Şampiy10
Magazin
Gündem

Sonradan üzülmeyelim!

Dün Aliağa Tüpraş’ta meydana gelen, 4 kişinin öldüğü ve bir kişinin yaralandığı kazan patlaması olayı diğer üzüntülerin üstüne tuz biber ekti.

Haberleri okumak, izlemek bile artık çelik gibi sinir istiyor. Bu kadar büyük bir rafineride “kazanda gaz sıkışması” nedeniyle ölümlü bir kaza nasıl olabilir, olayda ihmal var mıdır bilmiyoruz ama bu olaylara dayanmak çok zor.

Dün “Dünya Kız Çocukları Günü” idi. Türkiye, Kanada ve Peru tarafından “kız çocukların haklarının korunması ve onlara karşı ayırımcılığın önlenmesi” amacıyla başlatılan bu gün 2012 yılından beri kutlanıyor. Ancak… Son yıllarda daha da artan çocuk evlilikleri, çocuklara cinsel içerikli saldırılar, “kız çocuklar günü” kutlama ile ciddi bir çelişki içinde.

Müftülere yetki

Türkiye’nin “Dünya Kız Çocukları Günü”ne öncülük etmesine rağmen, çıkarılmak istenen “müftü ve imamlara nikah yetkisi veren yasa” kızları çocuk yaşta evlendirmek isteyenlere daha da kolaylık sağlayacak.

Nüfus dairelerine bildirilmeyen evlilikler kayıtlara geçmiyor, müftü ve imamların bu bildirimi yapmadan nikah kıymasını kontrol etmek neredeyse imkansızdır, çocuk evlilikleri artacaktır.

Ayrıca, “nikah dairelerinde yoğunluktan dolayı nikah kıydıramamaktan” şikayet eden kimse duyulmadığına göre bu yasaya neden gerek görüldüğünü anlamak da mümkün değil.

Tasarı şimdi Meclis Komisyonu’nda, burada durdurulması gerekiyor.

Meclis’e alınmamak

Dün haberdi; Türkiye Kadın Dernekleri Federasyon Başkanı Canan Güllü bu tasarıyla ilgili görüşmeler yapmak üzere Meclis’e gitmiş ve “yasaklı” olduğu söylenerek içeri alınmamış. Gerekçe olarak; Büyükada’da yapılan insan hakları toplantısında tutuklananlarla ilgili CHP toplantısına katılması gösterilmiş.

Türkiye’nin kadın derneklerini çatısı altında toplayan bir federasyonun başkanının veya suç işlememiş bir başka vatandaşın, adı üstünde “Milletin Meclisi”ne alınmaması kabul edilir bir durum değildir. ABD’nin vize yasağına haklı olarak itiraz ettiğimiz bir dönemde, TKDF Başkanı’nın TBMM’ye girişe vize alamamasına susmak olmaz. Aynen müftülere nikah yetkisi veren tasarı gibi bu hatanın da düzeltileceğini umuyoruz.

Göç ve askerimiz

Başbakan Binali Yıldırım “Astana’daki toplantıda İdlib’deki gerginlik ve çatışmaları azaltma noktasında karar alındı. Askerlerimiz İdlib’de bu görevi yapıyor. Amacımız Suriye’de kalıcı barışın tesis edilmesi” dedi.

Burada iki önemli endişe; “İdlib’den de Türkiye’ye göç başlaması ve İdlib’in içinde cihatçı örgütlerle savaşmak zorunda kalacak askerimizin güvenliği”dir.

Suriye’de kalıcı barışı “Esad’ın en yakın destekçisi” olan Rusya ile tesis edeceksek, Esad güçleri neden kendi kentlerini temizlemek için İdlib’in içinde savaşmıyor sorusu akla geliyor.

Aynen “Suriyeli mülteciler arasında savaşacak yaşta olanlar Türkiye’de otururken neden TSK İdlib’de savaşıyor” sorusu gibi.

Göç mutlaka önlenmeli ve İdlib içine gönderilen TSK’nın kayıp vermemesi için gereken önlemler alınmalıdır.

Yazının devamı...

Vize krizinin perde arkası!

Türkiye birkaç hafta öncesine kadar gece gündüz “15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi”ni konuşuyor ve tartışıyordu. Tam “O gün ve gece neler yaşandığı, MİT ile Genelkurmay’ın öğlen saatlerinde yapılan ihbarı Hükümet’e, Cumhurbaşkanı’na iletmekte neden geç kaldığı, detayların ortaya çıkması” noktasına gelinmişti ki ortaya IKBY “Bağımsızlık referandumu” çıktı. Barzani yapılan hiçbir uyarıya, tepkiye kulak asmadan referandumu yaptı, ve “bağımsızlığı” ilan etti.

Türkiye için hayati önem taşıyan bu konu tartışılmadan, kısa süre içinde TSK’nın “Hatay sınırındaki ve sınırımız boyunca ortaya çıkarılmış olan PYD koridorunun Akdeniz’e bağlanmasını sağlayacak olan İdlib’e operasyonu” başladı. Aynı sırada ABD ilk kez “Türkiye’den gelecek vize başvurularını askıya aldığını” açıkladı, Türk Hükümeti aynı kararla karşılık verdi ve iki ülke arasında “vize krizi” ortaya çıktı. Her biri başlı başına hayati önem taşıyan olayları aralıksız, arka arkaya yaşıyoruz.

Türkiye’ye tehdit

IKBY’nin bağımsızlık referandumu öncesi ABD tepki gösteriyor gibi görünmekle birlikte “Hiçbir yaptırım uygulanmayacağını” açıklamıştı. ABD’nin Irak ve Suriye’de birer Kürt devleti kurulması için gösterdiği gayret biliniyor. Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un da TV’de hatırlattığı gibi Irak ile Suriye’den sonra Türkiye ve İran için benzer planların ortaya konacağı da bizzat Barzani tarafından dünyaya anlatıldı.

Türkiye, tabii ki kendisine yönelik böyle bir büyük tehdide karşı (PYD son noktaya varmış olsa da) adım atmak zorunda.

ABD’nin İdlib planı

Ancak, eğer Türkiye-Rusya-İran arasında yapılan “çatışmasızlık bölgesi” anlaşmasına göre, böyle bir bölge için Rusya ile operasyon yapılıyorsa İran neden gözükmüyor? ABD madem ki bugüne kadar “tüm terör örgütlerine karşıyız” diyerek operasyonlar yürüttü şimdi; Afganistan’daki Taliban deneyimini, bugünkü tüm cihatçı örgütlerin oradan türediğini, 11 Eylül saldırısını unutmuş gibi neden İdlib’de “El Kaide bağlantılı El Nusra’yı desteklediği” bildiriliyor? Durum böyleyse, o zaman ABD’nin vize kararının tam da TSK’nın İdlib’e girdiği tarihe denk gelmesi arasında “ABD, Türkiye’nin Afrin’e de, İdlib’e de müdahalesini istemiyor, asıl isteği PYD koridorunun Akdeniz’e varması” bağlantısı rahatça kurulabilir.

Konsolosluk görevlisi

ABD Büyükelçisi John Bass; ABD İstanbul Başkonsolosluğu’nda görevli Türk vatandaşı çalışanların FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanmalarıyla ilgili “Tutuklanma delillerini tespit edemedik. Çalışanımızın tutuklanması ‘ilişkileri bozmaya’ yöneliktir” dedi.

Başbakan Binali Yıldırım ise dün ve önceki gün yaptığı konuşmalarda “ABD resmi bankamızın genel müdür yardımcısını hapse atarken bize mi sordu? 15 Temmuz’un başı FETÖ’yü niye orada tutuyor” ifadelerini kullandı.

Konsolosluk çalışanlarının gerçekten FETÖ ilişkisi var mı, yok mu, bu konuyu ortaya çıkaracak olan yargıdır ancak biz bu konuda “tutuklamalar nispet olarak yapıldı” havası yaratacak konuşmalardan kaçınmalıyız.

Yazının devamı...

Bahçeli, Kerkük, Musul!

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli MHP’nin “Kerkük Sevdalıları” toplantısında;

“Zulme sessiz kalmadık, sesimizi yükselttik. Feryatları bitirecek irade sefer için hazırdır” dedikten sonra “82’inci ilimiz Kerkük, 83 Musul deme hakkımızın önünde kimse duramaz. 84’ü söyleseydik çılgına döneceklerdi” demişti.

84’üncü il olarak “Erbil”i mi söyleyecekti, yoksa Suriye’de PKK-PYD’nin “IŞİD’den aldık” diye ABD desteğiyle üstüne oturduğu kantonları mı sayacaktı bilmiyoruz.

Yalnız bu çıkış için önce “Türk toprağı sayılan” Süleyman Şah Türbesi’ni taşıma zorunda kaldığımız günlerden başlaması gerektiğine şüphe yok.

Bilindiği gibi Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Kerkük’te kontrolü öyle ele geçirdi ki devlet dairelerine IKBY bayrakları astı.

“İptal edilemez”

Barzani “Kerkük’ü kimse bizden alamaz, her Kürt canını vermeye hazırdır” dedi.

Son olarak “Hiçbir güç referandum sonucunun iptal edilmesine karar veremez” açıklaması yaptı.

Musul’da ise ABD’nin yine Barzani ve peşmergeleriyle işbirliği içinde operasyon yaptığı biliniyor, muhtemelen “en çok petrolün olduğu” bölgelerin IKBY’nin kontrolüne geçmesi sürpriz olmayacaktır.

Daha önce aylarca “Artık Irak’ın toprak bütünlüğünden söz edilemez” diyen Barzani’ye karşı bir çözüm üretmemiş, yeterli tepkiyi vermemiş olan Devlet Bahçeli’nin çıkıp Kerkük ve Musul’a “Türkiye’nin vilayetleri” olarak il numarası vermesi neye yarayacak?

Bahçeli’nin söylediği “feryatları dindirecek irade, güç” Irak’a girip Kerkük ve Musul’u mu alacak?

Dış politika “duygulara göre, anlık kararlarla, siyaset bilimi-uluslararası ilişkiler uzmanlarına, deneyimli diplomatlara danışmadan” yürütüldüğünde hiç beklenmedik ve ülkeyi daha da zora sokacak sonuçlar çıkıyor.

ABD ile vize krizi

Karmaşık ve askerimizin İdlib’de savaşma ihtimali olan bir süreçte ABD “Türkiye’den gelen vize taleplerini askıya aldığını” açıkladı.

Biz de aynı gün “ABD’den gelen vize taleplerini askıya aldığımızı” bildirdik. Bununla birlikte Türkiye’nin ABD Büyükelçiliği üzerinden “ABD’yi bu karardan döndürme” girişimlerinde bulunduğu, vize kararını “orantısız” bulduğu bildiriliyor.

ABD ise “Vatandaşlarımıza ve elçilik çalışanlarına yönelik göz altıların ciddi sonuçları olacağını” Türkiye’ye söylemiştik diyor.

Doları, Euro’yu zirvelere fırlatan, TL’yi ve borsayı sert şekilde düşüren, dünya çapındaki ticaretimizi, ekonomiyi şok şekilde etkileyecek bu kararların hiç ortaya çıkmaması için önceden düşünülmesi iyi olmaz mıydı?

ABD ile 11 milyar dolarlık uçak anlaşmamızı iptal edecek veya IKBY petrol vanasını kapatacak mıyız bunlar söylenmedi ama tek taraflı olarak Türkiye’ye zarar verecek olayları “olmadan önce önlemek” konusunda politika üretsek iyi olur.

Yazının devamı...

Karlar altında mücadele!

Dün gazetelerde Şırnak’ta Kato Dağı’nda 2900 metre yükseklikte kafasına kadar kara batmış terörist kovalayan askerlerimizi görmek hepimizin yüreğini sızlattı.

Sırtlarında taşıdıkları çantalardaki yiyecek, cephane gibi yüklerle çantanın ağırlığı 40 kiloya ulaşıyor, bir de silahlarını ve bu çantalara, gocuklara, kafalarındaki ağır kasklara birikmiş 20 cm’lik kar yığınlarının ağırlığını düşünün.

O soğukta ve her an gelecek kalleş bir saldırı tehdidi altında günde en az 20 km yol aldıklarını düşünün.

Askerimiz sadece Güneydoğu’daki PKK terörü nedeniyle yeterince zorluk ve tehlike altında.

Hatay’a bitişik

Türkiye ve yaşadığı terör, sınır boyunca ortaya çıkarılan terör koridoru, ABD ve onunla birlikte hareket ederek Irak’ta IKBY peşmergelerine, Suriye’de PYD-PKK’ya yıllardır destek veren ülkeleri nedense hiç ilgilendirmiyor.

İdlib, Afrin’in güneyinde ve yine Hatay’a sınır komşusu olan bir kent. El Kaide’ye bağlı veya ondan kopmuş çoğu cihatçı silahlı grupların elinde.

Esad rejimi ve Rusya için önemi “Akdeniz’e açılan kapı” olan Lazkiye’ye çok yakın olması. Tabii aynı nedenle; PYD’nin ele geçirdiği koridorun Akdeniz’e ulaşmaması açısından Türkiye için de önem taşıyor.

Boksta yumruk sayısı…

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Şu anda henüz Türk askerinin orada olmadığını” söylediği konuşmasında bir gazetecinin “Fırat Kalkanı harekatındaki gibi bir yöntem mi kullanılacak” sorusuna;

“Boksa girildiği zaman yumruğun sayısı sayılmaz” cevabını verdi. Aynı konuşmada “Halep’ten kaçıp İdlib’e gelenlere biz elimizi uzatmak durumundayız” dedi.

Boksa girildiği zaman yumrukların sayılamayacağı bize “savaşa girildiğinde her şeyin göze alınacağını” anlatıyor. Demek ki giderek büyüyebilecek bir savaşa girmekteyiz, ancak…

Türkiye, Suriyelilere yardım için kendisine düşeni bugüne kadar fazlasıyla yaptı, İdlib’e kaçanları korumak için bir kez daha savaşa girmesi pek rasyonel sayılmaz. Bu savaş, Türkiye’nin güneyinde ve sınırı boyunca ABD desteğiyle PYD-PKK’nın (ve perde gerisinde Barzani ile İsrail’in) bir bağımsız devlet kurmasını önlemek içindir.

Afrin ve Rusya

İdlib’in “çatışmasızlık bölgesi” olması için Türkiye ile anlaşma yapan Rusya, rejimi de ilgilendirdiği için İdlib operasyonunda “dışardan” güvenliği sağlayacak deniyor.

“İçerde” cihatçı gruplarla Türk askeri-ÖSO savaşacak ve Rusya dışarda mı kalacak anlamındadır bilmiyoruz ama kendi askerimizi tehlikenin ortasına atmama planı herhalde yapılmıştır.

Zira hatırlayacağımız gibi aynı Rusya, Afrin de Türkiye için en az İdlib kadar önemli olmasına rağmen “Fırat Kalkanı operasyonunun, PYD kontrolündeki Afrin’e ulaşmasına” izin vermemişti.

İdlib operasyonu, Türkiye’yi yıllar sürecek ve ABD’nin de içinde olacağı bir savaşa sokabilir. Tekrarlamak gerekiyor ki deneyimli diplomatların görüşlerini almak da şarttır.

Yazının devamı...

Polis terörü ve PKK!

Son aylarda ülkede şiddet olayları genel olarak arttı ama kadınlara şiddet sınır tanımaz hale geldi.

Taciz-tecavüz olaylarının ağır şekilde cezalandırılması konuşulurken, yolda yürüyen kadınlar, ulaşım araçlarına binen kadınlar, alışveriş yapan kadınlar erkek şiddetiyle karşılaşıyor. Yolda yürürken bir erkeğin önce omuz atıp, “neden yaptığını” soran kadını sonra tekmeleyerek dövmesi Türkiye gibi “medeni olduğu, hukuk kurallarının işlediği kabul edilen” bir ülkede dayanılır ve susulacak bir olay değildir. Bu saldırılara şimdi bir de polislerden gelen saldırılar eklendi. Dünkü haberler içinde Alanya’da bir polisin “Kırgız turist kadını” sokak ortasında copla dövüp tekme attığını, saçlarından sürüklediğini gösteren haber bunlardan sadece biri.

Çevrede olayı gören vatandaşlar büyük tepki gösterip cep telefonlarıyla kaydetmeselerdi belki de hakkında soruşturma bile açılmayacak, yaptığı yanına kar kalacaktı.

Kurumların şerefi

Şimdi tutuklanmış ama bir süre sonra hafifletici nedenler bulunarak, ifadeler değiştirilerek serbest bırakıldığını duymak çok mümkün. Polisin yanında şiddete uğrayan kadın veya erkekleri polislerin seyrettiğini, müdahale etmediğini gösteren videolar sosyal medyada, fotoğraflar medyada yer alıyor.

Kadınlara, çocuklara, sahipsiz hayvanlara şiddetin artması ciddi önlemler alınarak önlenmelidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kurumların şerefi herkesin şerefinin önündedir” derken, herhalde vatandaşları, turistleri, Türkiye’de bulunan masum insanları koruması ve güvenilmesi gereken Emniyet mensupları da bu konuda ilk akla gelecek kişilerdir. FETÖ ile ilişkili binlerce polisin görevden uzaklaştırılması, tutuklanması, siyasete ve teröre bulaşmış olması zaten güveni yeterince zedeledi, hiç değilse iş başında olanların “polislik mesleğinin onurunu” gözetmesi şarttır.

Belediye başkanları

PKK’nın Lazkiye üzerinden Ege ve Akdeniz’e sızmaya çalıştığı bildirildi. Terörün görülmediği, en turistik ilimiz olan Muğla’da bile “7 PKK’lının ele geçirildiği, 5 teröristin öldürüldüğü, 2’sinin kaçtığı” haberi var.

Her gün yeni şehit haberleriyle sarsılıyoruz. Geçen Çarşamba Hakkari’de PKK’lıların döşediği patlayıcılar 4 askerimizi daha şehit etti. Türkiye’yi yasa boğan bu şehit haberlerinde, teröristlerin en güvenli sayılan illerimize sızmasında Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ndeki referandumun ve Suriye’deki paralel gelişmelerin verdiği cesaretin büyük rolü vardır.

PKK daha önce Güneydoğu’da güvenlik güçleri tarafından sıkıştırıldığında “Suriye’deki PYD’den destek istediği ve aldığı” biliniyor. Üstelik şimdi ABD’nin “IŞİD’le mücadele bitince geri alacağız” oyalamasıyla verdiği sınırsız silah ve araç desteği de bu cesareti arttırıyor.

Türkiye, “terör koridoruna izin vermeyiz” derken, sınırlarında “en üst düzeyde” terör alarmı vermeli, kentlerinde güvenlik önlemlerini arttırmalıdır. Örneğin; PKK’nın Lazkiye üzerinden Muğla’ya kadar nasıl sızabildiği, bunu kolayca nasıl başarabildiği sorusu cevap bekliyor.

Yazının devamı...

FETÖ kimleri kandırdı?

Daha başlığı yazar yazmaz akla ilk olarak “Zamanında anlayamadık, hepimiz millete özür borçluyuz, halk bizi affetsin” diyen eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel geliyor.

Arkasından “yanıldık, aldandık” diyen herkes, özellikle de “Kimse FETÖ’nün darbe girişimi yapacağına ihtimal vermedi” diyen Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar geliyor.

Oysa 246 şehit, 2196 yaralı ile biten, devletin imajına ve tüm kurumlarına “onlarca yıl kapanmayacak zararlar veren” 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi bu tür mazeretlerle geçiştirilecek bir olay değildir.

2000’li yıllarda darbe

15 Temmuz darbe girişimi “orduya sızmış FETÖ’cü bir cunta” tarafından yapılmasına rağmen, Balyoz süreciyle birlikte düşünüldüğünde dünyaya karşı “2000’li yıllarda bile darbe yapmaya çalışan bir ordu, darbe yapılabilecek bir ülke” algısı ortaya çıktı.

Darbe girişiminin üstünden bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen başta TSK, emniyet ve yargı olmak üzere devletin en önemli kurumları tam bir kaos halinde.

Hala (tutuklu veya tutuksuz) kim gerçekten FETÖ’cüdür, kim değildir, neden bazıları tutuklanmakta bazıları sadece işten çıkarılmaktadır belli değil.

FETÖ’cüler tümüyle anlaşılıp temizlenemediği için bundan sonra devlet işleyişinde bu kurumlarda güven nasıl sağlanacaktır belli değil.

Gülen Cemaati mensuplarının devlete sızması durup dururken olmadı, kurumlara, sivil ve askeri okullara yıllar boyu çalıntı sorularla “sızdırıldılar”. YAŞ toplantılarında önleri açılarak rütbeleri yükseltildi.

İmam Hatip vurgusu

Aslında çözüm “askeri okulların kapatılmasında” değildi çünkü sorun, oralara “çalıntı sorularla FETÖ’nün istediği öğrencilerin girmesini sağlayan ve buna göz yuman kadrolarda”ydı.

Gülen’in 2000 yılında ortaya çıkan kasetinden başlayarak 15 Temmuz’a kadar geçen sürede kitaplarla, yazılarla ve sözlü yapılan uyarılara ve 15 Temmuz günü erken saatlerde gelen “darbe olabilir” ihbarına rağmen geç kalan Genelkurmay’ın “darbeye ihtimal vermemiş olması” doğrusu hiç inandırıcı değil.

Aile Bakanı Fatma Betil Sayan Kaya geçenlerde 15 Temmuz Şehitleri Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde yaptığı bir konuşmada:

“FETÖ’nün kendisine hedef seçtiği alanların başında imam hatiplerin geldiğini, çünkü ‘imam hatip kültürüyle yetişen gençlerin onların düşünceleriyle zehirlenmediğini’ bu nedenle FETÖ’ye tehdit oluşturduklarını” söyledi.

Bu konuşmanın nedeni, eğitimcilerin TEOG açıklamaları sürecinde “fazla talep yok” dediği imam hatipleri cazip gösterme isteği mi bilmiyoruz ancak “imam hatip kültürüyle yetişmediği halde” Gülen’e baştan beri şüpheli bakan, aldanmayan milyonlarca vatandaşa haksızlık olduğuna şüphe yoktur.

Bakan’ın bunu görmek için, 15 Temmuz’dan sadece 2 ay sonra Diyanet’ten daire başkanları, müftüler dahil 2560 personelin “FETÖ bağlantısı nedeniyle” işten alındığını ve bunların yüzlercesinin imam hatipli olduğunu gösteren haber ve listelere bakması yeterlidir.

15 Temmuz’un detayları bütün bu hataların yapılmaması için de ortaya çıkarılmalıdır.

Yazının devamı...

Yargıda etik ihtiyacı!

Yargıtay Başkanlar Kurulu bir “Yargı Etiği İlkeleri” taslağı hazırlamış.

Bu taslakta “bağımsızlık, tarafsızlık, dürüstlük, mesleğe yaraşırlık, eşitlik” gibi başlıklar altında ilkeler belirlenmiş.

Örneğin “Yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğünün ön koşulu ve adil yargılanmanın temel güvencesidir” diyor.

“Mesleğe yaraşırlığın ölçüsü, makul bir kişinin zihninde, dürüstlüğü, tarafsızlığı ve yetkinliği hakkında olumlu ya da olumsuz bir algının oluşup oluşmadığına göre belirlenir” diyor.

Hakimin “kamuoyu tepkisini yatıştırmak, eleştirilerin önüne geçmek veya uygunsuz çıkarları gerçekleştirmek üzere hukuktan asla sapmayacağını” söylüyor.

Kamuoyu demokrasisi

Acaba bundan önce hakimler, savcılar için aynı yargı etiği ilkeleri geçerli değil miydi? Bunlar “evrensel yargı ilkeleri” değil midir? Bu ilkeler yazılı olmasalar bile bir hakimin bu şekilde hareket etmesi gerektiğini eğitim süresi içinde ve hukukçu kimliğiyle beynine yazmış olması gerekmez mi?

“Kamuoyu tepkisini yatıştırmak, eleştirilerin önüne geçmek üzere” şeklinde başlayan madde de akla Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un “Türkiye’de kamuoyu demokrasisi yok, yapılan hukuksuzluklar gereken tepkiyi göremiyor” sözlerini getiriyor.

Hakimler ve yargı kurumları elbette kararlarını “tepkilere göre” verecek değildir ama toplum vicdanında “güven yaratmayan” kararlar verildiğinde gelecek kitlesel tepkiler de “adalet” adına yok sayılamaz.

Örneğin Balyoz-Ergenekon davaları sürecinde toplumda büyük kitleler “adil yargılama” olduğuna da, öne sürülen iddiaların doğru olduğuna da baştan inanmamıştı.

Ancak, sonradan FETÖ’cü oldukları anlaşılan savcı ve hakimleri durdurmak mümkün olmadı ve yüzlerce masum insan aileleriyle birlikte mağdur oldu.

Cezai ve maddi yaptırım

Bugün ise FETÖ’cü etiketi Ergenekon-Balyoz dönemindeki kolaylıkla “masum insanlara” da yapışabiliyor. Mesela MHP’de yapıldığı gibi “Bahçeli muhalifi isimlere” yapıştırılabiliyor.

Temmuz başında Büyükada’da toplantı yaparken gözaltına alınıp tutuklanan yabancı ve Türk insan hakları aktivistleri için “casusluk, FETÖ’cülük” gibi iddialar öne sürülmüştü oysa evleri “gözaltına alındıktan bir hafta sonra” aranmış.

Avukatlar “Hakimler dosyaları okumuyor bile. Sadece ‘tahliye istemine ret’ diyor. Niye ret sorusuna cevap alamıyorsunuz” diyorlar.

Örneğin; daha Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde veya öncesinde “Gülen tehlikesine dikkat çeken Sözcü gazetesi”nin İzmir muhabiri Gökmen Ulu’nun veya Cumhuriyet yazarlarının tutukluluğu neden devam ediyor, bu gazeteler neden “terörle ilişkili” zan altında tutuluyor, makul bir kişinin kafasında olumlu algı oluşması mümkün değil.

13 yaşında bir çocuğa tecavüz eden sapıklara nasıl “iyi hal indirimi” yapılabiliyor, makul bir kişinin kabul etmesi mümkün değil. Yargı etiği ilkelerini hatırlamak gerçekten gerekli ama asıl önemli olan bu ilkelerin uygulanmasıdır.

Hakimlerin kararlarına “cezai ve maddi yaptırım” gelmediği sürece uygulanması zor görünüyor.

Yazının devamı...

Özerklik, bağımsızlık, terör!

İspanya krallığının baştan beri özerk olan 17 bölgesi arasında Katalonya ve Bask’ın “özerklikten bağımsızlığa geçme” çabaları ve İspanya hükümetinin bunu önleme politikası yıllardır sürer.

Hatırlanacağı gibi PKK ve uzantısı olan partiler de zaman zaman Türkiye’de “İspanya modeli istediklerini” açıklamışlardır.

Son olarak Katalonya’da “yasadışı ilan edilmesine rağmen” yapılmak istenen “bağımsızlık referandumu” polis müdahalesi ile durdurulmaya çalışıldı.

Kanlı çatışmalar çıktı, yüzlerce kişi yaralandı ama referandum sonuçlandırıldı, Katalonya Özerk Yönetimi Başkanı Puigdemont “Katalonya bölgesinin bağımsızlık ilan etme hakkı kazandığını” söyledi.

Ülkelerin tutumu

Irak’ta IKBY (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) de aynı şekilde başlangıçta “özerk bir yönetim olarak kalmaya” söz vermişken, Irak Hükümeti, Türkiye ve İran’ın tepkilerine, uyarılarına, yaptırımlarına rağmen Barzani’nin isteğiyle “bağımsızlık referandumu”na gitti.

ABD bu referandum öncesinde petrol zengini IKBY ile yıllardır güçlü bir işbirliği içindeydi, referandumdan sonra “karşı görünen” kısa açıklamalar yapsa da IKBY’ye hiçbir yaptırım uygulamadı.

İsrail zaten “referandumu desteklediğini” resmen açıklamıştı.

Arkasından İngiltere IKBY referandumu için sadece “zamanlaması talihsiz, hesap hatası yapıldı” dedi.

Bunları birleştirdiğinizde bile Barzani’nin neden “hiçbir yaptırım veya önlem bizi durduramaz” dediği ortaya çıkıyor.

Pazarlık başladı

Irak hükümeti 2014 yılının başından beri IKBY’nin bağımsız şekilde petrol ihraç etmesinden dolayı “bütçe payını ve memur maaşlarını” göndermiyordu.

Referandum öncesinde “bu referandum Irak anayasasına aykırıdır, hiçbir uzlaşma yapmayacağız” diyen Irak Hükümeti, birkaç gün önce “IKBY’nin petrol gelirlerinin kontrol edilmesi halinde memur maaşlarının düzenli ödeneceğini” açıkladı ve “Kürtler Irak’ın 1’inci sınıf vatandaşıdır” dedi.

Daha önce yapılmayanın yapılması bir uzlaşmanın başlayabileceğini düşündürür.

Suriye’nin kuzeyinde “özerklik ilan edilen” PYD-PKK bölgesinde de benzer gelişmeler uzun süre önce başlamış, Barzani o bölgedeki Kürt grupları bir anlaşmayla birleştirmişti.

Suriye iç savaşı başladıktan sonra bu bölgedeki kentleri PYD’ye Esad bırakmıştı, ilginç tesadüf (!) IKBY referandumundan hemen sonra Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim; DEAŞ’ı yendikten sonra Suriyeli Kürtlerle “özerkliğin konuşulabileceğini” açıkladı.

Özerklik ve arkasından bağımsızlık…

PKK terörü duyurulmalı

Financial Times dün “IKBY’nin yanında bir de Suriye’nin kuzeyinde ‘bir başka Kürt devletinin kurulma aşamasında’ olduğunu, bu ayrılıkçı düşüncenin kendi Kürt azınlıklarına yayılmasından korkan Türkler ve İranlılar’ın agresif bir düşmanlık gösterdiğini” yazmış.

Irak ve Suriye’deki gelişmenin Türkiye’nin Güneydoğu’sunda PKK terörünü nasıl azdırdığını ve arka arkaya şehitler verdiğimizi de yazsalar iyi olurdu.

Türkiye için tehdit az değil, bu bağlantıyı her fırsatta duyurmak zorundayız.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.