Şampiy10
Magazin
Gündem

Mayıs’ın başı ve sonu

7 Haziran 2015 Pazar günü sandığa gidiyoruz. Önümüzde 39 gün var sadece.

Bu 39 günün ikisi, diğer 37’sinden mühim.

***

İlki yarın. Yani 1 Mayıs.

Yine bir ‘1 Mayıs klasiği’ yaşanıyor.

‘Taksim’ üzerinden taksimat...

O bildik gerginlik mi yaşanacak yarın yine Taksim’e çıkan yollarda, meydanı çevreleyen sokaklarda?

1 Mayıs’ı kutlamak isteyen gruplar ile polis arasında yine o tanıdık çatışma sahnelerini mi izleyeceğiz?

Ve tabii varlık sebebi böylesi günlerde sahne almak olan, bu tip ortamlardan beslenen o malum gruplar ile...

Yine o malum provokasyon gündemine mi mahkum olacağız?

***

Diğer 37’sinden ayrı olan diğer gün ise 29 Mayıs.

Taksim Gezi Parkı’ndan başlayıp, ülkenin birçok kentine yayılan kitlesel eylemlerinin ikinci yıl dönümü yani.

Her ne kadar ‘Gezi Parkı’ gündeminin ortaya çıkış tarihi 27 Mayıs olsa da, parktaki çadırlara ilk müdahale, 29 Mayıs sabaha karşı gerçekleşmişti. Sonrası malum...

‘Gezi eylemleri’ ve polis müdahaleleri, farklı yerlerde ve farklı boyutlarda olsa da, 2013’ün Haziran ayı boyunca sürdü.

1 Mayıs gibi, “Gezi’nin yıldönümü de, seçim öncesi sokakları hareketlendirir, gündemi ısıtır mı” sorusu gündemde. Tabii hazırlıklar ve önlemler de...

Özetle, Mayıs ayının ilk günü ile son günleri takvimde ‘kritik’ notu ile işaretli.

Bizim mesleğin kaderi

Cumhurbaşkanı ya da Başbakan’ın yurt içi veya yurt dışı gezilerini izliyoruz ya zaman zaman... Uçağa biniyoruz hani...

Soru sorup, aldığımız yanıtları gazetemizin sayfaları aracılığıyla kamuoyuna duyuruyoruz.

İşimizi yapıyoruz yani.

Bir kesim var; ne sorduğumuz ile ilgileniyor, ne haber kaynağının verdiği yanıtlarla.

Onların tek dertleri görüntü. Uçakta, Cumhurbaşkanı’nın yahut Başbakan’ın yanında çekilmiş fotoğrafımız üzerinden ne yorumlar, ne yorumlar...

Aynı durum, bakanların seyahatlerini takip ettiğimizde de geçerli.

***

Ana muhalefet partisinin genel başkanıyla röportaj yapıyoruz ya hani kimi zaman... Ya da üst düzey bir yöneticisi veya önemli bir ismiyle ana yahut diğer muhalefet partilerinin.

Soru soruyoruz, sorularımıza verdikleri cevapları haberleştiriyoruz.

Haberin fotoğrafı o siyasetçinin makamında ya da bir sofrada olabiliyor bazen. Bir kahvaltı ya da akşam yemeği sofrası misal...

Bu defa bir başka kesimin sesi yükseliyor.

İşimizi yaptığımız için işitmediğimiz lâf kalmıyor yine. Ve yine görüntü üzerinden tabii...

***

Dikkat edin isim vermiyorum. Haber kaynaklarının ‘sıfat’ları ile yazıyorum bunları.

Çünkü dönemler ile birlikte, iktidarlar, muhalefetler, yani partilerin yeri değişiyor.

Buna bağlı olarak koltukların - geçici - sahiplerinin isimleri de. Değişmeyen ‘gazeteci’nin kaderi.

***

Seçim yaklaşıyor.

‘Gazeteci’ler, için, yeni haber kaynaklarının gelişi yakın.

Bir üstten bakış, bir ukalalık olarak değerlendirmeyin lütfen...

Espri ile karışık hep söylediğimiz gibi;

biz ‘hancı’lar, yeni ‘yolcular’ımızı bekliyoruz yani bir anlamda.

***

Bu arada...

“Gazetecinin kaderi değişmiyor” dedim ya yukarıda...

Yanlış anlamayın; ‘şikayet’ değil bu yazdığım.

Tespit sadece.

Tabii kendi adıma...

Bazı meslektaş(!)larımız var ki, onlar için böyle bir durum söz konusu değil.

Yazının devamı...

HDP

7 Haziran 2015 genel seçimi hakkında kim, nerede, ne konuşuyorsa; mevzu gelip hep aynı notada kilitleniyor.

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) yüzde 10’luk seçim barajını aşıp aşamayacağı noktasına...

HDP gerçekten barajın eşiğinde mi?

HDP, “Barajı aşmak üzere” olduğunu söylüyor. “Eşiğindeyiz, çok az kaldı” diyor.

Kimileri bunun bir taktik olduğunu düşünüyor. Normalde HDP seçmeni olmayan ancak bu defa, bir seferliğine, ‘sırf Meclis’e girebilsin’ diye oy verebilecek kesimi kazanmaya yönelik bir taktik...

Bir kesim ise Kürt siyasi hareketinin Türkiye’deki oy potansiyelinin belli olduğunu ve barajı aşamayacağını iddia ediyor. Bu görüşte olanlar, Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimindeki performansının da etkisiyle HDP’nin oy oranının azami yüzde 8 - 8 buçuk seviyesine ulaşacağını savunuyorlar.

Öcalan referansının olmaması reddi miras mı?

HDP’nin seçim bildirgesini açıkladığı toplantıyı hatırlayın.

Eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın birlikte yaptıkları sunumu...

Hem görsel hem de içerik olarak, geçmiş örneklerden çok farklı bir performanstı ikilinin sergilediği.

‘Sarı - kırmızı - yeşil’ yoktu...

‘Öcalan’ referansı, ‘Sayın Öcalan’ vurgusu hiç yoktu...

Bunların bilinçli tercihler olduğu açık.

Geçen hafta, CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programında HDP’nin milletvekili adaylarından Meral Danış Beştaş ve Sezai Temelli’ye, işte bu durumu sordum:

“Bu bilinçli tercih, geçmişten ders aldığınız anlamına mı geliyor ya da bir reddi miras mı söz konusu” diye.

“Reddi miras yok” dediler.

Öcalan’ın adını anmamak konusunda, “Biz Türkiye partisiyiz. İçimizde her yerden, her kesimden insanlar var. Bu bildirge ortak bir aklın ürünü” dediler.

Geçmişten ders çıkarmak ile ilgili olarak, “Biz büyük bir mücadele döneminden çıkıp geliyoruz ama şu anda da bugünün siyasetini yapmayı hedefliyoruz. Tabii ki birikimlerimiz var. Bunun içinde geçmişten ders çıkarmak da var. Hiç bir geçmiş deneyimimizi, yaşanmışlıkları reddetmeyiz” dediler.

Yani...

HDP’nin bu seçim kampanyasına hakim olan ‘dikkatli ve hassas strateji’, Beştaş ile Temelli’nin canlı yayındaki cevaplarına da yansıdı.

Ağrı Diyadin’de neden çatışma çıktı?

HDP’li Beştaş ve Temelli’nin açıklamalarından önemli bir haber de çıktı.

Ağrı Diyadin’deki olay...

Sezai Temelli dedi ki, “Bu şenliğe daha önce de gerilla (!) geliyordu. Eğer devlet, hükümet burada bir çatışma ortamı istemiyor olsaydı, buna dair bir çözüm üretebilirdi. Bunu önleyecek siyasi hamleleri olabilirdi. Görüşebilirdi bizle.”

Meral Danış Beştaş devam etti:

“Bu devletin de bildiği bir şey. Bizim bildiğimiz ama açıklamadığımız, artık eş başkanımız açıkladığı için söyleyebileceğimiz bir şey var. Bugüne kadar, çatışma ihtimali, temas ya da karşılaşma ihtimali olduğunda bizimle görüşülüyordu.”

“Nasıl yani” dedik.

“Bu bir sır değil. Ne bizim için, ne devlet için, ne de kamuoyu için. Ve geçmişte farklı bir yöntemle çözülüyordu. Bakanlık düzeyinde, grup düzeyinde... Kamuoyuna da yansımasına hiç gerek yok çünkü amacımız çatışma olmaması” diye yanıtladı Beştaş.

Yani...

Çözüm sürecinde; HDP, devletin talebi doğrultusunda örgüt ile görüşüyor ve olası çatışmalar böylece yaşanmıyormuş.

HDP’liler, “Ağrı Diyadin’de de bu yol izlenseydi, bizle görüşselerdi, yine çatışma çıkmazdı” diyerek sorumluluğun Ankara’da olduğunu iddia ediyor.

Ben de diyorum ki, düzenlenen bir bahar şenliği ise orada uçaksavarlı, roketatarlı PKK mevzilerinin ne işi vardı?

Karşısında öyle bir silahlı güç olmasa, güvenlik güçleri kimle çatışacaktı?

Yazının devamı...

Avrupa’daki Çılgın Türkler

‘Avrupa’da yaşayan Türkler’ hem Türkiye’nin önemli bir gerçeği hem de yaşadıkları ülkenin.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ile birlikte önceki hafta gittiğimiz Hollanda ve Almanya’da bir kez daha gördük ki, Avrupa’da artık ‘dördüncü nesil Türkler’ belirliyor gündemi.

Heidelberg Eğitim Bilimleri Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Heidelberg Göç Araştırmaları ve Kültürleraşırı Pedagoji Merkezi’nin direktörü Profesör Havva Engin’in, Numan Kurtulmuş ile bir araya geldikleri kahvaltıda söylediği gibi, “Artık Almanya’da Türk mezarlıkları var”.

Yani Türkler artık oralı. Yaşadıkları ülkenin başat unsurlarından, kök salmış parçalarından biri.

Prof. Dr. Havva Engin, Avrupa’daki ‘farklı’ Türkler’den sadece biri.

Sanatçı Ethem Emre Tamer gibi...

350 yıllık mirasa bir Türk imza attı

Emre Tamer bir keman virtüözü.

Eşi Deniz Eriş Tamer ve kızları Okyanus ile birlikte yaklaşık 20 yıldır Almanya’da yaşıyor. Görev yaptığı Darmstadt Devlet Orkestrası’ndan 10 sanatçı arkadaşını bir araya getirip 11 yıl önce özel bir oda orkestrası kurmuş: Darmstadt Borok Solistleri.

Emre Tamer, kurucusu olduğu bu prestijli topluluğun sanat yönetmeni, baş kemancısı ve diğer üyeler gibi solistlerinden biri.

Bir anlamda, ‘Çılgın Türkler’den biri.

Çünkü...

Tamer, Darmstadt Saray Kütüphanesi’nin tozlu raflarından çıkardığı notalara can verdi.

Darmstadt Barok Solistleri, tam 350 yıl önce yazılmış ve bugüne kadar hiç çalınmamış eserleri seslendirdi 10 gün önce.

(O konseri canlı izleme şansına sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Ve orada Emre Tamer’in gördüğü ilgi ve saygıya bizzat şahit olduğum için de.)

Orkestranın üyeleri o tarihi eserler üzerinde tam bir yıl çalıştılar. Orijinal el yazması notaları önce temize çektiler. Bugünün enstrümanları ile çalınabilecek formata getirildiler ve nihayet üç buçuk asır öncesinin ruhunu canlandırdılar.

Ve bu ‘ilk’i, bir Türk hayata geçirdi.

Bir Türk, Almanya’ya, Almanlar’a; tarihlerinden, kültürlerinden eşsiz bir parçayı hediye etti.

17 ve 18’inci yüzyıl kompozitörlerinden Wolfgang Carl Briegel (1626 - 1712) ve Johann Samuel Endler (1694 - 1762) Barok dönemin pek fazla tanınan isimleri değil. Daha doğrusu değildi... Ethem Emre Tamer ve arkadaşlarının çıkartacakları albümler ile birlikte artık tınıları daha fazla Alman’a ve klasik müzik severe ulaşacak.

Seneye Ankara’dalar

Almanya’da tanınırlığı hızla artan topluluk, Barok müzik dünyasının efsanevi topluluğu Musica Antiqua Köln’ün başkemancısı ve sanat yönetmeni Prof. Reinhard Goebel ile birlikte çalışmalar da yapıyor.

Daha çok zaman var ama şimdiden duyurmuş olayım, Darmstadt Barok Solistleri gelecek yıl Ankara’ya da gelecek.

İtalyan Barok Müziği’nin bir numaralı kemancısı Giuliano Carmignola ile birlikte, 6 Nisan 2016 tarihinde Bilkent’te bir konser verecekler. Çok çarpıcı bir Vivaldi repertuarı ile...

***

İşte böyle Türkler de var Avrupa’da yaşayan.

Bilin istedim.

Yazının devamı...

‘Sürece ilk darbeyi Demirtaş vurdu’

BASKI KURMA ÇABASI: Ağrı’dan sonra Erzurum ve Van’da adaylarımıza saldırdılar. HDP’nin Ankara’daki binasına saldırı olduğu gün ben kınadım. Mitingde de şiddetten uzak, kazasız belasız seçim kampanyası diledim. Ama HDP’de hâlâ bir sağduyu çağrısı yok. Alanda hâlâ bir baskı kurma çabası var. Ancak baskıyla sonuç alabileceklerini düşünüyorlar. Konuşmaya başlayınca barışçıl bir dil ama alanda öyle değil.

ALGI OPERASYONU: Her seçimde bir imaj, bir algı operasyonu yapıldı. 2002’de Genç Parti. 2007 seçimlerine giderken Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası, Erkan Mumcu’lar, Mehmet Ağar’lar vs... 2011 seçimleri öncesi Kılıçdaroğlu’nun kendisi bir algı operasyonuydu. Kaset çıkarıldı. ‘Gandi’, ‘Dünyanın en dürüst adamı’ gibi bir profil çizildi. Tutmadı. Şimdi HDP. Bunların iş birlikçileri değişir. Mesela şimdi paralelciler. Yoğun bir temas trafiği var, paralelcilerle ile HDP arasında.

HEPSİ İÇİNDE: ‘Şerler defola’ derken sadece HDP için değil, hepsi için söyledim. Uluslararası medyada da uzantıları var. Türkiye içinde belli entelektüel gözüken bir grup var. Bağlantı içindeler. AK Parti’nin kullandığı gücü manipüle edemeyen çevreler. Bunların hepsinin içinde olduğu bir süreç bu.

SÜREÇ SÜRER: (Devlet - HDP görüşmeleri vardı. Şimdi ne oldu? sorusu üzerine) Orada provokasyonu yapan, sürece ilk darbeyi vuran Selahattin Demirtaş oldu. Grupta 2-3 dakikalık konuşma yaptı. Doğrudan Cumhurbaşkanımızı hedef aldı. Biz HDP’nin daha fazla siyasileşmesini istiyoruz. HDP’ye soru yöneltirken bile demokratik siyaset içinde kalın ve demokrasinin gereğini yapın diye söylüyoruz. Bunun gereği de her türlü şiddete karşı çıkmaktır. Çözüm süreci her halükarda devam eder, seçim sonucu ne olursa olsun çözüm sürecini devam ettirmeye kararlıyız.

KARŞILIĞI YOK: (HDP’nin din derslerinin kaldırılması, Diyanet’in kapatılması vaatleri) Türkiye’de bunun karşılığının olması mümkün değil. Radikalleşmenin ve El Kaide benzer yapılanmanın olmamasının garantisi eğitim sistemimiz içinde din eğitiminin yeridir. Dini eğitimi siz veriyorsanız başka kaynaklara ihtiyaç kalmaz. Paralel yapı örneğinde de gördüğümüz gibi, dini hayatın kontrolsüz olması durumunda, 20 Diyanet çıkıverir. Alevilerin taleplerinin ele alınması bu kurumların tasfiyesi anlamına gelmez .”

'Nereye gitti o alkış'

“Yeni sürprizlerle çıkacağız. Öyle bir anda saman alevi gibi parlayıp sönecek bir kampanya yapmıyoruz. Milletçe alkışlamaları ne kadar tutarsa CHP’nin vaatler de o kadar tutar. Milletçe alkışlıyorlardı, nereye gitti o alkış, kampanya. ‘Dünya bizi alkışlıyor, CHP yeni fark etmiş’ dedim. CHP’nin Kartal mitingi bizim mitinglerin yanında panayır kalır. Bunlar oryantalist tipler. Avrupa’da tutacağı düşündükleri bir şeyi deniyorlar.”

‘Koalisyon ihtimal dışı’

“İlk mitinglerde beklediğimi buldum. 81 ilde miting yapan bir tek biz varız. MHP, 25 - 30 ile gidemez durumda. CHP Konya’da miting yapsa ne olur yapmasa ne olur. HDP’nin Türkiye’nin geri kısmında büyük şehirler hariç esamesi okunmuyor. Birinci parti oluruz. Koalisyon diye bir şey Türkiye’de söz konusu değil. İhtimal dışı.”

Yazının devamı...

CHP’li Erdoğdu: Kemal Derviş’e ihtiyaç yok

Önceki akşam Ankara’da CNN Türk stüdyolarındayız...

Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programında.

Hürriyet’ten Deniz Zeyrek ve Cumhuriyet’ten Erdem Gül ile birlikte üç gazeteci, karşımızda CHP’den iki isim... İlhan Kesici ile Aykut Erdoğdu.

Kesici ve Erdoğdu, Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçim beyannamesini anlatıyorlar. Özellikle de ekonomi ayağını.

CHP’nin ekonomi yönetimine aday kadrolarını isim isim sayıp, bu ekibin ne kadar tecrübeli ve yetkin olduğunu vurguluyorlar.

Bu noktada, doğal olarak soruyorum. Madem bu kadar hazırlıklısınız, madem bu kadar kaliteli bir kadronuz var hazır bekleyen; o zaman neden, iktidara gelirseniz, ekonominin başına Kemal Derviş’i ‘ithal’ edeceksiniz?

***

İşte program kaydından deşifre ettiğim o bölüm:

Soruyorum:

- Burada olmayan ve siz çalışıp kazanırsanız, gelip ekonomiyi yöneteceğini bana vaat ettiğiniz biri var. Neden? Siz mi yeterli değilsiniz, o mu süper güç?

Aykut Erdoğdu derin bir nefes alıp yanıtlamaya başlıyor:

- Benim cevaplayacağım bir soru değil ama ben de samimi bir adamım, şu kadarını samimiyetle söyleyebilirim...

Araya giriyorum:

- Bu durum kafa karıştırmaz mı seçmen gözünde? Benim kafamı karıştırıyor.

Ve Erdoğdu, söylediği gibi ‘samimiyetle’ şu cevabı veriyor:

- Yani karıştırıyorsa bir şey diyemem ben buna ama sonuçta bu partinin programının yazılmasında, bu partinin önceliklerinin belirlenmesinde, biz milletvekilleri belirleyici olduk. Çünkü genel başkanımız bize bu fırsatı yarattı. Kişisel görüşümü soruyorsanız, bence Kemal Bey’e (Derviş) çok ihtiyaç yok. Bizler bu ekonomiyi çiçek gibi yönetiriz. Çok daha iyisini yaparız. Bir şey daha söyleyeyim, bana sorarsanız, ben 2002 yılı programını çok da beğenmiyorum. Yani bilinenin aksine, durum bu.

***

Tarafsız Bölge’den çıkan bu haber, dün Ankara gündeminin en önemli başlıklarından biri oldu. Konuşulmaya devam edileceğine şüphe yok. CHP içindeki rahatsızlığı su yüzüne çıkartıp, aleni bir tartışmaya dönüştürdüğüne de...

Bu noktada beni ilgilendiren ise şu:

Aykut Erdoğdu gibi, düşündüğünü, doğru olduğuna inandığını açık yüreklilikle söyleyen politikacılara ihtiyacı var bu ülkenin.

Çünkü...

Hangi partiden olursa olsun, karşılaştığı sorulara ‘samimiyetle’ yanıt verenlerin sayısı ne kadar çok olursa; Türkiye’de siyasetin kalitesi, güvenilirliği, saygınlığı da o kadar artacaktır.

NOT: Daha önce sözünü verdiğim “Avrupa’daki farklı Türkler” yazısını bir kez daha ertelemek zorunda kaldım. Sıcak gündemin yoğunluğundan kaynaklanan bu mecburiyet sebebiyle bir kez daha affınızı rica ediyorum. Yazı haftaya kaldı. Gününü şimdiden bilemiyorum ama gelecek hafta içinde kesin...

Yazının devamı...

AB’ye ilgi azalıyor mu?

“AB’ye üyelik süreci ve Türkiye’nin yeni AB stratejisi”.

Sivil toplumla diyalog toplantılar dizisinin başlığı bu.

AB Bakanlığı’nın ev sahipliğinde İstanbul’da başlayıp İzmir, Konya ve Adana ile devam eden STK buluşmalarının beşincisi dün Bursa’da yapıldı. Gelecek haftaki durak Antalya. Aslında bir ‘serbest kürsü’ gidilen kentte kurulan.

Bu ülke insanının AB’ye olan ilgisinin, öyle söylendiği gibi pek de azalmadığını gösteren bir serbest kürsü.

**

Hasta ve Hasta Yakınlarının Haklarını Koruma ve Yardımlaşma Derneği’nden Hobi Bahçeleri Güzelleştirme ve Yardımlaşma Derneği’ne, Türkiye Sakatlar Derneği’nden Zeki Müren Kültür ve Sanat Derneği’ne, Ustalar Kılıç-Kalkan Folklor Derneği’nden Osmanlı Kadınlarının Kültürünü Yaşatma ve Dayanışma Derneği’ne, Psiko Tiyatro Derneği’nden Dünya Helal Birliği’ne, Maden Şehitleri Aileleri Dayanışma Derneği’nden Bursa Minibüsçüler Odası’na,

Milli Türk Talebe Birliği’nden Atatürkçü Düşünce Derneği’ne, Bursa Lozan Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nden Sivrikaya Köyü Dağ Horozu Yurdu Araştırma ve Yaşatma Derneği’ne; yüzlerce STK’dan toplam bin 271 kişi davetliydi dün Merinos Atatürk Kültür Merkezi’ne.

**

Söz alanlar, üç dakikalık konuşma süresinde istediğini söyledi. Teşekkür eden de oldu, şikayet eden de...

AB Bakanı Volkan Bozkır, müsteşarı Engin Soysal ve müsteşar yardımcıları ile birlikte dinledi söyleyecek sözü olanları.

Konuşmacıların aktardığı sorunları, beklentileri tek tek not aldı. Bu notlar, il il kitap haline getiriliyor. Bunun yanı sıra konu başlıkları listeleniyor, ilgili kurum ve kuruluşlara yönlendiriliyor.

Centilmenlikte mütekabiliyet esası

Bozkır, Bursa temaslarına eşlik eden heyet ile birlikte öğle yemeği için kentin sembol mekanlarından birindeydi.

Tarihi İskender Lokantası’nın Botanik Parkı’nın içinde yer alan merkezinde özel bir oda var.

İçinde 5 kulübün ürünlerinin yer aldığı bölümler olan bir ‘futbol odası’.

Futbol sevgisi ve Fenerbahçe aşkı bilinen Bakan Bozkır ile birlikte o rengarenk odayı gezdik.

“Gel Beşiktaş’ın önünde fotoğraf çektirelim, centilmenliğimi de gör” dedi Volkan Bozkır.

Böyle bir durumda, bir Beşiktaşlı’ya yakışan, karşı jest yapmaktı.

Tecrübeli diplomat Bozkır’a ‘mütekabiliyet esası’na göre davrandım ve ben de Fenerbahçe camekanının önünde poz verdim.

**

NOT: Dünden notum vardı, bugün “Avrupa’daki farklı Türkler”i yazacağıma dair. Araya Bursa ziyareti girince, o yazı yarına kaldı. Kusura bakmayın.

Yazının devamı...

Zirvede sorun var mı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun arasında herhangi bir soğukluk, bir mesafe, bir anlaşmazlık; hasılı, ikilinin arasında iyi gitmeyen bir şeyler var mı?

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a, Hollanda - Almanya gezisinden dönüşte uçakta yöneltilen sorulardan biri de buydu.

Soruyu, o her zamanki sakin ve iyimser tavrıyla yanıtlayan Kurtulmuş’un iki başlıktan oluşan cevabının satır aralarında önemli işaretler vardı:

- Sayın Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız, tesadüfen bir araya gelmiş insanlar değil. Aynı siyasi hareketin içinden, aynı camiadan çıkmış, ortak mücadeleler vermiş, aynı kabinede yer almış olan insanlar. Birbirlerinin fikirlerini, temel meseleler konusunda ne düşündüklerini biliyorlar. Üslup ve yöntemlerini biliyorlar. Dolayısıyla, farklı görüşler olsa da, bir karar alınır ve yürünür. Ben bütün bunların hepsinin siyasi işleyiş içinde normal olduğunu düşüyorum. Bunların hepsi normal bir demokraside sağlık işaretidir. Kimse kimsenin görev alanlarına itiraz etmez. Hem aralarındaki hukuk itibariyle hem de ülke yönetiminin tesadüflere bırakılamayacağı anlayışından ötürü... Aralarındaki istişareleri güçlendirerek yola devam edilir. Ben burada herhangi bir sıkıntı görmüyorum, son derece normaldir.

- Bunun ötesinde, mevcut sistem öyle bir şekilde dizayn edilmiş ki; “Siviller çatışır, biz askerler olarak yukarıda düzeltiriz” anlayışıyla. Bu sistemde baba - oğulu aynı karede yan yana koysanız, sistemden kaynaklı sürtüşmeler ortaya çıkabilir. Bizim teklifimiz de tam bu noktaya oturuyor zaten. Türkiye’nin başkanlık sistemi temelli bir anayasal reforma ihtiyaç var.

Avrupa’daki Türklerin kanayan yaraları

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş’un, Hollanda ve Almanya’daki Türk sivil toplum temsilcileriyle bir araya geldiği toplantılarda, bu ülkelerde yaşayan Türklerin çözüm aradıkları sorunlar masadaydı.

Özellikle de, gençler ve çocukların karşı karşıya oldukları problemler...

Kurtulmuş, Mannheim’da tanıştığı bir çocuğun durumundan çok etkilenmişti. Anlatırken bile adeta sesi titredi:

- Mannheim’daki toplantıda 9 - 10 yaşlarında bir çocuğu getirdiler. Babası 11 yıl hapis cezası almış. Halası getirdi. Ağır psikolojik sorunlarla karşı karşıya... Almanya Gençlik Dairesi’nin bir yurdunda kalıyormuş. Oradaki görevli, cezalandırmak için kafasını klozete sokmuş, zorla domuz eti yediriyorlarmış. Sarıldım, konuştum... O yaştaki bir çocuğun vereceğinden çok daha zayıf, donuk tepkiler verdi. Öylesine üzüldüm ki o evladımızın hâline. Yüzü, bakışları gözümün önünden gitmiyor.

Soru şu:

Bu ve benzeri durumdaki çocuklar ile gençler hakkında, Ankara neler yapabilir?

Önce, Türkiye’nin Köln Başkonsolosu Hüseyin Emre Engin’in bu soruya yanıtı:

- Bu konu bizim takibimizde. Meselenin iki tarafı var. Birincisi, evet, Gençlik Dairelerinin reformasyonu şart. Bu tür sorunlarla sadece yabancılar değil, Almanlar da karşılaşıyor. İşin ikinci kısmı; bizim önemli görevimiz, iş bu aşamaya gelmeden çocuklarımızı kurtarmak. Bizim ailelerimiz, maalesef bu noktada biraz zayıf kalıyorlar. Çekiniyor, korkuyor, başvurmuyorlar.

Ve Başbakan Yardımcısı’nın aynı konudaki açıklamaları:

- Biz elbette Alman makamları nezdinde girişimde bulunuruz. Ancak diplomatik girişimlerden önce bizim sivil toplum örgütlerimizin bu işi köpürtmesi, gündemde tutması lâzım. Çünkü biz gündeme getirdiğimizde, ‘içişlerine karışma’ meselesi çıkıyor ortaya. Konunun zemini oluştuğunda elbette konuşulabilir, bu konuda inisiyatif alınabilir.

- Örneğin Norveç’te de benzer bir sorun yaşandı. İki çocuğumuzu serbest bıraktırdık. Bu konuda çalışıyoruz. En önemli noktalardan biri ailelerin bu konularda hassas davranması ve yardımcı olması. Bu gibi durumlardaki çocuklarımızın Türk korucu ailelere verilmeleri gerekiyor.

- Adalet Bakanlığı ile birlikte yürüttüğümüz bir çalışma var. Bakın Avrupa’da ölüm cezası yok. Ama bu Gençlik Daireleri’nde sanki bir ölüm cezası uygulanıyor. Ailenin 5 yıl, 10 yıl çocukla ilişkisi kesiliyor. Maksat, Türklüğü ile müslümanlığı ile bağlarını koparmak. Bu konuyu AİHM’e de taşıyabiliriz.

YARIN: Avrupa’daki farklı Türkler.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.