Şampiy10
Magazin
Gündem

Önce referandum sonra anayasa değişikliği!

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun dağılmasının ardından VATAN’ın sorularını yanıtlayan Şeref Malkoç, “CHP için başkanlık sistemi konusu ön mesele ise bunu millete soralım. Millet hangisini tercih ederse, Anayasa değişikliğini ona göre yaparız” dedi

“Gelin referanduma gidelim... Tek soru: ‘Türkiye’de parlamenter sistem mi devam etsin yoksa başkanlık sistemine mi geçilsin?’ Anayasa değişikliğini, milletin bu soruya vereceği cevaba göre yapalım.”

Somut önerinin sahibi Şeref Malkoç. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Anayasa konusundaki başdanışmanı.

O masa Türkiye için önemli

TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun dağılmasının ardından, Cumhurbaşkanı’nın bu konudaki başdanışmanı Malkoç’u aradım.

Eski milletvekili, hukukçu Şeref Malkoç’a önümüzdeki seçenekleri ve olasılıkları sordum:

- Komisyon masası neden dağıldı?

Bakın, bu masa kurulalı fazla olmadı. CHP keşke başta koysaydı tavrını. Biz bütün bunları uzun zamandan beri söylüyoruz. Bunu bile bile geldi komisyona üye verdi CHP. Biz diyoruz ki; parlamenter sistem ne kadar meşru ve demokratikse başkanlık sistemi de o kadar meşru ve demokratiktir. Bunu bir konuşalım, konuştuktan sonra bir yere varalım diyoruz.

- Peki bu noktadan sonra tekrar kurulabilir mi o masa?

Bu masanın devamında Türkiye için fayda var. Özellikle muhalefet partileri için Meclis Genel Kurul kürsüsü ve grup toplantı kürsüsünün yanında, seslerini duyurabilecekleri, üçüncü bir platform doğmuştu. Bundan da önemlisi, Türkiye’deki mevcut gergin psikolojik ortama bir moral kaynağı niteliğindeydi o masa. Bu yönüyle de bakmak lâzım.

Halk karar versin

- Başkanlık sistemi, sizin için olmazsa olmaz mı?

Bizim için komisyonda konuşulması, tartışılması gereken konulardı bunlar ama madem bu konu CHP için ön mesele, o zaman Anayasa çalışmasına başlarken deriz ki; parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi, bunu referanduma götürürüz.

- Yani?..

Yani, hukukta bir kavram vardır, ‘ön mesele’... CHP için başkanlık sistemi konusu ön mesele ise bunu millete soralım. Millet hangisini tercih ederse, Anayasa değişikliğini ona göre yaparız.

- Başkanlık sistemine geçilip geçilmemesi konusunu, Anayasa değişikliğinden önce, ayrı bir halkoylamasına götürelim diyorsunuz yani...

Evet. Madem CHP’nin takıntısı hükümet sistemi, sadece bunu referanduma taşıyalım.

Millet ne derse ona göre bir Anayasa çalışması yapalım. Ben AK Parti’nin yöneticisi değilim, Cumhurbaşkanı’nın bu konudaki danışmanıyım ama çözüm üretmek adına, Türkiye’nin önünü açmak adına söylüyorum bunu. Millet çözsün. Karar sandıktan çıksın, Parlamento da ona göre bir Anayasa yapsın. Millet başkanlık sistemi derse ona göre, yok parlamenter sistemle devam derse, eyvallah, o zaman da ona göre. Haydi buyurun...

Üç ihtimal daha var

- Peki tekrar oturulmazsa masaya?.. O zaman ne olacak?

CHP masaya dönebilir. Dönmezse, üç parti devam edebilir. Bu da olmazsa, AK Parti kendi hazırlığını yapar, Meclis’e taşır. Aslına bakarsanız, Türkiye çok fazla bir şey kaybetmiş olmaz.

- Neden böyle diyorsunuz?

Çünkü bakın bizim yaptığımız araştırmalara göre Türkiye, yüzde 90 oranında bu Anayasa’yı değiştirmek istiyor. Toplumdan gelen böyle büyük bir dalganın önünde hiç bir partinin direnmemesi gerekiyor. Direnemez de zaten.

- CHP’nin masadan kalkma gerekçesi başkanlık sistemi...

Bizim söylediğimiz şu: Türkiye parlamenter sistemle gelebileceği yere kadar geldi. Çok eziyetler çekti bu sistemle. Şimdi yenisini, başkanlık sistemini deneyelim diyoruz biz.

Erdoğan: Millet karar versin

Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP’nin çekilmesiyle ilgili şunları söyledi: “İpe un sermek denir buna. Bunların iş yapmak, iş üretmek diye bir derdi yok. Bu, sadece ülkeyi kilitlemektir. Bunlardan bir şey çıkmaz. Öyle veya böyle ben inanıyorum ki, aklı selim sahibi olan parlamentonun diğer üyeleri kesinlikle bu işe kararlı bir şekilde yürürlerse masadan çekilenlere de ‘hayırlı olsun’ demekten başka söyleyecekleri bir şey yok. Ben diyorum ki, masada kalanlar, kararlı bir şekilde bu işi sürdürmelidirler. Türkiye mutlaka ama mutlaka yeni anayasasına kavuşacaktır. Şayet tüm bu partilerin uzlaşmasıyla sağlanamıyorsa o zaman aklını ve vicdanını ön planda kim varsa, tutuyorsa onlarla birlikte bu yolda yürünmeye devam edilir. Ve buradan sesleniyorum diyorum ki, ey parlamentodaki saygın üyeler, gelin bir karar alın. Deyin ki ‘Biz millete gideceğiz.’ Millete gidin. Bakın bakalım millet size ne diyor. Hazırlayın, sunun millete. Millet ‘evet’ diyorsa, egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil mi? Siz Atatürkçü değil miydiniz? Benim milletim başkanlık sistemini istemiyorsa, bizim milletimize söyleyecek hiçbir şeyimiz yoktur, onu da öper, başımıza koyarız.”

Yazının devamı...

Korku Ankara’yı bekler

Dün saat 18.30 civarı...

Başkentin Öveçler semtinde, trafikteyim...

Uzaktan bir ses... Uğultu ile sarsıntı arası bir his.

Ben otomobilin içindeyim; radyo açık, camlar kapalı, ona rağmen hissediyorum.

Yolda yürüyenler duraksıyor bir an için.

Herkes birbirine bakıyor...

Zihinlerdeki o malum soru, endişe dolu mimikler olarak yansıyor yüzlere; yine bir patlama, yine bir saldırı mı?..

***

Yaklaşık 15 dakika sonra duyuluyor haber.

Patlamanın yaşandığı nokta ile yukarıda bahsettiğim yer arasında - Ankara’da yaşayanlar bilir - kuş uçuşu 2 kilometre civarında mesafe var.

Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın arkasında Maliye Bakanlığı, onun arkasında da Kara Harp Okulu’nun yer aldığı vadi var. Bahsettiğim yer, Öveçler, işte o vadinin sonunda.

Patlamanın şiddetini buradan anlıyorum saatler sonra.

***

Bu satırların kaleme alındığı saat 22.30 civarında ölü sayısı 28.

Saldırının sorumluluğunu üstlenen bir örgüt henüz yok.

Faile dair resmi bir açıklama da...

Ama bir gerçek var ortada.

Kim, hangi örgüt, hangi güç yapmış olursa olsun; patlama yeri çok şey söylüyor.

***

Ankara devletin kalbiyse, terör eyleminin yaşandığı nokta da Ankara’nın kalbi.

Sivil kurum olarak bir tek Devlet Su İşleri ile Karayolları Genel Müdürlüğü var patlamanın meydana geldiği noktanın yakınında.

Gerisi hep askeri bölge...

Bir yanında general - amiral, bir yanında subay lojmanları.

Bir tarafta yüz metre ötede Kara; diğer tarafta iki yüz metre ileride Hava, üç yüz metre ileride Deniz Kuvvetleri Karargahları... Deniz Kuvvetleri’nin bir tarafı Genelkurmay Karargahı, diğer yönde karşısı Türkiye Büyük Millet Meclisi, çaprazı Jandarma Genel Komutanlığı, devamında İçişleri Bakanlığı.

Askeri servis araçları Hava Kuvvetleri’nin bünyesindedir Ankara’da.

Havacıların karargahının yanından çıkar ve katılırlar şehir trafiğine...

Hedef seçilen nokta, doğrudan bir mesaj.

***

Spekülasyona fazlasıyla müsait bir konjonkür yaşıyor Türkiye.

Terör örgütleri üzerinden de yapılabilir o spekülasyonlar, muhtemel yabancı istihbarat örgütleri üzerinden de.

Nitekim; daha ilk saatlerde gündem toz - duman oldu.

Her kafadan bir ses çıktı.

Bir generalin makam aracının yanında infilak ettiği de konuşuldu bombalı aracın, dört servis otobüsünün arasında patladığı da...

Hangi bilgi gerçeği yansıtıyor, an itibariyle bilmiyoruz Ankara’da.

Saat 23’e yaklaşıyor...

***

Yazıya noktayı, dikkat çekici bir bilgi ile koyayım...

Bunca yıldır Ankara’da gazetecilik yapıyorum; bir gün içinde bu kadar çok bombalı paket ihbarı yapıldığını ne duydum, ne gördüm.

35’in üzerinde şüpheli paket fünye ile patlatıldı dün Başkent’te.

Sadece ikisinin patlayıcı içerdiği bilgisini aldım.

Birileri Ankara polisini meşgul etmeye mi çalıştı dün?

Ya da büyük patlama ile birlikte düşünüldüğünde, şehrin her yerinde risk olduğu algısı mı oluşturulmaya çalışıldı?

***

Gece soru işaretleriyle dolu hâlâ. Ve sabah olduğunda, bunlardan ne kadarının ve ne ölçüde ortadan kalkacağını bilmiyoruz hiçbirimiz...

Yazının devamı...

İdil’de yaşıyor olsaydınız...

Terörle, teröristle mücadele bir süredir dağlarda, kırsal alanda değil; kent ve ilçe merkezlerinde, kazılmış hendekler ile kurulmuş barikatların arasında sürüyor.

Güvenlik terminolojisinde, ‘meskun mahalde gayri nizami harp’ şeklinde adlandırılıyor yaşanan.

İlan edilen sokağa çıkma yasakları ile birlikte başlayan çatışmalar üç merkezde başladı biliyorsunuz.

Şırnak’ın önce Silopi, ardından da Cizre ilçelerinde operasyonlar sona erdi. Diyarbakır Sur’da ise sona yaklaşıldığı açıklandı.

***

Cizre’de sona yaklaşılırken, yani 10 - 15 gün önce, “Silopi, Cizre ve Sur bittikten sonra sırada Şırnak Merkez, İdil ve Nusaybin var” diye konuşulmaya başlandı kulislerde. Bu ikinci üçlünün ardından da Hakkari Yüksekova’nın geleceği...

Ve dün ilk resmi açıklama geldi.

Şırnak Valiliği’nden şu açıklama yapıldı:

“16.02.2016 Salı günü saat 23.00’ten (dün gece) itibaren, ilimiz İdil İlçe Merkezi’nde ve Dirsekli Köyü’nde, bölücü terör örgütü mensuplarının yakalanması, patlayıcılarla tuzaklanmış çukurların ve barikatların bertaraf edilmesi, halkımızın can ve mal güvenliğinin sağlanması için 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C maddesi gereğince, ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.”

Bu da demek oluyor ki bugün itibariyle mücadelenin yeni sıcak adresi - bir süredir konuşulduğu gibi - Şırnak / İdil olacak.

***

Bizlerin duyduğunu, yerindeki PKK ve YPS üyelerinin duymamış, bilmiyor olması mümkün mü?

Ankara’nın da bunun böyle olduğunu öngörmemesi, düşünmemesi mümkün mü?

Bütün bunları geçiyorum...

Konunun istihbarat ve güvenlik boyutunu bir yana bırakıyorum.

***

Bu noktada, o bölgede yaşayan insanların neler yaşadığını merak ediyorum.

Mesela İdil’de yaşayan, işinde gücünde, sıradan bir vatandaşın ruh halini...

Mesela, sıranın geleceği söylenen Nusaybin’de ya da Yüksekova’daki insanların psikolojik durumunu.

***

Bir düşünsenize...

Kendinizi o ilçelerden birinde yaşayan insanların yerine koymayı bir denesenize...

Evinizi, işinizi, toprağınızı, hayvanınızı, çocuklarınızın okulunu bırakıp, ailenizle birlikte terk mi edersiniz yaşadığınız yeri?

Ya da Silopi, Cizre ve Sur’da yaşananlar ortadayken, o örnekleri görmenize rağmen her şeyi göze alıp kalır mısınız İdil’de?

Nasıl yaşar insan bu ikilem içinde, bu gerilimin baskısı altında?

***

BBC Türkçe Servisi dün şu haberi geçti:

“Sokağa çıkma yasağı ilan edilmeden önce, dün (önceki) gece saatlerinde İdil’e çok sayıda tankın girdiği belirtiliyor. İdil’in girişinde kontrol noktasında bulunan bir güvenlik görevlisi, nüfusu 28 bin 500 olan kentte şu anda bin kişinin kaldığını söyledi. Son bir kaç günde taşınan hane sayısının da 200 - 300 civarında olduğu tahmin ediliyor. İdil’den ayrılanlar ağırlıklı olarak Midyat, Şırnak merkez ve Mersin’e gidiyor.”

***

Devlet, farklı birimleriyle; Silopi, Cizre ve Sur’dan göç etmek zorunda kalanlara maddi, sosyal ve psikolojik destek veriyor. Bunun gerekli ve gayet yerinde bir uygulama olduğuna şüphe yok.

Şimdi...

Görünen o ki, ‘post travmatik sendromlar’ (travma sonrası) için uygulamaya konan rehabilitasyon programlarının, ‘pre travmatik sendromlar’ (travma öncesi) için de düşünülmesi gerekecek.

Yerinden, yurdundan mecburi olarak ayrılanlar gibi, aynı travmayı şimdi yaşayacak olanlar da bu desteği bekleyecektir.

Yazının devamı...

Arınç’ın evinde ne konuşulmadı?

“Yarın öbür gün bir bakmışsınız, Cumhurbaşkanı ile Bülent (Arınç) Bey görüşmüşler, bir yemek yemişler... Bu olursa şaşırmamak lâzım.”

Önceki akşam, Ankara’da, Bülent Arınç’ın evinde eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile bir araya gelen Ak Partili eski bakanlardan birine ait bu sözler.

İsteği doğrultusunda ismini vermiyorum...

Hemen belirteyim, eski bakanın ismini vermeme gerekçesi tamamen nezaket kaygısından kaynaklı.

“Bir açıklama yapılacaksa, bunu ev sahibi olarak Bülent Bey’in yapması uygun olur. Ben sadece kamuoyunda bu buluşma üzerinden yapılan spekülasyonların önüne geçmek için cevaplıyorum sorularınızı” dedi kendisi.

***

İşte Arınç’ın evindeki akşam yemeği ve sohbete ilişkin sorularım ve aldığım yanıtlar:

Gül, sizlerle buluşmadan önce halefi Cumhurbaşkanı Erdoğan ile uzun bir görüşme yaptı. O görüşmede konuştuklarından size neler aktardı?

O görüşmeye dair bir şey konuşulmadı. Zaten kendisine bu konuda bizim bir sorumuz olmadı. O da herhangi bir bilgi vermedi.

Buluşma nasıl organize edildi?

Yemek daveti Bülent Bey’den geldi. Kamuoyunun bir kesiminin düşündüğü şeyler konuşulmadı. Oradaki herkes birbirinin arkadaşı, dostu. Yani yarın öbür gün, bir bakmışsınız Cumhurbaşkanı ile Bülent bey görüşmüşler, bir yemek yemişler... Bunun olması normal. Olursa, buna da şaşırmayalım. Kamuoyunda speküle edildiği gibi bir durum yok çünkü ortada.

Magazin konuşacak değiliz

Pekiyi neydi gündeminiz? Neler konuştunuz?

Bakın bunlar insani buluşmalar, dost sohbetleri... Bizim ömrümüz siyasetin içinde geçti, tabii ki magazin konuşacak hâlimiz yok ama bunların siyasi amaçlı buluşmalar olarak yorumlanması doğru değil.

Ama son dönemde yapılan açıklamalar var malum...

Herkesin her türlü görüşünü, düşüncesini açıklama hürriyeti diye bir şey var. Ama şu da var; oradaki herkes, açıklanmış düşüncelerin tümünü paylaşmak zorunda da değil.

Son dönemdeki o açıklamalar çerçevesinde oluşan gündemi değerlendirmediniz mi?

Hayır, onları hiç konuşmadık. Şu anda Türkiye gerçekten, dış politikada, içeride terör meselesinde önemli sıkıntılar içinde. Bu sıkıntılar başta olmak üzere, hükümete nasıl yardımcı olabiliriz, nasıl katkı sağlayabiliriz; ağırlıklı gündem buydu. Bunun dışında başka bir şey olmadı.

Nasıl yardımcı olacaksınız hükümete? Bunun yöntemini belirlediniz mi?

Zaman zaman görüş ve düşüncelerimizi, Cumhurbaşkanımızla, Başbakanımızla paylaşalım dedik. Bugün partide görevi olmayan ama daha evvel önemli görevler yapmış, hükümette yer almış arkadaşlar olarak, bazen Cumhurbaşkanı’na, bazen Başbakan’a, hükümetimize; biz böyle düşünüyoruz, böyle olursa daha iyi olur, şu konuya dikkat edilmesinde fayda var gibi katkılar verebiliriz diye düşünüyoruz.

İletişim kanallarımız açık

Grup olarak mı hareket edeceksiniz?

Bunun için bir gruba ihtiyaç yok. Herkes Cumhurbaşkanı’na da, Başbakan’a da, ilgili bakan arkadaşlara da, bürokratik mekanizmalara da ulaşabilecek durumda. Hepimiz bu imkana sahip insanlarız. Katkı sağlayabileceğimiz bir konu varsa, görüş ve düşüncelerimizi aktaralım dedik.

Düşüncelerinizi medya üzerinden paylaşmamak gibi bir prensip kararı aldınız mı?

Kim ne üzerinden, ne yapmak isterse yapar. Hangimiz bir diğerini bağlayabiliriz ki? Bunu herkes kendisi takdir edebilecek durumdadır. Biz partimizin çalışmalarını takip ediyoruz. Eksik gördüğümüz noktaları tabii muhataplarına iletelim diyoruz.

Yeni bir parti projesi yok

O zaman, Ak Parti içinde bir küskünler hareketinin doğduğu, bu hareketin yeni bir parti kurulması ve iktidar partisinin içinden bazı milletvekillerinin de saf değiştirebileceği vs. türünden iddiaların, söylentilerin hepsini çöpe mi atalım?

Hepsini atabilirsiniz. Böyle bir şey yok. Kaldı ki, Türkiye’nin yeni bir siyasi partiye ihtiyacı da yok. Siyaset sahnesi dolu. Dört ana siyasi akımın temsilcisi de var Meclis’te. Ama her partinin gözden geçirmesi gereken konular olabilir. Herkes kendi siyasal akımı çerçevesinde gözden geçirmelerini yapar. İhtiyaç olan şey, siyasi partilerinin politikalarını gözden geçirmesidir. Yeni bir siyasi parti, yeni bir siyasi akım ihtiyacı yok.

Yazının devamı...

Bu çağda, bu ülkede, bu kafa!

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke’nin Hristiyan olduğuna dair iddia, bir haber olarak yayınlandı dün.

Kayyum yönetimindeki bir gazetenin sürmanşetten verdiği haberin başlığı, “CHP Sözcüsü Böke vaftiz edilmiş” şeklindeydi.

Haberde bu durumun Ana Muhalefet Partisi’nde “ciddi rahatsızlık yarattığı” ifadesi yer alıyordu.

Hatta birinci sayfadaki spotta, “CHP’de Hristiyanlık krizi çıktı” cümlesine yer verilmişti.

***

Böke’nin hangi dine, hangi mezhebe mensup olduğunu bilmiyorum. Ya da inançlı veya inançsız olduğunu...

Ve hiç ilgilenmiyorum. Kime ne?

Velev ki Hristiyan... Kimi ilgilendirir?

Musevi olsa ne fark eder?

Ya da Budist olsa?..

Veya inançsız?..

***

Sadece Selin Sayek Böke için geçerli değil elbette bu durum.

Siyasetçiler ile sınırlı da değil.

Bir yanlış, bir eksiklik, bir kusur mudur Hristiyanlık ya da bir başka dine mensup olmak?

***

Kulüp formalarının yanı sıra, ay yıldızlı milli formayı giyen, Türkiye’yi dünyada onurla temsil eden, gurur kaynağımız Hristiyan sporcularımız var bizim.

Binlerce insana iş sağlayan, ülke ekonomisinin temel taşları arasında yer alan Musevi iş adamlarımız var.

Aynı kentte, aynı mahallede cami, kilise ve sinegoglara sahip olmakla övünen, farklı dinlere, mezheplere mensup vatandaşlarının özgürce ibadet edebilmesiyle gururlanan bir ülke Türkiye.

Bu ülkenin Cumhurbaşkanı her vesile ile vurguluyor... “Biz yaratılanı, yaratandan ötürü seviyoruz” diyor.

Bu ülkenin Başbakanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları arasında hiçbir ayrım gözetilmediğini, bütün vatandaşların eşit olduğunu söylüyor her fırsatta.

Etnik, dini, mezhepsel farkların konu edilmesinin, birilerinin ötekileştirilmek, ülke insanını ayrıştırmak demek olduğunu söylemeyen yetkili var mı?

***

Özetle...

Bu çağda, böyle bir ülkede hâlâ insanların inancıyla, mezhebiyle, diniyle meşgul olanları...

Ve bu konu üzerinden, kendilerince insanları karaladıklarını zanneden, insanları hedef gösterenleri kendi ayıplarıyla, utançlarıyla baş başa bırakıyorum.

Tabii eğer utanırlarsa.

***

Bu arada...

‘Nefret söylemi’ ve ‘nefret suçu’ diye iki önemli kavram var biliyorsunuz.

Bu bağlamda, Türk Ceza Kanunu’nun 122’inci maddesi de aynen şöyle:

MADDE 122:

(1) Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak;

a) Bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya bir hizmetin icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleyen veya kişinin işe alınmasını veya alınmamasını yukarıda sayılan hallerden birine bağlayan,

b) Besin maddelerini vermeyen veya kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmayı reddeden,

c) Kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen,

Kimse hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası verilir.

Yazının devamı...

Diplomasi trafiğinin anlamı

3 Aralık 2015 Azerbaycan...

15 Aralık 2015 Bulgaristan...

28 29 Aralık 2015 Sırbistan...

22 Ocak 2016 Almanya...

6 Şubat 2016 Kazakistan...

Arada, Londra’da Finlandiya Başbakanı ile görüşme, Norveç Başbakanı ile iki temas...

Dün Almanya Başbakanı Angela Merkel’i Ankara’da ağırlama... Haftaya Ukrayna ziyareti...

Ardından Gürcistan’a seyahat.

***

24 Kasım 2015’te göreve başlayan mevcut hükümetin Başbakanı olarak Ahmet Davutoğlu’nun dış temaslarını sıraladım yukarıda. Gerçekleşenler ve planlananları.

Terörle mücadele, yeni hükümetin vaatleri, ekonomi, Anayasa değişikliği gibi başlıklardan oluşan iç gündemin yoğunluğuna rağmen, Başbakan Davutoğlu’nun dış politika trafiğinin bu şekilde olmasını iyi okumak gerekiyor.

Yurt dışı ziyaretlere bakıldığında, bu listenin Türkiye Rusya geriliminden etkilenmesi muhtemel ekseni işaret ettiğini, bu eksendeki ülkelerden oluştuğunu görüyoruz.

Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Doğu Avrupa...

Nazarbayev faktörü

Yerinde takip ettiğim son Kazakistan ziyaretine ayrı bir parantez açayım...

Kazak Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev dünyanın en tecrübeli devlet adamlarından biri. Orta Asya coğrafyasındaki ağırlığı da malum. Moskova ile ilişkilerini yıllardır dengeli ve iyi tutmayı başarmış, güçlü bir lider.

Davutoğlu Nazarbayev görüşmesinde, açıklananların ötesinde nelerin konuşulduğu hakkında fikir yürütmek çok da zor değil.

Nazarbayev şüphesiz; Ankara Moskova hattındaki yüksek gerilimin düşürülmesinde rol oynama potansiyeli en yüksek lider.

Dolayısıyla Nursultan Nazarbayev tam bir ‘arabuluculuk’ statüsünde değil ama - ilişkilerinde kriz yaşayan iki ülke arasında kanalların yeniden açılmasında devreye girebilir, katalizör rolü oynayabilir.

Yani 16 saatlik Astana ziyaretine bu açıdan bakılmalı.

Putin’e mesajlar

Başbakan’ın dış politika anlayışında, ‘proaktif ve önleyici diplomasi’ kavramlarının önemli yer tuttuğunu biliyoruz.

Bu anlamda, sürdürdüğü diplomasi trafiğini ‘Rusya’yı kuşatmak’ olarak adlandıranlara prensip olarak karşı çıkacaktır Ahmet Davutoğlu.

Ancak dış temas trafiğini; dönemsel öncelik itibariyle, ‘gerginliği Türkiye ile Rusya arasında tutmak’ anlayışının belirlediğine sanırım itiraz etmeyecektir. Yani bölgenin iki önemli aktörü arasındaki yüksek tansiyonun, çevreye ve etkilenebilecek diğer ülkelere yayılmasının önüne geçmek gibi bir amaçla hareket edildiğine.

***

Türkiye’nin bahsettiğim anlayışla ve yukarıda altını çizdiğim eksende yürüttüğü proaktif dış politikanın, Moskova’ya doğrudan bir mesaj içerdiğini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Türkiye’nin elindeki kartların, kozların, Putin’in zannettiği kadar sınırlı olmadığı mesajı bu.

Ankara Putin’in; hem iki ülke arasındaki sıkıntının üçüncü ülkelere de yansıdığını görmesini istiyor hem de Türkiye’nin alternatiflere, iyi ilişkilere sahip, etkin ve güçlü olduğunu unutmamasını.

Yazının devamı...

Tam saha presle çözüm

Başbakan Davutoğlu, 10 maddelik Terörle Eylem Planı’nın uygulanmasıyla ilgili bilgiler verirken, “Valiler İstişare Meclisleri’ni yapacaklar” dedi ve her hafta bir ile giderek bunu denetleyeceğini söyledi. Davutoğlu, “Tabiri caizse tam saha pres uygulayacağım” dedi

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kazakistan ziyaretinden dönerken beraberindeki gazetecilere, Mardin’de ilan ettiği Terörle Mücadele Eylem Planı’nın nasıl uygulanacağına dair açıklamalarda bulundu.

MGK’da tartışılmış

“Esas itibariyle bu 10 madde, 303 maddelik bir eylem planının süzülerek gelmiş olan halidir. Önce 61 maddeye indirdik, sonra bana getirdikleri o metinden, bunu 10 kategoriye tasnif ettim. Bunların hepsi son MGK toplantısında da tartışılmış unsurlar. Bu plan uzun sürede pişti yani. Zihnimizde pişti... Planın önemli bir kısmı da tabii benim Sivil Toplum Kuruluşları ile yaptığım görüşmelerde gelen taleplere dayalı unsurlar. Yani Londra’dan Mardin’e dönüp, bir gecede ilham gelip yazılmış değil. Bir sürecin sonucu bu. Çay demlenmesi gibi, bir yemeğin pişmesi gibi... Yaklaşık 3 aydır gündemimizde olup, her bakanlar kurulunda konuştuğumuz ve bu hale gelen bir plan bu. Gelen ilk tepkilere baktığımda, olumlu olduğunu görüyorum. Yani sıradan bir Türk - Kürt kardeşliğinin ötesine geçerek, bu kardeşliğin hangi tarihi zemine dayandığı ve şimdi hukuk devletinde hangi çağdaş zemine dayanması gerektiği konusunda söylediklerimin genelde geniş kabul gördüğü açık şekilde görülüyor.”

Çözüm sürecinin 2 zaafı

“Şimdi şöyle bir şey. Çözüm sürecinin iki büyük zaafı oldu. Birisi, bürokrasinin ve devletin algısıyla ilgili. Bizim bürokrasi çözüm süreci ile kamu düzeni arasındaki tamamlayıcılık ilişkisini göremedi. Valilere, ‘Çözüm süreci, kamu düzeninin alternatifi değil. Eğer bir yerden bir yere silah aktarıldığını görüyorsanız, müdahale edin...’ Efendim çözüm süreci zaafa uğrar diye ortaya çıkan algı sebebiyle kamu düzeni yavaş yavaş tırtıklandı tabiri caizse. İyi niyetli bir algı ama biz çözüm sürecini başlatırken kamu düzenini göz ardı edeceğiz diye başlatmadık. Nitekim bu sefer kamu düzenini inşa için çok daha büyük güç göstermek, fiili olarak bütün alanlarda bulunmak zorunda kaldık. İkinci algı halk nezdindeki algı idi. Bu da çok büyük büyük zaafa yol açtı. Tek muhatap HDP-PKK gibi algılanması toplumun diğer kesimlerinin çözüm sürecine şüpheyle bakmasına veya PKK’ya karşı kendisini zayıf hissetmesine yol açtı. ‘Devlet bizi terk mi ediyor? PKK’ya mı bırakacak? Onlar mı gelecek?’ algısı oluşturuluyor. Şimdi biz birinci algıyı çökerttik. Şimdi ikinciyi algıyı düzeltmeye çalışıyorum. Çağırdığım STK temsilcilerinden birkaç tanesi ‘Biz, ilk defa devlet tarafından muhatap alındık’ dedi. Bu İstişare Meclisleri’nden kastettiğimiz salt biraraya gelip, toplantı yapılması değil. Valilere de söyledim. Her biriniz, her hafta düzenli olarak STK’larla toplanacaksınız. Farklı siyasi grupları temsil eden yapılar var. Oranın ticaret, sanayi odası gibi kuruluşlar var. Bir kısmı şu, bir kısmı bu siyasi görüşe yakın olabilir. Meleler gibi yerli kanaat önderleri var. Bazı büyük ailelerin temsilcileri var. Öyle bir tablo göreceğim ki dedim valilere. Ben bunlarla buluşmak istediğimde o şehrin bütün kompozisyonunu göreceğim. Bir saat oturacağım ama bütün şehri algılayacağım. 22 ilin valisini çağırmıştım. Bunu, bütün bölgede yaptığımızı düşünün, Türkiye’nin en demokratik, en katılımcı...

Van’a gidecek

“Şu anda arkadaşların çoğu çok iyi yönetiyor. Valiler dirayetle yönetiyorlar. Risk alıyorlar. Onlara da söyledim. Bir lider kamu yönetici tereddüt ettiği anda kaybeder. Tereddüt etmeyeceksiniz. Valiler İstişare Meclisleri yapacak. Nasıl başarılı yaptıklarını gittiğimde göreceğim. 2 hafta sonra Van’dayım. Vali’nin performansını topladığı Meclis’te ben göreceğim. Her hafta (bir ile) gideceğim. Tabiri caizse tam saha pres uygulayacağım. Valilere dönük demiyorum... PKK’ya dönük de tam saha pres, kamu yönetiminde de tam saha pres...”

Reform paketleri yolda

“Bizim iktidarımızda demokratikleşme paketleri, demokratikleşme süreci hiç bitmedi. AK Parti iktidarlarının hiç demokratikleşme adımı atılmayan herhangi bir dönemi yok. Şu anda Aleviler ile ilgili çalışmalar yürüyor bir taraftan biliyorsunuz. Dolayısıyla, hemen şu anda, spesifik olarak şu maddelerden oluşan şöyle bir paket şeklinden daha çok, demokratikleşme ve demokrasinin yaygınlaşması her şeyden önce bir süreç meselesi. Bu başlayıp biten bir şey değil. Devam eden bir mantık ile yürürse anlamı var. Bu anlamda önümüzdeki aylarda demokratikleşmeden de öte demokrasinin derinleşmesi anlamında reform paketleri açıklayacağız. Mesela şimdi Kişisel Verilerin Korunması Kanunu... AB müktesebatında çok önem verilen ve hepimizin özel hayatını ilgilendiren, kişisel verilerimizin korunması esasına dayanan bir düzenleme. Bunda Kürt kökenli, Alevi, Sünni birinin kendi kültürel özelliklerinin korunmasını da içeren...

‘Yaptıkları Büyükşehir’ istismarı!

“Yerel yönetimler konusuna gelince... Türkiye’nin nüfusunun büyük çoğunluğunun yaşadığı büyük şehirlerde valiliklerin sahip olduğu bir takım imkanların çoğu büyükşehir belediyelerine devredildi. Büyükşehir belediye başkanı da bütün alanı kontrol eden bir nitelik kazandı. Bütün alt yapı yatırımları da belediyelerin bünyesinde yer aldı. Bu iki senelik tecrübe içinde, 81 vilayeti gezdim biliyorsunuz. Büyükşehir uygulamaları ile ilgili çok yoğun şikayetler aldığımız yerler, durumlar oldu. İstismar edildiği ile ilgili. Büyükşehir belediye başkanı bir partiden, özellikle muhalefetten ise oradaki ilçe belediyelerini neredeyse yok sayıyor. Mesela Mardin’de. Yeşilli ilçesi merkeze 8 km. Normalde Yeşilli’nin suyunu Mardin Büyükşehir Belediyesi vermek zorunda, onun görevi. Onun için biz ona kaynak aktarıyoruz. Gidiyorum Yeşilli’ye. Belediye Başkanı AK Parti’den diye su yok. Mardin Belediyesi içme suyu ile ilgili yapması gereken yatırımı yapmıyor. Merkezden biz yapıyoruz. Midyat’a gittik. 100 bini aşkın nüfusu var. Yol perişan. Soruyorum belediye başkanına. ‘Efendim büyükşehrin yapması gereken yollar. Yapmıyor.’ Ulaştırma Bakanımız Binali Yıldırım beye söyledim. Bütün yollarını yapalım diye. Bu tecrübe yaşandıktan sonra kim çıkıp da bırakın yerel yönetimlerin yetkisinin genişletilmesi gündeme geldiğinde, daha da genişletelim diye bir sonuca varır? Ne kadar genişletirsen o kadar şey yapacak... Bunu sadece orada değil, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde Selçuk Belediyesi’nde orada AK Partili diye...”

‘Halep’in direnişi Maraş gibi’

“Rusya’nın yaptığı operasyon DEAŞ’a alan açmak için. DEAŞ’a neden alan açmaya çalışıyor? Çünkü ortada sadece DEAŞ kalırsa, Cenevre’de masaya oturacak ılımlı muhalefet kalmayacak. Londra’da liderlere de söyledim. Rusya iki opsiyon bırakmak istiyor. Rejim ya da DEAŞ. Hiçbirimiz DEAŞ’ı seçmeyeceğimiz için rejime razı kılacağını zannediyor bizi. Öyle bir ortamda Türkiye elinden geleni yapıyor. Sanki muhalifler geri çekiliyor... Bunu yazabilirsiniz. 5 yıldır ordusu olmayan bir güç, düzenli ordusu, uçağı, kimyasal silahı, varil bombaları olan rejime direndi. O rejim yetmedi. İran, devrim muhafizları ile geldi. 24 İranlı general öldü Suriye’de. Bunu İranlılar söylüyor. Rusya geldi, o da yetmedi. Hepsi birden geliyorlar; buna rağmen Halep direniyor. Halep’in bu direnişi Kahramanmaraş’ın direnişi gibidir bizim için. Stalingrad direnişi gibidir. Halep direniyor. Ve bütün dünyanın gözü önünde kahramanlık destanı yazıyor.

Yazının devamı...

Dolandırıcılıkta son yöntem

- Sayın Murat Çelik?..

- Buyurun benim...

- Murat Bey iyi günler. Ben Sinem A..... Tüketici Hakem Heyeti İade Departmanı’ndan arıyorum. Kredi kartı yıllık ücreti ve dosya masraflarının iadesi için yapmış olduğunuz başvuru olumlu sonuçlandı ve size bin 150 liralık bir iade işlemi gerçekleştireceğiz.

***

Gayet sakin, bir o kadar bahsettiği mevzuya hakim ve dolayısıyla tam manasıyla güven veren bir kadın sesi...

Düzgün bir Türkçe...

Kibar, sempatik, size yardımcı olmaktan başka bir gayesi olmadığını hissettiren bir üslup.

***

“Tamam, pekiyi” diyorum... “İade için banka hesap numaramı mı vermemi istiyorsunuz?”

“Hayır” telefondaki ses... “Biz bu işlemi internet bankacılığı üzerinden yapıyoruz, iadeyi de kredi kartınıza gerçekleştiriyoruz.”

Bir an tereddüt ediyorum ama bir yandan da düşünüyorum. Söz konusu olan kredi kartı yıllık ücreti olduğuna göre, iadenin de karta yapılması mantıksız değil. “Tamam” dediğimde gelen cevap, önce 16 haneli kart numaramı, kartın son kullanma tarihini ve arkasındaki 3 haneli kodu vermem gerektiği şeklinde oluyor.

“İşte orada durun” diyorum. Bir kredi kartına internet üzerinden para yollayacaksanız, 16 haneli kart numarası yeterli çünkü. Son kullanma tarihi ve güvenlik koduna ihtiyaç yok EFT ya da havale yaparken.

***

- Hanımefendi, bu konularda çok fazla dolandırıcılık olayı yaşanıyor. Biliyoruz ki, farklı yöntemler de uygulanıyor. O yüzden bu bilgileri sizle paylaşmak istemiyorum.

- Haklısınız Murat Bey. Bu konuyla alakalı ben sizi aydınlatayım... Burada bütün konuşmalarımız zaten kayıt altındadır. Bunu kabul edip etmemek de size kalmış bir şeydir. İşlemlerimizi gerçekleştirirken, kredi kartınızın 16 haneli numarasını, son kullanım tarihini ve kartın arka yüzündeki 3 haneli numarayı vermeniz gerekiyor. Bunlardan sonra size sistem üzerinden bir iade onay kodu yönlendirilecek. Bu iade onay kodu, sizin güvenliğiniz açısından, sizin cep telefonunuza gelecek. Bu iade onay kodunuzla birlikte gidip herhangi bir bankadan ya da ATM’den bu tutarı çekebileceksiniz. Burada sizin cep telefonu numaranızı ya da TC Kimlik Numaranızı istemiyoruz kesinlikle. Dediğim gibi burada bir provizyon mesajı yönlendirilir sizin telefonunuza. Sponsor firmanın eşliğinde yönlendirilen bu provizyon mesajı ile birlikte orada bir iade onay kodunuz vardır. Yine söylüyorum bu sizin güvenliğiniz içindir. Yani cep telefonunuz ya da kredi kartınız bir başkasının eline geçmişse, bu göndermiş olduğumuz meblağın başkaları tarafından kullanılamaması adınadır.

- Siz beni cep telefonundan aradınız. Yeriniz nerede? Ben sizi sabit numaranızdan arasam?

- Tabii ki... İstanbul Maslak’tayız. Size cep telefonu üzerinden ulaştığımız için bir güven sorunu yaşayabilirsiniz. Dilerseniz sabit numaramızı da verebilirim ben. Oradan da arayabilirsiniz bizi. 0212 444 .... Yalnız yoğunluk yüzünden düşmeyebilir, bunun bilgisini de vereyim.

***

Konuşma böyle bitiyor. Başladığı üslup ve yaklaşım içinde...

Telefonu kapatıp, arayan kişinin verdiği 444’lü çağrı merkezi numarasını arıyorum ama ulaşmak mümkün olmuyor.

Sonra arşivimi tarıyorum.

Tüketici Hakem Heyeti’ne iki yıl kadar önce yaptığım başvurunun, kredi kartı aidatlarının iadesi için değil, konut kredisi dosya masrafı hakkında olduğunu görüp hatırlıyorum.

Fakat şöyle bir durum var.

Lehime bir iade kararı çıktığı doğru. Meblağ da öyle.

Yani belli ki bu bilgiler bir şekilde elde edilmiş ama konu başlığı tutmuyor.

Kredi kartının sadece numarasını değil, diğer detaylarını da istemelerinden huylanmakta sanırım haklıymışım.

Öyle görünüyor ki, dolandırıcılıkta uygulanan son ve yeni yöntemin kurbanı olmaktan son anda kurtuldum.

Yok eğer söz konusu olan bir dolandırıcılık girişimi değilse...

Gerçekten resmi bir kurumun işlemlerinin çağrı merkezi üzerinden, özel sektör eliyle yapılması ise...

Bu durumda, ilgili bir makamdan durumu aydınlatacak bir bilgi gelir diye düşünüyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.