Şampiy10
Magazin
Gündem

Ulusal ve küresel bir skandal!

Türkiye’de artık ne yazık ki bir konunun gerçek uzmanları, hayatını bir ilme adamış ve ciddi deneyim kazanmış kişilerin yorumları yeterince duyulmuyor.

Oysa devlet yönetiminde hata yapılmaması, yapılmış olanların da tekrarlanmaması açısından uzman görüşlerinin değerlendirilmesi her ülke için olmazsa olmaz bir şarttır.

Bilindiği gibi, Yargıtay Onursal Başkanı ve hiç şüphesiz Türkiye’nin uluslararası deneyime ve saygınlığa sahip hukukçularından olan Prof. Dr. Sami Selçuk’un 16 Nisan halk oylamasına ilişkin görüşleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne sunulmuştu. Selçuk, yaptığı açıklamada;

YSK’nın mühürsüz zarflarla kullanılan oyların geçerli sayılmasına ilişkin kararının “yok hükmünde” olduğunu, sahteciliğe yol açacak biçimde karar vermesinin “göz yumulamaz boyutta ulusal ve küresel bir skandal” sayılacağını, hiçbir kişi ve kurumu bağlamayacağını, olanak varsa “geçersiz oyların sayımla belirlenmesi”, aksi takdirde YSK’nın “yeni bir oylama takvimi duyurması” gerektiğini belirtiyordu.

Yokluk yaptırımı

Prof. Dr. Sami Selçuk’un, hukuk ve ülke adına büyük önem taşıyan bu konudaki görüşleri daha sonra CHP Bilim, Yönetim, Kültür Platformu tarafından “16 Nisan Halkoylamasına İlişkin Bilimsel Görüş” adıyla kitap haline getirildi.

Kitapta dikkat çeken noktalardan biri “Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına giren bir ‘anayasa normuna aykırılık’ iddiası söz konusu ise ve bu konuda Yargıtay, Danıştay ya da YSK gibi ‘yarı yargısal’ bir merci kendisini yetkili görerek karar verirse, kurulan hüküm ‘görev gaspı’ nedeniyle ‘yokluk yaptırımı’ ile sakattır. Hukuk dünyasında ‘doğmamış’, hukuksal varlık kazanmamış olur. Bu durum, sözgelimi ‘kaymakamın boşanma kararı vermesi’ gibidir” vurgusuydu.

Selçuk, bu nedenle YSK kararının ayrıca bir yetkili organ tarafından “iptal edilmesine gerek olmadığını”, böyle bir iptal kararının “yoklukla sakat” işlemin hukuk dünyasında var olduğunu belirterek “yeni bir ihlale” yol açacağını anlatıyordu.

Atatürk bile olsa…

İki gün önce beni telefonla arayan Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Ana Muhalefet Partisi CHP’de yeterli hukukçu olmadığını, önemli konuları ele almakta çok zayıf olduklarını, YSK’nın hukuk dışı kararının da susulup kabul edildiğini söyledikten sonra şu açıklamayı yaptı.

“YSK kararının üzerinde yeterince durulmadı. 16 Nisan’da yapılan referandum için hukuk ‘bu meşru değildir’ diyorsa bunu göz ardı etmek mümkün değildir. Halk oylaması geçerli olmadığı için ona dayanarak alınan kararlar ve çıkarılan KHK’lar geçerli olamaz”.

“Devletin başında Atatürk bile olsa bu yanlışla yol alınmayacağını söylerdim” diyen Sami Selçuk konuşmasını; “böyle bir olay Avrupa’da yaşansa kıyamet kopardı, bizde ise kamuoyu demokrasisi olmadığı için en büyük hukuk ihlalleri bile geçerli sayılabiliyor” sözleriyle bitirdi.

Demokrasilerde hukuk en önemli kavram olduğuna göre, gelecek seçimleri de göz önüne alarak tekrar düşünelim; YSK kararı yeterince tartışıldı mı?

Yazının devamı...

ABD’den Türkiye’ye seyahat uyarısı!

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin görüşmesinden sonra ortak bir basın açıklaması yapıldı.

Erdoğan, açıklamasında iki ülkenin “Suriye ve Irak’la ilgili sorunlarda hemfikir olduklarını, IKBY referandumunun hiçbir meşruiyeti olmadığını, Suriye ihtilafının siyasi çözümünde ortak irade ve yakın işbirliği içinde olacaklarını” söyledi.

Bununla birlikte Rusya’nın, Suriye savaşı sırasında zaman zaman Esad güçleriyle, zaman zaman ABD gibi “PYD’nin toprak almasını kolaylaştıracak” operasyonlar yaptığı biliniyor.

Son olarak “ABD, TSK’nın Menbiç ve Rakka’ya ilerlemesini önleyecek şekilde birliklerini Menbiç girişine yığarken, Rusya’nın da Afrin girişini aynı şekilde kapattığı” unutulmadı.

Petrol ne olacak?

Bugün Türkiye ve Rusya “Irak ile Suriye’nin toprak bütünlüğünden” söz ediyor ancak IKBY Başkanı Barzani uzun süre önce “Artık Irak’ın toprak bütünlüğü diye bir şey kalmadığını, Sykes Picot anlaşmasıyla çizilen sınırların değişeceğini” birçok kez tekrarlamıştı. Irak Başbakanı İbadi’nin “IKBY Irak’ın sınır kapılarını 3 gün içinde Irak yönetimine devretmezse IKBY’nin tüm uluslararası uçuşlarının durdurulacağını” söylemesine ve sürenin dün bitmesine rağmen Barzani talebi reddetti.

İran “hava sahasını en çabuk kapatan ülke” idi, dün de Tahran yönetimi “İranlı şirketlerin Kuzey Irak’tan petrol ürünleri taşımasına yasak konduğunu” açıkladı.

Erdoğan ise “petrol vanasının bizde olduğu ve kapatılabileceği” uyarısı yapmıştı ama acaba bunun gerçekleşmesi ne kadar mümkündür?

Kazanır mı, kaybeder mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan “IKBY referandumu etkilerinin bizi teğet geçeceğini, Suriye’deki olayların ülkemize sıçramasına izin vermediğimiz gibi bunu da durduracağımızı” söylüyor.

Oysa Suriye iç savaşı; sınırımız boyunca ortaya çıkan PYD-PKK devleti, 4 milyon mülteci, onlara 30 milyar dolar harcama, mültecilerle Türkiye’ye sızan terör örgütleri, Suriye’de verdiğimiz şehitler başta olmak üzere ciddi kayıplara neden oldu.

IKBY referandumunun teğet geçmesi de zordur. Bu nedenle, “Fazla karşı çıkmasak da olur, İran kadar tepki göstermeyelim, sonunda Türkiye kazanır” benzeri yorumlarda bulunanlar da hata yapmaktadır.

Gerçi artık IKBY attığı adımdan geri dönmeyecektir ama bu yorumlar yanlıştır. IKBY’deki bağımsızlık ile Suriye’deki “bağımsız bölge” girişiminde ikisinin ortaklığının söz konusu olduğu unutulmasın.

Washington “IKBY’ye hiçbir yaptırım uygulamayacağını” iki ayrı bakanlığı ile açıkladı. Perşembe akşamı ise ABD’nin vatandaşlarına “Türkiye’ye, özellikle Güneydoğu bölgesine seyahat etmemeleri, terör tehlikesinin arttığı” uyarısı geldi.

“ABD askerlerinin PYD’nin içinde, onlarla birlikte savaşması” nedeniyle olmalı, Türkiye’de yapılacak terör eylemlerini ABD her zaman ilk haber alan ve vatandaşlarını uyaran ülke oldu.

Irak ve Suriye’deki “bağımsızlık” adımları Türkiye’ye terör olarak dönecektir, bunu anlamak için kahin olmak gerekmiyor.

Yazının devamı...

Irak, Suriye ve mülteciler!

Dün bir programda “Türkiye’nin 2030 yılında 100 milyona yaklaşan nüfusuyla ‘su sıkıntısı çeken ülkeler’ arasına gireceği” hatırlatıldı.

Dünyanın iklimi, başta ABD olmak üzere dünya ülkelerinin dikkatsizliği yüzünden “küresel ısınma” ile kuraklığa ve sellere dönüşüyor.

Bu gidişle sadece su sıkıntısı değil, yakın bir gelecekte “gıda sıkıntısı” da başlayacak.

Gelişmeleri gördükçe nüfusumuzu 4 milyon mülteci ile bir defada katlanarak arttırmamızdaki bir başka ciddi yanlış da bu konuda ortaya çıkıyor.

Maddi, manevi yük

IKBY referandumu ertesinde, kısa sürede ortaya konacak olan Irak Kürdistanı’ndan sonra sıranın Suriye Kürdistanı’na, “Rojova bağımsızlığına” geleceği, Türkiye için de tehditlerin artacağı sır değildir. Türkiye’deki mültecilerin hiç değilse bir kısmının, böyle bir süreçte nasıl bir tutum takınacağı, yeni büyük sorunlar yaratıp yaratmayacağı bilinemez.

Ülkemiz birçok olumsuz gelişmeyle boğuşurken, gelecek konusunda bir yanılgıya daha düşecek lüksümüz olmadığı ortadadır.

Batı ülkeleri, kendilerine maddi-manevi problem yaratacak hiçbir ihtimalin gerçekleşmesine izin vermiyor, her olayı önce “kendi çıkarlarına göre” değerlendirip öyle karar veriyorlar.

Bu nedenle, hepsinin aldığı toplam mülteci sayısı Türkiye kadar değil.

Biz Suriye, Irak, Afganistan ve daha birçok ülkeden “sığınmacı” adı altında gelen ve maaş, iş, okul, servis gibi her tür desteğin verildiği milyonlarca insan aldık.

100 TL. Geri istendi

Türkiye’nin “diğer ülkelere yaptığı insani yardımlarda, 2016’da 6 milyar dolarlık yardımla dünyada 2’inci sırada olduğu” ile övünüyoruz.

Elbette nerede olursa olsun insanların açlık, sıkıntı çekmesine gönül razı olmaz, ancak… Dünyanın en zengin devletlerinin yapmadığı milyarlarca dolarlık yardımları, dünyanın öbür ucundaki ülkelere de yapmaya kalkarsak Türkiye buna ne kadar süre dayanabilir? Ayrıca, sınırlarımızdan hala otobüsler dolusu yabancının, hatta “sınıra dayanan Idlib’den kaçan IŞİD’li yüzlerce militanın” girdiği haberleri duyuluyor.

Tehlike yaratacak bu kontrolsüzlüğün sebebi İçişleri Bakanlığı tarafından açıklanmalı değil midir?

Mültecilere ve diğer ülkelere milyarlarca dolar harcarken, Hakkari’de 2010 yılında PKK’lı teröristlerin yola döşediği mayın patlaması sonucu annelerini kaybeden ve ağır şekilde yaralanan, dedelerinin baktığı 13 ve 9 yaşındaki iki kız kardeşe bağlanan “100’er lira” maaş kesildi.

Kesildiği gibi, o güne kadar ödenmiş olan 27 bin 500 TL geri istendi. Çocukların dedesi “devlet bize yardım etsin” diyor. Bu çelişki, bu haksızlık nasıl kabul edilebilir?

Diğer tarafta Suriyeli küçük kızlar evlendiriliyor, doğum yapıyor, mülteci çocukları evlerinde aç kaldıkları için “Sevgi Evleri’ne konuyor, yine mülteci botları batıyor ve can kayıpları sürüyor.

Hükümet, Irak ve Suriye ile siyasi sorunu düşünürken Suriyeli mültecilerin vatandaş yapılmak yerine bir an önce ülkelerine dönmeleri için de çözüm üretmelidir.

Aksi takdirde bu sorunlar da büyüyecektir.

Yazının devamı...

Siyaset ve sportmen ruh!

Başlıktaki üç konudan sonuncusu dünya insanlarına egemen olabilseydi şüphesiz çok daha kolay ve zevkle yaşanabilir bir dünyaya sahip olunurdu.

Maalesef genç yaşta kaybettiğimiz değerli iş adamı Mustafa Koç’un adına verilen “Mustafa V. Koç Spor Ödülleri” gecesini izleyen herkes sanıyorum bu duyguyu güçlü şekilde hissetmiştir.

Ailesi için çok zor olmakla birlikte, böyle bir evlat yetiştirmenin gururunu yaşatan, kusursuz bir ödül töreniydi.

Dürüst, adil, mücadeleci, doğaya hayran ve korumacı, sportmen kişiliğiyle birçok spor dalında da başarılar kazanmış olan ve ülkesinin gelişimine katkıda bulunmak için mücadele eden Mustafa Koç spor ödüllerini yaşarken düşünüp, ilk adımlarını atmış.

Spora, bilime katkı

Eşi Caroline Koç gecede yaptığı konuşmalarda onun kaybından sonra Milli Olimpiyat Komitesi ile iş birliği yaparak “olimpik değerlerin kriter olacağı” ve gelenekselleşecek bu ödülü planladıklarını anlattı.

İlk ödüller 2 genç sporcuya; “Olimpiyat Oyunları ve Dünya Şampiyonu” Milli Okçumuz Gizem Girişmen ile “Olimpiyat ve Dünya Şampiyonu” Milli Güreşçimiz Taha Akgül’e verildi. Mustafa V. Koç Spor Ödülleri’nin ülkemizin dünya çapında başarısına hizmet edeceğine kuşku yok.

Her yıl bilim ödülleri ve madalyaları da veren Koç Ailesine ülke olarak teşekkür borçluyuz, keşke her alanda yalnızca ülkemize hizmet için bu sportmen ve bilimsel ruhla hareket edebilseydik.

Almanya’daki seçim…

Son zamanlarda ilişkilerimizin ciddi şekilde bozulduğu Almanya’da seçimler yapıldı ve Angela Merkel’in partisi CDU seçimleri kazandı.

Daha önceki koalisyon ortaklarından olan Sosyal Demokrat Parti SPD ise aldığı 138 oyluk sonucun “SPD için büyük yenilgi olduğunu, CDU ile koalisyon kurmayacaklarını” açıkladı.

Şimdi, koalisyon kurabilirler veya kuramazlar ama dikkat çeken 2 nokta var:

1-Yenilgiyi kabul edip açıklayabiliyorlar,

2-Sonuç ne olursa olsun “dürüst bir seçim olduğuna” seçmenlerin ve partilerin hepsi güvenebiliyor, bir şüphe ve huzursuzluk yok.

Trafoya kedi girmesi veya YSK’nın seçim bittikten sonra ve “yasaya aykırı şekilde” mühürsüz oyları geçerli sayması gibi bir durum söz konusu değil.

Yeni parti açıklanacak

İçişleri Bakanı ve TBMM Başkan Yardımcısı görevlerinde bulunarak önemli bir siyasi birikime sahip olan Meral Akşener’in kuracağı ve “merkezde yer alacağı” bildirilen partinin, bu akşam gazeteciler ve siyasetçilerin katılacağı kalabalık bir törenle açıklanacağı duyuruldu. Daha parti kurulmadan, MHP’den ve bazı çevrelerden yapılan hukuka aykırı, gerçeklerden uzak, kişiselliğe dökülen saldırılar, yıpratma faaliyetleri Türkiye adına üzücüdür.

Demokratik ülkelerde, eğer şartlar gerektiriyorsa ve halktan talep geliyorsa yeni partiler kurulur, yeni lider adayları ortaya çıkar ve siyasi etik bu gelişmelerin dürüstçe kabulünü gerektirir.

Umuyoruz ki bundan sonra diğer demokratik ülkelerdeki adil ve korkusuz siyasi ortam, adil ve şüphe-şaibe götürmez seçimler Türkiye için de geçerli olsun.

Bize yakışan budur.

Yazının devamı...

Yalanlar ve gerçekler

Öyle bir dönemin içindeyiz ki iç siyasette de, dış siyasette de güven, verilen sözlere, anlaşmalara, yasalara saygı tamamen kaybolmuş durumda.

Yapılan açıklamalara artık hiçbir halk güven duymuyor, acaba işin perde gerisinde neler oluyor, gerçek nedir diye düşünüyor. Türkiye’nin, Irak Hükümetinin ve İran’ın tepkilerine, uyarılarına rağmen dün yazımı yazdığım saatlerde IKBY’de Irak Anayasası’na aykırı, gayrimeşru şekilde yapılan ve Araplarla Türkmenlerin katılmadığı “bağımsızlık referandumu” devam etmekteydi.

Dikkat çeken bir nokta; ABD’nin “Biz de bu referanduma karşıyız” demesine rağmen ciddi bir tepki ortaya koymamasıdır.

Mesut Barzani referandumdan önce “referandumu erteleyin” diyorlar açıklamaları yapmaktaydı. Oysa “erteleme” sözcüğü bile, bugün yapılmasaydı da bir süre sonra aynı referandumun tekrar gündeme getirilmesi demektir.

Türkiye’ye tehdit

Dün referandum başladıktan sonra Türkiye Habur sınır kapısını tek taraflı olarak kapatmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise konuşmasında: “IKBY’ye en sıkıntılı zamanlarında gerekli desteği verdik ancak Irak’taki diğer halkların da haklarına saygımız var… Bu referandum buram buram fırsatçılık kokan bir girişim” dedikten sonra “IKBY’nin petrol boru hattı vanasının Türkiye’de olduğunu, vananın kapatılabileceğini” vurguladı.

Irak’taki diğer halkların haklarından önce “Türkiye sınırlarının ve Güneydoğu bölgesinin güvenliğini” düşüneceğimiz gün gelmiştir.

Barzani petrolünü alıp diğer ülkelere satan Türk şirketler var, IKBY’de yatırım yapmış Türk şirketler, iş yapan müteahhitler var. Ancak şu anda ticari çıkarlar bir yana bırakılmalı, sınır ötemizdeki gelişmelerin Türkiye’ye vereceği zarar her şeyden önce gelmelidir.

IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani dün “Türkiye gerçekten bize zor zamanlarımızda yardım etti, bundan dolayı şükran borçluyuz. Bugün Kürt bölgesinde gördüğünüz, sonraki gün bağımsızlık ilan edeceğimiz anlamına gelmiyor. Referandum asla Türkiye’ye bir tehdit değildir” dedi.

Gerçek ne?

Bu sözler de gerçeği yansıtmıyor, tamamen bir yanıltma, aldatma niteliğinde.

Eğer gerçek ise, IKBY’de Barzani’nin Rudaw TV’sinde yıllardır gösterilen ve “Türkiye’nin Güneydoğusunu ve hatta bazı güney illerini içine alan Kürdistan haritaları”nın sebebi ve anlamı nedir?

Irak ve Suriye Kürdistanları için paralel bir plan yürütülmüyorsa, Suriye’li Kürt grupları birleştiren, Suriye’de ilan edilen Kürt kantonlarını özerkliğe götürecek anlaşmayı neden Irak’ta, Duhok’ta Barzani düzenledi ve “Birimizin başarısı, hepimizin başarısıdır” dedi.

Referandumdan “sonraki gün” bağımsızlık ilan etmeyeceklerse birkaç gün veya hafta sonra ilan edebilirler, orada bir sorunları yok.

Merak edilen bir nokta da; dış politikada riskler uzun vadeli hesaplanmalıyken Türk Hükümeti’nin Barzani’ye maaş ödeyemediği dönemde “2 milyar dolar kredi” vermiş olmasıdır. Bu kredi geri ödendi mi, bilgi verilmedi ancak birçok zorluğumuz bu “yardım” kararlarını daha dikkatli almamız gerektiğini gösteriyor.

Yazının devamı...

Topbaş, Barzani ve sorular!

IKBY Başkanı Mesut Barzani referandum konusunda dün de geri adım atmadı, “Sonunda ölüm olsa da hazırız” dedi.

ABD’ye “Gelin ‘amacımıza nasıl ulaşabiliriz’ konuşalım” diyoruz, “Bunu yapma, ertele” diyorlar… “Neyi konuşacağız, bir halk bağımsızlık istediğini söylüyor” dedi.

TBMM’de Irak ve Suriye’ye tezkere konuşulurken, Barzani “ucunda ölüm de olsa” derken PKK Irak sınırındaki üs bölgemize silahlı saldırı yaptı, gencecik, aslan gibi 1 erimiz ve 1 sivil işçi şehit oldu, 2 yaralı var.

Kuzey Irak veya kuzey Suriye’de olacakların Türkiye’ye daha şiddetli PKK terörü (ABD silahlarıyla) olarak döneceğinin bir örneğidir bu!

Halkın tercihi

Bir ayda 20 milyon ton “petrol” ihraç edebilen IKBY, çoğunluğu Türkmen olan ve “petrol kenti” olan Kerkük’ü bile ele geçirdi.

Yine Irak’ın bir “petrol kenti” olan Musul operasyonunu beraber yapmak için tüm tekliflerimize rağmen ABD bu operasyonu da, Suriye’de “petrol zengini” Rakka operasyonunu da Kürtlerle yaptı.

Suriye’deki petrolün yaklaşık 3’te 2’si PYD’nin elinde… Yani ABD TIR’lar dolusu silahı PKK’nın Suriye kolu olan bir terör örgütüne boş yere göndermiyor.

Bu durumda, IKBY referanduma tepkilerden “halkın tercihidir” deyip sıyrılacaksa Kürtler daha sonra (benzer bir ABD desteğiyle) Suriye ve arkasından “Barzani haritasındaki diğer ülkeler” için aynı şeyi neden denemesin?

Hükümet Güneydoğu’nun, Irak ve Suriye sınırlarının korunmasını en önemli gündemi yapmak zorundadır.

Gönül koymak!

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın istifa sebebinin “kendisinin veto ettiği 5 imar değişikliği dosyasının Ak Partili üyelerin oylarıyla Belediye Meclisi’nden geçmesi” olduğu söylendi.

Topbaş da AKP’li olduğuna ve veto ettiğine göre bu imar değişiklikleri gerçekten çok sakıncalı olsa gerek. Ancak…

O zaman da akla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu yıl yaptığı ve “İstanbul’da, Boğaz’da bile çok çirkin yapılaşmanın olduğundan, beton ve demir yığınlarının yükseldiğinden, buna izin verilmemesi gerektiğinden” söz ettiği konuşma geliyor.

Madem ki Topbaş yanlış imar değişiklikleri için istifa etmiştir, bu gerçekten çirkin yapılaşma süreci nasıl yaşanabildi? İzin veren kimdir?

Projeler ve deprem

Kadir Topbaş “İstanbullular beni hoşgörüyle karşılasınlar, gönül koymasınlar” dedi.

“Aldığı kararın ‘kişisel’ olduğu ve sorgulanmaması gerektiği” söylendi.

Oysa devlet görevlerinin “gönül koyma veya hoşgörü” ile ilgisi yoktur.

İstanbul Belediyesi o süreçte bu çirkin yapılaşmanın sorumlusu olduğu gibi, birçok büyük projeye harcanan paralar da millete aitti. Bu projelerin kaçı başarılı sonuç vermiş, kaçında trilyonlarca lira boşa gitmiştir?

Uzmanlar İstanbul’da beklenen büyük depremin artık her an olabileceğini söylerken Topbaş döneminde neden kentin sadece yüzde 10’unda deprem çalışması yapılmıştır?

Tüm belediye başkanları, ayrılmadan önce bu tür soruları cevaplamalıdır.

Yazının devamı...

Irak ve Suriye’de oyunlar!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’la görüşmesindeTürkiye açısından en önemli konu “IKBY’nin 25 Eylül’de yapmakta ısrar ettiği bağımsızlık referandumu ve ABD’nin Irak ve Suriye’de oynadığı rol”dü ama Trump yine “DAEŞ’le ortak mücadelemiz” diye başlayan yuvarlak, oyalayıcı açıklamalar mı yapmıştır belli değil.

Daha önce de olduğu gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’de “Amerika’nın PYD/PKK’ya yaptığı silah yardımları, verdiği desteklere Türkiye’nin tepkisini” bildirdiği saatlerde TIR’lar dolusu silah ve zırhlı araç ABD tarafından (Apo posteleriyle dolu alanlarda) PYD’ye ulaştırılmaktaydı.

Bugüne kadar 3000 TIR’dan fazla araç ve silah gönderdiklerine göre, bu silahların hepsi (zaten ABD ve PYD’nin dümen suyunda hareket eden) IŞİD’e karşı mı gönderilmiştir?

3000 Tır ne için?

Trump, Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki gelişmelere tepkisini bilmiyor mudur ki Erdoğan BM Genel Kurul’unda bu tepkiyi bir kez daha ortaya koyarken, yıllardır süren IŞİD (DEAŞ) bahanesiyle PKK’ya silah sevkiyatı yapılmıştır?

Binlerce araç ve silah olmadan da, savaşmadan da IŞİD daha önce kentleri ABD destekli PYD’ye bıraktığına göre bu 3000 TIR silah, zırhlı araç ne için gönderilmiştir, asıl soru budur.

Mesut Barzani’nin “Kerkük de Kürdistan’a dahildir. Bir başka grup müdahale ederse her Kürt savaşmaya hazırdır” şeklindeki açıklamalarından sonra Kerkük’te Kürtler Türkmen Partisi’ne (sınırsız sayıdaki silahlarıyla) silahlı saldırı yaptılar.

Onlara bu silahlar “yardım” olarak gönderilirken Cumhurbaşkanı Erdoğan “NATO üyesi ülkelerin bile, parasıyla bile silah vermediğini” söylüyor. Bu durum diğer ülkelerle çekişmeli ilişkilerimiz nedeniyle mi acaba?

Kerkük çatışma ortamı içinde.

Bu arada Başbakan Binali Yıldırım, Barzani’ye şu mesajı verdi:

“Türkiye uluslararası ve ikili anlaşmalardan (Lozan ve Ankara anlaşmaları) doğan haklarını kullanmaya kararlıdır”.

Ankara Anlaşması

O günün şartlarına göre olabilecek en iyi anlaşmaya, Lozan Anlaşması’na bile bugün haksızca eleştiriler yapılabiliyor.

Oysa, parçalanmış bir devletten zaferle biten savaşlarla, zeka ürünü anlaşmalarla Türkiye’nin bugünkü sınırlarının çizilmesini sağlayan Atatürk, Ankara Anlaşması’yla da bugünleri önceden gördüğünü belli etmişti.

1926 Ankara Anlaşması’na göre Irak toprak bütünlüğünü resmen kaybettiği an Türkiye’nin Musul ve Kerkük üzerinde hak sahibi olması kabul edilecekti.

Demek ki Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti ilan edildiği takdirde Türkiye’nin Musul ve Kerkük’e müdahalesine BM de tepki gösteremez.

ABD, IKBY referandumunu istemiyor görünse de gerçek bu değildir.

Suriye’de de bir Kürt devletini bir yanda petrol ve madenler nedeniyle, diğer yanda “İsrail hatırına” istediği saklı, gizli bir konu olamayacağına göre artık oyalanmak yerine kararlar bu yönde alınmalıdır.

Unutmayalım, tatlı sözlerle politika paralel yürüseydi bugün Barzani “ancak ertelenirse referandumdan vazgeçerim” noktasına gelemezdi!

Yazının devamı...

Sınırlarımızda tehlike!

Cumhurbaşkanı Erdoğan New York’taki BM zirvesinde Barzani’yi 25 Eylül’de yapacağı “Bağımsız Kürdistan” referandumundan vazgeçmeye çağırdı.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık taleplerinin “yeni krizler, çatışmalar ortaya çıkarabileceğini” söyleyen Erdoğan “Türkiye’nin açık ve kararlı tavrını görmezden gelmek IKBY’yi elindeki imkanlardan da edebilir” dedikten sonra Suriye’de ortaya çıkarılan tabloyu da vurguladı.

PYD’nin ki (PKK ile ortak çalışmaktadır) Suriye’de ele geçirdiği bölgelerde “demografik yapıyı değiştirme” çabalarının insanlık suçu olduğunu…

“DEAŞ’a karşı mücadele ettiğini” söyleyen grupların ve güçlerin kesinlikle böyle bir amacı olmadığını, DEAŞ’ı “kendi gündemlerini hayata geçirmek için” araç olarak kullandıklarını söyledi.

Bunların hepsi bire bir gerçeklerdir. Bununla birlikte hiçbiri yeni ortaya çıkmış değildir.

Zamanında tepki…

Suriye iç savaşı başladıktan sonra Türkiye’nin “muhalifleriyle işbirliği yaptığını” gören Esad’ın Suriye’nin kuzey illerini PKK’ya bırakmasından sonra başta Kobani olmak üzere Cezire ve Afrin kantonlarının, diğer kentlerin, ilçelerin “DEAŞ’tan alınıyormuş gibi” PYD’ye devredilmesinde ABD de, zaman zaman Rusya ve Suriye rejimi de rol oynamıştır.

Suriye’de PYD/PKK’ya havadan destek, ağır silah ve araç, eğitim desteği veren ABD, Irak’ta da Barzani ile işbirliği içinde çalışmış, Musul’da Türkiye yerine peşmerge ile operasyon yapmayı seçmiş, bu yıllar içinde Barzani’nin bizzat kendisinin de açıkladığı gibi IKBY topraklarını kat kat genişletmişti.

Duhok’ta, Suriye Kürdistanı denilen Rojova’nın özerkliği için Barzani’nin düzenlediği toplantı ve sonunda varılan anlaşmaya gereken tepkiyi göstermedik.

Bütün o süre içinde Türkiye’nin, kuzey Suriye’de Fırat Kalkanı operasyonu ile aldığı bölge dışında, PYD sınırlarımız boyunca büyük alan kazandı, Türkmenleri köylerinden göçe zorladı.

Yukardaki gelişmeleri bu köşede birçok kez yazarak, Irak ve Suriye’de gelişmelerin paralel yürütüldüğünü, DEAŞ’ın taşeron bir örgüt gibi davrandığını hatırlatarak “geç kalıyoruz” diye uyardım.

Şimdi kızdığımız Barzani’nin o süreçte “dost olduğuna” inanmayı seçtik.

“Ertelenirse” duracak

Mesut Barzani “yavaşça ilerlemeliyiz ama elbet bir sonu olacak” diyor.

Son olarak, ancak “iki-üç gün içinde IKBY ve Bağdat arasında referandumun ‘erteleneceğine’ dair bir anlaşma yapılır, ABD ile AB destekler, garanti verirse vazgeçeceğini” açıkladı.

Irak Başbakanı İbadi “Ertelenmesi değil, tamamen vazgeçilmesi gerekir” dese de vardığı nokta Barzani için az başarı mıdır?

Bu gelişmeler ve Türkiye’nin IKBY referandumuna ciddi tepkisi konusunda ABD’nin son günlerde gereken açıklamayı yapmaması dikkat çekicidir.

O nedenle Erdoğan ile Trump’ın yapacağı ikili görüşme çok önemli. Trump, ABD’nin “DEAŞ’a karşı mücadele bahanesiyle” Suriye ve Irak’ta yaptıklarına bir açıklama getirmezse Türkiye için oldukça zorlu bir süreç başlayabilir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.