Şampiy10
Magazin
Gündem

“Avrupa anlasın”, tamam da...

Senenin hemen başında; 7 Ocak’ta Charlie Hebdo Dergisi’ne saldırı...

10 ay sonra, 13 Kasım’da yine Paris’te bu defa 132 insanın ölümüyle sonuçlanan seri terör eylemleri...

Merkez üssü Fransa’nın başkenti olan terör zelzelesi, çok kısa sürede dalga dalga yayılıp, Avrupa’nın bütününde hissedilir oldu.

Başta Fransa ve Belçika olmak üzere birçok farklı noktada operasyonlar birbirini izliyor.

***

Avrupa’da terör alarmı verildi.

Aklıselim sahibi herkes, Avrupa devletlerinin terörle mücadelelerinde; terörist ile o ülkelerde yaşayan müslümanları birbirinden ayırt etmesini, bu hassasiyetin sergilenmesini bekliyor.

Çünkü...

Aksi halde, yani bütün müslümanların potansiyel terörist muamelesine tabi tutulması halinde...

Batı Avrupa’da mukim müslüman toplulukların, on yıllardır parçası oldukları ülkeler için bambaşka bir gündem maddesine dönüşmeleri riski var.

***

Ve Türkiye...

30 yıldır PKK terörüyle yaşayan...

Vakti zamanında El - Kaide bombalarına hedef olan...

DHKP-C intihar eylemcilerinin can aldığı...

Son dönemde Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da IŞİD vahşeti ile irkilen...

Ve bütün bu acıları yaşarken dış dünyaya “Teröre destek vermeyin, terörle mücadelemizde bize destek olun” demekten adeta dilinde tüy biten...

Bu çağrılarına, özellikle de Batı Avrupa ülkelerinden, hiç bir dönem beklediği boyutta olumlu cevap alamayan Türkiye.

***

Benzer durumlarda daha önce de aynı oldu. Şimdi bir kez daha görüyoruz ki, Türkiye’de, insanların hiç de azımsanmayacak bir bölümü, belki “Oh olsun” demiyor ama “Avrupalılar anlasın işte” türünden bir yaklaşım içinde.

Bu tavır, az önce bahsettiğim ruh hâlinin sonucu maalesef.

“Yıllardır bizim canımızı yakan teröristleri himaye ettiniz, şimdi o silah sizi vuruyor” şeklinde özetlenebilecek bir anlayış.

İlk bakışta ‘insani bir refleks’ gibi görülebilir bu yaklaşım.

Ancak, ölüm üzerinden, acı üzerinden - kime olursa olsun - “Bu da size ders olsun” demek ne kadar insancadır?

Türkiye’de de yıllar boyu masum insanlar öldü, dünyanın teröre hedef olan diğer ülkelerinde, şehirlerinde de.

***

“Terörün acısını en iyi biz biliriz” diyorsak eğer, kimseye “Siz de yaşayın da anlayın” diyemeyiz. Dememeliyiz.

Şimdi bazılarınız kızacak bu söylediklerime biliyorum.

Kızabilirsiniz.

“Bunca yıldır anlamadılar, başka türlü anlamayacaklardı” diyor olabilirsiniz şimdi bu satırları okurken.

Pekiyi o zaman soruyorum böyle düşünenlerinize:

Sizce bundan böyle bambaşka mı olacak her şey?

Bugünden itibaren değişecek mi, Avrupa’nın Türkiye’nin beklentilerine vereceği cevaplar?

Kızmadan, gerçekçi olalım diyorum.

Yazının devamı...

‘Ortamı yumuşatacak anlayışla yürüyeceğiz’

VATAN’a konuşan Numan Kurtulmuş şunları söyledi: “Gerginlik, ayrışma, kutuplaşma bitmeli... Gelin, reformları hep beraber hayata geçirelim... Herkes önce özeleştiri, sonra gereğini yapmalı... Terör artık bitmeli, herkes kendi kimliğiyle özgürce yaşamalı...”

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ile Çankaya Köşkü’ndeki makamında ‘bundan sonrası’nı konuştuk. 7 Haziran ve 1 Kasım sonuçlarının analizini yapan Kurtulmuş hem Ak Parti’nin üzerine düşünleri anlattı hem de muhalefet partilerinden beklentilerini.

Milli takım TBMM

“7 Haziran’da seçmen AK Parti’ye bir sarı kart gösterdi. Ak Parti de bu uyarıyı doğru okuyup, gereğini yaptı. Evet, yüzde 49.5 büyük bir orandır ama ben konuya şöyle bakıyorum:

Bu Süper Lig’di, Ak Parti Süper Lig’de şampiyon oldu ama sonuçta bir de Milli Takım var. Milli Takım da Türkiye Büyük Millet Meclisi.

Şimdi bizim bir Milli Takım ruhuyla, Parlamento’ya girmiş olan bütün diğer partilerle beraber, Türkiye’nin temel meselelerini halledebilecek bir programla işe başlamamız lâzım.”

‘Sürdürülebilir değil’

“Ak Parti’nin bundan sonra hiçbir mazereti olamaz. ‘Ama’sız, ‘fakat’sız, bir saniye bile beklemeden milletin bize yüklediği sorumluluğun gereğini, hiçbir kibir ve gurura kapılmadan yerine getirmemiz gerekiyor. Refahın topluma yayılması, orta direğin ve alt gelir gruplarının alım gücünü artıracak mikro politikaları da hayata geçirmemiz lâzım. Bunun farkındayız. Bize oy vermemiş, hatta Ak Parti’ye kurumsal, kategorik olarak karşı olmuş yurttaşlarımızın da iktidarıyız. Türkiye’de bu anlamda ortamı yumuşatacak, ülkenin bütün toplumsal kesimlerini kucaklayacak ve herkesi bir arada tutabilecek bir anlayışla yolumuza devam edeceğiz.”

“Evet, seçim öncesinde belki bir takım gerginlikler, kutuplaşmalar yaşandı ama bu sürdürülebilir bir durum değil, doğru da değil. Siyasetin bütünleştirici, kapsayıcı, herkesi ortak değerler etrafında toparlayıcı; ötekileştirmeyen, kamplaştırmayan, kutuplaştırmayan bir dille yoluna devam etmesi gerekiyor. Burada bütün partilere büyük görev düşüyor. Biz, karşılığını bulamasak da, ısrarla bu dili kullanmak durumundayız.”

Bu defa ne fark var?

“7 Haziran’da oyunu artıran özellikle iki partinin (MHP ve HDP’yi kastederek) oylarının 1 Kasım’da ciddi oranda düşmesinin temel nedeni güvenlik ve istikrar konusunda onlara yönelik duyulan endişelerdir. Her partinin 7 Haziran ve 1 Kasım sonuçlarından gerekli dersleri çıkardığını ve bundan sonra ona göre davranacağını umuyoruz ve diğer partilerden de katkı bekliyoruz. İlk 100 gün çok önemli. Sonrasında ilk 6 ay içerisinde ana eksen ortaya çıkmış olacak. Bir yıl içinde herkes hükümetin reformlar konusundaki samimiyet ve kararlılığını net bir şekilde görmüş olacak.”

Sarı kart, turuncu kart

“İşin Türkçesi, 7 Haziran’da vatandaş bize, ‘Böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var’ dedi. 1 Kasım’da da diğer partilere ‘Uzlaşmaz tutumlarınızı bırakın, demokrasi dışı arayışları bırakın’ dedi. 7 Haziran Ak Parti’ye sarı kartsa, 1 Kasım da CHP, MHP ve HDP’ye çok koyu bir sarı karttır. Belki kırmızı kart değil ama çok koyu bir sarı karttır. Bir turuncu kart gibi... Dolayısıyla, onların da buradan ders almalarının, üçünün de özeleştiri yapmalarının zorunlu olduğu kanaatindeyim. Nasıl iktidar gücünü elinde bulunduranın dayatması kabul edilemezse, aynı şekilde muhalefetin de her şeyi reddetmesi kabul edilemez. Bu gerçeği bütün partilerin bundan sonra görmesi ve bu anlayışı göstermesi lazım ki sonuç alabilelim ve Türkiye yol alabilsin. Bu olursa, Türkiye sorunlarını sistematik olarak çözmüş olacak. CHP, MHP ve HDP bu sürece destek olursa, biz katkılarına hazır olduğumuzu ifade ediyoruz.”

HDP de PKK da özeleştiri yapmalı

“Bugün gelinen noktada, hem HDP ‘nin hem PKK’nın bütün unsurlarıyla, 1 Kasım seçimlerinden sonra derin bir özeleştiri içine girmek mecburiyetinde olduğunu görüyorum. Siz haklarını koruma iddiasında olduğunuz bir halka hayatı zindan ediyorsunuz. Şimdi her iki tarafın da bir özeleştiri eğiliminde olacağını görüyoruz. Bunların işaretleri var. ”

‘Başkanlık sistemini dayatacak değiliz’

“Bütün konuları kamplaşmadan, kutuplaşmadan azade bir şekilde tartışmamız gerekiyor. Açık olan bir gerçek var; 12 Eylül sistemi çöktü. Ama Anayasası ve yasalarıyla yaşıyorYeni bir Anayasa ihtiyacı aşikar. Ve biz başkanlık sisteminin tartışılmasını da, Türkiye’nin bu reform paketinin içindeki başlıklardan, konulardan biri olarak ele alıyoruz. Yoksa meselenin aslı sadece bir konuyu, sadece başkanlık sistemini tartışmak değil. Bir bütünün parçası... Ayrıca bu konu kişilerle ilgili, Sayın Cumhurbaşkanımızın şahsıyla ve Ak Parti ile ilgili bir tartışma da değil. Türkiye’nin böyle bir ihtiyacı olduğu tartışılıyor ama sonuçta bunu dayatacak, diretecek değiliz. Vakti zamanı geldiğinde, uygun ortam oluştuğunda, öncesinde yasa gerektirmeyen işler ile yasal düzenlemeyle çözülecek konular halledildikten sonra, en sonunda bu Anayasa tartışması yapılır. Toplumun bütün kesimleri, bütün siyasi partiler katılır. Bir oldu bitti ile değil, tam manasıyla bir siyasi konsensüs ile ortaya çıkacak bir Anayasal reforma ihtiyacımız olduğu açık. Biz nasıl bunu sadece bir kişinin ya da Ak Parti’nin ihtiyacı olarak değil, nasıl Türkiye’nin reform alanlarından biri olarak görüyorsak, bütün partiler de samimi olarak böyle görerek görüşlerini ortaya koyarlar, sonuçta da kararı millet verir.”

‘Tam demokrasi devrimi lazım’

“Türkiye’nin ihtiyaçlarını ve neler yapılması gerektiğini biliyoruz. 2002’den bu yana yapılanlar ortada. Şimdi kalan bir takım reformlara ihtiyaç var. Bu, üretim devrimi diyebileceğimiz bir yeni süreç. Siyaset ve hukuk alanında da, tam demokrasi devrimine ihtiyaç var. Anayasa, Siyasi Partiler Yasası, Meclis İçtüzüğü, Seçim Yasası başta olmak üzere, 12 Eylül’den kalma, antidemokratik ne varsa ortadan kaldırmaktan söz ediyorum. Toplumun farklı kesimlerinin, kendilerini farklı kimliklerle ifade eden insanlarımızın kendilerini eşit ve özgür yurttaş olarak bulabilecekleri, bu ülkenin sahibi olarak görebilecekleri adımları atmamıza ihtiyaç var. Bunları yaparken, hiçbir zaman bir dayatma, bir diretme içinde olmayacağız.”

‘Terör bitmeli’

“Milli birlik ve kardeşlik sürecinin başarıyla tamamlanması, Türkiye’nin bu terör sarmalından artık kurtulması lâzım. Maalesef, 20 Temmuz’dan itibaren yüzlerce yurttaşımız öldü, onlarca şehit verdik. Bu sürdürülebilir bir durum değil. Terörün tamamıyla sona erdirilmesi, bütün terör gruplarıyla eş zamanlı ve etkin bir mücadelenin sürdürülmesi şart. Nihai hedef, bu ülkedeki herkesin, kendi kimlikleriyle, özgür bir şekilde yaşayabilecekleri ortamın sağlanabilmesi. Güvenlik güçlerimizin, terörist ile sivil vatandaşı ayırt etme konusunda sergilediği hassasiyet ve performans takdire şayan. Terör örgütü faaliyetlerini şehirlere taşırken “Bu halkı bir gün serhildana, başkaldırıya iteriz” düşüncesindeydi. Ama vatandaşımız, Kürt kardeşlerimiz bu oyuna gelmedi, terör örgütü ile arasına mesafe koydu.”

Yazının devamı...

Siyasetçi şansı

Hayatın hemen her noktasında elbette mühimdir ama bazı mesleklerde ‘şans’ faktörünün ayrı bir önemi vardır.

Gazetecilik öyledir mesela... ‘Haber şansı’ kavramı vardır bizde.

Ya da hakemlik... “Hakem şansı yanında olsun” diye bir dilek vardır futbolda.

Birazdan aktaracağım örnek gösteriyor ki, ‘siyasetçi’nin de şanslısı ya da şanssızı var.

***

Muhtemelen yurdun başka noktalarında da benzer örnekler vardır ama Kahramanmaraş’taki tablo ‘şans’ faktörünün politikadaki yerini çok net şekilde koyuyor ortaya.

Kahramanmaraş 8 milletvekili gönderiyor Ankara’ya.

1 Kasım’da sandıktan, 7 Ak Parti, bir de MHP milletvekili çıktı. 7 Haziran’da durum 6 - 2’ydi. Yine Ak Parti ve MHP...

2011 - 15 döneminde bir milletvekili olan CHP; 7 Haziran’da da vekil çıkartamadı Maraş’tan, 1 Kasım’da da.

***

1 Kasım seçiminde, Kahramanmaraş’ta, CHP’nin birinci sıra adayı, eski meslektaşımız Ali Öztunç’tu. RTÜK üyeliğinden istifa edip siyasete soyunan Öztunç, kampanya sürecinde belki de Türkiye’nin en çok çalışan adaylarının başında geliyordu.

Sordum, şehrin 11 ilçesini tam 5 defa gezmiş Ali Öztunç.

Kısa kampanya döneminde tam 510 köy ziyareti yapmış. (Bu arada ildeki köy sayısı 476. Yani bazı köylere bile iki kez gitmiş.)

100’den fazla ev ya da site toplantısı, binlerce insanla yüz yüze görüşme...

Şehir merkezinde esnaf ziyaretine ayırdığı bir gün, toplam 17 kilometre yürümüş.

Yerel medyaya yaptığı açıklamaları, verdiği röportajları saymıyorum bile.

***

Ve sonuç...

Şehirde ‘Atom Karınca’ lakabıyla anılan Öztunç’un ilk sıra adayı olduğu CHP’ye; 1 Kasım’da, 57 bin 279 oy çıktı Kahramanmaraş’ta.

CHP yine üçüncü parti oldu ama oylarını ciddi oranda yükseltti. 7 Haziran seçimlerinde alınan 49 bin 112 oyun üzerine 8 bin 167 oy daha ekledi.

Diğer bir deyişle, oyunu yüzde 14.25 oranında artırdı.

Fakat kendi oylarındaki bu artışa rağmen; MHP’deki dramatik düşüş, buna karşılık Ak Parti’deki çarpıcı yükseliş sebebiyle bir milletvekili çıkartabilmek için ihtiyaç duyulan oy sayısı bir anda arttı. CHP de Maraş’tan vekil gönderemedi Ankara’ya.

(Başka seçim bölgelerinde, diğer partiler için de benzer durumlar yaşandığını biliyoruz. Kiminde kayıp, kiminde kazanca dönüştü sandıktan çıkan sonuçlar.)

***

CHP 1 Kasım’da, Türkiye genelinde, 7 Haziran’a oranla 591 bin 846 oy daha fazla aldı. Yani seçmen sayısı itibariyle yüzde 5 civarında daha fazla.

Ali Öztunç’un kendi seçim bölgesinde yakaladığı artış oranı ise partinin tam 3 katı. Ama Öztunç Parlamento’ya giremedi.

Dün konuştuğumuzda, “Ne yapalım, kısmet değilmiş. Her işte bir hayır vardır” dedi Öztunç. Ve ekledi: “Görüyorsunuz işte... Oyunuzu artırıyorsunuz ama seçilemeyebiliyorsunuz. Ne kadar çalışırsanız çalışın, biraz da siyasetçi şansı lâzım demek ki.”

CHP’li Ali Öztunç K. Maraş’ı 5 kez gezdi ama seçilemedi.

Yazının devamı...

Dönüm noktası 9 Eylül gecesiydi

Kritik, hatta hayati anlar vardır hayatta.

Sonucuna göre; ya ‘dönüm’ noktası olarak adlandırılır ya ‘kırılma’ noktası diye.

O kritik an atlatılır ve sonrası iyiye giderse ‘dönüm’ noktası, aksi hâlde ‘kırılma’ noktası...

***

Tarih 9 Eylül 2015.

Adalet ve Kalkınma Partisi 5’inci Olağan Büyük Kongresi’nden sadece 3 gün önce...

Yer, Ankara Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı Konutu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan - Başbakan Ahmet Davutoğlu görüşmesinden söz ediyorum.

***

O gece, Erdoğan - Davutoğlu arasında yaşananlar, ertesi gün öğleden sonradan itibaren sızmaya başlamıştı kulislere.

Elbette böylesi durumlarda hep olduğu gibi, resmen doğrulanmadı ama hatırlayacaksınız kongre arifesinde konuşulanları, yazılanları.

- Davutoğlu’nun, partinin en üst karar organında yer almasını istediği isimlerden oluşan listeyi Erdoğan’a götürdüğü...

- Buna karşılık Erdoğan’ın, kendi MKYK listesini Davutoğlu’na verdiği...

- İkili arasında, listeler üzerinden ciddi bir gerginlik yaşandığı...

- Davutoğlu’nun yaptığı listede ısrarcı olması hâlinde, Binali Yıldırım’ın kongrede genel başkan adayı olarak karşısına çıkmaya hazırlandığı, delegelerden imza toplama aşamasına geldiği vs...

***

Ak Parti, 12 Eylül Cumartesi günü kongresini yaptı ve yine kulislerde konuşulanlara göre, MKYK, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çizdiği çerçeve içinde şekillendi.

Çok iyi hatırlıyorum; kongreden bir gün önce konuştuğum bir Ak Parti yetkilisi şöyle demişti:

“Tayyip Bey’in net tavrı karşısında, Başbakan’ın önünde sadece iki seçenek vardı. Kabul etmek ya da etmemek. Üçüncü bir ihtimal yoktu. Kabul etmemek, ipleri koparmak olurdu. Bırakıp gitmesi gerekirdi. Bu da, seçime giderken partinin bir iç karışıklık yaşaması anlamına gelirdi. Bu nedenle, Davutoğlu doğru olanı, yapması gerekeni yaptı.”

***

Bütün bunları neden anlattım biliyor musunuz?

Başbakan Ahmet Davutoğlu, 9 Eylül gecesi eğer farklı bir tavır sergileseydi... Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı çıksaydı...

İkili arasında ipler kopsaydı...

Böyle bir durumda, Ak Parti içinde ne, nasıl gelişir, neler yaşanırdı bilmiyoruz.

1 Kasım’da sandıktan çıkan sonuç yine aynı mı olurdu, onu da bilmiyoruz.

İşte o yüzden diyorum; hayatta kritik anlar vardır diye.

Şahsen Başbakan Davutoğlu, kurumsal olarak da Ak Parti açısından ‘dönüm noktası’ 9 Eylül gecesiydi.

‘Kırılma noktası’ da olabilecek o kritik an, ‘dönüm noktası’ olarak tezahür etti.Şimdi geriye dönüp bakınca; 11 Eylül günü konuştuğum o siyasetçinin dediği gibi; Davutoğlu’nun kendisi ve partisi açısından doğru olanı, gerekli olanı yaptığı açık şekilde görülüyor.

Yazının devamı...

Reis faktörü

Şu fotoğrafa iyi bakın...

Dünkü VATAN’da yer aldı bu kare.

1 Kasım 2015’te sandıktan çıkan tablonun sessiz, yazısız bir özetidir aslında bu fotoğraf. Yüzde 49,4’ü ortaya çıkaran en önemli faktörlerden birinin fotoğrafıdır.

***

Fotoğraf İstanbul’da çekilmiş.

AP (Associated Press) Haber Ajansı’nın abonelerine servis ettiği bu kareyi kim çekti diye merak ettim.

Öğrendim ki, deklanşöre basan bir yabancı. Hussein Malla.

AP Pakistan Şef Fotoğrafçısı Malla, seçimler için ajansın Türkiye ekibine desteğe gelmiş.

Bu neden önemli biliyor musunuz?

Fotoğrafı çeken, Türkiye’de yaşayan ve çalışan bir haberci olsa, vatandaşın öptüğü o gazetenin adını özellikle önemserdi büyük olasılıkla.

Ve Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a en muhalif yayın organı olan o gazetenin logosunu da kadraja dahil ederdi muhtemelen.

O zaman bu denli doğal olur muydu o fotoğraf sizce?

Bir başka nokta daha var...

Yerli bir foto muhabiri çekseydi bu kareyi, birileri çıkıp ‘mizansen’ yapılmış olabileceğini, yani o kişiyi yönlendirip, planlı, kurgulanmış bir fotoğraf çekmiş olabileceğini dahi iddia edebilirdi. Fondaki, üzerinde Kalpaklı Atatürk’ün yer aldığı Türk Bayrağı’nı da düşününce...

Sonuç olarak, Pakistanlı bir foto muhabiri, Türkiye’nin tarihi seçimlerinden birinin sembol fotoğrafına imza attı. En doğal, en gerçek anı yakalayarak.

Habercilik işte böyle evrensel bir iş.

Reis-vatandaş ilişkisi

Fotoğraftaki kişi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafını öpüyor.

Beğenirsiniz, beğenmezsiniz; seversiniz sevmezsiniz ayrı... Ama Tayyip Erdoğan’ın bu ülke insanı ile ilişkisinin, sosyo - politik bilimsel analizler ile izah edilemeyecek, farklı bir boyutta yaşandığını kabul etmek gerek.

Son örnek 1 Kasım seçimi...

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun başarılı performansı ile birlikte, şüphesiz, Erdoğan’ın ağırlığını hissettirmesi de etkili oldu alınan sonuçta.

Yakın çevresi ve sadık seçmen kitlesinin Erdoğan’ı “Reis” diye andığını bilirsiniz.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan gelir bu alışkanlık. Belediye ‘reis’liğinden...

Yıllar önceydi... Ak Parti iktidarının ilk dönemi...

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın (yanılmıyorsam 2004 yerel seçim kampanyasında) bir mitinginde, meydandakilerden biri kendisine seslenip bir konudaki şikayetini dile getirmişti yüksek sesle.

Erdoğan da, terslemişti o vatandaşı. Neredeyse azarlar bir tonda üstelik.

Bu olay üzerine, o dönem Tayyip Erdoğan’ın danışmanlığını yapan Ömer Çelik ile konuşmuştuk.

Çelik, “Biz (danışmanlar) her konuda fikrimizi söyleriz ama sınırımız, Reis’in vatandaş ile doğrudan temas noktasıdır. Orada hepimiz aradan çekiliriz” demişti.

Devamında da, bu cümlesinin altını şu sözlerle doldurmuştu:

“Tayyip Bey’in vatandaş ile yüz yüze ilişkisinde, onlardan başkasına yer yoktur. Reis’in vatandaşla, vatandaşın da Reis ile ilişkisi ayrıdır. Onlar her şeyi kendi aralarında konuşur, hallederler.”

Bu sözlerin üzerinden 10 yıldan fazla zaman geçti.

Çelik’in bahsettiği gerçeğin değişmediğinin son kanıtı, işte yukarıdaki o fotoğraftır.

Yazının devamı...

Balkondan iner inmez...

“Gelecek kazandı, Türkiye kazandı.”

Sare - Ahmet Davutoğlu çiftinin, seçim sonuçları için attığı manşet bu.

***

Uzun seçim gecesinin sonu...

Tarih, Kasım’ın 1’inden 2’sine dönmüş... Yeni günün ilk saatleri...

Saat 01.36.

Yer, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi’nin 2’inci katı. Yani ‘balkon’ katı.

Seçimden zafer ile çıkan Başbakan Ahmet Davutoğlu, balkon konuşmasını tamamlayıp içeri giriyor. Eşi Sare Davutoğlu ve Basın Müşaviri Osman Sert ile birlikte, kendisini bekleyen biz 4 gazetecinin yanına geliyor.

Hiç uyumadan 3 gün çalışabilirim

Seçimden 2 gün önce, 30 Ekim Cuma akşamı, Konya’daki evinde bir aradaydık Davutoğlu çifti ile.

1 Kasım öncesi son mesajlarını orada almıştık Başbakan’ın. Ve şimdi, seçimin ardından ilk mesajları için karşısındaydık.

İlk izlenimim; gözlerinin içi gülüyordu Ahmet Davutoğlu’nun.

“Eğer size Konya’da görüştüğümüzde bu oranı söylesem ne derdiniz” diye başladı söze.

Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, “Ben şaşırırdım, yüzde 49’a” dedi.

Başbakan, Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Kartoğlu’na döndü ve “Hatırlıyor musunuz Mustafa Bey, sessiz çoğunluktan bahsetmiştim... O değiştirecek ibrenin yönünü dedim. O sessiz çoğunluk işte bu sonucu ortaya koyan” diye sürdürdü sözlerini.

Serpil Çevikcan sordu:

- Neler hissediyorsunuz? Yorgun musunuz?

Davutoğlu gülerek yanıtladı:

- Yok. Şu anda hiç uyumadan 3 gün çalışabilirim.

Anahtar ‘samimiyet’ oldu

Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin, “Bu sonuçlarda sizce hangi faktörler etkili oldu” sorusuna Davutoğlu’nun yanıtı şöyle oldu:

- Birçok faktör ama bence asıl, samimiyet. Millet samimi olarak kimin bu ülke için gayret sarf etmeye hazır olduğunu, kimin fedakarlık yapmaya hazır olduğunu, kimin bu anlamda birikimini ortaya koymaya hazır olduğunu gördü. Bence milletin fark ettiği, samimiyet oldu. Şu 4 ay, bir tarih içinde bir test tüpüydü, bir laboratuvardı. Bazen laboratuvara girersin, bir mekandır; bazen de bir süreç, tarih içinde bir laboratuvardır. 4 ay, o kadar çok şey ortaya koydu ki... Millet o derin irfanı ile istikrarın önemini fark etti. İkincisi, AK Partisiz bir siyasi gelecek tasavvurunun imkansız olduğunu fark etti. Üç; bizim samimi olduğumuzu gördü. 7 Haziran’dan itibaren bir karamsarlık, ümitsizlik havası vermeye çalışanlar oldu. Ben o dönem de, bu balkondan, “Başınızı kaldırın” demiştim. İşte başlarını kaldırdılar.

Davutoğlu çiftinin manşeti

Yeniden tek başına iktidara gelen Ak Parti’nin lideri Davutoğlu, muhalefete bir çağrı da yaptı, “Geçmişi geride bırakalım” dedi özetle. Yeni dönemde yeni bir dil ve yeni bir uzlaşı atmosferi istedi.

Böyle önemli, tarihi anlarda, biz gazetecilerin başvurduğu bir yoldur... Bu durumu hatırlatıp sordum Başbakan’a:

- Bizim yerimizde siz olsaydınız... Yarına atacağınız manşet ne olurdu?

Gülmeye başladı Davutoğlu...

O düşünürken, yanından geldi cevap. Sare Davutoğlu, “Türkiye kazandı” dedi.

Başbakan, eşinin manşet önerisini beğendi ve bir de ek yaptı:

- Herhalde güzel bir başlık olurdu, evet. “Gelecek kazandı” derdik. “Türkiye kazandı, gelecek kazandı.”

***

Başbakan’ın eşi bir tıp doktoru, malum. Bir hekim olarak sağlığı önemseyen bakışı, vedalaşırken bizlere söylediklerinde de öne çıktı:

- Sizler de çok yoruldunuz bu dönemde. Bizim gibi sizler de çok çalışıp, çok uykusuz kaldınız. Şimdi siz de dinlenin biraz...

Sare Davutoğlu’nun bu tespit ve tavsiyesine “Umarım” dedim. Seçimin hemen ardından oluşacak, hatta şimdiden oluşan, yeni ama yine yoğun gündem sebebiyle pek umutlu olmasam da...

Yazının devamı...

Seçim gecesinden sıcak notlar

Sandık açıldı, tablo netleşti.

Beğenen olacak; beğenmeyen, eleştiren olacak. Demokrasi bu, normaldir.

Ama daha ilk akşamdan görüldü ki; “1 Kasım 2015 genel seçimi şaibelidir” diyemeyecek kimse.

Bu önemli işte. Temiz bir seçim olması önemli. Gerginlik, kavga dövüş olmaması önemli.

Hepimizin ortak başarısı bu.

***

Saat gece yarısına yaklaşırken, bu satırları Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi’nde yazıyorum.

Başbakan Ahmet Davutoğlu Esenboğa Havalimanı’ndan buraya doğru yolda olduğu dakikalarda, Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da seçim sonuçlarına dair ilk değerlendirmesini yapıyor.

İlk sözü, “Milli iradeye saygı” oluyor.

İşte bu da çok önemli.

***

Ak Parti Genel Merkezi’nde, partinin önemli isimleriyle görüştüm dün gece.

Söylediklerini şu şekilde özetleyebilirim:

“Halk bize 7 Haziran’da mesajını verdi, biz de bu mesajı aldığımızı söyledik. Aynı halk şimdi de bize, mesajını doğru aldığımızı, gereğini de yaptığımızı gördüğünü söylemiş oldu.”

Bu arada, yeni dönemin muhtemel bakanlarından birinin şu sözünü de not ettim dün gece: “Türkiye alacakaranlık kuşağından çıktı. Tabii biz de…”

Bu da önemli.

***

Yeniden tek başına iktidara gelen partinin bir başka muhtemel bakanına da şu soruyu sordum:

“7 Haziran sonrası yaşanan süreçte, çözüm süreci buzdolabına kaldırıldı. Buzdolabının özelliği içindekileri taze tutmasıdır. Çözüm süreci tazeliğini koruyor mu?”

“Çözüm süreci ile terörle mücadeleyi ayırarak, meseleyi tekrar ele almamız gerekiyor. Alacağız da… Birilerinin baskısıyla, maksatlı yönlendirmeleriyle değil, olması gerektiği gibi. En baştaki, bu sürecin çıkışındaki iyi niyet ve samimiyetle…”

Gelen bu cevap da gayet önemli.

***

Matematik bir özet…

MHP, HDP ve Saadet Partisi’nin toplam oy kaybı ile Ak Parti’nin oy artışı, neredeyse eşit.

Saadet’teki oy kaybını, “Parti yönetimi değil ama taban Ak Parti ile ittifak yaptı” şeklinde özetleyebiliriz.

***

İktidar partisi Diyarbakır’daki oylarını, 7 Haziran’a kıyasla, yüzde 4’e yakın artırdı.

Bölgeyi bilenler, HDP’li ilçe belediyesinin Hazreti Muhammed karikatürünün bu sonuçta önemli bir etkisi olduğu kanaatinde. Kentteki tarikatların ve Hüda Par kitlesinin o karikatüre tepki olarak sandığa gittiğini ve Ak Parti’ye yöneldiğini söylüyorlar.

***

Ak Parti’den son bir izlenim ile bitireyim.

1 Kasım sandığından çıkan sonuç hem Ahmet Davutoğlu’nun rüştünü ispat etmesi anlamına geliyor hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ağırlığını bir kez daha tescil etmesi.

Yazının devamı...

‘Bu seçim kader referandumu’

Başbakan Ahmet Davutoğlu, 1 Kasım önceki Konya’daki evinde gazetelerin Ankara temsilcileriyle bir araya gelerek son mesajlarını verdi.

- “Seçimin sorusu değişti. 7 Haziran öncesinde Ak Partiyi engelleme motivasyonu vardı. O zaman içeride ve dışarıda bu hesabı yapanlar için AK Parti’yi engellemenin elverişli yolu 4. partiyi Meclis’e sokmaktı. 4 aylık bir fetret dönemi, ardından AK Parti tek başına iktidar olacak mı olmayacak mı? AK Parti kitlesinde ve AK Parti’ye müzahir kiltede müthiş bir motivasyon var, diğerlerinde ise motivasyon düşüklüüğü. CHP’nin birinci parti olması muhal, MHP’nin aynı şekilde motivasyon sağlayacak durumu yok. HDP’ninki de barajı geçmiş parti olma statükosunu korumak. Hepsi statükolarını korumaya çalışıyor, tek iddialı parti AK Parti.”

Koalisyon propagandası

- “Seçimlerden koalisyon çıkmazsa Türkiye yönetilemez olur propagandası... Bu da son kara propaganda. 7 Haziran’dan önce HDP barajı gçemezsek kaos olur diyorlardı şimdi de AK Parti tek başına gelirse... “

- Seçimden sonra özgürlük alanı iyice genişleyecek, arka arkaya hazırladığımız reformlarla büyük atılımlar yapacağız. 13 yıllık başarı hikayesi devam edecek.”

Güneydoğu’da oy artar mı?

- Diyarbakır’daydım, Van’ı ve diğer illeri yiakından takip ediyordum. 7 Haziran öncesinde HDP barajı geçmese kaos olur kanaati oluşturuldu, sandıklar üzerinde baskı oluşturmak suretiyle bazı sandıklarda yüzde 100 oranında HDP oyu çıktı tehditle. İstanbul’da geçersiz oy çıkıyor ama okuma yazma oranının yüksek olduğu yerlerde hiç geçersiz oy çıkmıyor. Bu sefer bunları yapamayacaklar. Halkta yeniden değerlendirme havası görüyorum. Eminim bu sandıklara sessiz çoğunluk sandıktan tek başına iktidarı çıkartacak.”

- “Çözüm sürecinin istediğimiz doğallıkta seyretmesinin olmazsa olmaz şartı, silahsızlanmanın sağlanmasıdır. Çözüm sürecinde devlet bir ödev yapacak da, PKK istese silahı bırakacakmış gibi. PKK’nın silah bırakması çözüm sürecinin olmazsa olmaz, asli unsurudur. Çözüm sürecinin devamını istiyormusunuz, niye silah bırakmı yorsunuz diye HDP’ye sorulmuyor da, bize bazı sorular yöneltiliyor.”

Seçmene mesajlar..

- Bütün seçmenlere mesajım çok yüksek katılım sağlamaları. 1950’den bu yana en kritik seçim bu seçim. Bu seçimde yüksek katılım çok önemli. Seçimde referandum mahiyeti görüyorum. Oylanacak olan şey şu parti bu parti değil. Hangi partiye oy vereceğinize göre... Bu bir kader seçimi, kader referandumudur. AK Partiye oy verenler Türkiye’de demokratik istikrarın devamına oy verecektler. Diğer partilere oy verenler biraz da belirsiz ortamına gidecek durumları ortaya çıkartacak tercihlerde bulunacaklar.

Oy veren gidecek!

BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, 1 Kasım’daki Güneydou’yla ilgili seçim güvenliği konusunda da mesajları verdi. “Özellikle Doğu’daki vatandaşlar kesinlikle baskı altında kalmadan oy versinler. Devlet her türlü tedbiri almıştır” diyen Davutoğlu, şunları söyledi: “Kimse kimsenin vicdanı üzerinde ipotek koyamayacak. Oyunu kullandıktan sonra kimse binalarda kalmayacak. Binalarda oy kullanılan mahallerde, oyunu kullanan çıkacak. O adam oraya giren mahalleliye şöyle bir ters baksa yetiyor... Binalarda bahçede ve çevrede kimse olmayacak. Güneydoğu’da ve diğer yerlerde, her yerlerde böyle olacak. Okul bahçesinde bile bekleyemeyecek. Oy sayılırken gelebilirler. Gizli oy, açık tasnif. Koridorlarda orada burada bekleyenlerle gizli oy ortadan kalkıyor. Oy kullanılırken o sandıkta görevi olmayan, o sandıkta oy kullanmayan kimse o sandıkta tutulmayacak. Özellikle ilk kez oy kullanacak gençler de mutlaka oy kullansınlar.”

‘Beni evlendir diyorlar’

“Süreçte o kadar talepler karşılandı ki artık evlilik talepleri kaldı geriye. Dün Diyarbakır’da görme engelli bir vatandaşımız kalabalığı yararak geldi. “Ben evlenmek istiyorum, beni evlendir” dedi. “Kızı vermiyorlar” dedi. Halktan şu ana kadar bizim şu ihtiyacımıza cevap vermediniz, niye bizi tatmin etmediniz diye birşey duymadık.”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.