari bir saygıyı hak ediyor.

Eksikler, hatta yanlışlar vardır muhakkak. Nitekim var da.

Daha iyisini yapmak elbette mümkün.



Daha iyisini yapmak için;

Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin yapısını gözden geçirmekte fayda var mesela.

Komite kadrolarının revize edilmesi, çalışma yöntemlerinin gözden geçirilmesi, lobicilik anlayışının güncellenmesi gibi yapılması ve değiştirilmesi gereken birçok nokta var. Fakat bütün bu noksan ya da yanlışlar, İstanbul 2020 kampanyasına gönüllü olarak destek verenlerin hakkını teslim etmemize de engel olmamalı.



Profesyonel kadroları ayırıyorum. Adı üstünde, onlar profesyonel. ‘Başarılı olamayanın yerine daha iyisinin getirilmesi’ anlayışına kimsenin söyleyecek sözü olmaz, olmamalı.

Ama gönüllüler için durum farklı. Daha doğrusu farklı olmalı.



Gönüllülerin çoğu aynı zamanda kampanyanın sponsorlarıydı.

İş dünyasının saygın isimleri, sadece para verip gerisini uzaktan izlemek yerine Arjantin’in başkentine kadar gelip, oylamanın yapılacağı otelin lobisine kamp kurmuştu.

Yıldırım Demirören, Ferit Şahenk ve Ali Koç en aktif üç isimdi.

Sadece Demirören, Şahenk ve Koç olarak değil, aynı zamanda ‘Yıldırım’, ‘Ferit’ ve ‘Ali’ olarak sahip oldukları şahsi çevre ve iyi ilişkilerini Türkiye’nin, İstanbul’un hizmetine sunmuşlardı. Sonuç büyük bir hayal kırıklığı olsa da, sürece emek veren herkes gibi bu üçlünün heyecan ve çabası da görülmeye değerdi.

Ve bu tablo, sıfatımız ne olursa olsun, hepimize örnek olması gereken bir durumdu.

Paylaşarak ayrışıyoruz

Ortak adı ‘sosyal paylaşım’ platformları...

Birçok faydalı yanı da var şüphesiz.

Lâkin Facebook ve Twitter başta olmak üzere, sosyal medya üzerinden ciddi bir ‘ayrışma’ yaşanıyor.

Aslında belki de, zaten var olan ayrışmayı su yüzüne çıkartıyor sosyal medya.

Anlık ve doğrudan iletişimin sonucu böyle olumsuz tezahür ediyor işte bizim gibi toplumlarda.

Ülkede ‘Gezi süreci’ ile birlikte doğan ortam, bahsettiğim bu ‘ayrışma’ gerçeğini çok daha sert ve acı şekilde vurdu yüzümüze.

“Ama...” ile başlayan cümlelerle birbirimizi anlamamakta ısrar ediyoruz.

“İyi ama sen (siz) de...” anlayışı üzerine bina ettiğimiz anlayış ile hatayı hep karşı tarafta arıyoruz.

‘Paylaşım’ adı altında ayrışıyoruz yani.

Her gün daha çok, her gün daha keskin şekilde...

KEŞKE...

Çocuklarımızı bu kadar zor yetiştirip, bu kadar kolay kaybetmesek.


Yazının devamı...

Balbay’dan mektup var

Ergenekon Davası sanığı, milletvekili ve gazeteci Mustafa Balbay’dan bir mektup geldi dün.

Avukatları aracılığıyla Ankara’da görev yapan bazı meslektaşlarına el yazısıyla “Merhaba” diyor Balbay.

Ben okudum, siz de okuyun istedim Sincan L-1 Cezaevi F6 Alt Koğuşu’ndan gelen mektubu. Çünkü içinde hem haber var, hem de yıllardır cezaevinde olan bir insanın ruh hâlini yansıtan unsurlar.



“Sevgili Murat Çelik,

Sevgili Meslektaşım,

Ankara’ya gelince ‘Merhaba’ demek istedim.

Başkente özgür dönmek, Meclis’in sık sık basın bölümünde olmak, Türkiye’yi, dünyayı, her şeyi konuşmak isterdim. Bir gün onun da olacağına inanıyorum.

Her şeye rağmen Ankara’ya, ruhen tam bir özgürlük içinde geldiğimi hissediyorum. Meclis’in açılmasıyla birlikte milletvekilliği sorumluluğunu yerine getirmek için tüm olanakları zorlayacağım.

Ergenekon davasının yakın bir süreçte Yargıtay’a geleceğini dikkate alarak, Ankara gazeteciliğinin daha çok gündeminde olacağını düşünüyorum.

Gelinen noktada davanın 5 ayağı oluştu; Yargıtay, siyaset, toplum, medya ve uluslararası kamuoyu. Bunların toplamından, sonuçta hukukun üstün geleceğine inanıyorum.

Davanın Silivri bölümünde duruşmalar ilerledikçe gerçekler ortaya çıktı. Vatan, bu süreçte gazetecilik sorumluluğunu yerine getirdi. Pek çok Vatan yazarı, davanın hukuki, siyasi, insani boyutunu sütununa taşıdı. Onlarla birlikte ben de tam bir ‘Vatan’sever oldum. Bunun için çok teşekkür ediyorum.

Ergenekon başta olmak üzere, son dönem davalarının acı taraflarından biri, mesleklerin yargılanması ve mesleklerden terör faaliyeti üretilmesidir. Bunun başlıca kurbanlarından biri benim. Bu bağlamda arkadaşlarımın ulaştıracağı ‘SAVUNMA’ kitabına göz atmanı dilerim.

Sevgili Murat Çelik kardeşim,

Hapishane için kullanılan tanımlardan biri şu:

Hiç kimse girdiği gibi çıkmaz.

Ben de çok şey gördüm, öğrendim; yılları boşa geçirmemeye çalıştım, çalışıyorum. Kendimi daha güçlü ve daha çok şey yapabilir hissediyorum.

Kalemi elden bırakmayacağım, milletvekilliğinin de gücüm yettiğince hakkını vereceğim.

Türkiye’nin sorunlarına duyarlı herkes bir yanıyla ‘Çarşı’lı oldu. Ben de öyleyim.

Özgürlükte görüşmek dileğiyle sana ve senin şahsında tüm Vatan çalışanlarına selamlar, sevgiler sunuyorum.

İyi çalışmalar.

Mustafa Balbay.”



Sevgili Balbay,

Meslektaşların olarak bizler de sana selam ve sevgilerimizi iletiyoruz.

Ankara’ya da “Çarşı”ya da hoş geldin diyeceğim ama bu geliş, henüz ‘hoş’ bir geliş değil maalesef.

Bizlerin değil, asıl; Gülşah Hanım, Yağmur ve Deniz’in sana “Hoş geldin” dediği günü yaşamanız dileğiyle...

Allah bir an önce kurtarsın.

Bir kere de şaşırt be PKK!

PKK; devlet / hükümetin taahhütlerini yerine getirmemesini gerekçe gösterip, “Ateşkese devam ama çekilmeyi durdurdum” dedi. Sanki yaşlı ve hasta örgüt üyelerini bu vesile ile tahliye etmekten öte ciddi bir çekilme gerçekleştirmiş gibi, “Durdurdum” diyor örgüt.

Ahmet Türk de bu kararı şöyle savunuyor:

“Karşı tarafın ne yapacağını bilmediğiniz zaman bütün güçleri çıkarmanız, bir hayal kırıklığı yaratacaktır.”

Mevzu öyle bir noktaya geldi ki; zannedersiniz PKK bir ‘terör örgütü’ değil, bir sivil toplum örgütü.

Hatta, kendini korumaya çalışan bir ‘barış gücü’!

KEŞKE...

Hariçten gazel okumak bu kadar kolay ve bu kadar moda olmasa.

Yazının devamı...

Buenos Aires’e hüzünlü veda

Ben umutsuz olmam.”
Cümle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘a ait.

H H H

YAĞMURLU Buenos Aires sabahında, 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları ve Paralimpik Oyunlar’ın ev sahibinin belirleneceği Hilton Oteli’nin önündeyiz. Yerel saat ile 08.15...

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören ve heyetteki diğer üyeler ile birlikte Başbakan Erdoğan’ı karşılıyoruz.
G-20 Zirvesi’ne katıldığı Rusya’nın St. Petersburg kentinden doğrudan Arjantin’e gelen Erdoğan, “16 saatlik uçuş ile rekor kırdık. Bugüne kadarki en uzun uçuşumuzu yaptık” diye başlıyor söze.

“Ama belli ki umutlu geldiniz buraya” diyorum. Cevabı kısa fakat net oluyor Başbakan’ın:
- Ben umutsuz olmam.

H H H

OTELE giriyoruz heyet ile birlikte...
Lobiyi geçip, bir alt kattaki sunum saatini bekleyeceğimiz salona gidiyoruz.
Başbakan, milli sporcular ile tek tek ilgilenip sohbet ediyor.

Ulusal Olimpiyat Komitesi üyeleri, hazırlıkları son kez gözden geçiriyorlar.

IOC’nin (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) organizasyondan sorumlu yetkilileri salona giriş, oturma düzeni gibi detaylar hakkında son bilgileri veriyor.

Bir köşede Yıldırım Demirören, Ali Koç, Ferit Şahenk üçlüsü, günlerdir hep en üst seviyede gördüğümüz heyecan ve dinamizmleri ile St. Petersburg’dan gelen heyet üyelerini kulis notları ile bilgilendiriyorlar.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala ile konuşuyoruz... Hepsi hem gerçekçi hem umutlu.
Salonda herkes birbirine şans diliyor. Herkes İstanbul için dua ediyor.

H H H

SAAT 9’a birkaç dakika kala Başbakan Erdoğan’ın liderliğindeki İstanbul 2020’nin ‘ilk 11’i, yani sunum heyeti, canlı yayın kameralarının önünden toplantı salonuna doğru ilerliyor. Ardından da bizler...
Salondaki yerimizi aldığımızda heyecan son noktasına ulaşıyor.

Tanıtım filmi, konuşmalar, sorulara verilen cevaplar...
Sorunsuz geçiyor 1 saat 15 dakikalık sunum.
Başbakan, gelen soruyu cevaplarken, bu yarışı İstanbul’un kazanmasının sadece Türkiye için değil, bölge için ne ifade ettiğinin altını özellikle çiziyor.
IOC’nin özellikle Asya ve Avrupalı üyelerinde karşılığını bulan bir vurgu Erdoğan’ın yaptığı.

H H H

BAŞBAKAN Erdoğan, salondan ayrılmadan önce sadece IOC’nin Belçikalı Başkanı Jacques Rogge‘un değil, komite yönetim kurulunun bütün üyelerinin ellerini sıkıyor tek tek. Ardından da oylarıyla 2020’nin olimpiyat kentini belirleyecek üyelerin önünden, onların alkışları arasında çıkıyor salondan.

H H H

İSTANBUL’DAN sonra sunum sırası Tokyo’da. Son olarak da Madrid geliyor kürsüye.
Oylamayı beklemeye başlıyoruz artık, heyecan ve umutla...

H H H

SAATLER geçiyor... Önce ilk ardından ikinci tur oylama. Ve Buenos Aires’e hüzünlü veda...

Yazının devamı...

İstanbul kaybederse sebep ‘Gezi’ mi?

“Olmaması hâlinde negatif faktörlerden biri olarak Gezi Parkı olayları değerlendirilebilir. Ama ‘Olimpiyatı alamadık, nedeni Gezi Parkı olaylarıdır’ demem.”

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, “İstanbul, 2020 Olimpiyatlarını alamazsa, bu, Gezi gündemi yüzünden mi olacak?” şeklindeki soruma işte bu yanıtı verdi.

Bakan Kılıç ile Buenos Aires’te, dün (Türkiye saati ile) sabaha karşı, Sheraton Oteli’nin lobisinde sohbet ettik.

Kılıç -diplomasideki tabir ile- ihtiyatlı bir iyimserlik içinde. Yani umutlu ama aynı zamanda bir o kadar gerçekçi.

Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin (IOC) 100’e yakın üyesi, 2020 Yaz Olimpiyat Oyunları ve Paralimpik Oyunları’nın ev sahibi kentini, yarın (7 Eylül 2013) burada, Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te yapılacak oylama ile belirleyecek.

Madrid, Tokyo ve İstanbul ipi göğüslemek için yarışıyor.

Ve tam bir ‘lobi mücadelesi’ olan bu süreç, Bakan Suat Kılıç’ın da vurgu yaptığı gibi tek bir sebeple ne kazanılabilir ne de kaybedilebilir. Sonucu belirleyecek çok farklı kriterler ve değişik faktörler var.

Gereken her şey yapıldı

Bakan, karar arifesinde şunları anlattı:

- Oynanması gereken bütün kartlar oynandı. Böyle bir adaylık sürecinde ne yapılması gerekiyorsa yaptık. Rakiplerimizden eksik kalmadık. IOC’nin kuralları var. Hediye yasakları, aday kentlere ziyaret yasakları gibi etik kurallar var mesela. Türk heyeti bu süreçte çok ‘fair’ davrandı. Kural ihlallerine yüz vermedi. 2 yıllık dolu dolu, heyecanlı bir süreç yaşadık.

- Süreçteki en büyük avantajımız bu 2 yıl içinde farklı spor dallarında ev sahipliği yaptığımız büyük uluslararası organizasyonlar. Biz Türkiye olarak neler yapabileceğimizi gösterdik. Tesisleşme vaatlerimizi zamanında yerine getirebildiğimizi gösterdik. Müteahhitlik, mühendislik, finansman, güvenlik, ulaşım, konaklama, sağlık, insan kaynakları ve organizasyon gibi başlıklarda rüştümüzü ispat ettik.

Ballı, avanta gezi değil

Suat Kılıç, Türkiye’de küçük de olsa bir ‘anti-olimpiyat lobisi’nin faaliyet gösterdiği görüşünde:

- Türkiye’den ayrılmadan önceki son gün... Artık kafile yola çıkıyor ve Türk medyasında bazı olimpiyat muhalifi ya da iktidar muhalifi yazarlar, 3 özel uçak dolusu, 600 kişinin Buenos Aires’e götürüldüğünü ve bunun ‘ballı gezi’, ‘avanta gezi’ olduğunu yazdılar.

- Biz buraya 600 değil 200 kişi ve özel değil tarifeli uçaklarla geldik.

- Bu 200 kişi buraya avanta geziye gelmedi. Bunların 60’ı sporcular. İçlerinde 17-18 yaşında, 2016 Rio Olimpiyatları’nda Türkiye’yi temsil edecek çocuklar var ve onların önemli bölümü 2020 olimpiyatlarında da ülkemizi temsil edecek.

- 50 civarında iş adamı var. Bunlar tamamen kendi paralarını kendileri ödeyerek ve Türkiye’nin olimpiyat adaylığına destek vermek üzere geldiler. Geri kalanların bir kısmı gazeteciler, bir kısmı da Bakanlığın teknik ekibi. Buraya iddia edildiği gibi avantadan ‘ballı gezi’ye getirilen bir Allah’ın kulu yok.

Paramız var ama şatafat yok

- Biz bu adaylık sürecinin tümünde, yeterli ama aynı zamanda sınırlı bir bütçe ile hareket ediyoruz. Şatafata girmedik, gösterişten sakındık, fuzuli harcama yapmadık. “Olimpiyatı alalım da neye mal olursa olsun” demedik. Adaylık sürecinde takındığımız tavırla aslında, olimpiyatı alırsak takınacağımız tavrın da işaretlerini verdik. Gereken her şeyi yapmak ama bir tek kuruşu çöpe atmamak...

Olimpiyat olmasa da bu tesisler yapılacak

- Olimpiyatın ekonomisini sarsmayacağı tek ülke Türkiye aslında çünkü bu yatırımları biz zaten, olimpiyat olmasa da yapıyoruz. Türkiye’nin önümüzdeki 5 yıllık dönem için spor yatırımları bütçesi 2 buçuk milyar dolar. IOC’ye verdiğimiz dosyadaki olimpiyat yatırımları 2.9 milyar dolar. Bu yönüyle bakıldığında vaatlerimizin gerçekçiliği çok açık ortada.

Suriye ve Mısır İstanbul’u etkilemez

- Bölgesel gelişmeler, ‘güvenlik’ başlığı altında elbette değerlendiriliyor ama Türkiye bugün sınırlarının güvenliğini de, sınır hattına 1000 km uzaktaki İstanbul’un güvenliğini de en üst düzeyde sağlayan bir ülke. Dolayısı ile Suriye ve Mısır’da yaşananların İstanbul ile ilgili bir güvenlik kaygısı yaratması söz konusu bile değil.

- Bölgedeki siyasi hareketliliğin, Türkiye’ye, İstanbul’a olimpiyat verilmesini olumlu etkilemesi gerektiğine inanıyoruz biz çünkü olimpiyatın dönüştürücü bir etkisi var. İstanbul’a verilen bir olimpiyat, aynı zamanda bölge ülkelerine de verilmiş olacaktır ve İstanbul’da ortaya çıkacak pozitif etki bölge ülkelerine de olumlu yansıyacaktır.

İlk kez bu kadar yakınız

- İlk defa halkının çoğunluğu Müslüman bir ülkeye olimpiyat verilmiş olacak ve bu ülke aynı zamanda yönetim biçimi laik demokrasi olan bir ülke. Halkının çoğunluğu Müslüman bir ülkeye olimpiyat verilmiş olmakla birlikte aslında İslam dünyası ilk kez olimpik harekete ev sahipliği yapacak. Bugüne kadar hep misafirdik.

- İlk kez bu kadar yaklaştık. Son 24 senede beşinci adaylığımız bu. İlk defa olarak bu kadar ciddi bir hazırlık ve hükümet desteği oluştu. Hükümet’in ve Başbakan’ın desteği bir gün bile eksilmedi. Buradaki sunumda da, oylama öncesi son konuşmayı yine Başbakanımız yapacak.

‘Yancı’ takımı yerine ‘ulusal’ takım

Buenos Aires Sheraton Oteli’nin lobisinde onlarca genç...

Bazen “İstanbul 2020” logolu eşofman ya da tişörtlerle görüyorum onları, bazen ise tek tip takım elbise veya döpiyesleri ile.

1997, 98 doğumlu olanlar var içlerinde. Tenisçisi, voleybolcusu, basketbolcusu...

Hepsi gencecik, hepsi pırıl pırıl... Hepsinin sahip olduğu özgüveni duruşlarında, tavırlarında kolayca görebiliyorsunuz.

Onlar, 2020 Olimpiyat Oyunları’na aday olan Türkiye’nin Buenos Aires’teki yüzleri.

Türkiye’de ya da bu tür yurt dışı organizasyonlarda çoğunlukla şahit olduğumuz; siyasetçi, bürokrat ya da ne iş yaptığı belli olmayan ‘yancı takımı’ yerine bu defa gelecek vaat eden sporculardan oluşan gerçek bir ‘milli takım’ ile burada olmak güzel.

KEŞKE...

2020 Yaz Olimpiyat Oyunları ve Paralimpik Oyunlar Türkiye’de, İstanbul’un ev sahipliğinde düzenlense.

Yazının devamı...

İyi havalar

Siz bu yazıyı okurken biz Buenos Aires’te olacağız. Arjantin’in başkentinde...

THY ile Sao Paulo üzerinden yaklaşık 20 saatlik bir uçuş ile ulaşılıyor Buenos Aires’e.

Bir hafta boyunca Türkiye’den 6 saat geride olacağız. Yani siz sabah 9’da işinizin başına ya da kahvaltı sofrasına oturduğunuzda, biz orada sabaha karşı saat 3’te, uykumuzun en güzel yerinde olacağız. (Telefon ile arayacak olanlara hatırlatmak istedim.)

Espri bir yana, biraz araştırıp okuyunca anlaşılıyor ki, çok uzun uçuşun yorgunluğuna da, jet-lag (saat farkının insan bünyesinde yarattığı olumsuz etki) sendromuna da değecek bir ülke ve kente gidiyoruz.



İspanyolca Buenos Aires’in Türkçesi ‘iyi havalar’. Havasının güzelliğinden almış tarihi kent adını.

16’ncı yüzyılın başlarında kurulmuş, Güney Amerika’nın (Brezilya’nın Sao Paulo şehrinden sonra) en kalabalık ikinci kenti Buenos Aires. Varoşlarıyla birlikte yaklaşık 14 milyon kişinin yaşadığı bir kültür, sanat ve futbol başkenti.



‘Futbol başkenti’ ifadesini öyle lâf olsun diye kullanmadım.

“Şu seyahat keşke tam bir ay sonra olsaydı” dedirten bir futbol klasiğinin beşiği Buenos Aires.

River Plate - Boca Juniors rekabetinin adresi.

“Şu seyahat keşke tam bir ay sonra olsaydı” çünkü; halkın, fakirlerin takımı Boca ile zengin ve seçkinlerin takımı River Plate’in mücadelesi 6 Ekim’de.

Maradona’nın Boca’sı ile Di Stefano’nun River Plate’i...

Burada yerim dar, o yüzden detayları aktaramayacağım ama ne yapıp edin, internetten küçük bir araştırma ile bu asırlık rekabetin öyküsünü, iki kulübün tarihlerini okuyun lütfen. Bir futbol maçından, bir derbiden çok öte, tam manasıyla bir ‘mücadele’ olduğunu göreceksiniz bu rekabetin.

Buenos Aires (ve tabii bütünüyle Arjantin) sadece futbol ile anılacak bir coğrafya değil.

Tango mesela... Bu toprakların dünyaya hediyesi.

Che Guevara örneğin... Arjantinli.

Keza ‘Evita’, Eva Peron. Sadece 33 yıl sürmüş ama dünyaya mal olmuş bir hayat...

Tam 132 müzesi ve 48 bölgesinin her birinde bulunan en az bir meydan ve tiyatrosu ile Buenos Aires bir kültür başkenti aynı zamanda.

Ve tabii, benim gibi midesine düşkünler için Arjantin mutfağı ayrı bir vaka.

Biliyor musunuz, komşusu Uruguay ile birlikte dünyada kişi başına en çok et tüketilen ülkeymiş Arjantin. Asado, yani mangal, sosyal bir faaliyet niteliğinde ülkede. Güney Amerika’ya özgü pizzalar, dev biftekler, pirzolalar bu ülke mutfağının başyapıtları arasında.

Şehrin ve ülkenin sahip olduğu zenginlikleri okudukça, ilk kez gideceğim bu başkentten dönüşte yazılacak, anlatılacak çok şey olacağını tahmin etmek güç değil.

Ama tüm bunların ötesinde, “Plaza Del Mayo anneleri”nin adresi Buenos Aires.

Ülkenin bağımsızlığının ilan edildiği Del Mayo Meydanı’nda, 1976’da Arjantin Cuntası yönetimi devraldı. Ve 8 yıllık o Cunta döneminde tam 30 bin genç ‘kayboldu’.

Aileler, gözaltı merkezlerine götürülen evlatlarından bir daha haber alamadılar. Biçare anneler, her perşembe, Hükümet Sarayı’nın yer aldığı Del Mayo Meydanı’nda bir araya gelmeye başladılar. Başlarına bağladıkları eşarpların, kumaş bantların üzerine kaybettikleri çocuklarının isimlerini yazdılar. ‘Plaza Del Mayo anneleri’ yıllar içinde dünyanın tanıdığı bir protesto hareketinin sembolü hâline geldi.

Türkiye’deki ‘Cumartesi anneleri’ de örneğin, Arjantinli kadınların bu ‘çaresiz isyan’ından esinlenerek ortaya çıktı.

Çok uzattım biliyorum ama Buenos Aires işte böyle bir şehir, Arjantin işte böyle bir ülke. Her boyutuyla dolu dolu...

İstanbul 2020’yi alıp gelebilecek miyiz?

Bizim Buenos Aires’i sebeb-i ziyaretimiz, 2020 Olimpiyatlarına ev sahipliği yapacak kentin, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin (IOC) 7 Eylül Cumartesi günü buradaki toplantısında açıklanacak olması.

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, beraberinde kalabalık bir heyet ile çıktı Arjantin seyahatine. Başta Suriye’ye yönelik muhtemel operasyona ilişkin gelişmeler olmak üzere, gündem izin verirse; karar günü, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da Buenos Aires’te olması bekleniyor.

2020 için İstanbul’un iki rakibi var biliyorsunuz: Madrid ve Tokyo.

İspanyollara şans tanıyan pek yok. Yarış Japonlar ile bizim aramızda geçecek gibi görünüyor.

Hayırlısı bakalım...

Plaza Del Mayo annelerinin de 12 bin kilometre öteden destek verdiği ‘Gezi olayları’nın İstanbul’un adaylık sürecine etkisi olup olmadığı da dâhil, havayı koklayıp, detayları aktaracağız Buenos Aires’ten.

Umarım dönüşte bizim ‘havamız iyi’ olur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.