Şampiy10
Magazin
Gündem

Cizre ve Yüksekova il merkezleri olacak

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Londra yolunda uçakta gazetecilere terörle mücadele operasyonları hakkında bilgiler verdi ve atılacak adımları anlattı. Davutoğlu, operasyon sonrasının da planlandığını belirterek, şunları söyledi:

Normalleşme göstergesi

“Yani eskiden olduğu gibi operasyonlarda sokaklar temizlenip geri çekilmeyecek, oralarda daha düzenli işleyen bir güvenlik varlığı söz konusu olacak. Sonraki aşama hayatın normale dönmesi, okulların açılması, diğer şeyler bunlar da Silopi için mesela planlandı. Cizre’de de büyük ölçüde bu aşamaya doğru geliniyor. Sur’da da aynı şekilde. Mesela bugün normalleşmenin bir önemli göstergesi olarak Habur açıldı. Bugün 2 bin tır, Silopi’den eskiden by pass yoluyla geçiyordu bugün rahat şekilde seyrüsefer sağlanıyor. Sonrasında bir kere esnafın kayıpları karşılanacak. Buraya çıkmadan önce Sur’a tekrar 5 milyon Türk lirası gönderdik.”

Girilmeyen mahalleler

Başbakan Davutoğlu, örgütün ilçelerde belli yoğunlaştıkları yerlerde izole edildiğini, halktan da destek bulamadıklarını söyledi. Asker-polis işbirliği ve koordinasyonunun mükemmel olduğunu da söyleyen Davutoğlu, şöyle devam etti: “Şimdi yapacağımız hayat akışını normalleştirmek, ekonomik hayatı canlandırmak, bu yerlerdeki yeni güvenlik unsurlarıyla hiçbir mahalleyi, mesela Cizre’nin Nur mahallesi zaten 80’li 90’lı yıllardan beri girilmezdi. Şimdi yok. Her mahallede bunu gerçekleştireceğiz. Orada yeni karakollar, gerekirse yeni güvenlik şeyleriyle bunu yapacağız. Gereken yerde kentsel dönüşüm yapacağız. Yalnız bu kentsel dönüşüm denilince akla hemen imar dönüşümü falan gelmesin. Hayır...”

Sur’da yapı tasfiyesi

“Mesela Sur’da tarihi doku niteliği taşımayan, virane şeklindeki yapılar tasfiye edilip o tarihi dokuya uygun yapılar söz konusu olacak. Sur, kadim medeniyetin en önemli mekanlarından biri terör ve virane odağı haline geldi. Bütün o tarihi eserler restore edilecek. Hiçbir rant unsuru girmeyecek. “

Operasyon sonrası inşaat

“İdari bazı tasarruflarımız olabilir. Cizre’nin ve Yüksekova’nın il merkezi haline dönüşmesi gibi, çünkü dokuları buna çok uygun. Şırnak’ta Cizre’nin Hakkari’de Yüksekova’nın bu anlamda Yüksekova havaalanı ve şehrin yayılması da dahil olmak üzere, bunları da çalışıyoruz. Şırnak’a gidenler bilir, ben gittiğimde de çok dar bir şeyin içinde. Halbuki Cizre çok geniş bir alan. Aynı şekilde Hakkari’nin genişlemesi zor, Yüksekova genişliyor fakat vilayet yapılanması haline dönüşmediği için de o genişlemeye uygun bir güvenlik ya da hizmet alt yapısı olmuyor. Operasyon sonrasında inşaat şeyleri başlamış olacak. Cizre’nin de eski mahalleleri, bu göçlerle viraleneleşmiş getto, varoş şekline dönüşmüş yapıları tümüyle düzenlenecek.”

‘Tanzimat’tan sonraki en büyük adım’

“Anayasa somut bir neticeye ulaşılması mümkün mü” sorusu üzerine Davutoğlu özetle şunları söyledi:

“Eğer bir mutabakatla oluşma ihtimali varsa Bunu başarabilirsek bu değil demokrasi tarihinin Tanzimat’tan bu yana da çağdaşlaşma tarihinin de en büyük adımı olur. Onun için yüzde çok düşük bir oran bile olsa bütün emeği sarf etmeye değer. Görüşmelerdeki nezaket ortamı konuyu ele alış biçimi beni ümitlendirdi. Mesela Sayın Kılıçdaroğlu’nun ifadesi “darbe hukukunu tümden yıkalım.” Benim altına hemen imza atacağım bir söz. Bu önemli bir sözdür, reform paketlerine sağlanan destek önemli bir sözdür. Bence meselenin yüzde 70’i psikolojiktir. Yüzde 20- 25’i siyasi iradedir. Teknik detay yüzde 5 10 düzeyindedir.”

14 vekil ikna edilir mi?

“Anayasa konusunda partilerle uzlaşma sağlanamazsa bir B planınız var mı? Partiler içerisinden 14-15 vekille uzlaşma konusu aranabilir mi?”

“Bu milletvekillerimizin hepsi siyasi parti ayrımı yapmadan söylüyorum, onurlu insanlardır. Nihayetinde bir oylamaya gidildiğinde herkes tek başına karar verir. Milletvekilleri tek tek oy verir. Ben 330 milletvekiline sahip olsaydım da 380 milletvekilimiz de olsaydı şu süreci işletirdim. Anayasa dediğiniz şey bir partinin tek başına yapacağı bir süreç değil. Ha o olmadığı zaman başka şeyler düşünülür. Ama burada hiçbir şekilde bu anayasa konusunun bir pazarlık konusu, yanı kişileri tek tek ikna etmeye dayalı bir pazarlık konusu olmasına ben şahsen asla izin vermem. Ha o ayrı, herkesi ikna etmeye çalışacağız.”

Yazının devamı...

‘Kimse düşmanlaştırma hakkına sahip değil’

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, akademisyenlerin bildirisini eleştirdi ancak saldırı ve tehditlerle ilgili, “Hiç kimsenin kendini kanun yerine koyma hakkı yoktur” dedi

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Anadolu Yayıncılar Derneği tarafından Kızılcahamam’da düzenlenen medya çalıştayında gazetelerin Ankara temsilcilerinin sorularını yanıtladı. Kurtulmuş, akademisyenlerin yayınladığı bildiri ile ilgili şunları söyledi:

‘Yanıltıcı metin’

“Herkes istediği görüşü açıklayabilir. Buradaki problem görüşlerin açıklanmış olması değildir. Bu görüşler açıklanırken, Türkiye’deki realitenin dışında, sadece yanlı değil, yanıltıcı metnin tahmin ediyorum ki bir kısım akademisyen okumadan imzaladı. Mahşeri vicdani yaralayan bir metindir. Sanki güvenlik kuvvetleri kalktılar, Silopi ve Cizre’de operasyon yapalım dediler, böyle başladı. Bu değil, Hendek kazıldı, bombalar patlatıldı, uzaktan hedef alındı. Tabiri caizse güvenlik kuvvetleri can havliyle bölgedeki vatandaşın canını ve malını korumak için harekete geçti.”

Sedat Peker’e tepki

Kurtulmuş, akademisyenlere dönük soruşturma ve uygulamalarda çok nahoş olaylara da tanık olunduğunun belirtilmesi üzerine ise şöyle konuştu: “Asla bu görüntüleri tasvip etmek mümkün değil. İnsanlar fakirlerini açıklar, bunda eğer hukuk dışı bir takım uygulamalar varsa gerekli düzenlemeleri bu işten sorumlu olan vatandaşlar yapar. Hiç kimsenin kendini kanun yerine koyma hakkı yoktur. Hiç kimse karşı tarafı ötekileştirmek, düşmanlaştırmak hakkına sahip değildir. Bu da terörün amaçlarına hizmet eden bir tavır olur. Kimse nasıl mahşeri vicdani yaralamış hukuk dışı bir iş varsa buna karşı çıkıyorsa, hiç kimsenin tehditler, hakaretler karşı tarafı ötekileştirmek şeytanlaştırmak gibi hakkı yoktur. Mafya babası ile ilgili yazılan tweetleri, bunları da kast ediyorum, bunların hiçbir şekilde demokratik standartlarla bir ilgisi yoktur. Bununla ilgili de soruşturma başlatılmıştır, aynen bu bildiriyi yayınlayanla ilgili soruşturma başlatıldığı gibi.”

‘Ufacık çocuklar ölüyor’

“Terörle mücadele konusunda oluşmuş bir ulusal milli ittifakın olduğundan bahsedebiliriz. Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımız da dolmak üzere, halkımızın büyük bir kısmı operasyonlara destek veriyor ama bunun bir an önce sonuçlandırılmasını istiyor. Sivil ölümler de oluyor, ufacık çocuklar da hayatını kaybediyor. Bitirilmesinden kasıt da terör örgütünün bu faaliyetleri sürdürülemez noktaya getirilmesidir. Bir an önce bitmesini isteriz. İsteriz ki yarın sabah bitsin. Türkiye’nin esas meselesinde terör örgütünü tamamen bertaraf ettikten sonra barışın, hukukun diliyle konuşacak bir süreç muhakkak başlayacaktır. Reform dediğimiz adımlar atılacaktır. Bu işin hem kendisi hem de sahibi millettir.”

‘Hükümete karşı olanlar bile...’

Türkiye’nin terörün ağır saldırısı altında olduğuna ve terörün sadece AK Parti’nin değil tüm Türkiye’nin sorunu olduğuna dikkat çeken Kurtulmuş, şunları söyledi: “Hükümete karşı olanların bile teröre karşı tavır geliştirmek mecburiyeti var. Bu parantezi kapatalım ki Türkiye yoluna devam edebilsin. 35 senedir Türkiye bu terörle mücadele ediyor. Bu parantezi kapatmamız, bölge halkının refaha ermesi, parantezi kapattıktan sonra demokratikleşme adımları, reform adımlarını cesurca atmamız gerekir. Sonuç alınana kadar devam edecektir, buradan geri dönüş olmaz. Sonuç almaktan kasıt nedir, şehirlerin güvenli hale gelmesi, vatandaşlarımızın güvenlik içinde rahat ortamı sağlaması.”

‘Bazı güçler işin içinde’

“Sultanahmet saldırısı Suriye’de devam eden vekalet savaşlarının Türkiye’ye yansıması olarak değerlendiriliyor. Bu Ortadoğu’nun yeniden dizaynında Türkiye’nin etkin olmasını istemeyen terör örgütlerinin bunları kullandığı aşikar. Örgütlerin arkasındaki bir takım güçlerin de işin içinde olduğu bir süreçle karşı karşıyayız. Hangi örgüt kullanılırsa kullanılsın, bölgenin biraz daha istikrarsızlaştırılması, yapılabilirse Türkiye’nin kendi içine dönerek Türkiye’nin siyasi ve iktisadi istikrarsızlığa sokulması gibi bir amaç olduğu görülüyor. Büyük resmi görüyorsak biz de bu terör çevrelerine inat, ekonomik ve istikrarı korumak, iç bütünlüğümüzü sağlamak üzere üzerimize düşeni yapacağız.”

Yazının devamı...

Eski bir fotoğraf...

Sosyal medyada, özellikle de İnstagram’da Perşembe günlerine özel bir gelenek var; “tbt”.

‘ThrowBack Thursday’ ifadesinin baş harflerinden oluşan #TBT etiketi ile geçmişten fotoğraf kareleri paylaşılıyor.

Dün Perşembe’ydi...

Geçmişten bir kare geçti elime... Bu fotoğraf işte.

***

Sene 1994... Neredeyse 22 sene önce.

Belli ki yaz ayları...

Yer de Cudi Dağı...

Şırnak ile ilçesi Silopi’nın arasında yer alan dağın yüksek rakımlı tepelerinden biri.

***

O dönem atv’de muhabirdim.

2014’te vefat eden, dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş 94 yılının Temmuz ayında - çok tartışılan - bir açıklama yapmıştı. “Cudi’ye Türk bayrağı diktik” demişti Güreş.

İnternetten buldum, açıklama tam şu şekildeymiş:

“Cudi Dağı 4 günde kuşatıldı ve Bayrak Operasyonu ile Cudi’ye Türk bayrağı diktik. Buradaki 1000 mağara tek tek kontrol edildi. Dayalı döşeli 3 katlı mağaralar bile bulundu.”

(Hatırlıyorum; Genelkurmay Başkanı’nın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırları içindeki bir toprak parçasına bayrak dikilmesini gururla açıklaması çok konuşulmuş, çok tartışılmıştı o dönem.)

***


Tekrar ediyorum sene 1994’tü. PKK terörü ile mücadelenin 10’uncu yılı yani.

Ve bugün...

Cudi’ye bayrak dikilmesi haberi ve tartışmasının üzerinden de yaklaşık 22 yıl geçmiş.

Sene olmuş 2016...

Daha birkaç gün önce, Şırnak’ın Silopi İlçesi’nin Zap Mahallesi’den bir haber ve bir fotoğraf geldi biliyorsunuz.

Günlerce süren meskun mahal operasyonlarının ardından, ‘Küçük Kandil’ olarak adlandırılan bölgeyi PKK’lılardan temizleyen güvenlik güçleri, Silopi’nin o mahallesinde Türk bayrağı açtı ve önünde fotoğraf çektirdi.

***

Sosyal medyada #tbt etiketiyle eski fotoğrafları yayınlamaktaki maksat, geçmiş ile bugün arasındaki değişikliğe, farklara vurgu yapmak.

Cudi’de Türk bayrağı önünde çekilmiş yukarıdaki fotoğrafa bakınca; bunca yıl sonra ne/neler değişti ya da değişmedi diye düşünmeden edemiyorum.

Korkarım 22 yıl sonra bugün, benim fiziksel görüntüm dışında değişenler, tartışmaya hâlâ fazlasıyla açık.

Meselenin özü itibariyle, olumlu yönde neler ve ne ölçüde değişti?

Yapılan değişiklikler sonuca ne kadar yansıdı?

Yazının devamı...

Üç hayati ayrıntı

Diyarbakır’ın Sur, Şırnak’ın da Cizre ve Silopi ilçelerinde operasyonlar sürüyor.

Yetkililer de sürekli vurguluyor; evet, mücadele yavaş ilerliyor.

Ve bu ilçeler ve mahallelerinin yapısı ile mücadelenin doğası gereği, bugünlerin devamı da yavaş gelecek gibi görünüyor.

Çünkü...

Keskin nişancılar

Terör örgütü, il ve ilçe merkezlerindeki silahlı güçlerini takviye edip, adını değiştirdi.

PKK’nın meskun mahallerdeki gençlik yapılanması olarak tanımlanan YPG-H, kırsaldan gönderilen teröristler ile desteklendi, yeni adı da YPS oldu.

Burada önemli ayrıntı, Kandil’den gönderilen yeni örgüt üyelerinin çoğunun ‘kanasçı’lar olması. Yani keskin nişancılar...

Hayalet şehri andıran daracık sokaklardaki metruk binaları tek tek kontrol etmek zorunda olan güvenlik güçleri için son günlerin en hayati tehdidi bu kanasçılar.

Polis ve TSK’nın özel timlerindeki ÖGN yani Özel Görev Nişancısı sayısı da artırıldı.

Çünkü bu tür mücadelelerde, tehdit oluşturan keskin nişancıları tespit ve imha edebilenler de ancak bu ÖGN’ler oluyor.

PKK’nın kanaslarına karşı; güvenlik güçleri üç özel silah kullanıyor. Biri yerli yapım uzun namlulu keskin nişancı silahı ‘Bora’, diğeri İngiliz yapımı Accuracy AS50 sniper tüfeği ve üçüncüsü ABD yapımı İntervention 408 özel görev nişancı tüfekleri. Bu silahlar, gece görüş ve termal dürbünler ile de kullanılabiliyor.

Bubi tuzakları

Meskun mahal operasyonlarının yapısı, kırsal ya da açık alan çatışmalarından, birçok boyutuyla çok farklı. Mesela, meskun mahalde görev yapan güvenlik personelinin çelik yelek ve çelik başlık takması kesinlikle şart.

Bölgeden gelen haberler, PKK’nın, hendek ve barikatların ardında artık sadece tuzaklı ya da uzaktan kumandalı EYP (El Yapımı Patlayıcı) kullanmadığını gösteriyor.

Örgüt üyeleri, güvenlik güçlerinin girmek ve arama yapmak zorunda olduğu evleri terk etmeden önce birçok farklı noktaya ‘bubi tuzakları’ kuruyor.

Soba...

Buzdolabı...

Mutfak ya da yatak odası dolapları...

Hatta, tandır ocağı...

Bunlar, tuzaklanan bölümlerden sadece bazıları.

Mesela boş bir eve giren polis ya da asker, sobanın kapağını kaldırdığı anda içindeki EYP infilak edebiliyor. Ya da buzdolabının kapağını açtığı anda...

Nevruz’a taşıma hedefi

Son bir not...

Güvenlik ve istihbarat birimlerinin değerlendirilmesi, PKK’nın şehir ve ilçe merkezlerindeki silahlı mücadeleyi Mart ayına kadar sürdürmeyi ve 2016 Nevruz’unu bambaşka bir boyuta taşımayı hedeflediği yönünde.

Bölgeden gelen raporlarda, örgütün bu amaçla, sivil halkı evlerinde tutmak için farklı yöntemlere başvurduğu bilgisi var.

Çünkü siviller çatışma bölgesindeki evlerden ayrılmadığı sürece, silahlı PKK’lılar için bir anlamda canlı kalkan niteliği taşıyor. Operasyon bölgelerinde sivillerin bulunması, güvenlik güçlerinin etkili müdahale kapasitesini sınırlıyor.

Yazının devamı...

Bazı sorular önemlidir

Diyarbakır’ın Merkez Sur ilçesi...

Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçeleri...

Haftalardır operasyonların en yoğun yaşandığı yerler bunlar.Dolayısıyla, en çok ölüm ve yaralanma haberinin geldiği merkezler.

***

Sur’da, Cizre’de, Silopi’de; hendekler ve barikatların ardındakiler ağırlıklı olarak YDG-H üyeleri. Daha doğrusu eski YDG-H.

Biliyorsunuz; YDG-H için PKK’nın ‘gençlik yapılanması’ tanımı geçerliydi.

Gelen son haberler, örgütün YDG-H yapılanmasını lağvettiği yönünde.

PKK, bunun yerine YPS’yi (Sivil Savunma Birliği) koydu.

İl ve ilçe merkezlerindeki silahlı çocuk ve gençlerin yanına, kırsaldan (görece daha tecrübeli ve eğitimli) üyelerini gönderen örgüt, hendekler ve barikatlarla çevrili bölgelere kendince takviye yaptı.

***

Bu yapı ve isim değişikliği, bir gerçeği ortaya çıkarmış olması açısından önemli.

Bu durum, yakın zamana kadar örgüt yönetiminden farklı ifadelerle gelen, “O çocuklar ve gençler bizi de dinlemiyor” türünden açıklamaları geçersiz kılmıyor mu?

Şehir ya da gençlik yapılanması eğer - kimilerinin öne sürdüğü gibi - örgüt yöneticilerinin kontrolü dışında olsaydı...

İl ve ilçe merkezlerindeki o çocuklar ve gençler - bazılarının söylediği şekilde - Kandil’i de dinlemiyor olsaydı...

YDG-H nasıl lağvedilebilirdi?

Yerine, takviye edilmiş yeni yapılanma; YPS nasıl oluşturulabilirdi?

“Biz bunlara söz geçiremiyoruz” şeklinde özetlenebilecek beyanların gerçek olmadığı ortada değil mi?

Soru şu:

Kandil’den - hangi yönde olursa olsun - açık ve net bir talimat gelse...

Kent ve ilçe merkezlerindeki o silahlı gençler; gelen talimata uyar mı, uymaz mı?

***

Bir soru daha...

İmralı?..

Diyelim ki Öcalan, doğrudan il ve ilçe merkezlerindeki o silahlı güçlere yönelik bir mesaj verdi...

Sonuç ne olur?

Bir soru daha...

Yakında, Öcalan’ın devreye gireceği bir ortam oluşur mu?

İl ve ilçe merkezlerinde devam eden etkili operasyonların belli bir noktaya ulaşmasının ardından İmralı’nın tekrar devreye sokulması ihtimali nedir? Ya da var mı böyle bir olasılık?

***

Ve HDP...

HDP milletvekilleri veya yerel yöneticilerinin ya da Kürt siyasi hareketinin etkili / tecrübeli isimlerinin, bu silahlı yeni jenerasyon örgüt üyeleri üzerinde herhangi bir etkisi var mı?

Geçmişte, on binlerce insanı tek bir hareketiyle yönlendirme kudretine sahip olanların bugün hâlâ aynı gücü var mı?

***

Dediğim gibi, bazı sorular özellikle mühimdir.

O soruların geçmişteki yanıtları, gelecekteki muhtemel cevapları hakkında - en azından - bir fikir verebilir çünkü.

Yazının devamı...

2016’da keşke...

- Trafikte sürücüler yayalara daha fazla yol verse,

- Okur ya da izleyicinin medyaya olan güveni artsa,

- Atılan çamurlar iz bırakmasa,

- Samimiyet ile hadsizliğin arasındaki ince çizgiyi görebilsek,

- Okumuş, iyi yetişmiş olanlar da cahiller kadar cesur olsa,

- Kişisel temizlik ve bakım ürünlerinin tüketiminde bu kadar cimri olmasak,

- Empati yapmaktan bahsedenlerin sadece yüzde biri empati yapsa,

- Daha fazla kitap okusak,

- Daha az bağırsak,

- Trafikte sürücüler klaksona yüklenmek yerine, fren pedalına dokunmayı tercih etse,

- Yalancılığın bir müeyyidesi olsa,

- Türkçeyi daha düzgün kullanmak gibi bir kaygımız olsa,

- İnsan hayatı önceki yıllardaki kadar ucuz olmasa,

- Sanatçıların özel yaşamlarından çok sanat ile ilgilensek,

- Sükûtun her zaman ikrardan gelmediğini, insanın bazen değmeyeceğini düşündüğü için sustuğunu fark edebilsek,

- İddia sahiplerine, iddialarını ispatla mükellef oldukları kesin bir dille hatırlatılsa,

- Sporu düşmanlık değil rekabet olarak görebilsek,

- Aptal yerine koyduğumuz karşımızdakilerin bu durumu fark etmeyecek kadar aptal olmadıklarını görebilsek,

- Her istediğimizden istediğimiz kadar yesek ama kilo almasak,

- Daha çok resim sergisi gezsek,

- Daha az kavga etsek,

- Sevdiklerimizin kıymetini, onları kaybetmeden bilsek,

- Beşiktaş yine ‘Şeref’iyle oynayıp ‘Hakkı’yla kazanarak şampiyon olsa,

- Daha çok ezber bozulsa,

- Daha az şiddet haberi duysak,

- Kendimiz için ‘hak’ gördüklerimizin başkaları için ‘lütuf’ olmadığını unutmasak,

- Dünyanın merkezinde bizden başkalarının da bulunabileceğini düşünsek,

- Verdiği sözü tutmayanlar ifşa edilse,

- ‘Aşk’ın ayıp ya da utanılacak değil, peşinden koşulması ve yakalandığında kaybetmemek için emek verilmesi gereken bir duygu olduğunu idrak edebilsek,

- Sözler ile özler bir olsa,

- Bu ülke insanı devletine güvenebilse,

- ‘Yorumcu’ sıfatıyla ekrana çıkan insanlar, hem bilgi birikimi hem de üslup açısından kahvehanede onları izleyenlerden bir adım önde olsa,

- Daha fazla dürüst olsak,

- Daha az çifte standart uygulasak,

- Yabancılardan esinlenmek, yabancı hayranlığına dönüşüp kendi insanı ve ülkesine yabancılaşmak sonucunu doğurmasa,

- Haksızlığa, sadece kendimize yapıldığında değil, her şekilde isyan etsek,

- Alın teriyle kazanılan paranın gönül huzuruyla harcanabileceğini unutmasak,

- Emek hırsızları önceki yıllardaki kadar itibar görmese,

- Efendilik ‘âcizlik’ olarak algılanmasa,

- İnsanlar asılsız iddialarla hayâsızca suçlanıp cezaevine atılmasa,

- ‘Düşmanlık’ ve ‘şiddet’ sözcüklerini daha az duysak,

- Daha ‘özenli’ olsak.

Ve

2015 keşke, hepimiz için önceki yılların hepsinin toplamından daha fazla sağlık ve huzur ile dolu olsa.

NOT: Bu yazı virgülüne kadar aynı şekilde, senelerdir yılın son gününde bu sütunda yayınlanıyor ve maalesef geçerliliğini koruyor.

Gönlünüze göre bir yeni sene dileğiyle...

Yazının devamı...

Birkaç dakika, fazla değil...

Herhangi bir devlet hastanesinin önünden geçerken durun. Acil Servis’e girin...

Birkaç dakika geçirin içeride, fazla değil. Etrafınıza bir bakın.

Bekleyenlerin yüzlerindeki ifadeye dikkat edin, derdine derman arayanların gözlerine...

***

Herhangi bir caminin önünden geçerken durun; öğle ya da ikindi vaktinde...

Namazı kılınacak cenaze varsa girin avluya.

Birkaç dakika geçirin orada, fazla değil. Etrafınıza bakın...

Cenaze sahiplerini gözlemleyin, yakınlarının hâlini gözleyin.

***


Herhangi bir mezarlığın önünden geçerken durun. Girin içeri...

Birkaç dakika kalın kabristanda, fazla değil.

Mezar taşlarının üzerinde yazan tarihleri okuyun ama o arada.

Soğuk bir mezarın başında, yakınının ruhuna dua eden insanları izleyin uzaktan.

Defnedilmekte olan biri varsa, onu uğurlayanların göz yaşlarına tanıklık edin.

Yaşadığınız yerdeki Suriyeli mültecilere çevirin gözlerinizi.

Kafanızı başka yöne çevirmeyin. Aksine, o insanların yaşamak zorunda kaldıkları hayatın ayrıntılarına bakın inatla.

Mesela, siz kırmızı ışıkta durduğunuzda; avucunu açarak yaklaşmakta olan Suriyeli çocuğun, soğuktan rengi artık neredeyse mora dönmüş küçücük burnuna, kulaklarına bakın bir.

Bir de yırtık ayakkabılarına...

***

Diyelim ki hiçbirini yapamadınız bunların…

Açın gazeteyi, televizyonu ya da interneti. (Bazılarını tabii…)

Ülkenin bir bölgesinde yaşananları okuyun, izleyin.

Çocukların gözleri olsun adresiniz.

Okuduklarınızın, izlediklerinizin yarısının manipülasyon olduğunu varsayın. Geriye kalan yarısı üzerinden değerlendirin hayatınızı, yoksunluklarınızı; ‘var’larınızı, ‘yok’larınızı.

Sizin ‘yok’larınızın bazıları için ne ölçüde ‘var’ olabileceğini, olduğunu bir düşünün.

***

Sahip olduklarınızın kıymetini bilmek için yapın bunlardan en azından birini.

Sağlıklı olmanın, yakınlarınızla, sevdiklerinizle birlikte yaşamanın ne kadar değerli olduğunu fark etmek için yapın.

Makul aralıklarla tekrarlayın bu gerçeklerle yüzleşme seanslarını.

Kısa sürede geçiyor çünkü etkisi.

Unutuyor, kıymet bilmiyor insan.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.