Şampiy10
Magazin
Gündem

Güç çocukların yanında

Kırmızı tabanların efendisi Christian Louboutin, Star Wars: The Last Jedi filminden ilham alan bir kapsül koleksiyonla karşımızda. Üstelik bu koleksiyondaki parçalar açık arttırma usulü satılacak ve elde edilen gelir bir çocuk vakfına bağışlanacak.

El yapımı olan ve adeta birer sanat eseri sayılabilecek bu ayakkabılar hem Christian Louboutin hem de simgeledikleri karakteri canlandıran ünlü oyuncular tarafından imzalanmış. Rose Tico, Amilyn Holdo, Captain Phasma gibi karakterleri yansıtan ayakkabıların şu anda ortalama satış fiyatı on bin dolar seviyesinde.

Açık arttırmanın 20 Aralık tarihine kadar süreceği ve filmin hayranlarının bu süre zarfında tasarımlara akın edecekleri düşünülürse bu fiyatların birkaç katına çıkacağından emin olabiliriz. Otuz beş yıldır çocuklar yararına çalışan Starlight vakfına destek olmak için böyle havalı bir yol tercih eden ChristianLouboutin’ı kutlamak gerek.

Kraliçe ne yapıyor?

Pop müziğin kraliçesi Madonna, bundan birkaç yıl önce yarattığı MDNA Skin adlı cilt bakım markasını sonunda Amerikan pazarına da sunarak marka dünyası için yeni ve önemli bir adım attı. Ünlü yıldızın kendi adını taşıyan markasının reklam kampanyasındaysa tahmin edebileceğiniz gibi yine kendisi yer alıyor.

Reklam kampanyası için hazırlanan fotoğraflar, bundan birkaç sene önce Madonna’nın yer aldığı Dolce&Gabbana reklam kampanyasındaki fotoğraflarla büyük benzerlik gösteriyor. Elli dokuz yaşındaki yıldızın seksi iç çamaşırları ve çeşitli aksesuarlarla poz verdiği siyah beyaz fotoğraflar benim MDNA Skin markasıyla bağlantı kurmamı zorlaştırıyor.

Kampanyanın amacı bu ürünleri kullanan Madonna’nın kaç yaşında olursa olsun genç kızlara taş çıkarttığını gözler önüne sermek olabilir. Eğer durum böyle değilse, kraliçenin ne yapmak istediği ve neden kendisini tekrar ettiği soruları kafamın içinde yankılanmaya devam edecek.

Colette’in vedası

Paris’in en ünlü mağazası Colette, önümüzdeki günlerde kapılarını kapatıyor. Bu kapanış haberi duyulduğundan beri, aylara yayılan bir veda seremonisine tanık oluyoruz. Birbiri ardına gelen iş birlikleri ve mağazayı dönemsel olarak ele geçiren Balenciaga ya da Chanel gibi dev markalar derken sıra geldi Colette ile gerçekten vedalaşmaya.

Mağaza kapandığında Paris’in en önemli alışveriş caddesindeki ikonik binayı devralacak olan Saint Laurent, bu devir teslime hazırlık yaparcasına, Colette ile gerçekleştirilen son iş birliğini sunuyor. Yaklaşık on bin lira değerindeki tekerlekli çizmeler hem moda severleri şaşırtıyor hem de iki markanın sıra dışı enerjilerinin eğlenceli bir şekilde bir araya gelebildiğini ispatlıyor. Çizmenin ön kısmındaki fren bölümü iki markanın isimlerini taşırken parlak renkleri insanın gözünü almayı başarıyor. Tıpkı şu Rihanna’nın meşhur ettiği parıltılı çizmeler gibi.

Çizmelerin satışa sunulmasıyla birlikte mağazadaki Saint Laurent hakimiyeti kendini iyiden iyiye hissettiriyor ve kısa zaman içerisinde Colette ile vedalaşacağımız gerçeğini yüzümüze vuruyor. Sadece Paris için değil, moda dünyasının her köşesi için bir devir kapanıyor.

Yazının devamı...

Madalyonun diğer yüzü

Moda maceralarımın kendi adımı taşıyan bir web sitesinde başladığını az çok biliyorsunuzdur. Tasarımcılar, koleksiyonlar ve moda dünyasının içindeki pek çok konudaki yorumlarım, mis gibi kokan dergi ya da gazete sayfalarına taşmadan önce bilgisayar ekranından dökülüvermiştir. Şans eseri içinde yer aldığım, ‘dijital dünyanın etkili kişileri’ olarak adlandırılan binlerce kişilik güruh, beni hep şaşırtarak ve heyecanlandırarak genişlemiştir.

Sınırların belirsizleştiği, kimin hangi yetkinliklere sahip olarak belirli konumlara geldiğinin anlaşılamadığı günümüzde, özellikle bizim gibi dijitalde etkili kullanıcılara önemli görevler düştüğünü düşünüyorum.

Evet, hepimiz o son model çantayı herkesten önce kullanmayı hayal ediyoruz. Ancak artık o çantayı kimlerin, hangi koşullarda ürettiğini de araştırma şansımız var, değil mi? Bundan 10 sene önce, hangi markanın ne tür yöntemler kullanarak üretim yaptığını bilmemiz bir hayli zor olabilirdi. Günümüzdeyse kimi markalar, hangi ürününün hangi ülkede, nasıl bir fabrikada üretildiğini bile gösterecek çalışmalara imza atıyor.

Acaba o ayakkabılar üretilirken adil bir fiyatlandırma politikası uygulanıyor mu? Peki ya bu çantayı elde işleyen ‘isimsiz’ çalışanın hakkı tam anlamıyla veriliyor mu? Daha önce gidip görme şansımız olmayan hangi kültüre ait elementler, sırf çıkar uğruna lüks moda markaları tarafından yağmalanıyor?

Gerek gazete, ve dergiler, gerek sosyal medya kanalları, gerekse kendi fiziki çevremizle ulaştığımız yüzlerce, binlerce insana karşı tek bir sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum: şeffaf ve adil olmak.

Dijitalin gücü giderek artıyor

Hazır dijitalin gücünden bahsetmişken, bu haftanın öne çıkan etkinliklerinde dikkatimi çeken bir durumu paylaşmazsam olmaz. Örneğin Fenix’te gerçekleştirilen Gc Watches partisi, gücünü dijtalden alıp gazete sayfalarına taşıyan Mert Vidinli ve Pelin Kaya’nın ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Birkaç gün sonra Instagram’da karşılaşabileceğiniz en tatlı kullanıcılardan Rachel Araz, Nişantaşı’ndaki DESA mağazasındaydı ve koleksiyondan yaptığı yılbaşı hediyeleri seçkisini özel davetlileriyle paylaşıyordu. Aynı saatlerde Forever New, stil editörü Gamze Biran ve moda blog yazarı Kubilay Sakarya’nın ev sahipliğinde ışıltılı bir kutlamayla yeni yıla şimdiden merhaba diyordu.

Elbette sadece şu birkaç güne bakarak konuşmak çok doğru değil. Ancak son zamanlarda dijital dünyada kendisini kanıtlamış pek çok ismin güçlü markalarla yan yana gelerek yarattığı bu hızlı ve geniş çaplı etkileşim, üzerine konuşmaya değer.

Özellikle 2018’de bu tür çalışmaların hacminin neredeyse iki katına çıkacağı öngörüleri dile getiriliyor. Markaların, klasik yöntemlerin yanı sıra pazarlama bütçelerine ekledikleri ‘dijitalde etkili kişi kullanımı’ kalemi giderek büyüyor. Bana göre, en azından Türkiye’de, giderek artan ‘dijitalde etkili kullanıcı’ sayısı sistemin kendisini sorgulatacak bir doygunluğa ulaşmak üzere. Tabi bu da yeni bir sistem arayışını peşinden getirecek. Belki de Andy Warhol’un şu meşhur 15 dakikalığına ünlü olma durumu yerini herkesin hayat boyu ünlü kalacağı bir şeye bırakacak, kim bilir?

Yazının devamı...

Centilmenler Kulübü

House of Brothers, bir süredir Maçka’da konuşlanan, herkesin dilinde olan ancak isteyen herkesin giremediği bir centilmenler kulübü. Bu özel kulübü moda maceralarım arasına taşıyansa Beymen ile gerçekleştirdikleri şık iş birliği.

Erkekler için sadeliğiyle dikkat çekmeyi başaran parçalar içeren BrothersXBeymen kapsül koleksiyonu, bordo, siyah ve kahverenginin hakimiyetinde. Takım elbiseden denim gömleğe, deri bileklikten hırkaya kadar bir centilmenin ihtiyaç duyabileceği temel parçaları bir araya getiren koleksiyon, Beymen tasarım ekibi tarafından, House of Brothers’ın İskoç kültüründen ilham alan karakteristiği göz önünde bulundurularak hazırlanmış.

Koleksiyonun sunulduğu defile ve sonrasında gerçekleştirilen parti de yine bu kültüre gönderme yapar nitelikteydi. İstanbul’un en havalı erkeklerini bir araya getiren geceden ayrılırken kulağımda Orkun Bozdemir’in müzikleri ve aklımda bu koleksiyonun editöryel açıdan ne kadar kuvveti olacağı fikri vardı.

2018’in Rengi: Morötesi

Her sene açıkladığı ‘yılın rengi’ ile tasarım dünyasına yön veren Pantone, 2018’in rengini ‘morötesi’ olarak belirledi. Mistik yönüyle ön plana çıkan bu renk, Pantone Renk Enstitüsü’nün geçen yıldan beri üstlendiği ‘olumlu ve umutlu’ yaklaşımın da bir yansıması.

2018’in rengi ‘morötesi’ için enstitünün başkanı Leatrice Eiseman ‘insanın potansiyelini bir üst seviyeye taşıyan, yeni teknolojilerin keşfini sağlayan, henüz yaşanmamış pek çok olasılığı getiren’ gibi tanımlamalar kullanıyor. Bu da benim için sonunda uzay çağına girdiğimiz anlamına geliyor.

2017’nin rengi olan ‘yeşil’ bir türlü beklenen heyecanı yaratamamış, hayatımıza girememişti. Bakalım hali hazırda 2018 Yaz koleksiyonlarında kendisini gösteren ‘morötesi’ podyumlardan ve kataloglardan taşarak bizim dünyamızda kendisini gösterebilecek mi?

Uçuşa Geçiyoruz

Lüks saat tutkunlarının vazgeçilmezleri arasında olan IWC Schaffhausen, ikonik ‘Pilot’s Watches’ serisini, havacılık dünyasından ilham alan yeni barıyla taçlandırıyor. Cenevre’de, markanın butiğinin hemen yanında yer alan ‘LesAviateurs’ adlı konsept bar, stil meraklısı gurmeleri buluşturmayı amaçlıyor.

Bir yandan 1920’lere gönderme niteliğindeki dekorasyonuyla dikkat çeken mekan öte yandan havacılık öncülerinin heyecan verici hikayelerini yansıtıyor. Elbette markanın öne çıkan ürünleri, yüksek teknolojisi ve sofistike dokunuşları da bu mekanda kendisine yer ediniyor.

Daha önce pek çok moda markasında gördüğümüz bu tür bir girişimin lüks saatçilik dünyasına uzanması, bu trendin uzun süre devam edeceğini gösteriyor. Örneğin Milano’yu ziyaret edenler Cavalli’de partilemek için gün sayıyor, Paris’i ziyaret edenler Ralph’s hamburgeri için sıraya girmeyi göze alıyor. Peki sizce Rue de Rhone’da yer alan Les Aviateurs, stil dolu bir yolculuğa çıkmak isteyenler için ‘olmazsa olmazlar’ arasına girebilecek mi?

Yazının devamı...

Bir ikonun tarihine tanıklık

Kadın stiline güçlü bir dokunuş yapan mantolar, her sezonun olmazsa olmazları arasındadır. Kesimi, kumaşı, rengi derken neredeyse sınırsız seçeneğe sahip olan bu ‘her devrin gözdesi’ parça, çoğu zaman bir kombinin yıldızı olmayı başarır. Şimdi, bu yıldıza hakkını vermenin tam zamanı.

Max Mara, Güney Kore’nin başkenti Seul’de düzenlediği COATS! adlı sergiyle mantolara saygı duruşu niteliğinde bir iş ortaya koyuyor. Markanın ikonik parçaları arasında yer alan farklı mantolardan yola çıkarak son 60 yıldaki tasarım, teknik ve kültürel referansları sunan sergi, uzun süren hazırlık aşamasından sonra geçtiğimiz hafta başında moda severlerin karşısına çıktı.

1950’lerde ‘kadınların kolayca giyebileceği’ bir dış giyim ürününün hayal edilmesiyle ortaya çıkan mantoların yolculuğu, girişimci ve iş adamı Achille Maramotti’nin stüdyosunda başlıyor. 1960’larda İtalyan Max Mara’nın Londra ve Paris gibi diğer moda başkentlerinden ilham almasıyla daha ‘pop’ bir havaya bürünen mantolar, dönemin yeni trendlerini en iyi şekilde yansıtabileceğini gösteriyor.

Tarihler 1970’leri gösterdiğinde renklerin başrolde olduğu yeni deneyimlere yelken açılırken 1980’lerde markanın ikon haline gelecek ‘Icon Coat’ adlı modeli ortaya çıkıyor. Aslında bu dönem tam da İtalyan tasarımı ve işçiliğinin dikkat çekmeye başladığı yıllara denk geliyor. Anne Marie Beretta tarafından çizilen 101801 adlı model, Max Mara’nın bugünkü kimliğinin yapı taşlarını oluşturuyor. Hani bugün hepimizin hayran olduğu o sütlü kahve rengi manto var ya, hah, işte o, bu yıllarda doğuyor.

Serginin 1990’lara ayrılan bölümü, mantoların hikayesini en iyi şekilde yansıtan görsel dünyaya atıfta bulunurken 2000’lerde markanın kendi kadınını yarattığının altı çiziliyor. 2010’lardaysa defileler, moda haftaları derken hayatımızın bir podyuma dönüştüğü vurgulanıyor.

Eğer siz de yatırım olarak nitelendirilebilecek kadar başarı göstermiş mantoların hikayesini keşfetmek isterseniz, Max Mara web sitesindeki COATS! bölümüne göz atabilirsiniz. Tabii yolunuz yakınlarda Seul’e düşmeyecekse.

Çok beğenildi, devamı geliyor

İngiliz tasarımcı J.W. Anderson ile Japon moda markası UNIQLO, geçtiğimiz aylarda çok konuşulan bir iş birliğine imza atmışlardı. Benim de birkaç parçasını gardırobuma eklediğim bu koleksiyon, sıra dışı estetiğiyle alıştığımız marka ve tasarımcı iş birliklerinin dışında bir yere oturmuştu.

Satışa çıkar çıkmaz tükenen tasarımlar ve moda yayınlarında yer alan çok sayıdaki yansımayla başarısını kanıtlayan J.W. Anderson X UNIQLO iş birliği, önümüzdeki bahar sezonunda yeni bir koleksiyonla karşımızda olacakmış. Şimdilik tasarımların nasıl olacağı ya da koleksiyonun ne zaman satışa sunulacağıyla ilgili herhangi bir bilgi yok. Tek bildiğimiz, birkaç ay sonra moda dünyasını yeni bir heyecan dalgasının saracağı. Bakalım dahi İngiliz tasarımcının fonksiyonel Japon estetiğiyle buluşması bize yeni ve farklı şeyler sunmayı başaracak mı?

Yazının devamı...

Kendi ayakları üzerinde: Gülnur Güneş

Günün henüz ilk saatlerinde, kendimi koşuşturmaya kaptırmamışken çalıyorum Gülnur Güneş’in kapısını. Uzun süredir farklı haberlerle karşıma çıkan bu genç kadını ve başarı hikayesini dinlemek üzere Teşvikiye’deyim. Hem butik hem çalışma ofisi hem de atölye görevi gören, dört ayrı koleksiyona ev sahipliği yapan ve Nişantaşı’na yukarıdan bakan bu alanda keyifli bir sohbete koyuluyoruz.

Elbette merakım beni bu işin başlangıcına götürüyor. Gülnur Güneş, ilk günkü heyecanıyla anlatmaya başlıyor. “Bilgi Üniversitesi Avrupa Birliği İlişkileri bölümünde öğrenciliğime devam ettiğim dönemlerdi. Kendimi derslerde çizim yaparken buluyordum. Bir süre sonra artık kendimi durdurmaktan vazgeçtim ve modayla ilgili bir şeyler yapmam gerektiğine karar verdim. Soluğu İstanbul Moda Akademisi’nde aldım. Moda tasarımcılığını yapıp yapamayacağımdan emin değilim o zamanlar, o nedenle marka yönetimi eğitimi almaya başladım. Marka yönetimini çok da sevdim; ancak, moda tasarımı yönüm ağır basınca bu alana geçmeye karar verdim.”

Bu hareketli başlangıç, beni bile heyecanlandırıyor. Sonuçta karşımda, ne yapmak istediğini geç de olsa keşfetmiş bir genç kadın duruyor. Peki ya sonra?

“Babam başlangıçta bu fikre hiç sıcak bakmadı desem? Ben tabii ki vazgeçmedim ve moda tasarımı derslerime babamdan gizli gitmeye başladım. Öyle böyle derken mezun oldum ve kendimi usta isimlerin yanında staj yaparken buldum. Koleksiyon hazırlamanın inceliklerini ve ‘couture’ hakkında pek çok şeyi öğrendiğim bu dönemden sonra kendi ayaklarımın üstünde durmaya karar verdim.”

Jennifer Lopez’den Paris’teki showroom’lara

Kendi ayaklarının üzerinde durmak bir hayli zordur ancak Gülnur Güneş bu konuda da şanslı. Adını taşıyan markasını kurduğu, küçücük bir atölyede hayallerini tasarımlara dönüştürdüğü günlerde Jennifer Lopez ile tanışma şansı yakalamış. Türkiye’ye gelen ünlü yıldız, Gülnur Güneş tasarımı bir deri ceket giymiş. Hemen ardından bir üniversiteden eğitmenlik teklifi almış. Bu da yetmemiş, Paris’te bir showroom’dan koleksiyonlarını sergilemesi için davet gelmiş. Bu noktada dayanamayıp “Farkın nedir?” diye soruyorum.

Gülnur Güneş bir an gülümseyip “Tercih ettiğim renkleri, bu renkleri birbirleriyle kullanma şeklimi, asimetrik kesimlerimi farklı ve heyecan verici bulmuşlar. Ne mutlu ki böyle bir showroom’a ilk kez giren bir tasarımcıya göre yüksek sayıda sipariş alarak çok iyi bir performans sergiledik” diyor. Sonrasında bunun bir ekip işi olduğunun altını çiziyor. Şu anda on kişilik bir ekiple çalışan Gülnur Güneş, bir yandan couture koleksiyonuyla pek çok ülkeden kadının hayallerini gerçeğe dönüştürürken bir yandan Gigii’s adlı genç ve dinamik koleksiyonuyla sosyal medyada sık sık karşımıza çıkıyor.

Ulaşılabilir lüksün en renkli hali

Özellikle sosyal medyanın en çok takip edilen isimlerinden Danla Biliç’in üzerinde sık sık gördüğümüz Gigii’s tasarımları, sadece internet sitesi üzerinden satışa sunuluyor. Marka aynı zamanda YouTube üzerinde yayınını başlattığı ‘Girl Talk’ adlı sohbet serisiyle dijital dünyanın baş döndüren hızına ayak uydurabileceğini gösteriyor.

Tasarımcının çok sevdiği ve hazırlık aşamasında büyük keyif aldığını söylediği desenler, couture bir koleksiyonda değerlendirilemeyeceği için Gigii’s tasarımlarında hayat buluyor. Elbette bu yeni marka bir yandan da ‘ulaşılabilir lüks’ kıvamında kalarak Gülnur Güneş’in çok daha geniş bir kitle tarafından bilinmesine olanak sağlıyor. Zaten kendisi de bu yeni markayı anlatırken “Benim çok dinamik bir ruhum var ancak herkesin bilip sevdiği couture markam ağırbaşlı olmak zorunda. Bu nedenle desenlerin ön planda olduğu daha hareketli koleksiyonlar ortaya koyabilmek için Gigii’s adlı yeni bir marka yaratmayı tercih ettim” diyor.

Bütün bunlar olurken Gülnur Güneş farklı yerlerde karşımıza çıkmayı sürdürüyor. Bir gün bakıyorsunuz Paris’te bir nehrin üzerinde yüzen yüz metrelik bir podyumda süzülüyor tasarımları, bir gün bakıyorsunuz Nevada’daki Hoover Barajı’nın tepesinde. Yeri geliyor çizgilerin dışına taşıp Tarkan’ı sahnede devleştiren kostümlere imza atıyor, yeri geliyor yardım amaçlı defilelere renk katıyor.

Hayallerinin peşinden gitmeyi tercih eden bu genç tasarımcı, yakın gelecekte çok daha farklı koleksiyonlar, sunumlar ve haberlerle karşımıza çıkmaya devam edeceğe benziyor.

Yazının devamı...

Alışveriş çılgınlığı

Şu ‘Black Friday’ hadisesi ne zaman Türkiye’nin gündemine oturabilecek kadar önemli hale geldi, inanın bilmiyorum. Yurt dışında pek çok markanın ciddi oranda indirimler yapmasıyla birlikte bir çılgınlığa dönüşen bu alışveriş etkinliği, bu sene her nedense bizim alışveriş meraklılarımızın da radarındaydı.

Dilden dile dolaşan hikayelere göre markaların bütün hafta sonuna yayılan indirimleri sayesinde pek çok modasever, hayalindeki alışveriş fırsatlarını yakalamıştı. Peki ya gerçekten durum böyle miydi?

‘Black Friday’ aslında markaların en üst seviyede indirim uyguladığı, bu nedenle de insanların birbirini ezercesine mağazalara akın ettiği bir alışveriş günü. Hal böyle olunca, Türkiye’deki uygulamalarda da böylesi indirimler hayal ediyoruz. Ancak pek çok marka, sezon ürünlerine %20 indirim yapıp bu indirimi ‘Black Friday’ kapsamında duyurmayı tercih etti. Ya da hali hazırda eski sezondan kalan ürünler, yine aynı kapsamda, son bir kez daha satışa sunuldu.

Gerçekten çılgın indirimler sunan markalar olduysa da diğer ‘sıradan’ indirim duyurularının arasında kaybolup gittiler. Bu da aslında ‘Black Friday’ mantığının tam olarak anlaşılmadığını, sadece içi boş, özenti bir uygulamaya dönüştüğünü gösteriyor. Evet, muhtemelen bu hafta sonu satışlar hareketlendi, sektöre can geldi. Ancak gönül isterdi ki bu hadiseyi layığıyla uygulayalım; hatta kendi ‘Black Friday’ günlerimizi yaratalım. Kim bilir, belki bir gün sıra bunlara da gelir.

Unutmadan, eğer hafta sonu boyunca süren fırsatları kaçırdıysanız Pazartesi günü gerçekleşecek ve online mağazalarda indirimler sunacak ‘Cyber Monday’ etkinliklerini takip edebilirsiniz.

Dünyanın en özel spor ayakkabıları

Hayır, bu spor ayakkabılar altından yapılmadı; üzerlerinde değerli taşlar da yok. Ancak bu spor ayakkabıları ‘dünyanın en özel spor ayakkabıları’ yapan, üzerinde yazan isimler.

Şarkıcı Pharrell’in CHANEL ve Adidas ile iş birliğine giderek yarattığı spor ayakkabılar, Paris’in alışveriş duraklarından Colette’te gerçekleştirilen çok özel bir etkinlikle satışa sunuldu. Sadece 500 çift üretilen ve şanslı isimlerin çekilişle belirlendiği satışta, ilk çifti alan JustinTimberlake oldu.

CHANEL’in yaratıcı yönetmen koltuğunda oturan Karl Lagerfeld’in de katılımıyla renklenen etkinlikte ‘Pharrell X CHANEL X adidas Hu NMD’ olarak adlandırılan spor ayakkabıların bin euro civarında bir etiketle satıldığı söyleniyor. Ancak genellikle bu tür özel çalışmalar, alanlar tarafından kısa süre içerisinde yeniden satılıyor. CHANEL gibi yüksek sınıf bir markanın nadiren gerçekleştirdiği işbirliklerinden birinden doğan spor ayakkabıların yaklaşık kırk bin euro kara borsa değeri olduğu konuşuluyor.

Son dönemin çok konuşulan Supreme X Louis Vuitton iş birliğinden ilham alınmış mıdır bilemem ancak lüks markaların spor markalarla olan flörtünün daha uzun süre devam edeceğinden eminim.

Haklarında bahisler başladı

Uzun süredir aşk yaşayan Prens Harry ile oyuncu Meghan Markle’ın hakkında ne zaman evleneceklerine dair bahisler yapılmaya başlandı. Sosyal medyada çifti “Evlenin artık” şeklinde yorum yağmuruna tutan hayranları, şimdi de ne zaman evleneceklerine dair anketler yapıyor. İkili ise evlilik konusundaki sessizliklerini koruyor.

Yazının devamı...

Erkeklere yeni aksesuar

Yıllardır erkeklerin aksesuar kullanımı konusunda ne kadar az seçeneğe sahip olduğunu söyler dururum. Ceket cebine iliştirilen desenli mendiller ya da bol sıfırlı etiketlere sahip şık saatlerden öteye gidemeyen erkeklerin çok daha yaratıcı aksesuarlar kullanması gerektiğini savunurum.

Sanırım moda tanrıları bana ‘al, istediğin oldu’ demenin garip bir yolunu buldu ve erkeklere özel bir marka olan Krato Milano ile tanıştım. Marka için ‘erkeklere özel’ tanımını kullanma sebebim belli: Krato Milano sadece ve sadece sakal aksesuarları üretiyor. Yanlış okumadınız; kılıç, kuru kafa, çıpa gibi figürleri gümüş, altın ve değerli taşlarla yeniden yorumlayan markanın sadece sakal aksesuarlarından oluşan bir koleksiyonu var. Hipster stil sayesinde gündelik hayatımıza iyiden iyiye giren uzun sakal kullanımı başlı başına bir konu. Sadece sakal bakımını ele alan pek çok websitesi ve yayın bile bulunuyor. Ancak sakal aksesuarlarıyla ilk kez karşılaşıyorum.

Alternatif bir stile hitap eden sakal aksesuarları, hele bir de yüzlerce liralık fiyatları düşünülünce, kısıtlı bir pazara hitap ediyor. Ancak olay da zaten burada başlıyor. Her çeşit ihtiyacı düşünebilen veya belirli durumlardan ihtiyaç yaratabilen markalar bir adım öne geçiyor. Erkekler için hep hayal ettiğim aksesuar kullanımı bu muydu, emin değilim. Günlük stilimde tercih edeceğim bir ürün olduğunu da sanmam. Ancak meraklıları için çok değerli bir girişim olduğunu söylemeliyim.

Alışveriş festivalleri başlıyor

Yeni yılın yaklaşmasıyla birlikte alışveriş festivalleri giderek hız kazanıyor. Türkiye’nin neredeyse her şehrinde farklı temalarla düzenlenen etkinlikler hem eğlenceli aktiviteleri hem de cazip fırsatlarıyla dikkat çekiyor. İstanbul’un gündemindeyse türlü kermes, vakıf satışı ve alışveriş festivali var. Örneğin 29-30 Kasım tarihlerinde Harbiye Hilton Oteli’nde gerçekleştirilecek ELLE EDIT alışveriş etkinliği, alışveriş sanatının inceliklerini paylaşmayı vadediyor. ELLE Türkiye ve ELLE Decoration dergilerinin ortaklaşa sunduğu bir seçkiyle hazırlanan alışveriş festivalinde sadece alışverişle yetinilmeyecek. Girişlerin ücretsiz olduğu etkinliğin davetlileri güzellik ve moda üzerine konuşmalar ve atölye çalışmalarına da katıla-bilecekler. Eğer siz de moda, güzellik, çocuk giyim, dekorasyon ve hatta düğün gibi konularda ilham dolu seçimlere göz atmak isterseniz, ELLE EDIT’i takviminize eklemelisiniz.

Takvimlere eklenmesi gereken bir diğer alışveriş festivaliyse 14-15-16 Aralık tarihlerinde Volkswagen Arena’da gerçekleştirilecek Zubizu Yılbaşı Alışveriş Günleri. Yüzlerce markanın katılımıyla zenginleşecek etkinliğin detayları henüz bana ulaşmadı. Ancak geçtiğimiz seneden hatırladığım kadarıyla dolu dolu geçen bu etkinlik de İstanbul’un en popüler alışveriş festivalleri arasında. Hem geçmiş yılı güzel anmak hem de yeni yılın heyecanını taçlandırmak isteyenlerin buluşma noktası alışveriş festivallerini ve özel alışveriş fırsatlarını paylaşmaya devam edeceğim.

Yazının devamı...

Dijital dünyanın yıldızları

Moda dünyasının son beş yılına damgasını vuran dijital kanaat önderleri, etkilerinin giderek artmasının yanı sıra, artık çok daha farklı bir şekilde algılanıyorlar. Başlangıçta ‘çoluk çocuk’ olarak görülen, bir grup meraklı ve heyecanlı insanın günümüzde milyon liralar kazanabilmesi, hepimiz açısından ciddi bir ilerleme.

Sıra bu ilerlemeyi resmiyete dökmeye geldiğindeyse biraz çekingen davranan marka ve yayınlar, sonunda kabuklarından çıkmayı başardılar. Bence bu işin ilk adımını atan, Türkiye’nin öncü moda eğitimi kurumlarından İstanbul Moda Akademisi’nin ‘Dijital Yayıncılık, Blog ve Sosyal Medya Yönetimi’ programı oldu. Şimdiyse İtalya’dan benzeri eğitim programlarıyla ilgili haberler almaya başladık.

Dünyanın önde gelen moda yayıncılarından Condé Nast tarafından geliştirilen ‘Sosyal Akademi’ projesi, katılımcılarına dijital kanaat önderi olmayı öğrettiği iddiasıyla yola çıkıyor. Yaklaşık iki bin aday arasından seçilen yirmi kişilik özel grup, Condé Nast yayın grubu editörlerinin yanı sıra Bocconi Üniversitesi’nden akademik danışmanlar ve ünlü misafir eğitmenlerle dolu bir programa dahil edilmiş. Güzellik ve makyaj konularını odağına alan altı aylık bu proje kapsamında Lancome Paris ve Yves Saint Laurent ile iş birliğine gidilmiş.

Proje dahilinde katılımcılara sosyal medya kanallarını nasıl kullanacakları, fotoğraf ve videolarını nasıl düzenleyecekleri, içeriklerini nasıl geliştirecekleri ve bu içerikleri geniş kitlelere nasıl ulaştıracaklarıyla ilgili bilgiler verilecekmiş.

Ben bu ‘Sosyal Akademi’ fikrinin ileride diğer ülkelerde de hayata geçeceğini ve çok uzak olmayan bir gelecekte de üniversitelerin temel programlarına gireceğini düşünüyorum. Sıra bu sayede bu uğraşı gerçek bir meslek olarak algılamaya gelecek ve moda dünyasının mustarip olduğu bazı sorunların çözümü için gerçek bir adım atmış olacağız.

Füzyon sanatı

Eğer saatçiliğe azıcık da olsa ilginiz varsa, İsviçreli saat üreticilerinin bu alanda ne kadar öne çıktığından haberdarsınızdır. Ancak her saat üreticisi, zamana meydan okuyup geleceğe yönelik güçlü planlar yapamayabilir. Kimi markalar, daha kendi kadranlarındaki süre dolmadan saatçilik sahnesinden silinir. Kimi markalarsa nesillerce sürecek bir macerayı adım adım işleyip güçlenir.

1980 yılında temelleri atılsa da geleceği pek çok markadan farklı şekilde hayal edebilen Hublot, işte bu giderek güçlenen markalardan. Yenilikçi malzemeler kullanmaktan çekinmeyen, farklı iş birlikleriyle adını duyurmaya devam eden İsviçreli markanın Türkiye’deki son ses getiren işiyse geçtiğimiz gece gerçekleşen ‘Füzyon Sanatı’ daveti oldu.

Birbirinden iddialı Hublot modellerinin sergilendiği ve davetlilerin şıklık yarışına girdiği özel gecede ünlü oyuncu Kerem Bürsin ‘marka dostu’ olarak tanıtıldı. Kerem zaten bir süredir markayla flört halindeydi. Bu özel davetle birlikte iş resmiyete döküldü diyebilirim. Markanın yakın dönemdeki projelerinde kendisinin de hem heyecanı hem yaratıcılığıyla büyük katkısı olacağından eminim.

Bakalım genç kızların kalplerini eriten Kerem Bürsin, Hublot ile tamamladığı stiliyle şık ve karizmatik erkeklerin ilham kaynağı olabilecek mi?

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.