Şampiy10
Magazin
Gündem

Anahtar CHP

“Türkiye’yi, mevcut gerginlik ve ayrışma ortamından kurtaracak olan, Kemal Bey’in (Kılıçdaroğlu) tutumu ve üslubudur. CHP’nin içinde olmadığı bir hükümet modeli ile çözülmez bu sorun.”

CHP Eskişehir Milletvekili Adayı Utku Çakırözer’in tespiti bu.

Genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun siyasi nezaketine ve üslubuna dikkat çeken Çakırözer, “Bahçeli’ye el uzatması da, iki parti tabanlarının tutumuna rağmen Davutoğlu ile yürüttüğü süreçteki yapıcı tavrı da hep kutuplaşmanın bitirilmesine katkı veren adımlardı” diyor ve ekliyor:

- Kemal Bey, ‘devlet adamı kimliği öne çıkan bir siyasetçi’ modeli. Türkiye’nin birlik, beraberlik ve kardeşliğe açılan kapısının anahtarı da bu tarzın hakim olduğu CHP’dir.

Cumhurbaşkanı ve Bahçeli’nin tavrı

Eski meslektaşımız, yeni siyasetçi Utku Çakırözer ile seçim bölgesi Eskişehir’de buluştuk dün.

7 Haziran seçimlerinde, Eskişehir’den üç milletvekili çıkaran CHP, 1 Kasım yarışına da aynı liste ile giriyor.

Çakırözer, “7 Haziran sonrasında yaşanan süreç konusunda biz rahatız. Yurttaşlarımız hükümet kurulsun diye her türlü çabayı gösterdiğimizi gördü” diyor.

Utku Çakırözer’in değerlendirmelerini şu başlıklarda özetleyebilirim:

- Erken seçim konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrı malum. Bunun yanında, MHP’nin değil ama Bahçeli’nin uzlaşmaz tavrı da öyle. Bunu MHP’liler de gördü. Özetle, kimilerinin iddia ettiğinin aksine, şu anda ülkede bir CHP rüzgarı esiyor.

- Seçmene adeta, “Tek başına iktidar yoksa felaket” diyorlar. Ama o seçmen, felaket senaryolarına değil, ‘neden hükümet kurulamadı’ ona bakıyor. Ve tabii, unutmamak gerekir ki, 7 Haziran’dan bu yana da aslında fiilen AKP iktidarı devam ediyor.

Herkes kendi oyunu alsın

- HDP, oyları düşerek de olsa yine Meclis’te olacak gibi görünüyor. 1 Kasım’da artık emanet oy olmasın. Herkes kendi oyunu alsın.

- Hepimizin, herkesin, tabii HDP’nin de teröre karşı olması, açık açık terörün karşısında durması lâzım.

- Çözüm süreci, siyaseti zayıflatıp dağı güçlendirdi maalesef. Son dönemde artan teröre karşı, yakın geçmişte, mesela Kobani örneğinde olduğu gibi farklı enstrumanları devreye sokmayı kimse düşünmedi. Bu süreci sakinleştirebilirlerdi ama olmadı.

AKP tek başına muhalefet olsun

- 7 Haziran’dan sonra Devlet Bey’in (Bahçeli) tutumu sebebiyle oluşamayan ‘muhalefet bloğu’ 1 Kasım sonrası oluşursa, biz öyle bir hükümet yapısını arzu ederiz. CHP, MHP ve HDP’nin bir şekilde iktidarda, AKP’nin ise tek başına muhalefette olduğu bir yapı ülkenin nefes almasını sağlar. 13 yıllık dönemde yapılan yanlışların telafisi de bu şekilde mümkün olur.

Dış politika eleştirileri

Gazetecilik kariyerinde, dış politika ve güvenlik alanlarında uzman olan CHP’li Çakırözer, Temmuz 2012’de, Şam’da Beşar Esed ile bir röportaj yapmıştı.

Suriye konusundan bahsederken o röportaja atıfta bulunan Çakırözer dış politika gündemine dair şu değerlendirmelerde bulundu:

- O gün, o röportajda, Esad’ın “Arkamda Rusya var” rahatlığıyla hareket ettiğini yazmıştım. Tabii İran’ı da görmek lâzımdı. Bunlar görülmedi. Türkiye’nin Ortadoğu politikasında reel politiğe, yani gerçekçi diplomasiye dönmesi lâzım. Bu konuda sanırım, bir kişi dışında herkes hemfikir Ankara’da.

- Açık kapı politikasının da yeniden gözden geçirilmesi lâzım. Gelinen noktada, Suriyeliler sorunu artık Türkiye’nin olmaktan çıktı, tüm dünyanın sorununa dönüştü. Geçmişte Somali’de, Ruanda’da yaşananlar gibi insanlığın ortak sorunu olarak görülüp, ona göre hareket edilmesi lâzım.

- Türk dış politikasının iki önemli ayağı var. Biri ABD ile diğeri ise AB ile ilişkiler. Gördüğüm kadarıyla Erdoğan ve Davutoğlu, uluslar arası alanda yitirdikleri meşruiyeti geri kazanmak için mevcut konjonktürü fırsata çevirmek istediler. ABD ile İncirlik anlaşması ve AB ile Suriyeli mülteciler konusunda atılan adımlar bunu gösteriyor.

- Bu durum anlaşılabilir olsa da etik değil. Zira seçime gidilirken, üstelik de Parlamento ile paylaşmadan böyle ağır sorumluluklar ve uzun vadeli angajmanlara girilmemeli. Bu konuda AB de ilkeli davranmadı ve İlerleme Raporu’nu bu gündemin parçasına çevirdi. Zaten bu durumu kendi içlerinde de tartışıyorlar. Bu arada tabii, Türkiye’nin AB yoluna yeni koşullar eklenmiş oldu. Mesela vize meselesi de mülteciler sorununa bağlanmış oldu.

Yazının devamı...

E-bilet olayları azalttı karaborsayı bitirdi

Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç ile memleketi ve seçim bölgesi Samsun’da buluştuk. Yıllarca CHP’den milletvekilliği yapan dedesinin mezarının da bulunduğu köyünden, şehrin farklı mahallelerine, gün boyu birlikte dolaştık Samsun’u. Bakan Kılıç bir yandan direksiyon salladı, bir yandan VATAN’ın sorularını yanıtladı...

CHP’ye Passolig cevabı

Elektronik bilet, 6222 Sayılı Sporda Şiddeti Önleme Yasası’nın bir uygulaması. Uygulamanın şekli ve sorumluluğu da Türkiye Futbol Federasyonu’na ait. Bu düzenleme Meclis’ten geçerken CHP de dahil bütün partiler destek ve onay verdi. Sahaya yabancı madde atmak, toplu halde küfür etmek gibi olaylarda gözle görülür bir düşüş var. Herhalde hepimizin buna karşı olması gerekir. Sayın Kılıçdaroğlu, “İsteyen, istediği sloganı atacak” diyor. Bunun önünde zaten hiçbir engel yok. Ama isteyen istediği gibi küfür edemeyecek. Ve etmemeli. İşte son küçük çocuğumuzun yaşadıklarında gördük. Sayın Kılıçdaroğlu o küçük çocuğun, Berkay’ın babasına ne der acaba küfür vb konularda? Tabii bir de şu var… Kendileri, “Siyaset spora müdahale etmesin, karışmasın” diyor.

Futbol Federasyonu özerk bir yapıya sahip ve biz siyaset olarak müdahale etmiyoruz. Ama kendi vaatleri kendi söyledikleriyle çelişiyor. Elektronik bilet uygulamasını kaldıracaksanız; o zaman siz doğrudan, özerk federasyonun uygulamalarına müdahale edeceksiniz demektir. Elektronik bileti, o tribünlere sporun dışındaki amaçlarla gidenler istemiyor. Tabii bir de karaborsa işlerinden nemalananlar…

Gençler ortak sorumluluk

Spor ile birlikte gençlik de bizim bakanlığımızın görev ve sorumluluk alanında. Genç kardeşlerimizin çocukluk yaşlarından itibaren alacakları eğitim ve öğretim çok önemli ama tabii bu öncelikle ailede başlayan bir süreç. Toplum olarak bu anlamda sorumluluk var üzerimizde. Hepimiz, ebeveyn olarak bizler de çocuklarımızın yetişmesinde, onların belli temel unsurları, örf, adet, gelenekleri öğrenmeleri konusunda sorumluyuz. Burada özellikle, gençlerimizin birbirlerine karşı olan yaklaşımında çok pozitif bir etki yapmamız gerekiyor. Bizim gençlik merkezlerimiz, gençlere yönelik projelerimiz bu amaca hizmet ediyor. Gençlik kamplarındaki kaynaşmalara çok önem veriyoruz. O yüzden yıllarca sadece yaz dönemlerinde açık olan kamplarımızı artık kışın da hizmet verecek noktaya getiriyoruz. Hatta bazı kamplar yılın 365 günü açık olacak. Bakın, birbirlerini tanıyan gençler birbirlerine karşı daha müsamahalı oluyor. Sonra da hayatın bütününe yansıyacak bu doğal olarak.

Uyuşturucu, terör ve Batı

Bu konu sadece polisiye tedbirlerle ele alınamaz ama o boyutu olmadan da olmaz. Bunların Türkiye’ye gelişi, girişi aşamasındaki gümrük ve emniyet tedbirleri, sokakta satıcılara yönelik caydırıcı önlemler vb… Bunların hepsi önemli ve çok çalışıyoruz. Madde bağımlılığı ile mücadele için çok farklı projeler yürütüyoruz. Gençlerimizi, evlatlarımızı eğiten, yetiştiren kadrolara bu konuya özel eğitimler veriyoruz mesela. Yeri gelmişken şu noktaya da değinmem gerekiyor: Terör örgütü, aynı zamanda uyuşturucu kaçakçılığı da yapıyor. Ve terör örgütüne bir şekilde terör örgütü diyemeyenler de bunu hiç konuşmuyor. Üzülerek görüyoruz bunu. Aynı şekilde ona terör örgütü diyemeyen bazı batılı, Avrupalı siyasetçiler, basın yayın organları, kendi ülkelerinde uyuşturucu ticaretiyle mücadele olunca seslerini nasıl yükseltiyorlar, bunu da görüyoruz. Yani PKK, terör örgütü olmanın yanı sıra aynı zamanda silah ve uyuşturucu kaçakçılığı da yapan bir örgüt. Bunu da mı görmüyor o bazıları?

Milli gururda prim tartışması yersiz

Türkiye Futbol Federasyonu’nun, elde edilen başarıyı ödüllendirmek adına vermek istediği bir prim var. Bir de buna karşı dava açan bir avukat var sanırım. Ben burada, sporcularımızın teşvik edilmesini önemsiyorum. Tabii bir de, futbol büyük bir ekonomi… Burada ortaya çıkan gelirlerin ve cironun içinde, dile getirilen rakamlar da elbette farklı noktalarda olacaktır. Belki bunun belli bir çerçeve içine oturtulması konuşulabilir ama bunlar sonraki meseleler. Şimdi önemli olan, hatırlayın, Milli Takımımızın o başarısından sonra hepimizin, millet olarak, yaşadığı mutluluk. Futbolcularımız için de, eminim, biliyorum ki, en önemlisi formalarının göğsünde taşıdıkları o bayrak. Bu anlamda, bu konuyu salt maddi bir boyuta indirgemenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Şu anda bu konuyu tartışmayı da yersiz buluyorum.

Bugün ‘Berkay derbisi’ olsun

Fenerbahçe Galatasaray derbileri, dünyadaki sayılı derbiler arasında gösterilen çok önemli bir spor müsabakası. Ama adı üstünde, bir spor müsabakası. Tabii ki, her ikisi de büyük camialar ve büyük beklentileri var. Her iki taraf da kazanmak istiyor. Derbidir, önem veriyor, bu doğal ama sporu niçin yaptığımızı ve sporun ne anlama geldiğini unutmamamız gerekiyor. Ben şuna inanıyorum; başkanlar burada bir ön alırlar, farklı bir şekilde mesaj verirlerse, camialar da bunun arkasına geçer. Ve şu son olay… Geçen hafta yaşadığımız, maalesef 4 yaşındaki bir yavrumuzun (Berkay) üzüntüsüyle sonuçlanan olaya da en güzel cevap, derbide ortaya konulacak olan centilmenlik olacaktır. Ben bu ümidi taşıyorum.

Neden hedefte HDP var?

Tamamen ortaya koydukları yanlış siyaset sebebiyle. Ülkemizin birliğine, bütünlüğüne, kardeşliğine karşı takındıkları tutumdan kaynaklanıyor bu. Şimdi siz Türkiye’de siyaset yaptığınızı iddia ediyorsunuz ama gidiyorsunuz yurtdışındaki toplantınızda Türk bayrağına tahammül edemiyorsunuz. Hani siz Türkiye’de siyaset için ve birlik, beraberliğimiz için vardınız? Sizi eleştirmeyeceğiz de kimi eleştireceğiz? Milletvekilleriniz, eş başkanlarınız çıkıp 7 Haziran sonrası açık açık nelerle tehdit ettiler. O açıklamalar duruyor orada. Neler dedikleri ortada. “Silahla siyaset bir arada olmaz” diyorlar ama… Yaptıkları, ortaya koydukları, eylemleri sizce bu sözleri destekliyor mu? Söylemleri, aksiyonları bu sözleri destekliyor mu, hayır. Tabii gidip Avrupa’da, BBC’de, CNN’de konuşmak kolay. Onları söylüyorlar, peki sonra gelip burada ne yapıyorlar? İşte Cizre’de yaptıkları ortada. Ben söylemiyorum, kendileri ortaya koyuyor. Belediyenin iş makineleriyle sokaklara hendekler kazan, oradaki gençlerin ellerine silah verenleri oraya sokan, himaye edenler yine bu partinin belediye başkanı işte. O Belediye Başkanı yurt dışından Türkiye’ye geldi. Aynı Belediye Başkanı orada seçilip bunları yapabilir mi? Herhangi bir Avrupa ülkesinde, bir belediye, iş makinelerini hendek kazmak için bir terör örgütüne kullandırtabilir mi? Nasıl bir cevap alır acaba? İddia ediyorum; bir saat içinde alınır, götürülür ve her türlü yasal işlem de yapılır. Bir daha siyaset de yapamaz.

7 Haziran’da sandıklara sahip çıkamadık

Bizim avantajımız şu. Biz yapabileceklerimizi söylüyoruz ve yapıyoruz. Bunu da kanıtlamış durumdayız. Yani referansımız, yaptıklarımız. Ama 7 Haziran’da biz sandık başında eski performansımızı ortaya koymadık parti olarak. Yani oy sayımı ve tutanakların birleştirilmesi esnasında oylarımıza tam olarak sahip çıkamadık. Bu anlamda daha iyi bir performans göstermeliydik. Bu bir özeleştiri. Demek ki biz, partimizin sorumluluk mevki ve makamlarında olan kişiler olarak, teşkilatımızı yeterince motive edememişiz. Şimdi bunun üzerinde çalışıyoruz ve inanıyorum ki bu defa bu anlamda ciddi bir artış sağlayacağız. Ama bunun haricinde, 7 Haziran’dan bu yana yaşanan gelişmeler üzerine, milletimiz de kimin samimi olarak milli iradeye saygı gösteren şekilde davrandığını, kimin sürekli “Hayır” dediğini, kimin de sürekli topu taca attığını gördü. Bizim inancımız ve tahminimiz, 1 Kasım’da tek başına iktidar olacağımız. Ayrıca, Bakanlar Kurulu’nda, partimizin yetkili organlarında bir takım analizler, iç muhasebeler yapıldı. Yönetimde, sorumluluk makamında olan, göz önünde olan, yerel yönetimlerde, teşkilatta; yaptığımız, yapamadığımız ya da daha iyi yapabileceklerimiz üzerine çok kafa yorduk, yoruyoruz. Eksiklerimizi konuşuyoruz. Neyi, nasıl daha iyi yapabiliriz; bunları biz kendi içimizde konuşuyoruz. Ama bunlar bizim dışarıda paylaşacağımız konular değildir. Bizim mahremimizdir bunlar.

Muhalefet, üslup ve bir anı...

Bir gece Başalan mahallemizdeki bir kahveye girdik, bir çay içelim dedik. Şoför esnafından bir arkadaşımız yarım saat bize çok hoş bir zaman yaşattı. O doğallığı, eleştirisini dile getirirken sergilediği içtenliğiyle öyle etkiledi, öyle mutlu etti ki bizi. Eleştirileri de oldu. Ama eleştiriyi öyle bir yaptı ki, burada üslup çok önemli. Görüyorsunuz ki yüreğinden geliyor ve niyeti, derdi üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. Ve o kişi AK Partili de değil. Bakın, siyasi rakiplerimiz bizi eleştirirken kullandıkları üslup o esnaf arkadaşımızın üslubu olsa, bütün eleştirilerinin başımızın üstünde yeri olur.

Yazının devamı...

Akdoğan’dan salvolar

Bir grup gazeteci, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile beraberdik dün öğle yemeğinde. Akdoğan’ın açıklamalarını başlık başlık şöyle özetleyebiliriz:

Çözüm süreci ve PKK

- Çözüm süreci ile gidilecek yer, kendi çıkarlarına uymadığından; bu arada Suriye bağlamında yaşanan bölgesel gelişmelerin de etkisiyle, PKK bölgesel denklemden çıkmasın diye süreci bozma girişimleri oldu. Türkiye’nin bu sorunu çözmesinden rahatsız olan bölgemizdeki bazı ülkeler de var. Böylece PKK, açık teröre tekrar başladı.

- Bugün gelinen noktada, eğer biz 13 yıl boyunca sosyal restorasyon, bölgeye yatırım yapmasaydık, asimilasyon politikalarına son vermeseydik, terör örgütünün uygulamaya koyduğu strateji böyle muallakta kalmazdı. Örgüt şimdi yanında halk desteğini göremiyor. Vatandaş, devletin yaptıklarını, iyi niyetini ve örgütün her şeyi bozmaya çalıştığını görüyor.

- Örgüt, “Burada devlet otoritesi kalmadı, burada benim borum öter” algısını oluşturmaya çalıştı. Devlet bunun üzerine gitmeseydi, bugün bunların kantonlaşma dediği yapı açısından elverişli şartlar oluşurdu.

- Farklı topum kesimlerini birbirine düşürme, kurtarılmış bölgeler oluşturma, şehir içindeki bazı eylemlerle sanki halk isyan ediyormuş görüntüsü verme, güvenlik güçleri sanki halka savaş açmış gibi bir hava yaratma, uluslar arası toplumun dikkatini buna çekme ve buradan özerk yapıya gitme çabaları... İşte; kırsalda, sınır ötesinde ve şehir / ilçe merkezlerinde eş zamanlı yapılan operasyonlarla bu strateji çökertildi.

PKK’ya karşı tedbirler

- Terörün amacı halkı korkutmak. Kaygı, korku pompalamak. Buna karşı, siyasetin güç kazanması, sandığın öne çıkması, vatandaşın müsterih olması ve oy kullanması çok önemli. Kimse korkuya kapılmasın.

- Örgüt bozguna uğradı ve bir eylemsizlik kararı açıkladı ama her türlü eylemi de devam ettiriyor. “Maske takın, sizin yaptığınız belli olmasın” talimatları veriyorlar, biliyoruz. Sıkıştılar ve canlı bomba talimatları da verdiler. Yani bir takım eylemler olursa “Biz yapmadık, başkaları yaptı” diyecekler. Başka sol örgütler üzerinden bir takım eylemlere yönelme istidadı taşıdıklarını görüyoruz. Buna dönük gerekli tedbirler de elbette alınıyor.

HDP’ye suçlama

- HDP Kandil’in esareti altında. Selahattin Demirtaş BBC’ye, “Silahla siyaset bir arada olmaz” diyor. Öyleyse sen niye bir arada götürüyorsun? Niye terör örgütüyle ortak faaliyet gösteriyorsun? Niye Kandil’dekilerin yazdıklarını burada seslendiriyorsun?

- Kuzey Irak kırsalı ve Suriye’de oluşturmaya çalıştıkları kantonlar ile Türkiye’de kurtarılmış bölgelerden bir üçgen oluşturmak istediler ama biz bu oyunu bozduk.

- Son Ankara saldırısı, seçime dönük siyaset mühendisliğidir. Bu saldırıyı devlet istedi iddiası çok berbat bir iddia. Diyarbakır’daki patlama, 7 Haziran’da HDP’nin oy artışına sebep oldu, o gün de utanmadan Ak Parti’yi suçladılar.

- Devletin istihbarat birimleri birçok çalışmayı yaparken, bazen, bir şeyi de atlayabilirler. Paris’te, New York’ta da atlayabilir istihbarat birimleri. Burada kasıt aramak insafsızlık olur. Bu Türkiye’ye dönük bir saldırıdır.

Kılıçdaroğlu’na tepki

- Kılıçdaroğlu şark kurnazlığı yapıyor. Sayın Başbakan’ın iyi niyetinin, samimiyetinin üzerine basarak siyaset yapması, istismar etmesi ayıp olmuştur. Bir taraftan “Her türlü katkıya hazırız, açık destek veriyoruz” diyeceksin, sonra ortak açıklamayı reddedeceksin. O zaman hangi terörle mücadeleden bahsediyorsun? Bu bir tür PR (halkla ilişkiler) çalışmasıdır.

- Demirtaş’ın Ankara saldırısını siyasi şova çevirmesi, 1 Kasım mesajları vermesi ne kadar nezaketsizse, Kılıçdaroğlu’nun tavrı da o kadar nezaketsizlik olmuştur.

MHP yorumu

- MHP tabanının, teşkilatlarının, ülkücü camianın; tek adam kültüründen, otoriter anlayıştan, genel başkan baskısından kurtulması gerekiyor. Ülkücü kesim çok istemesine rağmen, o kesimin iradesine ipotek koyan tek bir kişi istemediği için bu koalisyon kurulamadı.

- Son terör hadisesi sonrası ortaya çıkan ‘istifa müessesesi’ tartışmalarında da gördük. Buna inanıyorsan kendin yap. Bahçeli 11 defa seçim kaybetti, Kılıçdaroğlu 7 defa seçim kaybetti. Sen istifa et de, millet de kurtulsun, partin de kurtulsun. Senden böyle erdemli bir tavır gördük mü ki, başkalarını istifaya çağırıyorsun.

Yazının devamı...

O İHA PKK’nın olabilir mi?

16 Ekim 2015 tarihinde, yani geçen Cuma; Türkiye hava sahasını ihlâl eden bir İHA (İnsansız Hava Aracı) düşürüldü biliyorsunuz.

Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Suriye sınırında ülkemizin hava sahası içerisinde milliyeti bilinmeyen bir hava aracı tespit edilmiş; üç defa ikaz edilmesine rağmen hareketine devam etmesi üzerine, sınırda devriye görevi icra eden uçaklarımız tarafından, angajman kuralları çerçevesinde ateş edilerek düşürülmüştür” ifadeleri kullanılmıştı.

Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu da, olay hakkında, “İnsansız hava aracı sınırın 3 kilometre içerisinde vuruldu. Kime ait olduğu henüz belirlenmedi. Kime ait olduğunu belirleyince açıklayacağız” dedi.

***

Olay yerinden gelen fotoğraflarda görüldüğü kadarıyla İHA’nın boyutları ve modeli, uçtuğu bölge, uyarılara cevap gelmemesi, Rusya’nın açıklaması...

Bu parçaları birleştirince ortaya çıkan tablo üzerine şunu söyleyebilirim.

Türk jetlerinin ateşi sonucu düşürülen bu küçük İHA; Rusya’ya ya da Suriye değil, PYD / YPG yani başka bir deyişle, PKK’ya ait çıkarsa şaşırmam.

Ankara’nın güvenlik ve istihbarat kulislerinde bir süredir; PKK’nın, ‘drone’ genel adıyla anılan, 4 pervaneli, küçük ve amatör sayılabilecek İnsansız Hava Araçları kullandığı konuşuluyordu.

Bu kulis bilgisini de ekleyince, tekrar ediyorum; düşürülen İHA’nın PKK’ya ait olduğu belirlenirse, en azından benim için sürpriz olmayacak.

Merkel ziyaretine farklı bir bakış

“Almanya Başbakanı’nın Türkiye ziyareti sona erdi. Ziyarette çok büyük bir değişiklik veya yenilik yok.

Ankara Merkel’e fazlasıyla terbiyeli davrandı. Bu tabii, şahsi görüşüm...

Bu ifadeyi kullanma nedenimi de şu şekilde özetleyebilirim:

Merkel, son 3 ayda, Türkiye ile ilgili, birbiriyle çelişen çok sayıda açıklama yaptı.

Patriotlar hakkında başladı, Türkiye’nin güvenli bir ülke olup olmadığı tartışmaları ile devam etti.

Ardından Türkiye’nin önemine yönelik olarak çıkışları oldu. Başta ‘O kadar da önemli değil’ derken, Suriyeli mülteciler krizinden sonra Türkiye’nin stratejik önemine vurgu yaptı.

Avrupa Komisyonu Başkanlığı görevine Juncker’in gelmesiyle birlikte, Almanya’nın da talimatıyla, yani bir sene önce, Avrupa Komisyonu, Türkiye ile ilişkilerini neredeyse askıya aldı. Yabancı savaşçılar vs mevzuu da cabası...

Bu kadar da değil...

Merkel; Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde yeri olmadığını, bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a zaten söylediğini ve gerekirse yeniden söyleyeceğini açıkladı. Hem de Alman ARD televizyonunda... Ardından da, Alman Parlamentosu’nda, Türkiye ile müzakerelerin ucunun açık olduğunu hatırlattı.

Angela Merkel, işte bütün bu beyanlarından sonra Türkiye’ye geldi. Kendisine nezaketin en büyük örneğini gösteren Türkiye Cumhuriyeti, basının önünde onu mahcup, hatta rezil edecek tek bir söz sarf etmedi.

Şimdi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde, müzakereye açılacak başlıklarla ilgili kıyamet kopuyor. Bu Türkiye’yi ilgilendiren bir mesele değil. AB’nin iç meselesi... Türkiye’nin bu hususta görüş bildirmemesi gerekiyor.

Nasıl Geri Kabul Antlaşması Türkiye’nin iç meselesi ise başlıkların açılması da AB’nin iç meselesi. Şimdi göreceğiz; AB’nin sözünde duran bir topluluk olup olmadığını. Tabii Türkiye’nin de AB’yi ne kadar arzuladığını.”

***

Bu değerlendirme, Güldener Sonumut’a ait.

Yıllardır Brüksel’de gazetecilik yapan, Türkiye - AB ilişkileri konusunda uzman gazeteci arkadaşımıza... Gayet açık, gayet net ifade ediyor Güldener; Alman Başbakanı’nın Ankara ziyareti hakkındaki düşüncelerini.

Beni, bu yorumun içeriği kadar ilgilendiren bir başka nokta daha var.

Hem başkentinde yaşadığı AB’yi hem de işi bilen bir kalemin; gündemdeki ziyarete, Ankara ve Berlin’de gazetecilik yapan meslektaşlarından çok daha somut ve farklı bir açıdan bakabilmesinden bahsediyorum.

Yazının devamı...

Acaba...

PKK, ‘eylemsizlik’ kararı aldı.

Gerekçesi ne?

Haberlerden okuyalım...

“Fırat Haber Ajansı’nın (ANF) haberine göre, KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada, ‘Türkiye içinden ve dışından gelen çağrıları da dikkate alan hareketimiz, halkımıza ve gerilla güçlerine saldırılmadığı müddetçe gerilla güçlerimizi eylemsizlik konumuna çekme kararına varmıştır’ denildi.

Açıklamada, ‘Gerilla güçlerimiz bu süreçte planlı eylemler yapmaktan uzak duracak, mevcut konumunu koruma dışında bir hareketlilik içinde olmayacak, eşit ve adil bir seçimin yapılmasını engelleyecek veya sakatlayacak hiçbir girişimde bulunmayacaktır’ ifadeleri yer aldı.”

**

Örgüt, ‘eşit ve adil bir seçimin yapılabilmesi’ için öldürmekten vazgeçtiğini söylüyor.

Demokrasiye saygı yani!

**

Peki öyle mi gerçekten?

Gelin nesnel bakalım... Dürüst olalım...

**

İlk bakışta şunu kolaylıkla söyleyebiliriz...

PKK, açıklasın ya da açıklamasın; neredeyse son 20 yıldır, bu dönemlerde silahları susturur.

Bilenler bilir; ‘beyaz barış’ diye bir tabir vardır bölgede.

Kış gelirken, örgüt tabiri caiz ise kış uykusuna yatar.

Başka bir deyişle; Kasım’dan Nisan’a kadar yoğunluğu düşer bölgedeki çatışma ortamının.

Bu, senelerdir böyledir.

**

Ama bu seneye özel çok daha somut ve önemli bir gerçek var.

Şöyle anlatayım...

PKK, silahlı güçlerinin ciddi bir kısmını uzun süredir zaten Suriye’de tutmak zorunda.

PYD / YPG’nin IŞİD’e karşı verdiği silahlı mücadele sebebiyle...

Şimdi ise orada yeni bir safhaya geçiliyor. Dünya alem biliyor...

Yakında, IŞİD’e yönelik, Rakka merkezli yoğun saldırılar bekleniyor.

Bu cepheyi açacak olan da bölgedeki silahlı Kürt gruplar...

ABD’nin PYD’ye, birkaç gün önce gönderdiği (son parti) 50 tonluk silah ve mühimmat da bunun için zaten.

**

Ve tam da bu arada Ankara; canının derdine düşmüş durumda. Kendi acısı ile meşgul...

Gar Meydanı’nda patlayan bombaların yarattığı kanlı gündem ile...

Şeytan dürtüyor...

Şeytanın avukatı gazeteci de düşünüyor...

“Acaba” diyor...

Burnunun dibinde yer yerinden oynamak üzereyken, birileri Türkiye’nin kendi derdiyle uğraşmasını mı istedi?

Acaba...

Yazının devamı...

Yürek yarası

“Belki bize, parçalarını toplayıp teslim edecekler. Ama buna bile razı olacak hâle geldik...”

“Bir insan, cenazesini bulduğuna sevinebilecek noktaya geldiyse, ne hissettiğimi siz tanımlayın, siz anlatın...”

Ankara’da, Adli Tıp Kurumu kapısında kayıp yakınlarından haber bekleyen 5 kişiden ikisinin sözleri bunlar.

Bir başkası... Eşini bulamayan bir kadının sözleri:

“Eşimin cenazesinden bir parça bile olsa, almadan Ankara’dan ayrılmayacağım. Bir eli olsun, DNA’da el çıksın. O eli götüreyim, tabutun içine koyayım. Çocuklarının bayramda gidebileceği bir babaları olsun.”

Bu sözlere yürek mi dayanır?

Bu duruma sinir mi dayanır?..

**

Dün, beş gün geçmişti o kalleş saldırının üzerinden. Kayıp beş kişinin de yaşamını yitirdiği haberi beşinci günde gelebildi. Henüz kayıtlardaki yerini alıp resmiyet kazanmış olmasa da...

Evet kabul... Patlama sonucu cansız bedenlerin geldiği durum itibariyle, yürütülen tıbbi çalışmanın zorluğuna şüphe yok.

Bir suçlama, yargılama değil. Sadece insani bir sorgulama...

Bir düşünsenize...

5 koca gün geçmiş...

Gerçeği tahmin etmenize rağmen, bir umut bekliyorsunuz...

Omuzları çökmüş, ağlamaktan göz pınarları kurumuş bir avuç insan...

Kendinizi koysanıza bir, o insanların yerine.

**

Sonra bakıyorsunuz, birileri çıkıyor, “Ne barışı, terör mitingiydi o” diyebilecek kadar acımasızlaşabiliyor.

Söyleyecek söz bulamıyorsunuz bu insanlıktan nasibini almamış bakış karşısında.

**

Kaybettiğimiz insanlarımızın anısına yapılan bir dakikalık saygı duruşu üzerinden bile geriliyor, tartışıyor, ayrışıyoruz.

Birisi yazıyor, “Bu ülkede ne zamandan beri teröriste saygı duruşu yapılıyor” diye.

Pes!

97 kişi ölmüş.

Çocuklar var içinde...

Gencecik insanlar var...

Ömrü boyunca terörü, şiddeti, silahı lanetleyerek ideolojisi doğrultusunda mücadele vermiş insanlar var.

Ve kerameti kendinden menkul zavallılar çıkıp, inancına, ideolojisine göre değerlendirip, neredeyse “İyi ki öldüler” diyecek!

Pes ki pes!!!

**

Yazının başındaki cümleleri bir kez daha okuyun lütfen.

İsimlerinin bir önemi var mı?

İnançlarının, siyasi görüşlerinin, oy verdikleri partinin, etnik kökenlerinin, mezheplerinin giyim kuşamlarının, konuştukları dilin, lehçenin, bir önemi var mı Allah aşkına?

Öldü insanlar; öldü!

Ve biliyor musunuz; geride yaşayan ölüler bırakarak gittiler...

Bir annenin, 12 yaşındaki oğluna “Evladım, baban öldü” demesini bir düşünün!

Bu dramın parçalarından birinin kendiniz olduğunu bir düşünün!

**

Çok mu zor sadece ve sadece; “Kimse ölmesin” diyebilmek?

“Bombaların, demir bilyelerin hedefi olmasın hiç kimse” demek, diyebilmek çok mu zor?

Bu kadar mı zor sadece ‘insan’ olmak?

**

Ben bunları yazarken, Van’dan bir şehit haberi daha geliyor işte.

Bir polis...

Belki bir baba, bir eş...

Bir evlat.

Ölmesin insanlar böyle.

Ölmesin!

Yazının devamı...

‘Biz’ derken bile ‘birlikte’ olmayı başaramamak

17 Eylül 2015, Perşembe...

Ankara’da “Teröre Hayır, Kardeşliğe Evet” yürüyüşü yapıldı.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin önderliğinde (TOBB) 14 işçi ve işveren örgütünün başını çektiği sivil toplum kuruluşlarının mensupları başkent caddelerini doldurdu.

Siyasi partiler yoktu, farklı ideolojilerin temsilcisi sivil toplum örgütleri de yoktu o yürüyüşte.

***

Üç gün sonra...

20 Eylül 2015, Pazar...

İstanbul’da, “Milyonlarca Nefes, Teröre Karşı Tek Ses” mitingi yapıldı.

Sivil Dayanışma Platformu’nun, Yenikapı’da düzenlediği mitingde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı İsmet Yılmaz ve Başbakan Ahmet Davutoğlu hazır bulundu.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin dışındaki siyasi partiler yoktu Yenikapı’da. Sivil toplum kuruluşları da...

***

Üç gün önce...

10 Ekim 2015 Pazar...

“Emek, Barış ve Demokrasi” mitingi yapılacaktı Ankara’da.

Toplanma yerinde patlayan iki bomba ile ülke sarsıldı.

Yapılabilse, HDP ve CHP dışındaki siyasi partilerin temsilcileri olmayacaktı başkentteki mitingde. Bu iki partiye ideolojik olarak yakın sendikalar, onları destekleyen dernekler ve diğer sivil toplum kuruluşları dışındakiler de katılmıyordu o gerçekleşemeyen kitlesel eyleme.

***

Baktığınızda üç miting de; terörü lanetleyen, huzuru, kardeşliği, barışı isteyenlerin içinde yer aldığı etkinliklerdi.

Baktığınızda üç miting de, ‘birlik, beraberlik’ mesajı barındırıyordu bünyesinde.

Üç miting de, “Sen, ben, o yok; biz varız” diyordu özü itibariyle.

Ama bunu söylerken bile, ‘ayrı ayrı’ydık sözünü ettiğimiz ‘biz’.

‘Hep birlikte’ olmaktan bahsederken bile, ‘ayrı’ düşmüştük.

“Hepimiz”i, “Biz”i bile; ‘hep beraber’ söyleyemedik, söyleyemiyoruz.

***

Son olarak, dört siyasi partinin liderleri aynı masaya oturamadı.

Milli iradenin, 7 Haziran 2015’te Meclis’e gönderdiği dört siyasi partinin genel başkanları...

Bu dört partinin toplam oy oranı, yüzde 95.23.

Bu ülke insanının yüzde 95’inin “Aynı çatı altında, ‘beraber’ çalışın” dediği dört kişi bile ‘bir araya’ gelemedi.

***

Kabul edelim...

Hatta itiraf edelim ki; bu ülkede herkes kendi ‘barış’ını istiyor.

Herkes, diğerlerinden; kendi doğrusunu kabullenmesini, ona göre davranmasını bekliyor. Herkesin kendi ‘biz’i olduğu sürece de; ‘biz’ bu oluyor, böyle yaşıyor, böyle ölüyoruz işte...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.