Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Son karar’ın perde arkası

Başbakanlık kaynakları, Hakan Fidan’ın kısa bir süre önce adaylıktan çekilme talebini ilettiğini, Başbakan Davutoğlu’nun da bu durumu Cumhurbaşkanı Erdoğan ile istişare ederek olumlu yanıt verdiğini belirtti.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı’ndan istifa edip siyasete girme kararını 7 Şubat’ta açıklamıştı.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘sır küpüm’ dediği Hakan Fidan’ın bu kararına karşı çıktı.

Erdoğan bu karşı duruşunu sadece Fidan’a ifade etmekle kalmadı, kamuoyu önünde, net ifadelerle ve defalarca seslendirdi. Cumhurbaşkanı, Hakan Fidan’ın MİT’ten ayrılmasına olumsuz bakmasında iki önemli gerekçeyi öne çıkartmıştı.

Paralel yapı ile mücadele ve çözüm sürecinde gelinen noktanın hassasiyetine vurgu yapan Erdoğan, Fidan’ın kararının zamanlamasına itiraz ettiğini açıkça dile getirdi.

Tayyip Erdoğan bu net tavrının sonunda da, nihai kararın, aday olmak isteyen Hakan Fidan ve bu talebi olumlu karşılayan Başbakan Ahmet Davutoğlu’na ait olduğunu söyleyerek, bir anlamda, yakın gelecekte yaşanabilecek muhtemel sıkıntıların sorumluluğunun bu ikiliye ait olacağı mesajını verdi.

Medine görüşmesi

Fidan, 7 Şubat’ta açıkladığı kararının ardından, konu her gündeme geldiğinde MİT’in başından ayrılmasına olumsuz baktığını tekrarlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaret sırasında bu ülkede görüştü.

İkili, Hakan Fidan’ın talebi üzerine 2 Mart Pazartesi günü Medine’de baş başa görüştü.

Cumhurbaşkanı’nın bu görüşmede de, konuyla ilgili negatif görüşünü ve kişisel hayal kırıklığını bir kez daha dile getirdiğine kimsenin şüphesi yok.

Nitekim Erdoğan, Suudi Arabistan dönüşünde, uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada, “Onu o göreve ben getirdim. Müsaade edilmiyorsa orada kalması ve ayrılmaması gerekirdi. Dolayısıyla tabii ki hâlâ kırgınım” diyerek aynı noktada durduğunun altını çizmişti.

Fidan’ın vazgeçme gerekçeleri

Fidan’ın son kararı siyasete girmekten vazgeçmek ve MİT Müsteşarlığı’na devam yönünde oldu.

Kulislerde Hakan Fidan’ın yakın çevresine kararının gerekçelerini şu şekilde özetlediği konuşuluyor:

“Benim siyasete girme kararım üzerinden ülkenin Cumhurbaşkanı ile Başbakanı’nın karşı karşıya getirilmesi gibi bir görüntü, bu yönde gündem oluşturuldu. Aday olup seçilmem halinde, belli ki bu durum siyasi hayatım boyunca da devam edecek. Bu mevzunun, muhalefet partileri ve kamuoyunun bir kesimi tarafından sürekli olarak gündemde tutulacağına şüphe yok. Benim üzerimden hem partiye zarar vermeye çalışacaklar hem de şahsım üzerinden devlet yönetim kademeleri gereksiz bir tartışma ile meşgul edilecek. Tüm bunların yanında, konu, Cumhurbaşkanımız ile Başbakanımızı karşı karşıya getirme gayretlerine de malzeme yapılmaya da devam edilecek gibi görülüyor. Dolayısı ile hem benim hem parti hem de devlet yönetim kadroları açısından en hayırlısı, şu aşamada adaylık başvurumu geri çekmek olacak.”

Davutoğlu, Erdoğan ile istişare etti

Medine’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmenin ardından siyasete atılma kararından işte bu gerekçeler ile vazgeçen Fidan ‘son karar’ını, ABD ziyaretinden dönen Başbakan Ahmet Davutoğlu’na aktardı.

Başbakanlık kaynakları, Hakan Fidan’ın kısa bir süre önce adaylıktan çekilme talebini Başbakan Davutoğlu’na ilettiğini, Davutoğlu’nun da bu durumu Cumhurbaşkanı Erdoğan ile istişare ederek Fidan’a olumlu yanıt verdiğini belirttiler.

Erdoğan vazgeçmedi

27 günlük aranın ardından Hakan Fidan, ayrıldığı koltuğuna dün akşam itibariyle döndü. Başkent kulislerinde öne çıkan üç yoruma gelince...

1.) Erdoğan, kendisine yaşattığı hayal kırıklığı, hatta kızgınlığına rağmen Medine’deki randevu talebini geri çevirmeyerek Fidan’dan vazgeçmeyeceğini gösterdi. (Zaten daha ilk günden, ‘sır küpüm’ diyerek, Fidan’ın görevi icabı devletin ama aynı zamanda şahsen kendisinin de vazgeçilmezi olduğunu deklare etmişti.)

2.) Fidan, “Yoruldum” gerekçesinin, mevcut konjonktürde kamuoyu nezdinde de karşılık bulmadığını gördü ve ‘Erdoğan’ı yolda bıraktı’ imajının gelecekte de kendisi açısından sıkıntı yaratacağının farkına vardı.

3.) Ankara’da, devirler ve isimler değişir ama ‘devlet işlerinin siyaset ve siyasetçi üstü olduğu’ gerçeği değişmez.

Her vazifeye hazırım mesajı

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) eski Müsteşarı Hakan Fidan, 25. Dönem Milletvekili adaylığı için AK Parti’ye yaptığı başvuruyu geri çekti.

Fidan, bu kararını dün bir yazılı açıklamayla duyurdu.

‘Lüzum üzerine...’

Fidan, şu ifadeleri kullandı: “Gördüğüm lüzum üzerine, bugün (dün) itibariyle 25’inci Dönem milletvekili genel seçimleri aday adaylığı başvurumu geri çekmiş bulunuyorum. Ülkeme ve milletime hizmet yolunda, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da tevdi edilen her vazifeyi hakkıyla yerine getirmenin gayreti içinde olacağım. Bu vesileyle, destek ve itimatlarından dolayı, Sayın Cumhurbaşkanımıza, Sayın Başbakanımıza ve aziz milletimize şükranlarımı arz eder, saygılar sunarım.”

Bu açıklamanın ardından Ankara kulisleri hareketlendi. Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarlığı görevine geri döneceği yorumları yapıldı. Müsteşar Yardımcısı İsmail Hakkı Musa, görevi vekaleten yürütüyor.

Yazının devamı...

‘Tarihi fırsat kaçmamalı’

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ile Fas’ta, başkent Rabat’tan temaslarının son durağı Fes’e geçerken konuştuk. Yurt dışına çıkan her yetkili gibi Kurtulmuş da Türkiye gündemini yanında taşıyor.

Rabat’tan Fes’e karayolu ile geçtik Fas’ta. Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş da bizler ile birlikte otobüsteydi... 4 tekerlek üstündeki röportajın ilk ve belki de en önemli başlığı çözüm süreciydi.

Kurtulmuş, Ortadoğu coğrafyasının iki ana başlıkta türbülans yaşadığını söyleyerek başladı söze.

Biri etnik çatışmalar, ikincisi de mezhep ayrılıkları... “Bu somut ve ayrıştırıcı çatışma alanlarının bir an önce çözüme kavuşturulması şart” diyen Kurtulmuş, “Bu noktada en başta da Suriye geliyor. Suriye üzerinden İslam dünyasının tümü mezhepsel bir ayrılığa itiliyor” şeklinde konuştu.

“Türkiye’nin yer aldığı bölgede, etnik ayrılıkların hallolması konusunda ise bizim çözüm sürecini çok önemsiyorum” dedi Kurtulmuş. “Bütün coğrafya ve İslam ülkeleri, hatta mesela Ukrayna için bile...” Kurtulmuş’un altını çizdiği nokta şu:

Çözüm sürecinin başarıya ulaşması çok önemli çünkü bunun etkisi sadece Türkiye ile sınırlı olmayacak. Bütün bölge için bir umut oluşturacak.

“Eski Türkiye’nin devlet aklı ve zihniyetiyle devam etseydik, çözüm sürecinde tek bir adım bile atmamız mümkün değildi” diyen Kurtulmuş, “Bu yerli, milli bir süreç. ‘Üçüncü göz’ gibi tanımlamalarla gündeme getirilen, bir hakem ya da arabulucu değil ama sürecin şeffaflığını artıracak ve katılımı daha da güçlendirecek iç mekanizmalar faydalı olabilir.” Kurtulmuş’un şu sözlerini alt alta sıralayıp, dikkatle okumak lazım:

- Soru şu... Çözüm sürecinin sahibi kim, muhatabı kim?

- Sahibi de, muhatabı da milletin kendisi. Millet benimsemeseydi süreç yürümezdi.

Özellikle de güneydoğu halkı...

- Bu sürecin çabuklaşması ve bir an evvel nihayete ermesi konusunda beklentiler de çok yükseldi. Bugüne kadar birçok şey yapıldı ama yüksek beklenti ortamında artık bir an önce çözülmesi lazım.

- Çözüm süreci 7 Haziran seçim kampanyasına malzeme yapılmamalı.

- Bu süreç, HDP’den de, AK Parti’den de bağımsız ve partilerden daha önemli.

- Hükümetimiz bu sürece başlarken siyasi risk hesabı yapmadı, kimse de siyasi rant hesabı yapmamalı.

- Siyasetçilerin sözleri ortada... Millet bu işin arkasında olmasaydı, bu siyasi sözlerin mutlaka bir karşılığı olurdu.

- Bu süreç Kobani olaylarını atlattı. 6 - 7 Ekim çok kuvvetli bir üst aklın provokasyondu. O olaylarda yer alanların sayısı birkaç 10 bin kişiyle sınırlı kaldı. Halk destek vermedi. Kitlesel olarak Kürt halkı bu işin içinde olmadı. Halkın prim vermemesi sürecin garantisi.

- 200 kişiyle İstanbul’un altını üstüne getirirsiniz, Ankara’yı yakıp yıkarsınız. Ama bunun bir kıymeti harbiyesi yok. Önemli olan, halkın kitlesel olarak arkasında olup olmaması noktası

- Bu süreç, siyasi olduğu kadar insani de bir süreç. Silahlar tekrar patlamaya başlarsa, bu herkesin aleyhine olur.

HDP barajı aşamazsa...

Yazının devamı...

Akdeniz’in diğer ucundan

Rabat / FAS

Fas’tayız...

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un resmi temaslarını izliyoruz.

Akdeniz’in en doğusundaki ülkenin insanları olarak, aynı Akdeniz’in en batısındaki ülkedeyiz.

Müslüman Fas, bir krallık... Lakin kendine özgü bir monarşi.

Günlük yaşamda, özellikle sosyal ve kültürel alanda Fransız ekolünün izleri gayet derin.

Okyanus kıyısındaki Rabat, temiz, düzenli bir başkent.

İşsizlik büyük sorun Fas’ta. Halkın ortalama gelir seviyesi düşük.

Kral ile hükümet uyumlu bir çalışmayla, yeni ve kapsamlı bir atılım süreci başlatmış. Büyük bir yatırım hamlesi...

Fas yönetimi, ülkeye yatırım yapmayı cazip hale getirmek için yabancı sermayeyi el üstünde taşıyan bir anlayışla hareket ediyor.

***

Argan yağı, narenciye, zeytin, hurma... Ülkeye gelen her yabancının ilgisini çeken bu ürünlerin yanı sıra Rabat’ta, yerel kıyafetlerin satıldığı otantik pazar bölgesinde Tuareglerin çölde baş ve yüzlerini kapatan o meşhur örtüyü deneme fırsatım oldu.

Touareg, Arapça’da “Tanrı’nın terk ettiği” anlamına geliyormuş.

Halen Fas’taki büyük fabrikalarda işçi olarak çalışıyormuş Touaregler ama geleneksel olarak çöllerde hayat bulan bu toplumun erkeklerinin (gençler mavi) örtülerle baş ve yüzlerini kapatmaları sadece rüzgar ve kumdan korunmak için değilmiş.

Sadece gözleri açıkta bırakan bu giyim tarzı ile ilgili farklı rivayetler var.

Bir görüşe göre, duyguların gizlenmesiymiş amaç.

Bir başka söylenti, kötü ruhların ağızdan girmesinin bu şekilde engellendiği yönünde...

***

Ezan çok farklı okunuyor Fas’ta...

Makamsız, mekanik, yavan ve doğrusu “adeta rahatsız edici” şekilde.

Fransızların bilinçli bir tercihi olduğu belirtiliyor bu şekle sokulan ezanın.

Bu arada dikkatimi çekti, sadece Cuma öğle namazında değil, her vakitte, önce sela veriliyor.

***

Cami demişken...

Rabat’ın turistik bölgelerinden Mavi Şehir’in içinde küçük bir cami var. Kentin en eski camisiymiş.

Kapısında Fransızca, İngilizce ve Arapça ne yazıyor, bakar mısınız?

“Müslüman olmayanlara yasaktır.”

İslamın, hoşgörü, anlayış ve sevgi dini olması gerçeğine aykırı bir görüntü olarak kayıtlara geçen bir kare maalesef.

Ve Türkiye’nin kıymetini bilmemiz gerektiğini bir kez daha hatırlatan bir kare.

NOT: Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş’un Fas’tan, Türkiye’nin iç ve dış gündemine ilişkin açıklamalarını yarın aktaracağız.

Yazının devamı...

Fabrika ayarlarına dönmek

“Adım Adım Siyaset”.

Elimdeki kitabın adı bu. Yazarı bir siyasetçi... Bilim, Sanayi ve Teknoloji eski Bakanı Nihat Ergün.

17 - 25 Aralık vak’asının hemen ardından, 26 Aralık 2013 tarihinde bakanlık görevinden ayrılan, son 3 dönemdir Ak Parti Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün.

***

Alfa Yayınları’ndan çıkan 349 sayfalık kitabın, bir ‘Ankara gerçeği’ni anlatan 278’inci sayfası, bunun bir eski bakanın ağzından kayıtlara geçirilmiş olması açısından dikkat çekici.

O sayfanın başlığı, “Ankara’nın Kötü Âdetleri”.

Buyurun...

“Ankara’da âdettir, bakan değiştiğinde, ‘Kral öldü, yaşasın yeni kral’ yaklaşımıyla hareket edenler, eski bakanı size kötüleyenler türer. Bu amaçla odama gelenlerin hiçbirine fırsat vermedim ve lisan-ı münasiple gönderdim. Bir de bürokrat değişikliği için imzasız şikâyet ve ihbar mektupları furyası başlar. Bunun gibi yüzlerce mektup aldım. Hepsi değişik yerden, değişik isimlerle veya isimsiz ama aynı elden çıkmış mektuplar. Şu Ergenekoncu, şu Ak Parti düşmanı, şu cemaatçi, şu milli görüşçü, şu solcu, şu MHP’li gibi...

Göreve başladıktan bir hafta sonra bakanlık personeliyle tanışma kokteyli düzenledik ve orada bu mektuplar konusunu gündeme getirdim. Gerçek adını ve imzasını mektubun altına yazmayan kişiyi dikkate almayacağımı, haksızlığa uğrayan, derdi olan, önerisi olan varsa yüz yüze görüşmek ve gözünün içine bakmak istediğimi söyledim. Yıllardır ticaretle de, siyasetle de uğraşırken, haksızlık yapanı da, haksızlığa uğrayanı da, sevinçliyi de, kederliyi de gördüğümüzü, gözlerin yalan söylemeyeceğini, haksızlığa uğramış adamın gözünden belli olacağını anlattım. Elimdeki bir mektubu da yırtıp attım. Daha sonra birkaç kişi derdini anlatmak için geldi ancak mektuplar kesildi. Zaman içinde bazı görev değişiklikleri yaptık ama hiçbirinde bu mektupları dikkate almadık.”

***

Nihat Ergün, kitabının son bölümüne “Tehditler ve Fırsatlar” başlığını atmış.

“17 Aralık ve 25 Aralık operasyonları, iyi analiz edilmesi, sağlıklı sonuçlar ve doğru çözümler üretilmesi gereken olaylardır” diyen Ergün, “Türkiye’de cemaatlerin devletleşmesi diye bir problem var” ifadesini kullanıyor ama oradan da sözü, ‘yolsuzluk ve yozlaşma’ya getiriyor.

“Bu iddialar her zaman olabilir ama bizim onlardan da bağımsız şekilde şunu görmemiz lazım: Bir gözden geçirme yapmalıyız. Süreç içerisinde bazı mekanizmalar insanların bozulmasına yol açabiliyor.”

***

“Türkiye nesnelliğin olmadığı, herkesin acımasızca taraf olmaya zorlandığı bir konjonktüre girmektedir” tespitini yapan Nihat Ergün, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından Ak Parti’de de, siyasette de bir yenilenme döneminin başlamakta olduğunu kaydediyor.

Yazıyı, Ergün’ün şu sözleriyle bitireyim:

“12 yıl boyunca iktidarda kalmış bir siyasi parti için bu değişim süreci kendi içinde önemli fırsatlar barındırıyor. Bir yenilenme, gözden geçirme fırsatı doğdu. Ne yaparsak yapalım, iktidar yıpratıcı bir şey. İktidar süreci pek çok görev yapan insanı yıpratır. Bazen parti programından, ana hedeflerden sapabiliyoruz. Bunları unutabiliyoruz, ihmal edebiliyoruz. Bunlar gayet normal şeyler. Ama bu değişim zamanları da, bütün bunları gözden geçirmeye fırsat veren zamanlardır. Hangi konularda hedeflerimizi gerçekleştirdik, hangi konular yarım kaldı, hangi konuların yanına hiç yaklaşamadık, hangi konulardan saptık... Böyle zamanlar bunları değerlendirme, bunlarla ilgili yeni kararlar alma zamanlarıdır. Bir anlamda fabrika ayarlarına dönme, yeniden kendimizi programlama zamanıdır.”

Yazının devamı...

‘Dağa çarpmış olabilirler’

Önceki gün Malatya’da düşen iki RF-4E eğitim uçağının havada çarpıştığı iddia edilmişti. Ancak VATAN’a konuşan Orgeneral Akın Öztürk kaza nedeninin henüz kesin olmadığını söyledi ve ekledi: “İlk bulgulara göre iki uçak bulut içinde kontrolü kaybedip dağa çarpmış olabilir”

Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Akın Öztürk, 4 savaş pilotu evladını kaybetmenin acısıyla cevapladı telefonda sorularımı. Başsağlığı diledim, teşekkür edip “Havacılıkta maalesef var böyle acı olaylar. Üzüntümüz büyük. Hepimizin, ülkemizin başı sağ olsun. Şehitlerimizin ruhları şad olsun” dedi.

‘Araştırma sürüyor’

Orgeneral Öztürk’e, kaza sonrası medyada yer alan haberlerden hangisinin gerçeği yansıttığını sordum önce.

- Daha erken olduğunu biliyorum ama kaza nedeni belirlendi mi?

Henüz kesin bir şey söylemek için erken. Çıkan haberlerden hiçbirine kesin doğru diyemeyiz. Araştırma devam ediyor. Şu an için bildiğimiz, 2 uçak gece, kol uçuşundayken yaşanan bir kaza maalesef.

‘Rutin gece eğitimi’

- İlk izlenim ne yönde? Kaza kırım uzmanlarının tahmini hangi ihtimalin daha yüksek olabileceği yönünde?

Şu an için, dediğim gibi kesin bilgi değil ama ilk bilgiler ışığında yapılan değerlendirme, gece uçuşu sırasında irtifayı kestirememe, bulut içinde kontrolsüz şekilde dağın tepesine vurma, ki bu havacılıkta en zor şartlardan biri, şeklinde olduğu yönünde. Tekrar ediyorum bu şu anki bilgilerle, şu an için yapılan tahmin.

- Kol uçuşu olduğu için iki uçak birlikte çarpmış olabilir öyle değil mi?

Tabii... Evet aynen öyle. Kolda uçtukları için tabii.

- Eğitim uçuşuydu değil mi?

Evet. Bizim rutin gece eğitim uçuşumuz.

- İki uçak arasında herhangi bir konuşma olup olmadığı belli mi?

Hayır, inceleniyor daha. Detayların ortaya çıkması zaman alır.

Uçakların yaşıyla ilgisi yok

Yazının devamı...

‘Daha büyük riske karşı risk aldık’

Başbakan Davutoğlu, ‘Şah Fırat’ operasyonunun detaylarını anlatırken “Bu riski biz niye aldık, çünkü daha büyük bir risk olduğunu gördük” dedi. Davutoğlu ayrıca, operasyon gecesi karargâhta komutan için ayrılan odada şükür namazı kılarak bir ilki gerçekleştirdi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu Macaristan dönüşünde gazetecilere açıklamalarda bulundu. Davutoğlu, Şah Fırat Operasyonu’nun da detaylarını anlattı:

ASKERİ ZARURİYET: Takriben 1 ay önce Genelkurmay’ın askeri zaruretler üzerine bunu talep etmesiyle Genelkurmay’a bu harekatın yapılması direktifini verdim. Güvenlik kurulunda riskleri analiz ettik. Sonra Cumhurbaşkanımza arz ettik. Hava şartlarından dolay birkaç gün değişikliği oldu, perşembe Genelkurmay Başkanımızla görüp, Cumhurbaşkanımızla istişarede bulunduk. Cumartesi düğmeye basıldı. Biz alıp Türkiye içine getirebilirdik. Suriye içinde Eşme’ye taşıdık. 3-4 alternatif bize sunuldu, askeri ve pek çok açıdan uygunluğuna kadar verildi.

İSTİHBARAT VARDI: (Provokasyon olabilir demiştiniz istihbarat var mıydı?)

Tabi yani istihbaratımız da var. Kendi aralarındaki görüşmeler telefon görüşmeleri birçok unsurla... Daha önce Suriye rejimi de burada bir provokasyon yapmaya kalktı. Bizim provokasyona yönelik olarak teyakkuz halindeydik. Tereyağından kıl çeker gibi aldık yeni yeri tanımladık.

KAYIP OLMASIN DİYE: Elimizde ciddi bilgiler olduğu için belli riskleri hesap ettiğimiz için... Düşünün, aslında bir gecede 9 saat içinde 572 personeli Suriye sathına göndermek bir risk hesaplamasıyla olur. Konvoyun bir ucu ile diğer ucu arasında 12-13 km var. Bu araçlar da Murat 124 değil yani maşallah her birisi dozeri var bilmem... Bu konvoya bir saldırı yapabilir. Onun için müdahale saatini kimse bilmiyordu. Hani PYD yardım deniyor ya? Bilmiyordu kimse. Riskli bir coğrafyada yürüyorsunuz. Bu riski biz niye aldık, çünkü daha büyük bir risk olduğunu gördük. Müdahale başladığı anda sivil kayıp olmasın diye taraflara bildirildi.

9.5 SAATTE BİTTİ: Düşünün 572 asker gece karanlığında giriyor. 40 tank, 57 zırhlı araç girdikten sonra, güvenlik koridorları oluşturularak kuzey ve güney hattından iki kanat halinde geniş bir hilal şeklinde Süleyman Şah Türbesi ve karakol emniyete alınıyor. Türkiye içinden olası bir saldırıya karşı uzun menzilli toplar, tespit edilen noktalara çevriliyor. 59 uçak yerde ve havada her an müdahaleye hazır bekletiliyor. 12 uçak havada 3 dakikada müdahaleye hazır bulunduruluyor. Tam bir entegre harekat. Koalisyon bombardımanında yolun bir kenarında çukur oluşmuş. Dozerler geldi, düzeltti, arkadakiler geçti. Orada bir karartı var, acaba bir saldırı olabilir mi düşüncesi oluşuyor. Herkes sistematik bir faaliyet halinde. Bir askerimizin kaza sonucu şehit olmasının dışında kimsenin burnu bile kanamamış.

FERAGAT ETMEDİK: Oraya 2007-2008’de gittim, alanı biliyorum. Savunulması zor bir yer. DEAŞ da Türkiye’yi savaşa çekmek isteyen herkes için, gizli istihbaratların da terör örgütlerinin faaliyeti de söz konusu olabilir. Biz hakkımızdan feragat etmiş değiliz. Suriye Ulusal Koalisyonu’na bildirimde bulunduk. Suriye rejimine de nota verdik. Yani biz oradayız... Artık orası Türk toprağı. Süleyman Şah’ın mezarı neredeyse bizim toprağımız orasıdır. Birisi oraya dokunsun bakalım, anında müdahale edilir.”

Başbakan Davutoğlu, MHP lideri Bahçeli’nin operasyon konusunda Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’i eleştirmesi ve ardından Özel’in yanıtıyla ilgili şunları söyledi: “Burada önemli olan siyasetçinin bürokrasiye öyle hitap etmesi. Genelkurmay Başkanımızla iki kere görüştüm ‘Gerekeni söyleyeceğiz’ dedim. Gayet de memnundu. Emrimizdeki bürokratlara kimsenin laf etmesine izin vermeyiz.” Davutoğlu, “Size sorduktan sonra mı açıklamayı yaptı” sorusunu şöyle yanıtladı: “O sırada ulaşamadı, sürekli toplantıdayım. Sonra aradım. Açıklamayı yolladılar. Vakur, kendini anlatan bir açıklama. Burada suçlu Genelkurmay Başkanı değil. ‘Ey Özel paşa senin için vatan nedir?’ O gece 9 saat 45 dakika Genelkurmay Başkanı bir saniye uyumadı. Bahçeli, oturduğu yerden bu soruyu soracak. Hakkı yok.”

Sorumlu onlar

Yazının devamı...

Kenan Evren kararı göremeyebilir

Ankara 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül davasında; sanıklar Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında, darbe suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi.

Takdiri indirim ile bu cezayı, müebbet hapse çeviren mahkeme, iki sanık hakkında, Askeri Ceza Kanunu’nun 30’uncu maddesinin de işletilmesine karar verdi. Yani Evren ve Şahinkaya’nın rütbelerinin sökülmesine...

Bu kararın alındığı tarih 18 Haziran 2014’tü.

Davanın gerekçeli kararı da 21 Temmuz 2014’te açıklandı.

Yani 7 ay önce.

***

Dosya halen Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı’nda. Savcılığın mütalaası bekleniyor. Ardından son savunma verilecek ve dosya Yargıtay’da daireye geçecek. Belirlenecek daire de tek celsede yerel mahkemenin kararını ya bozacak, ya onayacak.

Bu sürecin ne zaman başlayacağı ve Evren ile Şahinkaya hakkındaki yargı sürecinin ne zaman sona ereceği henüz bilinmiyor.

***

Bütün bunları neden anlattım biliyor musunuz?

Dava dosyası Yargıtay’da bekleyen iki isimden, Tahsin Şahinkaya İstanbul GATA Hastanesi’nde, Kenan Evren ise Ankara GATA Hastanesi’nde yatıyor.

Şahinkaya’nın sağlık durumunda sıra dışı bir olumsuzluk yok.

Ancak edindiğim bilgiye göre, Evren’in durumu kritik.

Durumu iyiden iyiye ağırlaşan 98 yaşındaki Kenan Evren için artık pek de umutlu konuşulmuyor.

***

Elbette emri hakkın ne zaman vakî olacağı bilinmez ama Ankara’da konuşulanlara bakılırsa, 1917 doğumlu Kenan Evren’in, Yargıtay kararını görmeme ihtimali bayağı yüksek görünüyor.

Elbette böyle bir durum, hakkındaki yargı kararı kesinleşmemiş olacağı için Evren’in mahkumiyeti resmiyet kazanmadan ve rütbeleri sökülmeden hayata veda etmesi anlamına gelir.

***

Gerçi; Yargıtay mahkemenin verdiği müebbet hapis ve rütbelerinin sökülmesi kararlarını onasa dahi, Kenan Evren’in cezaevine girmeyeceği, cezasını hasta yatağında çekeceği, yaşamının geri kalan kısmını hastanede geçireceği kesin.

Bir nokta daha var... Olası bir onama kararı doğrultusunda rütbeleri sökülse de, Evren’in ‘eski Cumhurbaşkanı’ sıfatı yerinde kalacak. Dolayısı ile vefatı halinde, yine devlet töreni ile uğurlanacak.

Yargıtay’dan çıkacak karardan önce ya da sonra olması belki belli bir oranda fark yaratabilir ama...

Hayatını kaybettiğinde, Ankara’da Kenan Evren için düzenlenecek bir ‘devlet töreni’ne devletin yönetim kademesinden, acaba kimler katılır, kimler bir şekilde katılmamayı tercih eder?

Çünkü malum; cenazelerde, namazın ardından mevta için ‘helallik’ isteniyor.

Yazının devamı...

Geçmişte farklı mıydı?

Özgecan’ın ardından, çocukluk arkadaşlarımdan yorumlarını aldım. Bugün 45’ini süren kadın arkadaşlarımın...

25 - 30 sene öncesinin 15 - 20 yaş aralığındaki genç kızlarıydı onlar...

***

“Bizim zamanımızda da vardı bunlar ama çok hızla geriye gidiyoruz. Psikopat sayısı hızla artıyor gerçekten” dedi biri.

Diğerinin cevabı şu oldu:

“Bence psikopat sayısı hep aynıdır ama psikopatlar cezalandırılacaklarını bilirlerse, çoğu zaman bir şekilde kendilerine hakim olurlar. Ya toplumsal ya da aile içindeki mekanizmalarla veya tıbbi bir çözüm arayarak... Ama yargı, adalet, güvenlik gibi sistemler çökünce, yapılacak psikopatlık normalleşip hoş görülünce, kimsenin kendini kontrol etmesine gerek kalmıyor. Tam bir anarşi ortamı... Devlet aradan çekilip, ‘Sana yapılan kötülüğe sen kendin cevap ver’, ‘Sana vurana vur, seni öldüreni öldür, biz bunu hoş görüp normal karşılayacağız’ mesajı verirse... Arada vuramayan, öldüremeyen, kendini savunamayanlar kaynayıp, bunları yapabilenler de birbirini yiyerek kavrulup giderken... Kapkara bir cehennem oluyor.”

***

“Dün akşam spor salonunun kapalı otoparkında, diplerde bir yere park ettiğim arabama ulaşmaya çalışırken, yine diplere gelen bir minibüsten ürktüm ve aceleyle arabaya binip kapıları kilitledim.

Büyük ve çok güvenli bir yer aslında ama yaşanan olaylar beni bile psikopat yaptı. Geldiğimiz nokta ne yazık ki bu ve çok üzücü” diye kendinden güncel bir örnek verdi bir başkası.

***

Çocukluk arkadaşlarımdan bir diğer kadın da şu sözlerle katkı verdi beyin fırtınamıza:

“Bence de o zamanlarda da manyak çoktu ama toplum daha koruyucuydu, daha sterildi. Şu anda biz de paranoyaklaşmış durumdayız. Mesela kendi apartmanımda bir arbede olsa ben kapıya bile yanaşamıyorum korkudan. Bu başıma geldi, sadece apartman görevlisini arayabildim titreyerek. Ya da bahçede ağlayan bir çocuk görsem, ‘Gel seni evine götüreyim’ diyemem. Ya birisi bana komplo kurduysa? Köşede bekliyorlarsa?

İlkokul 3’te evin anahtarı vardı bende.Okula giderken kapıyı kitler çıkar giderdim. Ters bir şey olursa da apartmanda bir sürü teyze, amca vardı sığınabileceğim. Bugün 45 yaşındayım ve evimin asansörüne tanımadığım kimse ile binmiyorum”.

***

Devam... O günlerin genç kızı, bugünlerin iki çocuk annesi...

“Bizim orta - lise dönemi 1980’lerin ortaları... Ankara’da minibüsle gider gelirdim ben okula. Bizi formalarla dolmuş beklerken gören insanlar da ayni yoldan gidiyorlarsa, alır bizi okula bırakırlardı. Gayet sık olan, sıradan bir şeydi bu. Dönüş yolu için de aynı şey geçerliydi. Annem babam, bize ‘Bunu yapmayın’ demezdi ve bilirlerdi. Bu toplumsal bir dayanışmadır. Başımıza bir şey gelmedi hiç. Kız, erkek... Bizim okul formalı çocuklar hep olurdu o arabalarda. Bazen düşünüyorum, bizi mi teğet geçti acaba, biz mi çok şanslıydık diye... Bugün yapabilir misin bunu? Bir düşün bak.

Ben bugün evin 50 metre ötesindeki markete kızımı tek başına yollamaya çekiniyorum. Peşinden gidip ağacın arkasına saklanarak takip ediyorum. Bu çocuklar nasıl öğrenecekler kendi kendilerine yaşamayı? Dünyadan, insanlardan korkmadan, herkesten bir kötülük beklemeden var olmayı? Bu ne biçim bir hayat olacak?”

***

Ve kız kardeşlerimden bir başkasının katkısı...

“Hayallerinizi yıkmak istemem ama benim başıma çok küçük yaşlardan itibaren bayağı bir taciz vukuatı geldi. Siz şanslıymışsınız gerçekten... Yani anlayacağınız dünya hiçbir zaman o kadar tertemiz ve insanlar da o kadar efendi değildi. Sadece ben kendimi öyle görmeye şartlandırmıştım. Şu anda sadece daha çok ortaya çıkıyor ve haberimiz oluyor diye düşünüyorum. O gün ile bugün arasındaki fark bu olsa gerek.”

***

‘Kim haklı, kim haksız’ değil derdim.

Bilinsin istiyorum sadece.

Daha çok konuşalım ki, daha çok insan daha çok farkına varsın.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.