Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Ekmek’li sloganın perde arkası

“Ekmek için Ekmeleddin”.

Slogan bu olunca, santimetrekareye; 5 kelime oyuncusu, 3 lâf cambazının düştüğü sosyal medyada ortalık bayram yerine döndü.

Başta Twitter, ardından Facebook ve diğerleri...

Ekmeleddin İhsanoğlu ‘ekmek diliminden Türkiye haritası’ şeklindeki logonun önünde henüz konuşmaya devam ederken, sosyal medya, ekmekli sloganın ekmeğini yiyip bitirmişti bile.

***

İhsanoğlu’nun kampanyasını yürüten gönüllü ekibinden, meslektaş ve arkadaşım Özlem Gürses‘i aradım.

- Sloganı kim buldu?

- Kampanya gönüllülerinden oluşan ekibin beyin fırtınasından çıktı. Ekmeleddin Bey’in ismi ile ilgili oluşan gündem esin kaynağımız oldu. Kimi telaffuz edemiyor, kimileri yanlış telaffuz ediyordu. Gülümseten, komik ifadeler bile çıkıyordu zaman zaman ismi ile ilgili. Bir arkadaşımız önerdi; üzerinde konuştuk, tartıştık, geliştirdik, çeşitlendirdik ve Sayın İhsanoğlu’nun da onayıyla hayata geçirdik. Kendisi de çok beğendi.

- Takip ettiniz değil mi reaksiyonları. Özellikle de sosyal medyadaki neredeyse (sokak jargonuyla) geyik seviyesindeki espri silsilesini?

- Tabii ki. Takip ediyoruz ve çok da eğleniyoruz doğrusu. Ekmeleddin Bey de çok memnun durumdan. Zeka ürünü esprilerden hepimiz çok keyif alıyoruz.

- Böyle bir slogana karar verdiğinizde, sosyal medyada aktif olarak yer alan insanlar olarak, sanırım tahmin etmişsinizdir gelecek olan tepkileri, yapılacak esprileri...

- Tabii ki. Gerçi laf aramızda, bazıları tahmin edilemeyecek kadar yaratıcı ama... Bu kadar çok konuşulması, sosyal medyada bu denli yer bulması, üzerinde espriler yapılması... Tanınırlığın, farkındalığın artması demek bu durum. Bunların hepsi de sloganın başarılı olduğunu gösteriyor. Ve tabii kampanya stratejimizin.

- ‘Ekmek için Ekmeleddin’ sloganı karşılıyor mu bahsettiğin kampanya stratejinizi?

- Evet çünkü hem ekmeğin kutsallığına atıf var bu sloganda, hem de ‘ekmek’ fiiline. Bu kutsal topraklara sevgiyi ekmek, kardeşliği ekmek, birliği, bütünlüğü, zenginliği, huzuru, mutluluğu, bütün bunların tohumlarını ekmek... Ekmeleddin Bey hep ayrışmayı, kamplaşmayı, düşmanığı, nefreti, bölünmüşlüğü, yoksulluğu ve benzeri olumsuz Türkiye gerçeklerini bitirmeyi, bütün bunlara bir son vermeyi hedeflediğini söylüyor biliyorsun.

- Başbakan Tayyip Erdoğan son kamuoyu araştırmalarının sonucunu açıkladı. Siz de yaptırıyor musunuz benzer anketler?

- Evet yaptırıyoruz. Ama henüz sahada. Devam ediyor. O sebeple henüz bir rakam verebilecek durumda değiliz.

- Şu anda bir kampanya gönüllüsü olarak görev yapıyorsun ama bir gazeteci gözüyle, bir süredir birlikte çalıştığın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, senin dikkatini çeken, önemli gördüğün bir cümlesini paylaşırmısın benimle?

- “Huzur olmazsa ticaret olmaz, ticaret olmazsa ekonomi büyümez” cümlesini söyleyebilirim. İlk aklıma gelen bu oldu.

***

İhsanoğlu, Recep Tayyip Erdoğan karşısında seçilme şansı bulabilir mi bilmiyorum. Şahsen bu şansın çok düşük seviyede olduğunu düşünenlerdenim.

Seçilemezse de, sanırım Ekmeleddin İhsanoğlu’nun bu adaylık sürecinden kazancı, bunca yıldır sadece ismini bilen ülkesinin insanlarının kendisini yakından tanımış olması olacak.

Yazının devamı...

O ‘Özel’ haber ve sonrası...

Salı günü bu sütunda Ankara’daki ‘Özel kulis’i yazdım. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in, 30 Ağustos itibariyle görevini bırakabileceği yolundaki söylentinin son dönemde yoğunlaştığını, bu olasılığı ciddiye alanların argümanlarını...

( http://www.gazetevatan.com/murat-celik-656093-yazar-yazisi-orgeneral-ozel-istifa-eder-mi-/ )

Bu yazı üzerine askeri kaynaklardan gelen değerlendirmeler, “Özel’in istifası gibi bir durumun söz konusu olmadığı” şeklinde yansıdı medyaya.

‘Orgeneral Özel’in emekliliğini isteyebileceği’ iddiası bana ait değildi, benim yaptığım sadece kulislerde var olan bu söylentinin artık dikkate değer bir boyuta ulaştığını haber vermekti ama doğal olarak TSK kulislerinden bana da birçok geri dönüş yansıdı.

Evet söylenti var ama istifa emaresi yok

Konuştuğum askeri kaynaklar, “Yazdığınız doğru” dediler. “Yani evet, böyle bir söylenti var ve son dönemde daha da yaygınlaştı. Bu bizim de kulağımıza geliyor.”

Aynı kaynaklar, bu doğrulamanın hemen ardından eklediler: “Ancak son dönemde yaygınlaşsa da bu söylenti gerçeği yansıtmıyor. Yani Genelkurmay Başkanı’nın istifa edeceğine dair bir emare yok.”

Yani “Özel’in istifa edeceği yönündeki iddialar yalanlandı” denilen bu.

İddia sahibi ben olmadığım için doğrudan beni ilgilendirmiyor ama yine de doğru ifade şu olmalı aslında:

“Yaygın ve dikkat çekici boyutta bir söylenti var ama bu söylentinin aslı yok.” Söylenen bu. Bu noktayı kayıtlara geçireyim dedim.

İnsan bazen bırakıp gitmeyi düşünüyor

Pekiyi gerçeği yansıtmadığı söylenen, kulislerde yoğun olarak seslendirilen bu söylenti nereden çıkıyor?

Görüştüğüm kaynaklardan biri aynen şöyle dedi:

- Genelkurmay Başkanı’nın, başta Balyoz Davası gündeminin yarattığı yoğun baskı ortamı olmak üzere, kritik gündem maddeleri sebebiyle canının çok sıkkın olduğu bazı zamanlarda, “Bu ortamda görev yapmak çok zor. Bu kadar çaba sarf ederken, böyle eleştirilere hedef olmak büyük haksızlık. Ben de insanım. Sabrediyorum, susuyorum ama insan bazen isyan ediyor. Bazen, bırakıp gitmeyi bile düşünüyorum” gibi ifadeler kullandığı biliniyor. Dolayısıyla, ‘istifa edebilir’ şeklindeki söylentiler, geçmişteki bu sözlerinin kulaktan kulağa yayılması üzerine çıkmış olabilir. Aslında sizin yazınız, bir taraftan da, Necdet Paşa’nın içinde bulunduğu durum ve ruh hâlinin bazıları tarafından anlaşılmasına da vesile oldu.

Geçen yılki sözleri

Konuştuğum bir başka kaynak da, Orgeneral Özel’in geçen yıl 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonundaki sözlerini hatırlattı.

O günlerde Özel’e yönelik istifa çağrıları gündemdeydi ve Genelkurmay Başkanı, Çankaya Köşkü’nde biz habercilerin soruları üzerine şunları söylemişti:

“(...) Beni hedef tahtasına oturtursanız ben de insanım, bir süre sonra beni de bulamazsınız. İstifa kişisel bir iştir. Ahmet, Mehmet istedi diye istifa etmem. Ben zor bir dönemde elimi taşın altına koyarak TSK’nın başına geldim. Arkadaşlarımın ve milletimin güvenine bakarım. Onu kaybedersem ancak öyle istifa ederim.”

***

Askeri kaynakların değerlendirmeleri böyle... Ancak şunu da hemen belirtmeliyim ki, kulislerdeki istifa söylentisini ciddiye alanlar, hâlâ aynı noktada duruyorlar. “Ne olacağı bugünden belli olmaz” demeye devam ediyorlar.

YAŞ sancılı geçebilir

Genelkurmay Başkanı görev süresinin dolmasına bir yıl kala koltuğunu terk eder mi bilemiyorum. Ama bildiğim, göreve başladığı günden bu yana olduğu gibi, Orgeneral Özel son senesini de pek rahat geçirecek gibi görünmüyor. Mesela 3 hafta sonra yapılacak Yüksek Askeri Şura toplantısı...

Başbakan olarak son kez Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında yapılacak Şura’da alınacak ve Cumhurbaşkanı olarak son kez Abdullah Gül’ün onayıyla resmiyet kazanacak olan terfi, temdit ve emeklilik kararlarından bazıları Özel için yeni bir stres kaynağı olabilir.

Yazının devamı...

Orgeneral Özel istifa eder mi?

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, 30 Ağustos itibariyle emekliliğini isteyip görevinden ayrılabilir.

Ankara kulislerinde bir süredir böyle bir öngörü seslendiriliyor.

Genelkurmay Başkanı istifa ederse şaşırmam diyenler, bu ihtimalin ciddiyetini aşağıdaki verilerle destekliyorlar.

***

1.) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel iki haftadır raporlu. Özel, zona tedavisi görüyor. Zona genellikle aşırı gerginlik ve yorgunluk kaynaklı bir hastalık.

Özel Paşa, göreve geldiğinden bu yana çok stresli gündemler ile adeta boğuştu ve büyük bir baskı altına görev yaptı. Karakter yapısı gereği, gerginliğini, üzüntülerini hep kendi içinde yaşadı ve nihayet bu süreç sağlığını olumsuz etkiledi.

***

2.) Bu yılki ‘Kum Şurası’, Mayıs sonundaki Efes 2014 tatbikatının ardından yapıldı. Silahlı Kuvvetler’in komuta kademesi, Ağustos başındaki Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) karara bağlanacak terfileri büyük oranda şekillendirdi.

Ancak kısa bir süre önce (her ne kadar hem Genelkurmay hem Başbakanlık tarafından yalanlansa da) bir gazetede, “40 paralel paşa” şeklinde bir haberin yayınlanması, Şura üyelerinde yeni bir sıkıntıya yol açtı ve bu sıkıntı sürüyor.

***

3.) Orgeneral Özel’in üç hafta önce (20 Haziran 2014) Yeniçağ Gazetesi’nden Ahmet Takan’a yaptığı açıklamayı tekrar okumakta fayda var:

“Bazı yöneticiler acılarını ve sevinçlerini gizlemeye çalışırlar. Yaptıklarının sağduyulu ve iyi niyetli kişiler tarafından anlaşılmasını beklerler. Kendileri ön plana çıkmayı hiç sevmezler, görüntü ve ses vermeden sonuç almaya çalışırlar.

Göreve başladığım zaman Balyoz adı verilen davayı elimde, önümde buldum. Okudum, öğrendim, ihtisas sahiplerine danıştım. Ancak yargı süreci başlamıştı.

Anayasal düzene, demokratik kurallara uymayı kendime rehber edindiğim için konuyu ilgili ve yetkili kişilerle paylaşmayı tercih ettim. Bazı kişi ve çevreler tarafından haksız bir şekilde ve acımasızca eleştirildim. Bu durum, TSK ile ilgili hemen hemen her konuda halen devam etmektedir. ‘Gün ola harman ola’ güzel bir atasözümüz. Sabırla ve inançla hukukun üstünlüğüne inanarak bekledim/bekledik. Tabii ki Yüksek Mahkemenin kararını sevinçle karşılıyorum. Çünkü suçlanan kişiler benim meslektaşım, komutanım, arkadaşım.

Onların özgürlüklerine kavuşmasını görmek benim en büyük görevim olduğunu düşünüyorum. Yargılama sürecinin devam etmekte olduğunu biliyorum. Ümit ederim sonuçta çok güzel olur.”

***

Bu açıklama, Özel’in gündeme ve hayata bakışı ile içinde bulunduğu ruh hâline dair işaretler taşıyor. Orgeneral Özel’in bu sözlerinde aynı zamanda, görevi bırakmak gibi bir tercihte bulunabileceğinin sinyalleri de var.

Özel, konumunun gereklerini yerine getirdiğini ama bunu sessizce, reklâmsız şekilde yaptığını vurguluyor. Açıklamanın ilk üç cümlesinde bu mesaj var.

Genelkurmay Başkanı, sözlerinin devamında, Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk davaları ile ilgili yasal platformlarda, resmi muhatapları nezdinde her türlü çabayı ve sürekli olarak sarf ettiğini söylüyor.

Orgeneral Özel, “Onların özgürlüklerine kavuşmasını görmek benim en büyük gö-revim” diyor.

Ve davalarda gelinen noktaya bakıldığında, Necdet Özel şimdi, “Ben görevimi yerine getirdim. Misyonumu tamamladım. Bu süreçte yaşadıklarım ve yaptıklarım ileride daha iyi anlaşılacaktır” türünden bir açıklama ile veda edebilir.

***

Orgeneral Özel bu 30 Ağustos itibariyle Genelkurmay Başkanlığı görevini bırakıp emekliliğini isterse (yani istifa ederse) şaşırmayacağını söyleyenler, bu düşüncelerini, yukarıda anlattığım işte bu tabloya dayandırıyorlar.

Yazının devamı...

Tamı tamına 6 yıl olmuş...

5 Temmuz 2008...

O dönem Star TV’de çalışıyorum. Beşiktaş’ta da yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyorum.

Yaz döneminde Star Ana Haber Bülteni’ni sunuyorum...

O akşam da gündemdeki haberleri aktarıyorum art arda.

Haber bantlarından biri yayındayken, yönetmenimin sesini duyuyorum kulaklığımdan.

“Hasan Doğan vefat etmiş!”

Donup kalmıştım o an kameranın karşısında.

O haberi sunmak da varmış kaderde.

***

Özel bir insandı Hasan Doğan.

Hem gazeteci hem Beşiktaş Yönetim Kurulu Üyesi olarak tanımıştım Doğan’ı.

2007’de, Yıldırım Demirören‘in başkanlığında göreve başladığımızda gündemimizdeki öncelikli konulardan biri “İnönü Stadı’nın yenilenmesi” projesiydi.

Aynı zamanda iyi bir Beşiktaşlı olan Hasan Doğan Futbol Federasyonu Başkanı’ydı o dönem.

Demirören yeni stadın projesini, bu alanda dünyanın en iyisi olan yabancı firmalara çizdirmiş, finansmanını da sağlamıştı.

Bizim stadın deniz tarafındaki eski açık tribününün dış cephesini oluşturan iki kule ile aralarındaki duvar, tarihi eser niteliğinde ve sit alanı olduğundan, projenin Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan onaylanması gerekiyordu.

Başkan Demirören ve Federasyon Başkanı Doğan ile birlikte önce dönemin Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu‘na gittik. Başesgioğlu da Beşiktaş Kongre Üyesidir.

Bakan ve iki başkan ile birlikte sonraki görüşmemiz Çankaya Köşkü’ndeydi.

Yine bir Beşiktaşlı olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘e sunduk yeni stat projesini.

Gül ile yaptığımız görüşmenin ardından da, dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile randevumuz vardı.

Bakan Başesgioğlu, TFF Başkanı Doğan ve BJK Başkanı Demirören, makamında Günay‘a birlikte tanıttık projeyi. Detayları anlattık.

Daha o ilk görüşmede görmüştük Ertuğrul Günay‘ın konu ile ilgili olumsuz yaklaşımını.

***

7 sene önce yaşandı tüm bunlar...

Dolmabahçe’de yeni stadın inşası yıllarca sürüncemede kaldıysa ve o statın inşaatı bugün hala sürüyorsa, bu durumun öncelikli sebebi maalesef Günay‘ın tutumudur.

Neyse... Asıl konumuz bu değil.

Asıl konumuz Hasan Doğan.

Önceki gün, Riva’daki törende o günleri düşündüm uzun uzun...

TFF Başkanı Yıldırım Demirören ve arkadaşları, olağan üstü bir tesis kazandırdılar ülke futboluna.

Milli Takımlar Kamp ve Eğitim Tesisleri’ne Hasan Doğan‘ın ismini verdiler. Açılış töreninin onur konukları rahmetli Hasan Doğan’ın eşi ve oğluydu.

Eski TFF Başkanları, eski teknik sorumlular, futbol camiasının önde gelen isimleri... Hepsi bir aradaydı Cuma günü Riva’da.

Sakin ve kararlı üslubu, donanımı, birikimi, insan ilişkilerindeki samimi yaklaşımı ve daha farklı birçok hasletiyle, çok erken kaybettiğimiz Hasan Doğan‘ın ismi Riva’da sonsuza kadar yaşayacak.

Emeği geçen kim varsa, kendi adıma müteşekkirim.

Hasan Doğan‘ın ruhu şad olsun.

Yazının devamı...

Futbol hayattır aslında

Hafta başında, pazartesi akşamı, Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği’ndeydik.

Büyükelçilik, Almanya’nın Dünya Kupası’ndaki ilk maçını izlemek için elçiliğin bahçesinde bir davet verdi.

Sadece bizlere değil, ilk maçta rakipleri olan Portekizli diplomatlara da ev sahipliği yaptı Almanlar.

Çoluk çocuk, sırtlarında formalar, bahçede neşeli ve heyecanlı bir akşama imza attılar.

Ankara’daki Portekizli diplomatlar da aynı şekilde ailece ve kendi ulusal takımlarının formalarıyla gelmişlerdi.

Sporun, futbolun, bizdeki gibi bir ‘düşmanlık’ değil, aksine bir ‘dostluk’ vesilesi olduğunu da işte bu davet sayesinde hatırladık. Yani aslında olduğu, olması gerektiği gibi...

***

Maç baştan sona Alman takımının hakimiyetinde geçti. Sonuç da Portekiz açısından tam bir hezimet oldu malum. 4 - 0.

Ev sahibi Almanlar - çocukları dahil - konuklarını rahatsız etmemek için sevinç gösterilerini abartmamaya özen gösterdiler.

Konuk Portekizliler de bu sonuca rağmen yüzlerindeki gülümsemeyi korumayı bildiler. Ve bir de tabii, kazananı tebrik etmeyi.

Yani olması gerektiği gibi.

***

Rakip taraftara ne ters bir bakış gördüm iki taraftan da, ne herhangi bir gerginlik emaresi.

Bırakın rencide edici bir tavrı, iki taraf da eğlendi o akşam Alman Elçiliği’nde.

Sporun tadını çıkardılar. Kazanan da, kaybeden de.

***

Hayat da böyle değil mi?

Tadını çıkarmayı bildikçe keyifli hâle geliyor yaşam.

Sadece sıkıntılı, gergin, üzüntülü taraflarına takılıp kalırsanız çekilmez oluyor.

Sadece yanlışları, sadece eksikleri görürseniz ağırlaşıp eziyor sizi.

Sürekli polyanacılık oynayalım demiyorum elbette ama hayatın kıymetini bilmek bizim elimizde.

Farkındalık gerekiyor.

Bir de özen.

Kendinizle ilgili farkındalık, çevrenizdekilerle ilgili, dünyayla ilgili farkındalık.

Ve önce kendinize özen, çevrenize ve çevrenizdekilere, dünyaya karşı özen.

Çok zor değil.

Hayat güzel.

Görebilene, görmek isteyene...

***

TATİL

Kaçıyorum bir süre için Ankara’dan.

Baba - oğul tatile çıkıyoruz Arda ile.

Evlatlar büyüyor.

Biz de büyüyoruz onlarla birlikte.

İkizler yolun başında daha. Zaman hızlı akıyor, onların da zamanı gelecek.

Arda ise çocukluktan gençliğe adım atıyor. Baba - oğul olmanın yanına, iki arkadaş olma özelliğini de ekliyoruz artık.

Haydi bize biraz müsaade...

Temmuzun ilk haftasında görüşmek üzere.

Kendinize ve sevdiklerinize iyi bakın.

***

KEŞKE...

Gülsek hep.

Yazının devamı...

Siyaset, futbol... ve 200 kelimede ayrışan Türkiye

“Okuyup yazanların, ‘genel’e yönelik eleştirilerini seslendirirken kullandığı bildik kalıptır, ‘200 sözcük ile konuşuyorlar’ cümlesi.

Çoğunluğun kelime haz(i)nesinin yetersizliğini vurgulamak için kullanılır bu cümle, bilirsiniz.

İnceden değil, doğrudan bir ‘aşağılama’ tonlaması ile süslenince tam olur.

***

Bu 200’ün içinde, özellikle de son dönemde, sıklıkla duyduklarımıza bir bakar mısınız pekiyi...

Yeni nesil jargonunun tek taşları; ‘gider yapmak’, ‘atarlanmak’...

Siyaset literatürünün nadide parçaları; ‘ötekileştirmek’, ‘ayrıştırmak’, ‘bölünmek’ ve bu fiillerin eş anlamlıları.

Beş sözcük... Birer de eş anlamlısı olsa, etti 10.

200’de 10, yüzde 5 eder.

***

İkinci bir yüzde 5 daha var...

‘Dostluk’, ‘barış’, ‘kardeşlik’, ‘birlik’, ‘bütünlük’ ve eş anlamlıları...

Bunlar ise ‘ilk beş’in aksine, ‘çokluğu’ndan değil ‘yokluğu’ndan sık kullanılanlar.

Olmadığı için adı çok geçenler.

Adları ne kadar çok anılırsa, o kadar çabuk oluşacağı, o kadar kolay geleceği düşünülenler. Daha doğrusu zannedilenler.

***

Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin CEO’su ile beraberdik geçen hafta sonu.

Siyaset ve spor, iki ana başlığıydı yaklaşık iki saatlik sıcak sohbetin.

‘Ben artık en yakın dostlarımla bile siyaset konuşmuyorum’ dedi bir ara tecrübeli iş adamı. ‘Gerginlik oluyor, tartışma çıkıyor, ilişkilerimiz etkileniyor, dostluklar zedeleniyor, hatta bitiyor’ diye doldurdu o ilk cümlesinin altını.

‘Haklısınız’ demeye dilim varmadı ama haksız değildi maalesef.

***

Aynı durum; spor, özellikle de futbol için de geçerli bizim memlekette.

Aile üyeleri arasına bile soğukluk girmesine neden olmuyor mu Beşiktaş - Galatasaray tartışmaları mesela?

Fenerbahçe ile Trabzon arasındaki ‘yüksek gerilim’, arkadaşlıklarda ‘kısa devre’lere sebep olmuyor mu 45 dakikalık ‘iki devre’nin çok ötesine geçip?

***

Tartışma kültürümüzün eksikliği, farklı / karşıt görüşlere karşı tahammül(süzlük) düzeyimiz, sabit fikirlerimize sadakatimiz, çifte standartlarımızın standart donanımımıza dönüşmesi...

Gerekçelerden gerekçe beğenin; gerçek değişmiyor.

Geldiğimiz nokta bu işte.

Lafa gelince hepimiz ‘empati’ diyoruz...

Sorsam, hepiniz bu yazının altına imza atarsınız ‘öyle değil’ mi?

Atarsınız da...

‘Öyle değil’ işte.”

***

Hatırlayanınız çıkar mı bilmiyorum ama okuduğunuz bu yazı, bu köşede, 19 Temmuz 2012’de yayınlandı.

2 yıl kadar önce yani.

Aradan geçen 2 yılda, yukarıda özetlediğimiz tabloda değişen ne var bir bakar mısınız?

Tek fark, güncel gerginliğin futbolda değil (zira tatildeyiz), basketbolda ve Fenerbahçe ile Galatasaray arasında yaşanıyor olması sanırım.

Siyasette ise sadece bazı gündem başlıkları değişiyor. Tartışmalar, gerginlikler; bazıları farklılaşan, bazıları ise hiç değişmeyen konularda, aynı şekilde ve yine aynı jargon ile sürüyor.

Düzelme, iyileşme olmadığı gibi, aksine daha gergin, daha sert, daha anlayışsızız 2 yıl öncesine oranla.

Özetle...

Medeniyet ve gelişim konularında, koskoca 2 yılı daha attık çöpe yani.

Hayırlı olsun !

2016 yazında bir kez daha hatırlatırım size. O yazıyı ve bu yazıyı.

***

KEŞKE...

Kendi yarattığımız sorunları çözmek için enerji harcamak yerine o sorunları hiç oluşturmamayı öğrenebilsek.

Yazının devamı...

Kılıçdaroğlu: CHP’ye genel başkan seçmiyoruz!

CHP - MHP ortak cumhurbaşkanı adayının Ekmeleddin İhsanoğlu olduğunu, dün saat 13.36’da Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli birlikte açıkladı.

Bu açıklamadan 3 saat kadar sonra, saat 16.46’da CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile görüştüm.

İşte 11 dakika süren o telefon röportajında sorduklarım ve Kılıçdaroğlu’nun verdiği yanıtlar:

* Sayın Kılıçdaroğlu, Ekmeleddin İhsanoğlu tercihinizi açıklamanızla birlikte farklı kesimlerden olumsuz tepkiler geldi. Buna parti içinden, bazı milletvekilleriniz de dahil. Öngörmüş müydünüz bu durumu? Bekliyor muydunuz bu tepkileri?

- Tabii. Bunları anlayışla karşılayacağız ama zamanla, Ekmeleddin Bey’i tanıdıkça hepsi düzelecek. Tanıdıkça ne kadar değerli bir bilim insanı olduğunu, ne kadar donanımlı ve kıymetli bir insan olduğunu zamanla görecek, tanıyacak, bilecek herkes.

* CHP seçmeninin önüne yine ‘sol’dan uzak bir seçenek koyduğunuz, Alevi ve Kürt kökenli seçmenin de İhsanoğlu ismine sıcak bakmayacağı şeklindeki yorumlara cevabınız nedir?

- Başlangıçta bu tür tepkiler olabilir. Ama düşünülmesi gereken şu... Bakın, biz ne seçiyoruz? Cumhurbaşkanı seçeceğiz. Cumhurbaşkanı’nın nasıl birisi olması lâzım? Aranan nitelikler meydanda. Bakın burada en önemli nokta, adayın siyasi kimliğinin öne çıkmaması lâzım. Devlet başkanı seçiyor olsak tamam ama cumhurbaşkanı adayı istiyoruz biz. Bu noktanın gözden kaçırılmaması gerekiyor.

* Deniz Baykal’ın adaylık için bir beklentisi olduğu konuşuluyordu. Kendisiyle az önce görüştüm. Açıklama yapmıyor ama o da aday tercihinizden memnun olmadığını hissettiriyor. Ne dersiniz bu duruma?

- Biliyorum. Ama bu tür tartışmaların içine ben girmek istemem, siz de bunu biliyorsunuz.

Tanıyınca herkes görecek

* Ekmeleddin İhsanoğlu’nun kariyeri ortada elbette ama sizce, oy verecek olan sokaktaki insan tanıyor mu kendisini? Sokakta karşılığı var mı yani?

- Bakın, ilk kez böyle bir seçim yapılacağı için genel seçimlerle biraz karıştırılıyor gibi bir hava var. Burada siyasi partiler yarışmayacak. Şimdi meydanlara çıkacak. Vatandaş merak ediyor tabii, bu gayet normal. Ekmeleddin Bey çok fazla bilinen bir insan değil ama tanındıkça herkes şunu çok net görecek ki, doğru aday kendisidir.

Mitingler nasıl olacak?

* Siyasi bir geçmişi olmadığından, meydanlara çıktığında nasıl bir manzara oluşacak sizce? Yani bir miting tecrübesi yok örneğin.

- Burada değerler, bilgiler, kültürler yarışacak. Yoksa meydanlara çıkıp, vatandaşa yol, su getirme vaadinde bulunacak değil. İcra organı değil, Anayasa’daki görev, yetki ve sorumlulukları belli Cumhurbaşkanı’nın. Bir kere, her şeyden önce, bu insan temiz mi? Geçmişinde herhangi bir leke, şaibe var mı? En önemlisi bu. Sonra bakılacak; yaptığı görevlerde Türkiye’yi iyi temsil etmiş mi? Yurttaşlarımın da öyle bakmasını isterim. Çünkü burada bir partiye genel başkan seçmiyoruz. Seçeceğimiz, bir partinin cumhurbaşkanı da değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nı seçeceğiz.

* Pekiyi propaganda dönemi için nasıl bir planlama yapacaksınız? Yani Devlet Bahçeli ve siz, İhsanoğlu ile birlikte mi çıkacaksınız mesela meydanlara? Mitinglerde yanında biriniz ya da ikiniz birlikte olacak mısınız?

- Taşlar zamanla kendi içinde yerli yerine oturacaktır. Adayın tabii kendisini öne çıkarması, tanıtması gerekiyor öncelikle. Söylemleriyle, duruşuyla, nedir, ne değildir anlatacak. Konuşacak, düşüncelerini, dünya görüşünü, yaptıklarını anlatacak. Yeri gelir, ortamı gelir tabii biz de çıkarız, niye çıkmayalım?

* Ekmeleddin İhsanoğlu ismini ilk önerenin MHP Genel Başkanı Bahçeli olduğunu söyleyenler de var.

- Yok hayır. Bizim önerimiz. Yeni bir isim de değil aslında. Yaptığımız seri görüşmeler sırasında bir çok yerde adı geçti.

* Bu ismi belirlerken, iktidar partisinin adayına oy verecek kesimlerin oyunu almak gibi bir hedef ile mi hareket ettiniz?

- Öngörümüz tümüyle şuydu: Hem içeride hem dışarıda, toplumun büyük bir kesiminin üzerinde mutabık kalabileceği bir aday. Çünkü cumhurbaşkanı adayının toplumsal uzlaşmayla belirlenmesi gerekir. Bir partinin adayı değil, Türkiye’nin adayı olmalıdır çünkü. Gezdiğimiz pek çok yerde bu ismin bu anlayışa uygun olduğunu gördük.

* İhsanoğlu’nun sanırım 2 yıl kadar önce verdiği bir röportaj vardı. “Tayyip Erdoğan Arap dünyasında çok sevilen, büyük bir lider” tarzında sözlerini hatırlıyorum. Şimdi Erdoğan aday olursa, bu beyanı bir handikap olmaz mı sizce?

- Hayır. Bir dönem öyleydi. Seviliyordu ama şimdi sevilmiyor. Yani o dönem için doğru bir tespit yapmıştır ama bugün durum farklı. Ayrıca bu tür açıklamalara takılıp kalmak da doğru değil.

* Sizin tamamen içinize sindi mi bu aday tercihi?

- Tabii ki. Niçin sinmesin? Son derece kaliteli, donanımlı, başarılı bir insan. Rahmetli Ecevit’ten devlet üstün hizmet madalyası almış bir isim. Ayrıca tekrar ediyorum; CHP’ye bir genel başkan seçmiyoruz ki. Türkiye Cumhuriyeti’ne bir Cumhurbaşkanı seçeceğiz.

Geçen hafta buluştular

* Siz ilk kez ne zaman görüştünüz İhsanoğlu ile?

- Geçen hafta.

* Ankara’da mı?

- Hayır.

* Nerede peki?

- O da bende kalsın isterseniz.

* Pekiyi. Ama anladığım kadarıyla öyle eskiye dayanan bir tanışıklığınız yok.

- Öyle. Ben biliyorum tabii kendisini.

* Anladım. Pekiyi adayınız olduğunu duyurmanızın ardından yaptığı ilk açıklama, ‘ortak payda, uzlaşı ve teveccühe teşekkür’ gibi unsurlardan oluşuyor. Aday olmayı kabul etmemesi gibi bir durum söz konusu olabilir mi?

- Yok, hayır. Bir cumhurbaşkanı adayı vakarına yakışır bir tavır var ilk açıklamasında.

Baykal: Hayret, üzüntü ve tepki var

CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ı da aradım dün.

Baykal’ın telefonu sürekli meşguldü.

Yaklaşık yarım saat denedikten sonra yakaladım Deniz Baykal’ı. Telefonu açtığında diğer bir hatta görüşmesi sürüyordu.

Konuştuğu kişiye şöyle diyordu Baykal:

“Evet, evet... Haklısın... Öyle... Maalesef, maalesef... Hayırlısı bakalım, haydi görüşürüz, Adana’ya selam.”

Bu sözlerin ardından kapattı diğer hattı ve “Alo...” dedi.

* Deniz Bey, telefonunuz sürekli meşgüldü, nihayet yakaladım. Arayanlar, partinizin aday tercihinden pek memnun değil galiba... Az önceki sözlerinizden bu sonucu çıkardım.

- Öyle... Çok arayan var. Her yerden arıyorlar.

* Siz ne diyorsunuz CHP - MHP ortak kararına?

- İzlemeye çalışıyorum ben de...

* Sizi arayanların yorumları nasıl?

- Hayret, üzüntü ve tepki.

* Peki sizin değerlendirmeniz?..

- Bir şey söylemiyorum ben.

* Bu süreçte Genel Başkan ya da parti yönetiminden kimse sizle herhangi bir temas kurdu mu? Bir görüş alışverişi oldu mu?

- Benimle hiçbir temas olmadı, hayır.

* Sizi arayanlar Ekmeleddin İhsanoğlu tercihini yanlış buluyor. “Hayret, üzüntü ve tepki” olarak özetlediğiniz bu hissiyatı siz de paylaşıyor musunuz?

- Ben bir şey söylemiyorum. Ben de izliyorum. İzlemedeyim. Sizlerden takip ediyorum. Başka da bir şey söylemiyorum. Haydi sevgiler. (Gülerek) Telefon çalıyor...

Yazının devamı...

PKK’nın yeni taktiği

“O piyon oraya, vurulup ölmesi için gönderildi.”

PKK’nın yeni taktiği, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın işte bu cümlesinde saklı.

Erdoğan, Salı günü Meclis grup konuşmasında, Diyarbakır’da Türk bayrığını gönderden indiren kişiyi böyle tanımladı.

Vurulup ölmesi için gönderilen bir piyon...

Silahsız militanlarla taciz

Lice...

Diyarbakır’daki bayrak vak’ası... Bölgenin farklı noktalarındaki gergin hareketlilik.

Terör örgütü en iyi bildiği işi yapmaya devam ediyor. Ancak bu defa yeni ve etkili bir yöntem ile.

Örgüt, askeri birliklere ‘silahsız militanlar’ını yönlendiriyor.

Kırsaldaki karakollara da, ilçe ya da şehir merkezlerindeki askeri birliklere de aynı taktik ile ‘saldırıyor’ PKK.

Bazen tek ama genellikle 2 kişilik, ‘silahsız timler’askeri mevzilere sızmaya çalışıyor.



Örgüt üyeleri, girmeyi başarabilirlerse, mevzilerden silah, özellikle de Bixi (Rus yapımı ağır makineli tüfek) çalmayı deniyorlar.

Ama bu stratejinin asıl hedefi Bixi hırsızlığı değil.

Büyük oyunun senaryosu, o silahsız saldırganlardan birinin vurulup öldürülmesi ihtimali üzerine kurulu.

Diyarbakır’daki bayrağın indirilmesi olayında olduğu gibi.

Ya da birçok yerde yapılan yol kesme ve kimlik kontrolü eylemlerinde olduğu gibi.

Örgüt mensupları, güvenlik güçlerinin gözünün önünde, aleni biçimde yapıyorlar bunu. Ve tabii silahsız şekilde...

Maksat; polisi, jandarmayı, askeri tahrik ve ateş açmaya teşvik etmek.



Şimdi bir düşünelim...

2 kişi, bir askeri birliğe girmeye çalışıyor. 2 sivil...

Dur ihtarlarına uymak bir yana, doğrudan mevzinin içine yöneliyorlar. Ve mevziden açılan ateş sonucu hayatlarını kaybediyorlar.

Olayın ardından, öldürülen 2 kişinin, ‘silahsız’ olduğu çıkıyor ortaya. Sonuç ne olur, iş nerelere varır tahmin etmek güç olmasa gerek...

“Asker, silahsız iki kişiyi; iki sade vatandaşı vurup öldürdü!” Olay ın böyle yansıtılacağına şüphesi olan var mı?

Ya sonrası?..

Üstelik sadece bölgede değil, ülke genelinde oluşacak gündemi öngörebiliyorsunuz değil mi?



Örgütün yeni taktiği bu işte.

Bilmekte, uyanık olmakta fayda var.

İlgililer, yetkililer ne yapmayı planlıyorlarsa, bu gerçeğin farkında olarak yapmalılar.


Eski Başkan’dan Merkez Bankası’na destek


Çankaya Köşkü’nde “Cumhuriyet ve liyakat nişanları tevcih töreni” vardı önceki gün.

Tören sonrası verilen resepsiyonda Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlarından Durmuş Yılmaz ile karşılaştık.

Merkez Bankası’nın eski başkanı Yılmaz’a, halefi Erdem Başçı’nın Başbakan Tayyip Erdoğan ile yaşadığı ‘faiz polemiği’ni sordum.

Yılmaz o her zamanki mütevazı ve mahcup edasıyla, mütebessim bir ifade eşliğinde dinledi sorumu.

Sonra da şu kısa diyalog geçti Yılmaz ile aramızda.

- Yanlış hatırlamıyorsam siz de benzer bir tartışmanın tarafı olmuştunuz görev yaptığınız dönemde...

- Ben de geçenlerde baktım... 2007’de, Suudi Arabistan’dan dönüşte, uçakta benzer şeyler söylemiş Sayın Başbakan.

- Siz ne cevap vermiştiniz o zaman?

- Ona da baktım... “Faiz sonuçtur, sebep değil” demişim.

- Bugün de aynı şekilde mi düşünüyorsunuz?

- Öyle.

- Peki selefiniz Erdem Başçı’nın tutumunu nasıl buluyorsunuz şimdi?

- O cevabını, sunumuyla verdi.

- Sizce de doğrusunu yapıyor yani öyle mi? Siz olsanız, sizin tutumunuz da aynı mı olurdu yani?

- Neyse... Daha fazla yorum yapmayayım ben.

- Peki. Teşekkür ederim.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.