Kalekolda ayna var
.
‘Suat Derviş’in Fosforlu Cevriye’sinin kulakları çınlasın’ diyerek başlayalım söze. (Karakolda ayna var, kız kolunda damga var!)
Sizlere Gezi Parkı’nda karşıma çıkan bir eski dolap aynasından bahsetmiştim.
Lice’de yaşananlar bana Gezi’de rastladığım o aynalı günü çağrıştırdı. ‘O aynadan bakabilmek önemli’ diye yazmıştım. O aynanın Gezi Parkı özelinde, Türkiye genelinde bize gösterdiklerini görme zamanıydı. En azından bana öyle gelmişti. O aynadan Türkiye’nin atlatmış olduğu ya da atlatamadığı badirelere bakmak hem Gezi’yi hem de kendimizi daha net görmek anlamına gelebilirdi. Toplumsal yaşamımıza kastetmiş birçok olaya, örneğin Dersim’e, Uludere’ye ve daha birçok olaya bakabilir, bunlarda ortak olan ve asla değişmeyen neydi diye düşünebilirdik. Lice’de yaşananlar sonrasında tekrar düşündüm bunları. Bu yüzden başlığımı da böyle attım.
Tek bir cümle...
Kalekolun varlığı ayrı bir tartışma. Keşke kalekollar yerine, örneğin kütüphaneler kurabilecek bir amaç içinde olabilseydik... İnsanları kazanmanın uzun ama sağlıklı yolunu keşfedecek zamanların eşiklerinde durabilseydik... Sırrı Süreyya Önder’in de dediği gibi ‘Lice Hezan Köyü: Su şebekesi yok, kanalizasyon yok. Ama giriş ve çıkışında 2 karakol, 1 radar var.’
Yine de o kalekolda silahlar dışında insana dair bir şeylerin, örneğin bir aynanın varlığını hayal etmeme engel değil bu. Bana öyle geldi ki, o hayali ayna eşliğinde buradan oralara bakmak, otuz yıl boyunca iki farklı coğrafyanın insanının neden birbiriyle tam olarak ‘buluşamadığını’ da anlatabilirdi bize.
Bir Kürt arkadaşım ‘Gezi’de plastik mermi kullanılma ihtimali var’ diye serzenişte bulunduğumda ‘otuz yıldan beri biz sahici mermilerle ölüyoruz’ deyiverdiydi. Ayrım bu kadar netti işte!
Bazen tek bir cümle dağlar kadar acıları özetlemeye yeter.
Lice olaylarının hemen ardından ‘halkların kardeşliği’ pankartlarını gördük. Kürt, Türk yan yana durabilenleri, ‘Diren Lice yanındayız’ diyebilenleri de. Buna karşın bugün Kürtler için hâlâ ‘anadil haklarını istiyorlar, amma da çok şey istiyorlar!’ şeklinde isyan edenlere ayna imgesinin yetmeyeceğini biliyorum. Ancak hâlihazırda Gezi direnişine destek verdikleri için onlara söylemek istediğim birkaç cümlem var.
‘Bağzı şeyler’ hep zordu
Gezi direnişinde ana akım medyanın tek sesliliğini, yasaklayıcı, savsaklayıcı yanını çok net gördünüz değil mi?
Aynı durum yıllarca Doğu’da yaşananlar için söz konusu olamaz mı?
Yaşananların yüzde onu, hatta yüzde biri Türk kamuoyuna yansımış ve bilmemiz gerekenler bir biçimde sansürlenmiş olamaz mı?
Peki ya insanlara uygulanan orantısız şiddet konusunda ne diyebiliriz? Olayların neden-sonuç ilişkisi içinde değil, sadece sonuçlarıyla, üstelik egemen dilin merkeziyetçi tavrıyla karşımıza çıkartılmış olabileceği çok mu uzak bir ihtimal?
Olaylar bittikten, gerçekler sümen altı edildikten sonra resmi dilli raporlara, açıklamalara, demeçlere, basın toplantılarına ne demeli? Şu dev ekranın karşısındaki minik, tutuk, durağan seyirciliğimize?
Bunların benzerlerini Gezi örneğinde yaşadık. Orada yaşadığımıza göre her yerde yaşanmış ve yaşanacak olabilir tüm bu olup bitenler.
Her şeye rağmen, bakabildiğimiz ve gerçekten görebildiğimiz zaman birbirimizi ve ortak yanlarımızı keşfetmenin mümkün olabileceği bir sürecin içinden geçtiğimizi düşünüyorum. Teslim etmek gerekiyor ki damgalayıcı, sancılı bir süreç bu.
Ama değer... Hem bu ülkede ‘bağzı şeyler’ ne zaman kolay oldu ki...