Şampiy10
Magazin
Gündem

Bazıları artık farkına varmalı!

Yıllardır dilimizde tüy bitti söylemekten... “Rüzgar eken fırtına biçer” dedik.

“Bugün sana, yarın bana” dedik.

“Empati” dedik.

“Çifte standartlarla bir yere varmak mümkün değil” dedik.

“Başarı için her yol mübah anlayışı sporu zehirler” dedik.

“Skor sever değil, spor sever olmazsak bu iş olmaz” dedik.

“Bu işin Eskişehiri, Fenerbahçesi, Bursası, Galatasarayı, Trabzonu, Beşiktaşı, Vanı, Gaziantepi, Diyarbakırı, Sivası yok” dedik.

“Acının rengi olmaz” dedik.

“Kan, döküldüğü yere göre farklı değildir” dedik.

Anlatamadık...

***

Fenerbahçe kafilesini taşıyan otobüse yönelik düzenlenen silahlı saldırı, bu ülkede futbol üzerinden yaratılan atmosferin doğurabileceği vahim sonuçları göstermesi açısından önemlidir.

Şans eseri sadece bir kişinin yaralanması ile sonuçlanan bu olay, umarım bazılarının işin varabileceği noktayı görmesine vesile olur.

Yaratıp, besleyip, büyüttükleri canavarın boyutlarını görmelerini sağlar belki...

***

Ben bir Beşiktaşlıyım.

Hasbelkader iki dönem Beşiktaş Yönetim Kurulu’nda görev yapma onurunu yaşadım.

İlkinde merhum Süleyman Seba’ydı başkanım.

Nur içinde yatsın...

İkinci görev dönemimde de Yıldırım Demirören’in başkanlığında hizmet etmeye çalıştım kulübüme.

Hedef olduğu her türlü eleştiriye rağmen; önce Beşiktaş’ın, şimdi de Türk futbolunun başında aynı sportmenlik ve centilmenlik anlayışını seslendiren Demirören’in.

Geçmiştekiler de, mevcut da; bizim bütün başkanlarımız aynı kavrama dikkat çekti, çekiyor.

‘Beşiktaşlılık duruşu’ dediler, diyorlar biliyorsunuz.

Kimileri, içi boş bir slogan diye yaftalamaya çalıştı bu kavramı, kimileri farklı nedenlerle hafife almayı denedi.

Oysa, ‘Beşiktaş’ın kapısının önünü temiz tutmak anlayışı’ydı o iki kelime. Hâlâ da öyledir.

Sorsanız, “Herkes kendi kapısının önünü temizlerse, mahalle tertemiz olur” sözüne katılmayan yoktur değil mi?

Peki ya uygulama?

Vaziyet ortada işte !

***

Yanlış anlamayın, konu Beşiktaş değil.

“Beşiktaş iyi, diğerleri kötü” gibi bir yaklaşımım asla olamaz.

Ben, kendi evimden bir örnek veriyorum sadece.

‘Beşiktaşlılık duruşu’nun; bir kulübe, bir camiaya özel olmadığını, olmaması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.

Bizim ‘Beşiktaşlılık duruşu’ olarak adlandırdığımız idealler bütününün, her renk, her kulüp, her camia için geçerli olması gerektiğini söylemeye gayret ediyorum.

Çözümün de bu anlayış ile bulunabileceğini...

***

“Beşiktaşlılık duruşu diyorsunuz ama şunu şöyle, bunu böyle yapıyorsunuz (ya da yapmıyorsunuz) ama...” türünden eksik aramaya, karalamaya dönük bir anlayış işin kolayı.

Bugüne kadar herkes kolayına kaçtı.

Eksiği, yanlışı elbette olabilir ama bir ‘duruş’a sahip olmak, o ‘duruş’ doğrultusunda yaşamak için çaba sarf etmektir esas olan.

Bir süre için mükemmeli yakalayamasanız da; bir ‘duruş’ kaygısı gütmek, o ‘duruş’a göre hareket etmek en azından saygıya değerdir.

***

Esas olan ‘samimiyet’tir, ‘iyi niyet’tir.

Bugüne kadar sürekli dövecek bağcı arayanların, üzüm yemeye niyetlerinin olup olmadığıdır esas olan.

“Bir musibet bin nasihatten iyidir” demiş atalarımız.

‘Bin nasihat’i dinlemeyenler, bari bu ‘musibet’ten etkilensinler, ders çıkarsınlar.

Umarım haklıdır atalarımız.

Yazının devamı...

‘Paralel lobiyle mücadale ediyoruz’

“Şu anda yurt dışında Türkiye’ye karşı en sistematik, en acımasız çalışan lobi, paralel yapı. Türkiye’ye karşı olan herkesle, her kesimle işbirliği yapıyorlar.”

Cümle, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na ait. Çavuşoğlu, Litvanya’nın başkenti Vilnius’tan dönüşte, özel uçak ATA’da gazetecilerin sorularını yanıtladı. Çavuşoğlu’nun açıklamaları şöyle:

TOPLANAN PARALARLA...: Paralel yapı mensupları, yurt dışında Türkiye’ye karşı olan herkesle işbirliği içinde. Türkiye aleyhtarı kararlar çıkarmak için yoğun çaba sarf ediyorlar. Bunu da Türkiye’de halktan topladıkları paralarla yapıyorlar. Mesela, Türkiye karşıtı bir panele katılan Ermeniler, bu yapının mensuplarına “Biz bile sizin kadar radikal değiliz” demişler. Bize de soruyorlar, “Bir Türk nasıl ülkesinin aleyhine bu kadar çalışır” diye.

UYARILARI YAPIYORUZ: Tüm dünyada yürüttüğümüz 24 Nisan mesaisinde de durum aynı. Gittiğimiz her yerde gerekli uyarıları yapıyoruz. Hem 1915 olaylarının 100. yılı konusunda hem de paralel yapı mensuplarının bahsettiğim faaliyetleri ile ilgili. ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile iki görüşmemiz olacak. Paralel yapının Türkiye aleyhtarlığı ABD’de de çok aktif. Kerry’ye de yazdıkları mektuplar var. Görüşmelerde bu konu mutlaka gündemde olacak. Gülen’in iadesi konusunda çalışmayı Adalet Bakanlığı yürütüyor. Biz de siyaseten gündeme getiriyoruz.

ERMENİSTAN’A ÇAĞRI: Geçmişte 24 Nisan’lardan önce biz hep savunmadaydık. Şimdi inisiyatif alıyoruz. Saldırgan bir tutum değil, aktif bir politikayla barış isteğimizi dile getiriyoruz. Ortak acılar üzerinden dostluk kurulsun diyoruz. AB Bakanlığımız, Meclisimiz, büyükelçiliklerimiz, diplomat arkadaşlarımız yoğun gayret sarfediyor. Papa’nın Ermeniler’in talebi yönünde adım atmaması bu çalışmaların ürünü olan bir başarı. Umarım Ermenistan da bu işin böyle gitmeyeceğini, bunun bir faydası olmayacağını, dünyanın sonu olmadığını da görecek.

YAZIKLAR OLSUN: Savcımızın şehit edilmesi ve İstanbul Emniyeti’ne saldırı sonrası, yabancı muhataplarımız da soruyor “Kim bunlar” diye. DHKP-C deyince biliyorlar. AB’nin bile terör listesine aldığı bu örgütü, maalesef Türkiye’de bazıları sempatik, mazur göstermeye çalışıyor. Yazıklar olsun. Seçim öncesi her dönemde karışıklık yaratmak için adım attılar. Halkı isyana teşvik edenler, orduyu göreve çağıranlar, bu tür radikal eylemleri destekleyenler. CHP’nin düştüğü duruma bakın, radikal unsurları destekler duruma geldi. İçine düştüğü aczin bir yansıması. Yoksa başka türlü, terör örgütlerini desteklemesi mümkün mü CHP’nin? ‘Geziciler’ dışında herkes bunların terör örgütü olduğunu kabul ediyor. ‘Geziciler’ derken, samimi duyarlılığı istismar edip işi vandallığa götüren militan kadroları ve onları destekleyenleri kast ediyorum. İadesini talep ettiğimiz teröristler oldu. Fehriye Erdal Belçika’daydı, kayboldu gitti. Maalesef terörle mücadelede ciddi çifte standart, iki yüzlülük var. Afrika’daki teröre bakış açısıyla Avrupa’dakine bakış açısı farklı oluyor. Tunus’ta yaşananla, Paris’tekine bakış açısı çok farklı.”

İran’a dürüst davrandık

“İran ile ortaya bir çerçeve anlaşması çıktı. Memnunuz. Nükleer silahlara karşıyız, bu konuda atılacak her adımı destekleriz. İran’a yönelik ambargoların kalkmas, ran ile ABD’nin ilişkilerinin normalleşmesi de pozitif bir ortam yaratır, ticari ilişkilerimize de olumlu yansır. İran’ın mezhepsel politikalarını eleştiriyoruz, bölgeyi kaosa sürükleyebileceğini söylüyoruz. Bizim korkumuz Şii - Sünni çatışmasına yol açacak gelişmeler olması. Tahran bizim bu açıklamalarımızdan rahatsız. Ama açıklamıyorlar. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu ziyaretini de çok istiyorlar. Biz İran’a karşı hep dürüst davrandık bu zamana kadar.”

Yazının devamı...

Bir savcı çıksa ve dese ki...

“Merhum meslektaşımın bakmakta olduğu dosyaları devralmaya gönüllüyüm.”

Bu cümle kimseye ait değil.

En azından henüz...

Bu cümle benim hayalim.

Yani şimdilik, şu an için...

***

Bundan böyle ismini taşıyacak olan İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde, şehit savcı Mehmet Selim Kiraz’ın muadili kaç Cumhuriyet Savcısı var bilmiyorum.

Onlarca, belki yüzlerce...

İşte onlardan biri çıkıp adeta haykırsa...

“Şehit meslektaşımın bıraktığı yerden devam etmeye hazırım” dese.

“Mehmet Selim Kiraz’ın uğruna canını verdiği dosyayı tamamlamaya talibim” dese.

“Kardeşimizi öldürdünüz ama ben sizden korkmuyorum” dese.

“Berkin Elvan benim de evladımdı, onun kanı da yerde kalmamalı, bunun için şehit meslektaşım ile aynı anlayışla, bana düşen ne ise yapacağım” dese.

***

Bir savcı ortaya çıkar ve haykırırsa bu şekilde... İşte o zaman umutlanacağım ülkem adına.

Yüreğime, zihnime çöken karabasanı bu sayede kovabileceğim.

Sadece yargı camiası adına değil, sadece adalet konusunda değil...

Korkusuz, idealist, güçlü insanlar olduğunu görüp, bu ülkede bazı şeylerin değişebileceğini hissedip umutlanacağım. Sadece bir kişinin, tek bir savcının ayağa kalkıp, bir adım öne çıkması yetecek bana.

O insanlarımız bu oyunu bozar

Bir örgüt düşünün... Bir terör örgütü... Sicili, belki diğerlerinden bile daha kirli, daha karmaşık, daha karanlık. Elini Türkiye’nin üzerinden, içinden çekmeyen bazı dış istihbarat örgütlerine taşeronluk yaptığı herkes tarafından bilinen bir örgüt...

O örgüt, uzunca bir süredir, Türkiye’de bir mezhebe mensup olanların silahlı gücü olmak gibi bir iddiayla hareket ediyor.

Kendini öyle konumlandırmaya çalışıyor. Böyle bir algı yaratmak için, o mezhepten olanlardan taraftar bulmak için bilinçli, sistematik ve stratejik bir yol izliyor.

İnsan kaynağı havuzu olarak belirlediği metropollerin varoşlarında yoğun bir faaliyet yürütüyor.

Kürtlerin PKK’sı varsa, biz de sizin silahlı gücünüzüz demeye çalışan, kendine böyle bir yer edinmeye gayret eden bir örgüt.

***

Ne örgütün adını yazıyorum buraya, ne o saygın mezhebin.

Çünkü ismini zikretmek bile örgütün reklamı oluyor bir şekilde.

Ve çünkü adını geçirmek bile o mezhebe mensup olan insanlarımızın ayrıştırılması gibi bir his uyandırıyor; ki yok böyle bir durum. Hepiniz biliyorsunuz zaten.

Oynanan oyun yeni değil zira.

***

Öyle ya da böyle Türkiye’nin ‘kanlı etnik dosyası’nda sona geliniyor.

O dosya kapanırken birileri bu topraklarda yıllardır hedefleyip başarılamadıkları bir başka dosyayı açmak için uğraşıyor bir süredir.

Bu ülkede, ‘kanlı bir mezhep dosyası’ açmak isteyenlerin önündeki engel, bugüne kadar olduğu gibi yine, o mezhebin ‘alicenap’ mensuplarıdır.

Yazının devamı...

Dış dünyada ‘Yeni Türkiye’

Geçen cumartesi akşamı... Viyana’nın kalbinde, tarihi Hofburg Sarayı’ndayız.

Avusturya - Macaristan İmparatorluğu döneminde ev sahipliği yaptığı hanedan bir yana, mesela, Marie Antoinette’in doğduğu saray burası.

1654 senesinde kullanılmaya başlanmış. Tam 361 yıldır ayakta.

Avusturya’nın başkentinin simge anıtlarından biri.

***

Yunus Emre Enstitüsü ile TÜRKSOY bir araya geldi, Nevruz’u Hofburg Sarayı’nda kutladı.

Nevruz kutlaması işte böyle özel bir mekanda yapıldı Viyana’da.

Bu arada unutmadan...

İnternetten baktım, Hofburg sarayındaki tarihi eser sayısı kaç biliyor musunuz?

Tahmin etmek mümkün olmadığı için hemen söyleyeyim (yazayım).

Tam 4 milyon 659 bin 852.

Sadece bir sarayda...

***

Yaklaşık 4 yüz yıldır tarihin tanığı olan Hofburg’da, Baş Kurdistan’dan Azerbaycan’a, Kırgızistan’dan Türkiye’ye, Asya’daki Türk kökenli toplam 14 ülke ya da azınlığın katılımıyla gerçekleşti gece.

Tarihi sarayın salonu zaten boş haliyle bile etkileyici...

Akustik, ses düzeni, ışık... Gayet başarılı bir organizasyondu. Bir nokta hariç...

Türkiye, gecenin ev sahibiydi ama sahnede adeta yoktu. Protokoldeki yabancı konuklardan biri çıkışta bana dönüp, “Misafirperverlik ve tevazunun bu kadarı biraz fazla değil mi” diye sordu.

***

Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. DR. Hayati Develi ile konuştuk konser sonrası.

Develi, son dönemde Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un dış gezilerinde heyetlerde yer alan isimlerden biri...

Uzaktan takip ettiğim ve gördüğüm kadarıyla enerjik, gayretli, çalışkan bir yetkili.

Viyana’daki organizasyonun sonunda, sen merak ettiklerimi açıkça sordum, Hayati Develi dikkatli bir üslup ile yanıt verdi:

- Birkaç sene öncesine kadar dünyanın birçok farklı noktasında Gülen Cemaati’nin organizasyonlarına şahit oluyorduk, adeta devlet adına. O ülkeye giden bakan, başbakan ya da cumhurbaşkanı o toplantılara katılıyor, hatta himaye ediyordu. Aradan geçen zamanda durum değişti, herkes biliyor. Şu anda durum nedir?

- Biz devletin kültür politikasının bir kolunu yürütüyoruz dış dünyada. Bunu yeni ve çok daha proaktif bir anlayışla yürütüyoruz. Başka bir grup ya da gruplar, organizasyonlar, dernekler, vakıflar, kuruluşlar var ya da yok, olmuş ya da olmamış, bu bizi ilgilendirmiyor. Olsa da olur, olmasa da... Devlet bunu kendi aklıyla planlıyor ve yapıyor.

- Eski adıyla ‘Cemaat’, yeni sıfatıyla ‘paralel yapı’nın geçmişte üstlendiği rolü artık devlet sahiplenmiyor. Bu açık... Bahsettiğiniz yeni anlayışın ayrıntılarını alabilir miyim?

- Bakın biz işimizi yapıyoruz. Bizim işimiz Türkiye’yi tanıtmak, Türkiye’nin kültürünü, kültürel birikimini tanıtmak, Türkçe öğretmek... İşimizi iyi yapmaya gayret ediyoruz. İyi de yaptığımızı düşünüyoruz. Aldığımız sonuçlar, geri dönüşler bu düşüncemizi teyit eder nitelikte.

- Yurt dışındaki Türk kuruluşları... Böyle ifade edeyim (gülerek)... Artık onlar yok, (Yunus Emre Enstitüsü eliyle) devlet mi var yani? Bunu mu anlamalıyız?

- Uygulanmakta olan paylaşımcı bir yaklaşımdır. Katkıda bulunun herkese yer vardır. Türk diplomasisinin unsurlarından birisidir bu. Diplomasi de böyle yapılır zaten. Bulunduğumuz ülke ile - misal burada Avusturya - Türkiye’nin değerlerini bir potada eritmek, harmanlamak, karşılıklı tanıtmak... Mesela biz Avrupa’da çok faal değildik. Bakın burada, Viyana’da yeni açılıyor merkezimiz. Siz biliyorsunuz. Başbakan Yardımcımız Numan Kurtulmuş ile burada daha önce de hep beraberdik, siz de vardınız. Bundan sonra çok daha aktif olacağız. Sadece Avusturya’da değil, dünyanın her köşesinde.

Yazının devamı...

Parayı yönetenlerin Ankara’ya bakışı

Yıllarca Ankara’nın ekonomi bürokrasisinde görev yapmış bir yetkili ile karşılaştık üç gün önce...

Birkaç sene önce kamu görevini bırakmış, başkentten ayrılmıştı.

Şimdilerde, uluslararası finans alanında çalışıyormuş. Enternasyonal fonları yöneten / yönlendiren yabancılarla...

“Bize özellikle siyasette neler olup bittiğini soruyorlar. Siyasi gelişmeler, ekonomi üzerinde doğrudan belirleyici. Bu yüzden, alacakları pozisyonları belirleyebilme

k için Ankara’nın nabzını tutmaya çalışıyorlar” dedi eski bürokrat.

***

Genelde bize sorar insanlar, “Neler oluyor Ankara’da” diye.

Bu defa ben sordum:

- Ne diyorlar peki, neyi nasıl görüyor yabancı finans çevreleri Ankara’ya baktıklarında?

- Dışarıdan bakan yabancılar - hele de söz konusu olan para ise - içeriden bizim gördüğümüzden farklı yönleriyle değerlendiriyor Türkiye’yi.

- Nasıl yani? Biraz daha açar mısınız bu söylediğinizi...

- Şöyle... Biz içeride çoğunlukla biraz paranoyakça yaklaşıyoruz bazı olaylara. Dış güçler, gizli güçler, şer odakları, yabancılar Türkiye üzerinde oyunlar oynuyor malum bize göre...

- Ama öyle değil mi? Özellikle şu son dönemde Türkiye tam bir ateş çemberinin içinde ve neler yaşanıyor görüyorsunuz.

- Elbette... İstihbarat, güvenlik, diplomasi gibi alanlarda bu kaygıların karşılığı var, ona bir şey demiyorum ama finans dünyası için durum biraz daha farklı. Benim bahsettiğim de işin bu yanı. Fonları yöneten insanlar, yani paradan para kazanan dünyanın bakışı da, kriterleri de daha farklı.

- En önemli fark ne yabancı finans dünyasının bakışı ve pozisyon belirleme süreçlerinde?

- Para riski sevmez. Sermaye kaçar gergin ve riskli ortamlardan. Mesela Cumhurbaşkanı ile Merkez Bankası arasında son yaşanan tartışmayı çok önemsediler. Tabii, özellikle yakın geleceğe dair risk tespiti önemli yabancılar için. Flu alanları netleştirmeye çalışıyorlar. Olasılık hesapları çok dikkatimi çekiyor son dönemde.

- Ankara’yı, bürokrasiyi ve tabii mevcut iktidar partisinin içini iyi bilen biri olarak şu son cümleniz de benim dikkatimi çekti şimdi. Özellikle de seçime giderken... Nedir yabancı finans çevrelerinin ‘olasılık hesapları’?

- Dikkatimi çekiyor dediğim şu... Yıllardır Ankara’da bakanlar, bakanlık bürokratları, hatta o yetkililere yakın, onlar üzerinde etkili olan isimler ile yakın teması önemserlerdi. Şimdi bakıyorum, bir yandan yeni dönemde ekonomi yönetiminde kimlerin yer alacağını öngörmeye çalışırken, bir taraftan da, “Kılıçdaroğlu’ndan, Bahçeli’den, CHP ve MHP’nin önde gelenlerinden de birer randevu alsak, bir görüşsek” demeye başladılar.

- Seçime giderken gayet normal değil mi ama bu durum? Önde gelen siyasi partiler ve liderlerin hepsiyle temasta olmak istemeleri doğal değil mi?

- Tabii ilk bakışta doğal gözüküyor ama bu ilk kez oluyor. Önceki seçimlerde muhalefet partileri ile temas kurmak gibi bir dertleri yoktu. Hiç böyle bir arayışları olmamıştı. Bu anlamda dikkate değer diyorum.

***

Seçime giden Ankara kendi içinde geleneksel siyasi gündemini yaşıyor.

Bizler de o gündemin içinde önümüzü görmeye, gördüklerimizi yansıtmaya çalışıyoruz.

Bir de işte yukarıda anlattığım boyut var.

Ankara’ya dışarıdan bakıp hesaplarını farklı parametrelere göre yapan, paranın yönünü belirleyenler...

Sandıktan çıkacak sonuç bugünden bilinmez ama şimdiden bilinen şu:

8 Haziran 2015 itibariyle Türkiye gündeminin öncelikli iki başlığı, başkanlık sistemi tartışması ve ekonomi olacak.

Yazının devamı...

AB Bakanı ile gündeme dair...

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır ile birlikte İtalya’nın başkenti Roma’dayız.

Roma’da yaptığı açıklamaları birazdan aktaracağım ama önce, Bakan Bozkır ile İstanbul Atatürk Havalimanı VIP Salonu’nda baş başa yaptığımız ayak üstü sohbetten bahsedeyim. O sohbetin konusu, iktidar partisi içinde yaşanan Bülent Arınç - Melih Gökçek gerginliğiydi.

Başbakan’ın müdahalesi yerinde oldu

Volkan Bozkır özetle şunları söyledi yaşanan parti içi gündeme dair:

“Keşke hiç yaşanmasaydı ama oldu. Melih Bey neden öyle bir çıkış yaptı bilemiyorum. Bülent Bey, kendisi de sonradan ifade etti zaten belli ölçüde duygularıyla hareket ettiğini. Tabii öyle bir açıklamanın, bakanlar kurulu toplantısının sonunda yapılmış olması, sanki kişisel beyanı değilmiş gibi bir algıya yol açtı. Elbette nahoş bir gelişmedir ama Sayın Başbakanımızın parti içi demokrasi ama aynı zamanda parti disiplini bağlamındaki net ve kararlı müdahalesi gayet yerinde oldu. Hem herkese gereken mesaj verilmiş oldu hem de bundan sonra benzer tatsızlıklar yaşanması ihtimalinin de önü kesilmiş oldu. Dediğim gibi elbette hiç olmasa daha iyiydi ama artık geride kaldı.”

Gezi ve Kobani, Türkiye algısını olumsuza çevirdi

Ve Roma...

İtalyan başkentinde resmi temaslarına başlamadan hemen önce, gezisini izleyen biz gazetecilerin sorularını yanıtladı Bozkır.

Sabah’tan Yavuz Donat, Hürriyet’ten Fatih Çekirge, Star’dan Nuh Albayrak, Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya ile birlikte biz sorduk, Volkan Bozkır anlattı.

İşte AB Bakanı’nın açıklamalarının satır başları:

- Batıda, maalesef son dönemde Türkiye ile ilgili çok olumsuz bir algı oluştu. Bu durum ABD’de daha da çok gözleniyor ama AB’de de var. Bu biraz da bizim son dönemde fazla yakın ilişki kuramamış olmamızdan kaynaklanıyor. Karşı karşıya olduğumuz bu algıyı yıkmak için çekinmeden konuşarak bu durumu dengelemeye çalışıyoruz.

- Öncelikle Gezi olaylarını takiben oluşmuş bir algı var. Çok konuşarak, her boyutunu izah ederek, nedenlerini, gerçekleri paylaşarak aşmamız gereken bir konu bu. Tenkit elbette yapılabilir. Hükümetlerin performansı, devletlerin attığı adımlar tenkit edilebilir. Gezi olaylarıyla ilgili de olabilir bunlar elbette ama tenkit yapılırken doğruların da görülmesi ve yapıcı olunması gerekir.

- Bunun yanı sıra bölgemizdeki gelişmeler var. Özellikle de Kobani üzerinden Türkiye’nin aleyhine çok yanlış bir imaj oluşturuldu. İnsanlar ölürken Türkiye’nin hareketsiz kaldığı gibi bir algı yaratıldı. Bu konuyu da haritalar üzerinde ve olan biteni, Türkiye’nin Kobani konusunda yaptıklarını anlatarak büyük ölçüde aştık sayılır.

- Bu yıl, 1915 olaylarının 100’üncü yılı. ABD’de olsun, AB’de olsun Türkiye’nin imajına zarar vermeye matuf koalisyonlar var. Türkiye’ye zarar verebilecek her türlü konunun üzerine yeni bir operasyon inşa ediyorlar.

Paralel yapı ve lobiler aynı çizgide

- Türkiye’ye zarar vermek isteyen gruplar bu gruplar arasında ‘paralel yapı’ da var, maalesef son yıllarda kabuk değiştiren, dışarıda sürekli Türkiye’yi şikayet eden ana muhalefet partisi de. Ben 40 yıllık Hariciye hayatımda hep şunu gördüm. İçeride biz her şeyi konuşuruz ama yurt dışına çıkıldığında hep tek sesli olduk. Ama son 4 senedir Türkiye’yi dışarıda sıkıntıya sokacak tavırlar sergileyen milletvekilleri var CHP’de.

- Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye raporu için 420 değişiklik önergesi verildi, hepsi de Türkiye’nin aleyhine. Rum, Ermeni ve Kürt lobilerinin ortak çalışmasıyla, Türkiye karşıtı nasıl bir yapı ve faaliyet olduğunun en somut kanıtı bu.

- ABD kongre üyeleri ve senatörlerin yazdığı mektuplar tamamen organize bir faaliyet. Bunun arkasında, paralel yapı da var, diğer bildik lobiler de.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.