Kırk katır mı kırk satır mı?
Mostari, bir ‘köprü bekçisinin’ günlüğü... Geçtiğimiz aylarda, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. Yazılarını zevkle okuduğum Gündüz Vassaf’ın Mostar Köprüsü ile ilgili denemelerinden oluşuyor.
“Atasözlerimizde” diyor Vassaf “Köprüler geçit vermezler özgürlüğe. Köprü başını tutan kim? İşbirlikçi! Köprüyü geçerken ayıya dayı diyen? Boynu eğik, evet efendimci.”
Gönüllü Mostar köprü bekçiliğini dilin yarattığı böylesi bir köprü tutsaklığı içinde sürdürmüş Vassaf. Notlar almış, bazen kalabalıkların içinde, bazen bir başına o güzelim köprüyü yazmış kitabında.
Onun satırlarını okurken başka bir atasözümüzü düşündüm: ‘Köprünün altından çok sular aktı.’ Bana umut veren bu sözün genel olarak olumsuz anlamda kullanıldığını hatırlayınca da tuhaf bir hüzne kapıldım.
Oysa köprünün altından akıp giden sular benim zihnimde hep yeniyi ve olanaklardan beslenecek yeni olasılıkları çağrıştırır.
Kısaca olumluyu, iyiyi, geleceğin bilinmezi içerisinde var olan bugünün sesini. Bugün güçlüdür ama ondan da güçlüsü değişimdir. Değişime inanırsak zaman algımızın sonsuzluğuna da inanabiliriz diye düşünmüşümdür hep.
Satırlar arası
Cumartesi gecesi önce bilgisayar, sonrasında televizyon ekranlarımızı kaplayan satırlı görüntünün, bugünkü yazımın başlığı olması bu yüzden tesadüf değil. Ölümlerden ölüm beğen sözünün dilimize mal olmuş hâlidir ‘Kırk katır mı kırk satır mı?’ sorusu.
Dehşet içinde izlediğimiz o görüntüleri unutmaya çalışıp toplum olarak bu soruya olan cevabımızı tüm içtenliğimle yinelemek istiyorum:
HİÇBİRİ!
Ne kırk katır, ne de kırk satır! Çünkü artık ölümlerden ölüm beğenecek bir noktada değiliz. Çünkü sokaklardan meydanlara dökülen insanların dileği ölmek değil, yaşamak. Üstelik öyle laf olsun diye değil, insanca, farklılıklarıyla ve kendilerine özgü yaşam algılarıyla yaşamak.
Bu isteği darbe fikriyle kılıflandırmaya çalışanlar için de söyleyecek sözümüz belli: Bu toplum askeri darbe falan istemiyor artık.
Evet söyleyelim o hâlde: Köprülerin altından akıp giden sular bizlere darbelerin bu toplum için en büyük yıkım olduğunu öğretti. O akıp giden sularda sesleri boğulan nice genç insanın anısı hâlâ içimizde bir yerlerde gezinirken, bu konuda verilen mesaj bu kadar netken, yalanlara sığınarak bunu görmezden gelmek nasıl bir korkudur? Bu toplum yaşam damarlarını ne geçmişten ne de gelecekten koparmak istiyor. Derdi de bu değil zaten. Buna karşın bu toplumun insanları ne geçmişin ağırlığıyla ne de geleceğin kaygısıyla solumak değil, bugünü en sağlıklı biçimiyle yaşamak istiyor.
Şimdi köprüleri atmak denebilir mi buna?
Sanmıyorum. Bu toplum birlikte yaşamak istiyor. Kurtarılmış bölgeler fikriyle değil, birlikteliğin anlamını yeniden keşfederek, adı kimseyi yaralamayacak, binlerce ağacın ölmesine yol açmayacak, rant diyarına çil çil para akıtmayacak, ölçüsüz polis şiddetini solumaya gerek duymayacak, korkuyla denetlenmeyen, küfürsüz, hakaretsiz, efendisiz, görkemini sadeliğinden alan, ışıklı, yaşama saygılı, insani köprüler istiyor.