Bazıları artık farkına varmalı!
Yıllardır dilimizde tüy bitti söylemekten... “Rüzgar eken fırtına biçer” dedik.
“Bugün sana, yarın bana” dedik.
“Empati” dedik.
“Çifte standartlarla bir yere varmak mümkün değil” dedik.
“Başarı için her yol mübah anlayışı sporu zehirler” dedik.
“Skor sever değil, spor sever olmazsak bu iş olmaz” dedik.
“Bu işin Eskişehiri, Fenerbahçesi, Bursası, Galatasarayı, Trabzonu, Beşiktaşı, Vanı, Gaziantepi, Diyarbakırı, Sivası yok” dedik.
“Acının rengi olmaz” dedik.
“Kan, döküldüğü yere göre farklı değildir” dedik.
Anlatamadık...
***
Fenerbahçe kafilesini taşıyan otobüse yönelik düzenlenen silahlı saldırı, bu ülkede futbol üzerinden yaratılan atmosferin doğurabileceği vahim sonuçları göstermesi açısından önemlidir.
Şans eseri sadece bir kişinin yaralanması ile sonuçlanan bu olay, umarım bazılarının işin varabileceği noktayı görmesine vesile olur.
Yaratıp, besleyip, büyüttükleri canavarın boyutlarını görmelerini sağlar belki...
***
Ben bir Beşiktaşlıyım.
Hasbelkader iki dönem Beşiktaş Yönetim Kurulu’nda görev yapma onurunu yaşadım.
İlkinde merhum Süleyman Seba’ydı başkanım.
Nur içinde yatsın...
İkinci görev dönemimde de Yıldırım Demirören’in başkanlığında hizmet etmeye çalıştım kulübüme.
Hedef olduğu her türlü eleştiriye rağmen; önce Beşiktaş’ın, şimdi de Türk futbolunun başında aynı sportmenlik ve centilmenlik anlayışını seslendiren Demirören’in.
Geçmiştekiler de, mevcut da; bizim bütün başkanlarımız aynı kavrama dikkat çekti, çekiyor.
‘Beşiktaşlılık duruşu’ dediler, diyorlar biliyorsunuz.
Kimileri, içi boş bir slogan diye yaftalamaya çalıştı bu kavramı, kimileri farklı nedenlerle hafife almayı denedi.
Oysa, ‘Beşiktaş’ın kapısının önünü temiz tutmak anlayışı’ydı o iki kelime. Hâlâ da öyledir.
Sorsanız, “Herkes kendi kapısının önünü temizlerse, mahalle tertemiz olur” sözüne katılmayan yoktur değil mi?
Peki ya uygulama?
Vaziyet ortada işte !
***
Yanlış anlamayın, konu Beşiktaş değil.
“Beşiktaş iyi, diğerleri kötü” gibi bir yaklaşımım asla olamaz.
Ben, kendi evimden bir örnek veriyorum sadece.
‘Beşiktaşlılık duruşu’nun; bir kulübe, bir camiaya özel olmadığını, olmaması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum.
Bizim ‘Beşiktaşlılık duruşu’ olarak adlandırdığımız idealler bütününün, her renk, her kulüp, her camia için geçerli olması gerektiğini söylemeye gayret ediyorum.
Çözümün de bu anlayış ile bulunabileceğini...
***
“Beşiktaşlılık duruşu diyorsunuz ama şunu şöyle, bunu böyle yapıyorsunuz (ya da yapmıyorsunuz) ama...” türünden eksik aramaya, karalamaya dönük bir anlayış işin kolayı.
Bugüne kadar herkes kolayına kaçtı.
Eksiği, yanlışı elbette olabilir ama bir ‘duruş’a sahip olmak, o ‘duruş’ doğrultusunda yaşamak için çaba sarf etmektir esas olan.
Bir süre için mükemmeli yakalayamasanız da; bir ‘duruş’ kaygısı gütmek, o ‘duruş’a göre hareket etmek en azından saygıya değerdir.
***
Esas olan ‘samimiyet’tir, ‘iyi niyet’tir.
Bugüne kadar sürekli dövecek bağcı arayanların, üzüm yemeye niyetlerinin olup olmadığıdır esas olan.
“Bir musibet bin nasihatten iyidir” demiş atalarımız.
‘Bin nasihat’i dinlemeyenler, bari bu ‘musibet’ten etkilensinler, ders çıkarsınlar.
Umarım haklıdır atalarımız.