Şampiy10
Magazin
Gündem

En önemlisi diyalog kanallarının açık kalması

AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) Dışişleri Bakanları Zirvesi, Türkiye - Rusya gerginliğinin gölgesinde yapıldı.

Mevlüt Çavuşoğlu ile Sergey Lavrov’un önceki gün yaptığı görüşme, Belgrad’daki zirveye katılan dışişleri bakanlarının tümünün bir numaralı gündem maddesiydi.

İkilinin buluşmasına sadece Moskova ve Ankara değil, tam tabiriyle, bütün dünya dikkat kesildi.

***

Burada, Belgrad’da, Ruslar dışında herkes Türkiye’nin meşru hakkını kullandığında ve bu bağlamda haklı olduğunda hemfikir.

Ancak yine Ruslar dışında herkes, “Evet siz haklısınız ama lütfen gerginlik artmasın, aranızdaki tansiyon düşsün” diyor. Çünkü başta bölge ülkeleri olmak üzere bütün dünya; Rusya - Türkiye ilişkilerinin bozuk olmasının, zaten sorunların hiç bitmediği bu coğrafyada kimsenin işine yaramayacağının farkında.

***

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile kritik Lavrov görüşmesinin ardından, Belgrad’da kaldığımız otelde görüştük.

Çavuşoğlu, Rus mevkidaşı ile yaptığı toplantının içeriğine dair genel bazı bilgiler vermekle yetindi, detaylara girmedi.

Aslına bakarsanız, Türkiye Rusya ilişkilerindeki mevcut gerginlik düzeyi düşünüldüğünde, gıdası habere ilişkin ayrıntılar olan biz gazeteciler açısından bile anlaşılabilir bir durum bu.

Geçmişte, bu gibi hassas durumlar ve kritik dönemlerde, bırakın görüşmeye ilişkin açıklama yapılmamasını; kimi zaman görüşmenin yapıldığından bile haberimizin olmadığı (ya da sonradan haberdar olduğumuz) örnekler yaşamışlığımız var.

Sınırlı açıklama

- Birincisi, insani görevimizi yaptık. Olayda hayatını kaybeden Rus pilotun cenazesini gerektiği ve bize yakışan şekilde teslim ettik. Bugünkü görüşmede de, aynı anlayışla, başsağlığı dileyip, üzüntümüzü ilettik. Kendileri de bize bu konuda teşekkür ettiler.

- İkincisi, yapılan suçlamalara karşı cevaplarımızı net bir şekilde verdik. Bu noktada, Cumhurbaşkanımız ve ailesine dair dile getirdikleri mesnetsiz iddialara son vermeleri gerektiğini çok açık bir dille ifade ettik.

- Üç; görüşme ortamı, iki devlete ve iki dışişleri bakanına yakışan olgunluktaydı. Farklı düşünsek de, birbirimizin görüşlerini sonuna kadar, saygı içinde dinledik. Rahatça, çok açık şekilde de görüşlerimizi söyledik.

- Neticede, diyalog kanallarının açık olması konusunda, daha önce yaptığımız telefon görüşmesinde olduğu gibi, yine hemfikiriz.Tabii ki, ilk görüşmede tüm sorunların çözülmesini zaten kimse beklemiyordu. Herkes bu diyalog kanalının açık tutulmasını, yani görüşmenin yapılmasını önemsiyordu ve bekliyordu. Aynı beklenti bundan sonrası için de geçerli. Zaten böylesine ciddi bir sorunu, görüşmeden, diyalog içinde olmadan aşmak mümkün değil. İşin doğası da bunu gerektirir.

- Bizim bu anlamdaki tutumumuz da, gerginliğin tırmandırılmaması gerektiği noktasındaki tutumumuz da gayet açık ve net. Zaten Rusya da, defalarca, gereksiz sert açıklama ve ithamlara rağmen, onlar da tırmandırmak istemediklerini açıkça söyledi daha önce.

Biz de aynı şeyi söylüyoruz. Cumhurbaşkanımız da, Başbakanımız da…

***

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Lavrov ile görüşmesine dair bu bilgileri vermekle yetindi.

1.) Lavrov görüşmeye kalabalık bir heyetle katılınca, Türk tarafı da aynı sayıda diplomat ile oturmuş masaya.

2.) Rus tarafı, Çavuşoğlu’nun ağzından çıkan her sözcüğü dikkatle tutanağa geçirmiş. Diplomaside alışılmışın ötesine geçen, dikkat çekici boyutta olan bu kayıt tutma faaliyetine Türk heyeti de aynı şekilde karşılık vermiş.

3.) İki bakanın birbirlerine, bugüne kadar olduğu gibi yine, ön adları ile hitap ettiği toplantı, “Tekrar görüşmek üzere” sözleriyle noktalanmış. Ancak herhangi bir randevulaşma olmamış. Yani bundan sonraki süreçte nasıl bir adım atılacağı belirlenmemiş. Bağlayıcı herhangi bir noktaya gelinmemiş.

Yazının devamı...

İlk yüz yüze temas

Yarın önemli gün...

Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da, AGİT Dışişleri Bakanları toplantısı var.

Ancak önemli olan bu toplantı değil. Daha doğrusu, toplantıdan daha mühim olan, Türk ve Rus dışişleri bakanlarının Belgrad’da bir araya gelecek olmaları.

Mevlüt Çavuşoğlu ile Sergey Lavrov, Türkiye Rusya ilişkilerindeki gerilimin zirve yaptığı günlerde buluşacak.

***

Bugün akşam saatlerinde Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile birlikte Belgrad’a gidiyoruz. Yarın (Cuma) muhtemelen öğleden sonra gerçekleşecek kritik görüşmeyi yerinde izleyeceğiz.

Bir gazeteci için takip etmenin heyecan verici olduğu bu kritik randevunun gerçekleşeceği, Lavrov’un dün öğleden sonra yaptığı açıklamayla öğrenilmiş oldu.

Pekiyi bu gelişmenin perde arkasında neler var?

***

Türkiye, Rus uçağını 24 Kasım’da düşürdü.

Ankara Moskova hattında ilk temas, dünyanın gözlerini çevirdiği bu olayın iki gün sonrasında gerçekleşti.

26 Kasım’da, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’u aradı.

Sondan başlayayım...

İki bakanın telefon görüşmesi, “Belgrad’da görüşmek üzere” cümlesiyle son buldu.

***

İkilinin o günkü telefon görüşmesinde, Lavrov Çavuşoğlu’na ülkesinin tepkisini aktardı.

Çavuşoğlu ise olayın teknik detaylarını aktardıktan sonra Türkiye’nin tamamen haklı olduğunu söyledi.

Türkiye’nin özür dilemesinin söz konusu olmayacağını ancak yaşanan olaydan büyük üzüntü duyduğunu da ekledi.

Mevlüt Çavuşoğlu Rus mevkidaşından ısrarla “İletişim kanallarımızı açık tutalım” dedi o telefon görüşmesinde. O kanallar açık kaldığı sürece, her ne olursa olsun bir çözüm yolu bulunabileceğini de...

***

Çavuşoğlu telefonda Lavrov’a 32 yıl öncesinden, 269 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir olayı da hatırlattı.

1983 Eylül’ünde, o dönemki Sovyetler Birliği’nin Güney Kore Hava Yolları’nın yolcu uçağını düşürmesini.

Lavrov’un yanıtı, “O kadar uzağa gitmeyelim. Ege’den neden örnek vermiyorsunuz? Yunanlılarla aranızda her gün tacizler yaşanıyor ama bugüne kadar hiçbir Yunan uçağına ateş bile açmadınız” şeklinde oldu.

Mevlüt Çavuşoğlu bu sözlere şöyle yanıt verdi:

“Doğru, çünkü Yunanistan ile aramızda iletişim kanalları hep açık. Nahoş gelişmelerin önüne bu sayede geçebiliyoruz. İşte bu yüzden sizinle de aramızda kanalların sürekli açık olması önemli diyorum.”

***

Çavuşoğlu, o telefon görüşmesinde (yarın Belgrad’da yapılacak olan) AGİT Bakanlar Toplantısı’nı hatırlatıp, ikisinin de orada olacağını ve Belgrad’da baş başa görüşmelerinin faydalı olacağını söyledi.

Lavrov da, “O zaman Belgrad’da görüşürüz” sözleriyle kapattı telefonu.

Yarın gerçekleşecek görüşme işte böyle bir temasın sonunda kotarıldı.

***

Dışişleri Bakanları’nın bahsettiğim bu telefon görüşmesinin ardından Putin’in gerginlik seviyesini her geçen gün artırmasıyla, iki ülke ilişkilerinin bugün itibariyle geldiği nokta ortada.

Çavuşoğlu Lavrov ikilisinin gündeminin, o telefon görüşmesini yaptıkları günde var olandan çok daha çetrefil ve kritik olacağına şüphe yok.

Görüşmeye dair ayrıntıları yerinden aktaracağım...

Yazının devamı...

Rusya’dan mektup var

Türkiye hava sahasını ihlal eden Rus uçağının Türk jetleri tarafından düşürülmesinin ardından tüm dünyanın gözü kulağı iki ülkenin liderlerinde. Rusya’dan gelen haberler yaptırımların sadece ekonomik olmadığını gösteriyor. Ne yazık ki Rusya’da yaşayan Türk vatandaşları, öğrenciler ırkçı saldırılara, polisin akıl almaz tutumuna maruz kalıyorlar.

Türkler’e yönelik korkunç muameleye Rus vatandaşlarından hatta milletvekillerinden bile tepki gösterenler var.

Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma milletvekili Dmitriy Gudkov, facebook üzerinden yaptığı açıklamada bu saldırıları şu sözlerle eleştirdi, “Türk vatandaşlarını Rusya’ya almıyorlar. Havalimanında onlarca saat beklemeye zorlayarak geri gönderiyorlar. Söyleyin bana, uçağı Türk öğrenciler mi vurdu? Pilotu Türk inşaatçılar mı öldürdü?” Kırım’ın ilhakı, Ukrayna’daki iç savaş ve diğer olaylardan dolayı yurt dışındaki Rus vatandaşlarına ayrımcılık yapılmadığına işaret eden Gudkov, açıklamasında, “Peki Nazizm Ukrayna’da mı Rusya’da mı yeniden doğuyor? Sonradan yüzünüzün kızarmaması için durun ve düşünün. Dedelerimiz bunun için mi savaştı?” diye sordu.

Rusya’daki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının günlerdir yaşadıklarını aşağıda okuyacağınız bu mektup özetliyor aslında. Başına geleceklerden korktuğu için adını vermek istemeyen genç okurumuz, yaşadığı hayal kırıklığını şu cümleyle özetliyor, “Geçim derdine düşüp geldiğiniz, gelecek hayali kurduğunuz ve cok sevdiğiniz bir ülkeden düşman gibi kovulmak, darp edilmek kimsenin yaşamasını istemeyeceğiniz bir durum. Ne yazık ki biz bunu yaşıyoruz!”..

“Herkese merhaba... Günlerdir burada neler yaşadığımızı sizinle paylaşmak istiyorum. Ülkemde iş bulamadığım için bir fırsat diyerek dilini bile konuşamadığım Rusya’ya geldim. Moskova’da, bir inşaat firmasında personel ve idari işler şefi olarak çalışıyorum. Bu kentte büyük bir hoşgörü, dostluk gördüm ve beklediğimden kısa sürede burada yaşamayı benimsedim. Kendimi güvende hissederken ve hayatım düzene girmişken, borçlarım mazide kalmışken malum krizle her şey alt üst oldu.

Haberleri izleyince durumun ciddiyetini anladım. İlk başta neler olabileceğini kestiremedim, bana yöneltilen sorulara cevap vermekte de zorlandım. Kısa sürede provakasyonlar başladı. Büyükelçilik önünde başlayan gösteriler, küçük düşürücü laf atmalar, sataşmalar, dışlayıcı söylemler, eylem yapanların bizlere yönelik hakaretleri... ‘Dışarı çıkmayın, dikkat edin’ gibi uyarılar yapılsa da burada sahipsizdik. Her gün her şeyin daha da kötüye gittiğine tanık olduk.

Sadece benim tanık olduğum, 6 büyük iş yeri basıldı, evrakında hiçbir problem olmamasına rağmen çalışanları sınır dışı edildi. Öğrenci yurtlarına da baskınlar oldu. Sırayla tüm şantiyeler basılıyordu. Benim çalıştığım şirket de aynı şeyleri yaşadı. Soruşturmadan temiz çıktığımız ve işimize devam edebileceğimiz söylendi ama bize sorulan sorular durumun vahametini ortaya koyuyordu. Hepimiz tek tek sorgulandık. Hangi kitabı okuduğumuz, hangi tv kanalını izlediğimiz, ailemizin Türkiye’de hangi partiye oy verdiği bile soruldu bize.

Burada üç tür polis var. Aralarında en çok problem yaratansa ‘Amon’ adı verilen polisler. İnsanları pijamalarıyla dışarı çıkarıp 3 saat boyunca karda yüz üstü yatırmaya kadar her türlü şiddeti uygulayabiliyorlar ve onlar bunu yaparken ne soru sorabilirsiniz ne de yüzlerine bakabilirsiniz. Bütün bunlar olurken bize yardım eden yine Rus arkadaşlarımız oldu. Evlerini bize açtılar. Aklı başında insanlar bunun hükümetler arasındaki bir kriz olduğunu söylüyor. Ancak tanıdıklarımız arasında bile bizi suçlamaya çalışanlar var ne yazık ki.

Rusya’da evi, ailesi olan, yatırımları bulunan insanların kaybı çok büyük. Sadece işlerinden olmadılar, kimilerinin yuvası yıkıldı. Yıllarca harcadıkları emek bir çırpıda yok oldu. Baskılar, soruşturmalar arttıkça dönmek isteyenlerin sayısı da arttı. Konsolosluktan yardım almak isteyenlerse polis tarafından gözaltına alınıp sorgu odasında tutuldular, özel eşyasına, çantalarına el konulanlar oldu. Çoğu şirket işçilerini gönderdi ya da kapatıldı. Geriye az sayıda büyük firma kaldı. Dediğim gibi Rus halkı içinde bizlerin düşman gibi gösterilmesine tepki duyanlar olsa da, durum daha kötüye gitmese de biliyoruz ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Bütün bunlarla yaşamaya çalışırken bir yandan da acilen ülkeyi terk etmemiz gerekirse ne yapacağımızı düşünüyoruz. Havaalanı dışında bekleyen dazlaklar bir yanda polisler diğer yanda. İnanın kimse ama kimse bunlarla karşılaşmak istemez. Geçim derdine düşüp geldiğiniz, gelecek hayali kurduğunuz ve çok sevdiğiniz bir ülkeden düşman gibi kovulmak, darp edilmek kimsenin yaşamasını istemeyeceğiniz bir durum. Ne yazık ki biz bunu yaşıyoruz !”

Yazının devamı...

Demirtaş neyi kastetti?

“Kürt halkı çok iyi biliyor; Tahir’i öldüren devlet değil, devletsizlik.”

Bu cümle, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a ait.

Öyle sıradan bir cümle değil bence bu. Çok önemli bir çıkış.

Anlatacağım birazdan...

***

Tahir Elçi’nin ölümü / öldürülmesi ile ilgili soru işaretleri yerinde duruyor.

Diyarbakır Merkez Sur İlçesi, ‘Savaş’ Mahallesi Yenikapı Sokak’taki minarenin dört ayağının dibinde...

Soruşturma devam ediyor ve herkes öncelikle şu noktanın netleştirilip kamuoyuna açıklanmasını bekliyor:

Elçi’yi öldüren kurşun kimin silahından çıktı?

***

Elçi’nin ölümü / öldürülmesinin, salt adli bir vaka olmadığı açık.

Olay sonrası siyasi aktörlerin açıklamaları da zaten bu gerçeğin kanıtı.

O açıklamalar içinde biri var ki; sadece diğerlerinden değil, yapan kişinin bugüne kadarki beyanlarından da farklı.

En önemli kısmı yazının başında yer alan, HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın açıklamasından söz ediyorum.

***

Demirtaş Diyarbakır’da, Tahir Elçi’nin cenaze töreninde konuştu.

“Tahir başkanımızı, eşinin dediği gibi; binlerce faili meçhul karşılayacak. Tıpkı Kürdistan toprakları gibi her birinin yaşam öyküsü de acıdır” diyen Demirtaş, “Bu siyasi cinayetin tam olarak aydınlanacağından şüphemiz var” diye devam etti sözlerine.

Ardından da, bahsettiğim o kritik bölüm geldi:

“Geçmişten çok örnek olduğu için içimiz rahat uğurlayamıyoruz. Bu devlet, hiçbir zaman hepimizin devleti olamadı. Devleti ele geçiren herkes kendi malı, mülkü gibi kullandı. Hepimizin olsun diye çok uğraştık, uğraşıyoruz da. Kürt halkı çok iyi biliyor; Tahir’i öldüren devlet değil, devletsizlik. Biliyoruz ki bugün barış elçisi başkanımızın ardından ‘oh olsun’ diyen milyonlarca insan var. Ankara’da, bu acıyı hissetmeyen bir kalabalık var. Acıda bile ortaklaşamayan bir devlete, nasıl bizim de devletimiz diyebiliriz.”



***

Demirtaş bunları, olayın 24 saat sonrasında söyledi. Yani sıcağı sıcağına yapılan, spontane bir açıklama değil bu.

“Bu devlet, hiçbir zaman hepimizin devleti olamadı” diyor Demirtaş.

“Acıda bile ortaklaşamayan bir devlete, nasıl bizim de devletimiz diyebiliriz” diyor.

Ve nihayet; “Kürt halkı çok iyi biliyor; Tahir’i öldüren devlet değil, devletsizlik” diyor.

Tekrar ediyorum; sadece diğer siyasetçilerin sözlerinden değil, bugüne kadar (Demirtaş’ın) kendi söylediklerinden de farklı ifadeler bunlar.

O yüzden diyorum, bu açıklama ayrıca ve dikkatle not edilmeli diye.

***

Açık ve net bir sorum var:

Selahattin Demirtaş neyi kastediyor?

‘Devletsizlik’ derken; bölgede, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hakimiyetinin (gerekli / yeterli derecede) olmamasından mı bahsediyor?

Yoksa, Türkiye Cumhuriyeti’nden bağımsız bir Kürt devletinin olmaması mı, Demirtaş’ın ‘devletsizlik’ sözcüğüyle ifade ettiği?

***

‘Devletsizlik’ sözünü, önündeki ve arkasından gelen cümleler ile birlikte okursak...

Yani “Bu devlet, hiçbir zaman hepimizin devleti olmadı” ve böyle bir devlete “Nasıl bizim de devletimiz diyebiliriz” cümleleriyle birlikte, konuşmanın bütünü içinde değerlendirirsek söylenenleri... Selahattin Demirtaş’ın sözünü ettiği sizce hangisi:

Devletin varlığını yeterince hissettirememesi mi?

Bir başka devletin olmaması mı?

NOT: HDP Eş Genel Başkanı, konuyla ilgili bilgi vermek isterse, bu köşe yapacağı açıklamaya açıktır.

Yazının devamı...

Bir savaş pilotu o anları anlatıyor

Türk F – 16’ları, Suriye sınırından hava sahasını ihlâl eden bir Rus uçağını düşürmesini konuşuyoruz iki gündür.

Pekiyi bu sonuç nasıl bir sürecin sonunda ortaya çıkar?

Böyle durumlarda yerde ve tabii asıl havada neler yaşanır?

İşte benzer durumları defalarca yaşamış emekli bir savaş pilotunun anlattıkları:

121 buçuk frekansı

- Havacılıkta, herkesin dinlemekte olduğu bir telsiz kanalı vardır. Buna ‘guard’ kanalı denir. 121.5 frekansı… Herkes kendi radarlarıyla konuşur havada. Diğer ülkelerin radarlarına girmez kimse.

- Mesela bizde, Hava Kuvvetleri’nin pilotları Türkiye’deki askeri frekanslarla konuşur. Hava Yolları’nın pilotları, normal sivil yolcu uçaklarının konuştuğu frekanslarla konuşur. Ama kendi aramızda da özel bir kanalımız vardır.

- Emergency (acil) bir şey olduğu anda ise kullandığımız işte o 121.5 ‘guard’ frekansımız vardır. Bir şey olduğu zaman, herkesin dinlemek zorunda olduğu bir kanal bu.

Karşıdaki nasıl uyarılır?

- Böyle durumlarda o 121.5 frekansından, İngilizce şöyle bir anons yapılır. “All stations, all stations” (Bütün istasyonlar, bütün istasyonlar) diye başlar. Sonra kendi kodunu söyler. Uçakların kodları bağlı bulundukları üslere göre değişir.

- Giren ve uyarılacak olan uçağın kuyruk numarasını okuyabiliyorsa kuyruk numarasıyla, uzaktaysa ve kuyruk numarasını okuyamıyorsa uçağı tarif eder ve “Derhal hava sahasını terk et” der İngilizce. “Sola güneye dön” der, “Kuzeye dön” der. Ya da ne tarafaysa…

Birkaç kez bu anonsu tekrar eder.

- Hatta askeri havacılıkta böyle durumlarda, ‘fightering’ diye bir şey vardır. Kanat gösterme pozisyonuna geçilir. Pilot, yani uçak kendini gösterir. Bir anlamda havadaki bir işaret dilidir bu. Kanat sallayarak, “Terk et” denir.

İkazlarda ne denir?

- Bu ikazların, klişe bir cümlesi yoktur. Karşındaki tayyarenin ne yaptığına bağlıdır ikazda kullanılan ifadeler. Yolcu uçaklarında yani sivil havacılıkta kullanıldığı gibi standart bir cümle yoktur askeri uçuşlarda.

- Örneğin karşıdaki uçak dalışa geçti, ona “Dalıştan çık” denir. Veya hava sahasını ihlal etti, ona “Leave the border” (sınırı terk et) denir. O an karşıdakinin nasıl bir uçuş yaptığına bağlıdır söylenecek olan.

- Ege’de, Yunan uçaklarıyla yaşanan ‘dog fight’larda (it dalaşı) bizim pilotlarımızın yaşadığı çok farklı tecrübeler vardır. Nadiren de olsa, yabancı pilot frekansı dinlemiyor olabilir o anda. İkaza cevap vermezse, kanat sallarsın mesela. Ya da yanına geçersin, kendini gösterirsin. Bunun üzerine karşındaki hava sahasını geçmiş olabilirim, bak Türk uçakları geldi beni önledi diye farkına varır bu durumda.

Ateş iznini ne zaman ve kim verir?

- Eğer bütün bu uyarılar üzerine karşıdaki uçak ikazlara uymazsa, angajman kuralları gereği düşürme yetkisi vardır. Tabii ki bunun için de izin alır pilot.

- Hava sahasına bir uçak girer girmez, bizim ‘scramble’ dediğimiz bir alarm durumu vardır. İstasyonlar, uçakları ‘scramble’dan kaldırır. Havadayken, yerden pilota derler ki, mesela, “Şu anda saat 3 istikametinde20 milde…” Pilot yaklaşır o istikamete. Yer der ki, “Saat 3 istikametinde, 15 milde… 10 milde… 9 milde…” Pilot gördüğü zaman, “Gördüm” der trafiği. İstasyon pilota, “İkaz et” der. Pilot ikaz eder.

- Pilotu yönlendiren istasyonların Genelkurmay Harekat Merkezi ile direkt telefon irtibatı vardır. Karargahtaki nöbetçi komutan ile hat açıktır o sırada. “Pilotlarımız ikaz ettiklerini söylüyor, uçak hava sahasını terk etmiyor, ne yapalım, emriniz nedir?” diye sorar istasyon. Harekat Merkezi’ndeki nöbetçi komutan da zaten radardan olan biteni takip ediyordur o anda ve eğer bir yetki devri yapılmamışsa, o komutan da direkt Genelkurmay Başkanı’nı arar. Birinci Başkan vekalet verdiyse, vekaletin bulunduğu komutanın emriyle ateş açılır ya da dönülür.

Yazının devamı...

Elitaş’tan ilk mesajlar

Başbakan Ahmet Davutoğlu dün 64’üncü Cumhuriyet Hükümeti’ni açıkladı.

İsimler netleşir netleşmez, bizim de “Yeni kabineye kim nasıl bakıyor” mesaimiz başladı.

Özellikle iş dünyası ve ekonomi piyasalarının gözlerini çevirdiği bakanlıklara gelen isimler ile ilgili yapılan değerlendirmelere yöneldim dün öğleden sonra.

***

Hiç şüphesiz; Ali Babacan’ın kabinede yer almaması, önümüzdeki birkaç günün konuşulacak konuları arasında. Yapılan ilk yorumları, “Kısa bir süre sonra gündemden düşer ve bu konu unutulur” şeklinde özetleyebilirim.

Gördüğüm kadarıyla, bu değerlendirmedeki en önemli etken, Babacan’ın yerine Mehmet Şimşek’in getirilmiş olması.

***

1 Kasım’ın hemen ardından Ankara kulislerinde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı için ismi en çok geçen kişi Berat Albayrak’tı. Kulislerde konuşulanların sıradan bir söylentiden ibaret olmadığı dün ortaya çıkmış oldu.

Aynı şekilde, Naci Ağbal’ın Maliye Bakanı olacağı yönündeki tahminler de tuttu.

Yani bu iki bakanlıkta beklenen oldu.

Elitaş sürprizi

Gördüğüm o ki; iş dünyası ve piyasalar açısından en büyük sürpriz, Ekonomi Bakanlığı’na Mustafa Elitaş’ın getirilmesi oldu.

İşte bu yüzden, ilk Elitaş’ı aradım dün.

- Sayın Bakan, hayırlı olsun. Galiba yeni hükümetin en büyük sürprizi siz oldunuz. Size de sürpriz oldu mu bu görevlendirme?

- Sağolun, teşekkürler. Doğrusu evet, bize de sürpriz oldu.

- Nasıl karşıladınız haberi?

- Her şeyden önce, hayırlısı olsun diye karşıladık. Ama biz zaten bu işin içindeyiz yıllardır. İhracat yapan bir sektörde çalışmış, artı İhracatçı Birlikleri kurucu üyesi, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin onursal üyesi bir insanım. On yılı geçkin bir süre İhracatçı Birlikleri üyeliği yaptım.

- Belki de son iki dönemdir Meclis’teki mesainiz yani grup başkanvekilliği göreviniz sebebiyle sürpriz oldu insanlar için…

- Doğru tabii…

Yeni bakandan ilk mesaj

- Pekiyi, Ekonomi Bakanı olarak ilk mesajınız ne olur?

- İhracattaki kritik eşiği aşmamız lâzım. 150 milyar Dolarlık eşiği aşarken biraz zorlandı Türkiye ekonomisi. Benzer bir şekilde, 2002’de de 30 milyar Dolarlık bir eşik vardı. Onu, Ak Parti iktidarıyla birlikte, büyük bir ivme ile aşmıştık. Bu süre içerisinde de inşallah, bir anlamda psikolojik bir eşik de olan o 150 milyar Dolarlık eşiği tamamen aşıp iyi bir noktaya doğru götürmek gayreti içinde olacağız.

- Özellikle 7 Haziran sonrasında yaşananlar düşünüldüğünde, 2015’in Türkiye açısından bir kayıp dönem olduğu ve şimdi bunun telafi edilmesi gerektiği görüşüne siz de katılır mısınız?

- Öyle değil. Dünya ekonomisi ile bağlantılı bu işlerin hepsi. Bu süre içerisinde dünyadaki küçülme ne ise Türkiye de aynısını yaşadı. Bu global ekonomik krizin ülkeye etkisini minimize etmek için arkadaşlarımız ellerinden geleni yaptılar. Özellikle ABD kaynaklı, döviz ve faiz fiyatlarıyla alâkalı olan konularda ve bizim çevremizde, aynı zamanda Avrupa Birliği’nde yaşanan kriz, muhakkak ki Türkiye’ye de yansıyacaktı. Burada arkadaşlarımız en olumlu şekilde götürdüler bu süreci. Ben bir başarısızlık değil, kriz ortamında başarılı bir yönetim sergilediklerini düşünüyorum.

- Yani daha kötü olabilirdi. Kastettiğiniz bu mu?

- Tabii, tabii… Aynen o şekilde. Bu süreç iyi yönetilememiş olsa, bu küresel kriz ortamının Türkiye’ye faturası çok büyük olabilirdi. Şimdi yeni dönemde inşallah hep birlikte çok daha iyi bir noktaya ilerleyeceğiz.

Yazının devamı...

Obama’yı ağırlayabilmek

“Amerikan Başkanı Türkiye’ye gelip, açık denizde, bir Amerikan gemisinde konaklasaydı; bu Türkiye açısından hiç de iyi olmazdı.”

Bu cümle, Ali Özdoğan’a ait.

ABD Başkanı Barack Obama’nın, G-20 Zirvesi için geldiği Antalya Belek’te kaldığı otelin sahibi Ali Özdoğan’a...

***

Obama Belek’te, Calista Luxury Resort’ta kaldı.

Detayları günlerdir gazete sayfalarında okuyor, televizyon ekranlarında izliyorsunuz.

Ben size, işin perde arkasında yaşananları aktaracağım.

***

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın, nerede kalacağı son güne kadar gizli tutuldu.

Gizliliğin gerekçesi, hep olduğu gibi ‘güvenlik’ti.

Hatta söylenti, Obama’nın Belek açıklarına demirleyecek bir Amerikan gemisinde kalacağı yönündeydi.

Özdoğan, “Biz de hiç kimseye bir şey söylemedik ama bizim misafirimiz olacağı, aylar öncesinden belliydi” dedi.

Dün görüştüğüm Ali Özdoğan’a, dünyanın 1 numarasını ağırlamak için nasıl bir süreç yaşadığını sordum.

- Bir yıl kadar önce, zirve için Belek’in düşünüldüğünü öğrendiğimde, “Amerikan Başkanı’nı biz ağırlamalıyız” dedim kendi kendime.

- Belek kesinleşir kesinleşmez de, ABD’nin Ankara Büyükelçisi’nden randevu aldım ve Sayın Başkan’ı misafir etmek için başvurdum. Tabii bu noktada, Ankara’daki otelimizin Marriott zincirinin bir halkası olması da bizim için avantajdı.

- Amerikalılar, Başkan’ın kalacağı yeri belirlemek için yaklaşık 5 ay önceden bir çalışma başlattılar, bir heyet oluşturdular ve o heyet Belek bölgesini gezdi. Bizim otelimizi de incelediler.

- Tabii bu arada biz de çok ciddi bir çalışma yaptık. Daha önce Amerikan Başkanları’nın konaklama tecrübelerinin detaylarını öğrendik. Alt yapıdan hizmete, her alandaki beklentilerini ve tabii standartlarını... Hazırlıklarımızı bu bilgiler ışığında yaptık.

- Nihayetinde, lokasyonundan imkanlarına, birçok kriteri göz önünde bulundurarak bizde karar kıldılar. Ama, ön şart gizlilikti. “Kimse bilmesin” dediler. Biz de bu hassasiyetin gereği, kimseye söylemedik.

Gemide kalması çok kötü olurdu

Pekiyi Türkiye ziyareti öncesi çıkan o, “Obama Belek’te, açık denizde Amerikan gemisinde kalacak” haberleri?

Ali Özdoğan bu konuda, “O haberlerin kaynağını bilemiyorum” dedi ve ekledi:

- Ama eğer öyle olsaydı, yani buraya kadar gelip bizim topraklarımızda, ülkemizin bir tesisinde değil de; açık denizde, kendi ülkesinin gemisinde konaklasaydı, bu Türkiye açısından hiç iyi olmazdı.

- Düşünsenize... Türkiye, Amerikan Başkanı’nın güvenliğini ve konforunu sağlayamıyor gibi bir algıya yol açardı öyle bir tercih. Oysa şimdi, tam aksine, hem ülke turizmi açısından çok iyi bir tanıtım oldu hem de ülkemiz açısından müthiş bir güven mesajı vermiş olduk dünyaya.



Erdoğan’ın yakın takibi

Ali Özdoğan ile sohbetimizde öğrendim ki; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bizzat ilgilenmiş Obama’nın Türkiye’de geçireceği iki gün ile...

- Sayın Cumhurbaşkanımız, Obama’nın gelişinden bir gün önce, Antalya Havalimanı’nda Zeynel Bey (babası) ile bana, “Ülkemizden mutlu ayrılması için siz de üzerinize düşeni yapın” dedi.

- Başkan Obama ile ikinci gün, sabah sporunu birlikte yaptık. O bir buçuk saat içinde sohbet ederken, “Cumhurbaşkanımızın bana böyle bir talimatı oldu” diye bunu anlattım. Güldü ve “Çok mutluyum, bugün gördüğümde söylerim kendisine de. Ama sen de söyle. Belek’i de, oteli de çok beğendim, mutlaka tekrar geleceğim. Hatta tekrar geldiğimde golf de oynayacağız” dedi.

***

Bütün bunları neden yazdım biliyor musunuz?

Hangi işi yaparsanız yapın, sonuca ve başarıya ulaşmanın reçetesi belli:

Ciddiyet, kararlılık, takipçilik profesyonellik ve tabii özen.

Yazının devamı...

Zirvedeki gözyaşları

“Günlerce Oramar Tepelerini teröristlerden temizlemek için mücadele eden Özel Kuvvetlerimiz’e, komutanları, “Artık nöbet değişimi vakti geldi. Sizi alıp başka birlikleri göndereceğiz” dediğinde telsizden gelen cevap şu: “Hedeflediğimiz tepelere bayrağımızı dikmeden kimse bizi geri çağıramaz.”

Başbakan Ahmet Davutoğlu, dün partisinin il başkanları toplantısında yaptığı konuşmada anlattı bu anekdotu.

Davutoğlu’nun bu kadarıyla sözünü ettiği olayın ulaştığım detaylarını da ben anlatayım...

***

Piyade Kurmay Yarbay İlker Çelikcan, 6 Eylül’de Dağlıca’da, 15 silah arkadaşıyla birlikte şehit oldu. 27 Eylül’de Hakkari’nin Dağlıca ve Yüksekova kırsalında başlatılan kapsamlı operasyona Şehit Yarbay Çelikcan’ın adını verildi.

Bolu ve Kayseri Tugayları’nın komandoları ve Özel Kuvvetler timlerinin katıldığı ve 40 gün süren harekâtın sonunda, 7 Kasım itibariyle 119 teröristin öldürüldüğü açıklandı.

Komandolar ile birlikte, Özel Kuvvetler’in 7 taburu da; gece ısının sıfırın altında 15 derecelere indiği, bazı noktaları 3 bin 500 rakımlı olan bölgede 40 gün geçirdi.

Bu çatışmalarda, Bordo Bereliler’in (2 subay, 1 astsubay ve 2 uzman çavuş) 5’i şehit oldu, 5’i de yaralandı.

Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zekai Aksakallı da, operasyon süresince bölgede, arazideki yaklaşık 500 personelinin yanındaydı. Operasyonların bazılarına bizzat katıldı.

O telsiz konuşması

Türkiye’nin seçim sonuçlarını konuştuğu 2 Kasım tarihinde, Tümgeneral Aksakallı, Dağlıca’dan bölgedeki tabur komutanlarıyla yaptığı telsiz konuşmasında, “Çok çetin koşullarda kahramanca çarpışıyorsunuz, yoruldunuz” diyor ve arazideki timleri değiştireceğini, kuvveti tazeleyeceğini söylüyor.

Karşıdan gelen yanıt olumsuz oluyor. Subaylar, “Hayır komutanım, biz gayet iyiyiz. Yorulmadık. Timler, işimizi bitirmeden inmek istemiyor. Görevi tamamlamayıp bayrağımızı o tepeye dikmeden dönmeyeceğiz” diyorlar.

Bordo Bereliler’in komutanı bu cevap üzerine gözyaşlarını tutamıyor ve “Tamam” diyor.

Bu görüşmeden 3 gün sonra, 5 Kasım’da da Oramar Tepe PKK’lılardan temizleniyor.

Akar, Davutoğlu ve Erdoğan’ın gözyaşları

Tümgeneral Aksakallı, tabur komutanları ile yaptığı telsiz konuşmalarının kaydını Ankara’ya, Genelkurmay Karargahı’na gönderiyor.

Kaydı dinleyen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar da gözyaşlarına engel olamıyor duydukları üzerine. Ve kaydın yer aldığı dosyayı Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile paylaşıyor.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, güvenlik toplantısının yapıldığı 5 Kasım Perşembe günü, Çankaya Köşkü’nde dinliyor konuşma kayıtlarını.

Genelkurmay Başkanı aynı telsiz konuşmalarını Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a da sunuyor.

Davutoğlu ve Erdoğan’ın tepkileri de komutanlar ile aynı oluyor. Devletin zirvesindeki iki isim de gözlerinde yaşlar ile dinliyor o konuşmaları.

***

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun dünkün konuşmasında ‘gurur vesikası’ olarak aktardığı anekdotun ardında işte bunlar var.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.